EFLAL KARCA
Yanımdaki Şehrazat ile birlikte karargahın kapısından içeri girdik. Dün gece onlar için bir nevi kutlama yemeği yapmıştık. Yüzünden anladığım kadarı ile her şey yolundaydı. Yemek boyunca ikiside bir birine kaçamak bakışlar atmıştı. Bizim aksimize. Ben bakışlarımı kaçırmak istedikçe yüzbaşı gözlerini bir an olsun üzerimden çekmemişti. Yemekte Tahir komutan ve babamın olması onu durdurmamıştı. Nikahtan sonra beni tepe bir yerde köfte ekmek yemeye götürmüştü. Hem açık havanın oluşu hem ilaçların etkisi ile yemeğimin üçte birini yiyebilmiştim. Bu durum benden daha çok onu mutlu etmişti. Azda olsa yemek yediğim için fiziksel olarak toparlanmam daha kolay oluyordu. Hatta ruhumunda iyileşmeye başladığının farkındaydım. Artık geceleri o kadar da sık uyanmıyordum mesela. Dün gece iki defa uyanmıştım. Göz altlarımdaki morluklar toparlanmaya başlamıştı. Saçlarımdaki dökülmelerde azalmıştı. Dudaklarım hafiften renklenmişti. Kalbimdeki yaralar ise yerini hasrete bırakıyordu. Üzerimde siyah balıkçı yaka bir kazak vardı. Altına siyah bir kot giymiştim. Ayaklarımda ki postallar. Üzerimdeki deri ceket ile motorculara benziyordum. Saçlarımı tepede sıkı bir at kuyruğu yapmıştım. Öremediğim için toplamak istediğimde ya yukarıdan bağlıyor yada topuz yapıyordum. Şehrazat ise benim aksime üzerine gri renk örme bir takım giymişti. Kıvırcık asi saçlarını serbest bırakmıştı. Dün dağılmadan önce Tahir komutan ve babam ifadelerimizi almak istediklerini söyledikleri için birlikte buraya gelmiştik. Birde evden ayrılma durumum vardı. Daha kendime kalacak bir yer bulamamıştım. Elim ikide bir saçıma gidiyordu. O kadar sıkı bağlamıştım ki saç derim çekiliyordu ve başım ağrıyordu. Kapıdaki asker beni görünce hemen kapıyı açmıştı. Artık asker olmasamda bana saygı duyuyorlardı. Sanırım kazandığım saygıları rütbeme değil karakterime yönelikti. Karargahın içlerine doğru ilerlediğimizde işitmeyi hiç istemeyeceğim o sesi işitti ne yazık ki kulaklarım.
"Burası nasıl bir yer oldu böyle elini kolunu sallayan içeri girebilir hale geldi."
Adımlarım durunca Şehrazat'ta benimle birlikte adım atmayı kesmişti. Sinem yanındaki iki tim arkadaşı ile bize doğru geliyordu. Bakışları kısa bir an Şehrazat'ı buldu. Sonrasında iğrenç bakışlarını bana dikti. Bende gözlerimi ona diktim.
"Sizi içeri alırken kimlik kontrolü yaptılar mı?"
Alaycı sesi ile konuşmaya devam etti.
"Ne saçmalıyorsun sen yine?"
"Diyorum ki asker eskisi birisin. Yanında neyi düyü belirsiz birisi ile karargaha giriyorsun. Hayırdır. Bu ne rahatlık."
"Omzundaki yıldızların gitmesi belliki yeterli olmamış. Hala hadsizce konuştuğuna göre."
"Bana had bildirecek son kişisin."
Yanındaki askerlere döndü.
"Bu ikisini askeriyenin dışına atın. Kapıdaki nöbetçiyide yanıma gönderin."
Yanındakiler tereddütte kaldılar. Bakışları ikimiz arasında gidip geldi.
"Size diyorum ne bakıyorsunuz aval aval."
Erler bize doğru gelince Şehrazat korkarak bana yanaştı. Eli kolumu sardı. Ona dokunacak olmaları düşüncesi onu geriyordu.
"BİR ADIM DAHA ATARSANIZ GÖTÜNÜZDEN NEFES ALIRSINIZ."
gelen sesle dudaklarım kıvrıldı. Alparslan ve Karan sert adımlarla bize doğru geliyordu. İkisininde gözlerinden ateş çıkıyordu. Karan gelip Şehrazat'ın karşısında durdu. Deminki sert sesini sakin tutmaya çabaladı.
"İyi misin?"
Şehrazat sadece başını evet anlamında salladı. Alparslan'ın gözleri ise karşımdaki kadındaydı. Bu bakışları onun korkmasına yetmişti. Ama Alparslan bakmakla yetinmedi.
"Sana daha kaç kez yerini bildirmem gerek. Sen kimsin. Nesin. Söylesene. Gözümde bir böcek kadar bile değerin yok. Hangi cesaretle onları buranın dışına atmaya kalkarsın."
"Ko komutanım kimlik kontrolü yapılmadı. Ayrıca... ayrıca ikiside asker değil."
Alparslan alayla güldü.
"Senden de bu beklenirdi. Belki bilmiyorsun başçavuş ama burası asker ocağı. Burda tehlikeli olmayacak herkese yer var. Kaldı ki kimlik kontrolüne gerek yok. Biri Karan yüzbaşının eşi. Diğeri benim. Kimse sana hesap vermek zorunda değil."
Aşağılayıcı gözlerini ondan çekti. Sinem ve yanındakiler izin isteyip gidiyordu ki Alparslan'ın sesi ile durdular.
"Yiğit yüzbaşıya söyle timine yeni bir asker baksın. Bu gidişle ceza ala ala tüm rütbelerinden olacaksın. Omzundaki yıldızlardan birine daha veda et."
Son sözleri ile derince yutkunmuştu. Ama bir cevap veremedi. Geldiği gibi gitti demek isterdim. Yada kimi kandırıyorum. At gibi gelip it gibi gidişi beni epey bir mutlu etmişti.
"Nefesim sen iyi misin "
Gözlerim mavi harelerine kenetlendi. Nasıl iyi olmam. Senin kokunu duyuyorum. Gözlerin gözlerimde.
"Güzelim!"
Ona hala cevap vermemiştim değil mi?
"Hı evet. Yani iyiyim. "
Dudakları kıvrıldı.
"Eflal bir sorun mu var. Siz neden geldiniz?"
"Yok. Dün Tahir komutan ifade için gelin demişti ya. Bende Şehrazat'ı alıp geldim."
Söylediklerim ile derin bir nefes aldı.
Gelen dikkat sesi ile hepimiz esas duruşa geçtik. Karşıdan Tahir komutan geldi. Adımları benim ve Şehrazat'ın önünde durdu. Dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Göz ucu ile Şehrazat'a baktığımda onunda benim gibi hazırolda durduğunu gördüm. Alparslan ve Karan da bıyık altından gülüyor ama belli etmemeye çalışıyorlardı.
"Görüyorsun ya yüzbaşı. Bazen sen askerliği bırakırsında askerlik seni bırakmaz. Şunlara bak. Biri istifa eden eski bir asker. Diğeri çiçeği burnunda bir asker eşi. Ama ben gelince hazırola geçiyorlar..... Karan karının ifadesini sen al. Kız yabancılık çekmesin. Alparslan sende üsteğmeni al odama gelin."
Söyleyeceklerini söyledikten sonra ardını dönüp gitmişti. Üsteğmen mi!"
Gözlerim hızla Alparslan'ı buldu. Onun ise dudaklarında uğruna ölebileceğimi hissettiren bir gülüşü vardı. Karan Şehrazat'ı ifade için götürürken arkalarından son gördüğüm Şehrazat'ın Karan'ın koluna ellerini doladığıydı. Karan kısa bir an ona baksada tekrar önüne döndü. Bunca erkeğin içinde tedirgin oluyordu.
"Yürü hadi yürü."
Alparslan'ın elimden tutup çekiştirmesi ile Tahir komutanın kapısına geldik. İkimizde kapıda durup üzerimizi düzelttik. O kapıyı çalınca içeriden gir komutunu bekledik. Gelen tok ses ile ikimizde yavaşça içeri girip karşısında selam durduk.
"Gel bakalım Eflal Karca. "
Eli ile önündeki koltuğu gösterince ikiletmeden gidip oturdum. Alparslan da gelip karşımdaki yerini aldı.
"Seni buraya neden çağırdığımı biliyorsun değil mi?"
Başımı evet anlamında salladım.
"Bak kızım ikinizinde ayrı ayrı bu devlete çok büyük yararlarınız oldu. Sizin gibi iki askerim olduğu için gurur duyuyorum lakin birbirinize olan bu düşkünlüğünüz insanı korkutuyor."
Neden içimden bir ses bilmediğim bir şeyler olduğunu söylüyordu. O da anladı sözlerine devam etti.
"Yüzbaşı bu sabah masama içinde istifa dilekçesi olan bir zarf bıraktı. Senin göreve geri alınmaman durumunda o da gidicek. Öyle söylüyor."
Gözlerim hızla onu buldu. O ise Tahir komutanın bu durumu bana söyleyeceğini tahmin edememiş olacak ki bakışlarını benden kaçırdı.
"Şimdi siz söyleyin ne yapayım. Siz olsanız ne yapardınız. Böyle başarılı , gözü kara, güçlü, zeki.... ama aynı anda iki şapşal aşık olan askerlerinize nasıl bir cevap verirdiniz."
Dediği ile utançtan yer yarıldı da içine girdim sanki.
"Komutanım ben. Yani. Ne söylemeliyim bilmiyorum. Ben sadece vatan uğruna canımı veririm. Gerektiğinde sevdamıda veririm. Lakin o gün öyle gitmeseydim. O ölecekti. Ben neden takas yapılmadı demiyorum ki. Gün gelir vatanım ile onun arasında kalırsam ondan geçmesinide bilirim evelallah."
"Lâl haklı Komutanım. Şayet söz konusu vatan ise susmasınıda ölmesinide biliriz. Lakin öylece birbirimizden geçmemizi beklemeyin. Son nefesimde bile önce vatan sonra o olacak."
Sözlerini gözlerimin içine bakarak bitirdi. Tahir komutan ayaklanınca bizde ayağa kalkıp karşısında hazırolda bekledik. Gözlerini ikimizin üzerinde gezdirdi.
"Bana bakın sizi bir daha böyle görürsem elimden çok çekersiniz. Bir daha bu şekilde mesleğinizden geçtiğinizi görmek istemiyorum anlaşıldı mı. Üsteğmenim sende bu gün bizimle birlikte erlerin veda etkinliğine katıl. Yarında formanı giy. Anlaşıldı mı?"
"Emredersiniz komutanım. "
İkimizinde dudaklarında güzel bir tebessüm oluştu. Allaha şükürler olsun. Bir daha o formayı giyemem sanıyordum. Kapıdan dışarı çıkınca bakışlarım ona döndü. Gülümseyerek bakıyordu mavileri.
"Sana halledeceğim demiştim dimi."
Övünmesi ile dudaklarımda ki gülüş büyüdü. Ona cevap vermek yerine adımlarımı kantine çevirdim. Kantin kapısına geldiğimizde içeriden bizimkilerin sesleri geliyordu.
"Demek siz Eflal bacımı askeriyeden atacaktınız öylemi"
Diye konuşuyordu Dursun. Onu cevaplayan Ateş oldu.
"Yok abisi yapmaz bunlar. Baksana bunlara hiç intihar edecek tipleri var mı?"
Kapıyı hafif geçip içeri göz attım. Bir saat önce Sinem ile birlikte olan iki askerin sırtı dönük karşılarına dikmişlerdi.
"Abi biz valla istem...."
"Kes lan birde cevap veriyor. "
Asker konuşurken kızan Sinan oldu.
"Lan oğlum. Eflal bacım lan o. Sizinde bizimde komutanımız. Aklınızı mı yitirdiniz lan."
Diye araya girdi Rıdvan abi. Onu devam ettiren Ali oldu.
"Yok abi. Bunlar salak bence. Yoksa böyle bir şey yapmış olsalar bizim elimizden kurtulamayacaklarını bilirler değil mi?"
Ali'den sonra konuşan Devran oldu.
"Yani insan durduk yere neden dayak yemeye bu kadar istekli olur ki."
Bakışlarını onlara dikti. Gözlerinde ki öfke çok büyüktü.
"Lan allahın hırtları. Lan o komutanımız olmasa bile bizim kardeşimiz. Sizi rahat bırakacağımızı düşündürten ne lan."
"Komutanım valla bizim suçumuz yok. Yapmadık zaten. Eflal komutanımızı bilmez miyiz. Lakin o an Sinem komutan bizi zorladı. Alparslan komutanım ile Karan komutanım gelmesede yapmazdık."
"Seninkiler sorguya başlamış ha ne dersin?"
Kulağımın hemen dibinden gelen ses ile derince yutkunma ihtiyacı hissettim. Nefesi yanağımı okşuyordu. Pislik bilerek yapıyordu. Ona daha fazla malzeme vermeden kantinin içine daldım. Bizi görünce hepsi esas duruşa geçti.
"Bırakın çocukları onların bir suçu yok. Bir şey yapmadılar. Yapsaydınız bile size kızmazdım korkmayın. Sizde emir kulusunuz, hadi görevlerinizin başına."
Emrim ile onlar gidince bakışlarım bizimkileri buldu. Beklenti ile yüzüme bakıyorlardı.
"Bacım Allahın hakkı için geri döndüm de."
Dedi Ateş.
"Yaşlandım bak. Alıştıra alıştıra söyle"
Diye devam etti Rıdvan abi. Dudaklarım kıvrıldı. Gülüşümle onlarda anladı.
"Oh be. Nihayet."
Sinan'ın sesi doldu kulaklarıma. Gerçekten rahat bir nefes vermişti.
"Şükür."
Dedi Dursun. Kapıdan Karan ve Şehrazat girdi. Bakışları bizde gezindi.
"Hoş geldin diyelim mi bizim kız?"
"Diyelim abi."
Dediğim ile gülüşü büyüdü. Kolunu kaldırınca gidip sarıldım. Öz olmasalarda her biri birer abi birer kardeş olmuştu bana. Ailemdi onlar benim. Allah hiç birinin tırnağına zeval vermesindi.
Hepimiz birlikte konferans salonuna gelmiştik. Ben duvar dibindeki sandalyeye oturunca Şehrazat hemen yanıma oturdu. Karan ise onun yanına geçti. Tahir komutan ve babam iki öndeki sıraya geçtiler. Bizimkilerin aklında ne vardı bilmiyorum ama Sinan, Devran ve Rıdvan abi tam önümdeki sıraya oturdu. Arkamda oluşan hareketlenme ile başım arkaya döndü. Alparslan gelip tam arkama oturdu. Onun hemen yanına Ateş ,Dursun , ve Ali geçti. Bizi bir çembere aldılar. Diğer askerler ve timler tek sıra halinde otururken bizimkiler dağılmıştı. Çalan türkü ile bende önüme döndüm. Üzerinde fazla durmuştum.
*söküp atılmıyor. Bende mi kusur. Doğarken kök salmış öze saçların.*
Çalan türkünün sözleri ile dikkatim sahneye kaydı. Herkes pür dikkat oraya odaklanmıştı. İki gün sonra terhis olacak olan erlerden biri elinde bağlaması ile kulaklarımızın pasını siliyordu. Saçlarımda hissettiğim el ile nefesimi tuttum. Kim olduğunu anlamak zor değildi. O elin sıcaklığını kilometrelerce öteden bilirdim ben. Eli saçımı yavaş yavaş okşadı. Sabah hunharca sıkı sıkıya bağladığım ve sabahtan beri başıma ağrı girmesine sebep olduğum saçlarımdaki tokayı yavaşça saçlarımdan söktü. Kantindeyken elim bir kaç defa saçıma gitmiş ağrıyı gidermek için ovmuştum. Anlaşılan bu durum gözünden kaçmamıştı. Saçlarımda sıcak nefesini hissettim. Uzun saçlarıma tek tek her bir teline dudaklarını bastırdı. Kimse ne beni ne onun ne yaptığını görmüyordu. Yanı başımızda oturan tim arkadaşlarımız ailemiz dışında. Onlardan çekinmiyordu. Gözlerim doldu.
*Bir kara sevda ki ya büyü ya sır
Sığmıyor kaleme, söze saçların*
Sanki türkü onun kalbinden dökülüp kalbime akıyordu. Gözümden akan yaşa hakim olamadım. Elindeki saç tutamını tek tek sevdi. Kokladı. Öptü.
*Örgüde bir başka, düzde bir başka
Gizlendiği zaman nazda bir başka
Omuzda bir başka, yüzde bir başka
Kirpik olmuş inmiş göze saçların
Omuzda bir başka, yüzde bir başka
Kirpik olmuş inmiş göze saçların*
Yanımda duran Şehrazat'ın da bakışları bize kaydı. Lakin sanki bir şey olmamış gibi sadece kucağımdaki elimi sıktı. Sonrada önüne döndü. Karan ise bakışlarını karısına dikmişti. Ona belli etmemeye çalışarak onu inceliyordu.
*İpekten sırmadan tel tel yaratmış
Telini bir ömre bedel yaratmış
Sanki vasfi için özel yaratmış
Dört mevsim bir başka taze saçların
Sanki vasfi için özel yaratmış
Dört mevsim bir başka taze saçların*
Türkünün sonlarına gelmiştik. Kulağıma sesi doldu.
"Rabbim saçının her bir telini, tırnağına kadar her şeyini benim için özel yaratmış canımın canı. Şimdi uzağız lakin herkesten daha yakınız. Sen bana candan daha yakınsın. Kurtuluşumuz yok. Biz bu sevdanın pençesine düştük bir kere. Gayrı çırpınmak çaresiz."
Söyledikleri ile dudaklarını tekrar saçlarıma bastırdı. Sıcak nefesi saçlarımda gezindi. Derince soluduğunu hissediyordum. Türkü bitince herkes ayaklanıp alkışlamaya başladı. Lakin benim dizlerimde ayağa kalkacak derman yoktu. Koca salonda oturan bir biz vardık. Diğer askerler yavaş yavaş salonu terk etmeye başlamıştı. Bizimkiler ise bizim önümüzde barikat gibi durmuş kimsenin bizi görmesine izin vermiyordu. Herkes çıkınca onlarda tek tek dışarı çıktı. Giderken hepsinin dudaklarında tebessüm vardı.
"Nefesim.... canımın canı..... cennetim. Baharım, yazım , kışım... herşeyim."
Her kelimesinde dudakları saçlarımı buluyordu.
"Örmemi ister misin."
Ağzımı açıp cevap veremedim. Onun yerine başımı evet anlamında salladım. Bana yaklaşıp saç diplerimden öptü. Ağzımdan kaçan titrek nefese engel olamadım. Saçlarımı üç parçaya bölüp yavaş yavaş örmeye başladı. İşi bitince saçlarımı sol omzumdan önüme bıraktı. Nasıl yaptıysa ucuna toka takmamıştı. Arkamı dönüp yüzüne baktığımda özlemle bana bakıyordu. Dudaklarında çok güzel bir tebessüm vardı. Bileğindeki tokamı görünce benimde dudaklarım kıvrıldı.
"Şey. Teşekkür ederim. Ben gidiyim Şehrazat daha fazla beklemesin."
"Lâl'im!"
Bakışlarım merakla onu buldu.
"Bende bekliyorum. Ömrüm yettiğincede beklerim. Yalvarırım daha fazla bekletme. Çok özledim."
Dediği ile derince yutkunma ihtiyacı hissettim. Önüme dönüp dışarı yol aldım. Koridoru henüz dönmüştüm ki karşıma çıkan Yiğit komutan ile durmak zorunda kaldım. Esas duruşa geçtim.
"Aramıza tekrar hoşgeldin Eflal üsteğmenim. Açıkçası istifa etmene çok şaşırmıştım."
"Şartlar öyle gerektiriyordu komutanım. Şimdi de böyle gerekti döndüm."
Bu adam neyi neden zorluyordu.
"Eflal aslında ben seni daha yakından tanımak istiyorum. Hem belki subay gecesine birlikte katılırız olmaz mı?"
"Olmaz."
Kısa ve net.
"Nedenini sorabilir miyim?"
"Nedeni basit. Ben evli bir kadınım. Ve kocamı deli gibi seviyorum. Kaldı ki evli olmasam da size o şekilde bir şey hissetmiyorum. Bir daha görev dışında muhatap olmazsanız sevinirim. "
Onunla daha fazla muhatap olmamak adına oradan uzaklaştım. O kaşınmıştı. Hep olmadık yerlerden çıkıyordu. Hayır yüzbaşı bunu bir görse olan ona olur. Elinden almaya kalkmam. Acaba yüzüklerimi Alparslan'dan gerimi istesem.
(Saçmalama salak. Ne diyeceksin adama. Seni affetmedim. Ama yüzüklerini takmak istiyorum mu. Hadi dedin neden derse ne diyceksin. Yiğit denilen yavşak musallat oldu. Evli olduğumu yanında olamasam bile sana sadık olduğumu bilsinler diye yüzük takıcam mı diyeceksin. De de o ahmağı tek yumrukla yere gömsün.)
İç sesime hak verdim. Ama o an bilmediğim Alparslan'ın bu konuşmalara şahit olduğuydu. Yiğit denilen adama feci şekilde kurulduğu ilk fırsatta ona haddini bildireceği dahası onca konuşmadan benim ona deliler gibi aşık olduğum kelimelerine takıldığıydı. Zaten bildiğini duymanın onu ne denli mutlu ettiğiydi. Ve bunun ona dayanma savaşma gücü verdiğiydi......
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
233.29k Okunma |
21.38k Oy |
0 Takip |
162 Bölümlü Kitap |