EFLAL KARCA
Elimdeki suyla kampın ortasında durmuş. Etrafta göz gezdiriyordum. Bu girdiğim üçüncü mağaraydı. Ve Alparslan burada da yoktu. Kapısında nöbetçi duran son bir yer kalmıştı. Eğer orada da yoksa tüm ümitlerim tükenecekti. Davranışlarım hem kendinden emin hem bir o kadar da ürkek ve çekingendi. Çevrede birkaç çift göz üzerimde geziniyordu. Sanki adamlara su dağıtıyormuş gibi davranıp, etrafı biraz kolaçan ettim. Diğer adamların beni fark etmeyeceğini anladığımda adımlarım yavaşça mağaranın girişine doğru ilerledi. Karanlık girişten sonra meşalelerin aydınlattığı ikinci bir mağaranın girişine geldim. Köşeye dönmeden içeriden sesler duyulmaya başladı.
"Eee yüzbaşı ne diyorsun? Seninkiler takasa yanaşmadı. Bildiğin seni ölüme terk ettiler. Ne yalan söyleyeyim bunu ben de beklemiyordum. Hala inat edecek misin? Yoksa bana istediğim şeyleri söyleyecek misin?"
"Sana hiçbir sikim söylemem."
"Bak ama böyle anlaşamıyoruz seninle. Senin üzerinde bomba, benim elimde buton...Yani senin yerinde olsam benimle iyi anlaşırım."
"Daha önce binlerce kez söylediğim gibi siktir git."
Duyduğum ses ile kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başladı. Buradaydı işte. Günlerdir duymayı beklettiğim ses ona aitti. Sessiz olmam gerekiyordu. O yüzden silaha davranamazdım. İçeride gördüğüm kadarıyla iki kişi vardı. Birisi Alparslan'ın tam karşısında durmuş onunla konuşan kişiydi. Diğeri ise hemen onun arkasında duruyordu. Sessiz adımlarla ilk adamın yanına gidip boğazını bıçakla kestim. Çıkardığı boğuk seslerden diğer adam da bana döndü. Şaşkın bakışları görülmeye değerdi doğrusu. Adam silahına davranamadan elimdeki bıçağı ona doğru fırlattım. Bıçak tam boğazına saplandı. Elindeki silah yavaşça yere düştü. Boynundan kanlar fışkırıyordu. Kahverengi gözlerim nihayet görmeyi beklediğim irislere denk geldi. Mavi gözlerinde hem şaşkınlık, hem özlem, hem de merak vardı. Burda olduğuma inanamaz gibi bir hali vardı. Öyle çok özlemiştim ki onu. Anlatılması imkansızdı.
"Lâl'im..."
Özlemle adımı zikretti. Lakin benim dudaklarımdan onun ismi dökülmedi. Hızlı adımlarla ona doğru ilerledim.
"Rabbim.. hayal mi görüyorum ben. Yoksa şehadet şerbetini içtim de sevdiğim kadının suretinde mi geldi Azrail."
Kurduğu cümle ile boğazım düğümlendi.
"Hayal falan değilim. Benim, senin için geldim. Seni buradan götürmeye... Merak etme, ikimiz de buradan çıkacağız tamam mı?"
Hızlı hızlı konuşup bir yandan da üzerine bağlı olan bombayı nasıl imha edeceğimi düşünüyordum. Çünkü şerefsiz herif beş dakikaya ayarlı şekilde bırakmıştı. Yani beş dakika içerisinde imha etmenin bir yolunu bulamazsam ikimiz de havaya uçacaktık.
"Nefesim..."
Başımı kaldırıp mavi gözlerine odaklandım. Ne söyleyeceğini tahmin edebiliyordum. Ama ne olursa olsun bunu yapmayacaktım. Ne söyleyeceği ,benden ne istediği ,son olup olmayacağı, tekrar kavuşup kavuşamayacağımız... Hiçbir şey umurumda değildi.
"Güzelim yapma... Yolu yok, zaman yok... Buradan çıkıp canımı koru. Yaşamanı istiyorum. Sadece yaşamanı."
Bakışlarım onda iken başımı her iki yana salladım. Demin adamın boğazına saplanan bıçağı boynundan söküp elime aldım. Fünyenin ateşleyicisine giden kabloyu bulmaya çalışıyordum. Bir yandan da sayacı durdurmanın ya da yavaşlatmanın bir yolu var mı diye düşünüyordum. Alparslan'ın elleri arkadan kelepçelenmişti. Şakağından yüzüne doğru kanlar akmış sonra da kurumuştu. Boynunda, omuzlarında ,yüzünün çeşitli noktalarında morluklar ve sıyrıklar vardı. Epey bir hırpalanmış ,işkenceye maruz kalmıştı. Neyse ki çok ciddi bir yarası yoktu. Bu da bir şeydir deyip kendimi sakinleştirmeye çalıştım.
"Lâl'im kurban olayım... Çık buradan."
(Kırmızı kablo fünyeden dışarı çıkıyor. Sarı olan ise sayacın içerisine doğru ilerliyor.)
"Nefesim .Allah rızası için çık. Kabloların nereye girdiği belli değil .Çok karmaşık bir düzeni var. Yalvarırım çık dışarı. Çık kurtar canını. Kurtar canımı."
Tüm söylediklerine rağmen benim dudaklarımdan çok farklı kelimeler çıktı.
"Beyaz kablo hem fünyeye hem de ateşleyiciye ilerliyor. Lanet olsun bir de yeşil kablo var burada."
"Nefesim ne olur dinle beni. Bir kere olsun dinle beni."
Başıma ağrılar girmişti. Hiç durmadan bana çıkmamı söylüyordu. Elim alnıma gitti. Bastırarak ovuşturmaya başladım. Saat şu anda üç dakikada durmuştu. İki dakikayı çoktan geride bırakmıştık. Hatta üçüncü dakikayı bile doldurmaya başladık. Ve Alparslan hiç durmadan dışarı çıkmamı söylüyordu. En son dayanamadım. Hafif geri çekilip yüzüne tokadı bastım. Derin derin nefesler alıp veriyordum. Gözlerim dolmuştu. Onu bırakmayacağımı bilmiyor muydu. Bunu benden nasıl isterdi.
"Kes sesini... Hangi kabloyu keseceğimi söylemeyeceksen kes sesini... Çıkmayacağım ...Anladın mı? Seni burada bırakmayacağım. Gerekirse seninle birlikte burada öleceğim ama buradan gitmeyeceğim. Şimdi işe yarayıp bana yardımcı olmak istiyorsan gözün mağaranın girişinde olsun. Herhangi bir hareketlilikte haber ver."
Yaptığım ile hem şoka girmiş, hem de nemli gözleriyle başını yana eğmiş yüzüme bakıyordu. Çünkü o da gitmeyeceğimi biliyordu. Onu almadan buradan gidemezdim. İnsan canını nasıl geride bırakırdı.
"Bebeğim!"
Bu defa yaşlı gözlerle gözlerine bakan bendim. Boğazım düğümlenmişti. Belki de birkaç dakika içerisinde ikimiz de burada ölecektik.
"Seni almadan gitmem. Ölsek de beraber, kalksak da beraber. Sana sarılamıyor olabilirim. Ama yaşadığını bilmeye hakkım var. Bana kendini affettirmen gerek anladın mı? Ölürsek de beraber yaşarsak da beraber."
Söylediklerimden sonra bana cevap vermesine izin vermedim. Kendi işime odaklandım. Onun da gözleri kapıdaydı.
"Mavi kabloyu keseceğim."
Yüzümü kaldırıp son defa onun gözlerine baktım.
"Ölsek de, yaşasak da bil... Bu can senden başkasını sevmedi Lâl'im. Son nefesimde bile dilimde şehadetim kalbimde sevdan var."
Gözlerimden yanaklarıma akan yaşlara inat dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Benim de dudaklarımdan son defa şehadetim döküldü. Lakin dudaklarım sesli bir şekilde onun adını zikretmedi. Onun yerine yüreğimden adı bir feryat gibi koptu. Lakin o bunu duymadı. Elimdeki bıçakla mavi kabloyu kestim. Otuz saniye kala sayaç durdu. İkimizinde bıraktığı derin nefesin sesi işitildi. Çok korkmuştum. Onu kaybedeceğim diye, bir daha göremeyeceğim diye.. son defa sarılamayacağım diye öyle çok korktum ki. Ama halledeceğim bir yolunu bulacağım. Onu affetmenin, geçmişi unutmanın ,iyi olmanın bir yolunu bulacağım.Ona tekrar sarılabilmenin bir yolunu bulacağım. Ama öncesinde bulmam gereken şey buradan çıkış yoluydu. Evet bir şekilde buraya girmiştim. Ama şimdi nasıl çıkacağımız hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Gözlerimdeki karmaşadan sanırım o da anladı bir şeylerin ters gittiğini.
"Güzelim! Ne oldu?"
"Ben buradan nasıl çıkacağımızı bilmiyorum."
Dudaklarına acı bir tebessüm yerleşti.
"Ben seni ölmeden son defa gördüm. Kokunu soluyabildim ya. Bundan gayrısı mühim değil. Buradan çıkmanın bir yolunu bulurum. Ama önce şu zincirlerden kurtulmamız gerek."
Ben de başımı hızlı hızlı olumlu şekilde salladım. Haklıydı önce zincirlerden kurtulmamız gerekiyordu. Yerde yatan adamın keleşini elime alıp arkasına geçtim. Ellerine bağlı olan zinciri bir taşın üzerine koyup keleşin kabzasıyla hızlı hızlı vurmaya çalıştım. Birkaç denemeden sonra nihayet zincir kopmuştu. Ellerini önüne çekip her iki bileğini ovdu. Canı yanmış olmalıydı.
"Iyi misin?"
Yüzünü bana dönüp ellerini yanaklarıma koydu. Baş parmakları elmacık kemiklerimi okşadı. Gözlerindeki özlem... Benimkilerde böyle mi bakıyordu. Şayet öyle ise. Dilimin susması bir şey ifade etmezdi. Gözlerim özlemimi haykırıyordu. Daha fazla beklemedi. Kolları belime dolandı. Saçlarımdan derin soluklar aldı. Bedenimi öyle bir sıkıyordu ki. Özlemini dindirmeye çalışıyordu. Bende başımı ona çevirdim. Burnum boynuna yaslandı. Kokusu ciğerlerime doldu. Kollarım havalanıp onu sarmasada , bedenim onun tarafından sarılmanın tadını çıkardı o an için.
"Sen yanımdasın ya... gayrı bu cehennem bile bana cennet. Nasıl iyi olmam."
"Buradan nasıl çıkacağız?"
Bakışları yerde yatan adamın üzerinde gezindi. Sanırım o bir şeyler düşünmüştü bile.
(Kendine gel Eflal. Ona hayran hayran bakmanın sırası değil.)
"Sen kapıyı kontrol et. Birileri içeri girmeye kalkarsa haber ver. Ben de şu adamın üstündeki çaputları giyeceğim. Sonrasında aralarına karışacağız ve bir yolunu bulacağız. Tamam mı?"
Başımı tamam anlamında salladım. Ayakta zor durduğu o kadar belli oluyordu ki. Heybetli duruşu her ne kadar özgüvenini, gücünü korumaya devam ettirmeye çalışsa da. Gücünün son demlerinde olduğu belli oluyordu. Çok yorgundu. Kim bilir ne zamandır yemek yememiş, su içmemiş, uyumamış, sürekli işkenceye maruz kalmıştı. Çok acımıştı. Benim canımın canı çok acımıştı. Ama iyiydi ya. Bulmuştum ya onu. Eve gidince iyi ederdim ben onu. Yanında olmadan da yanında olmanın bir yolunu bulurdum. Mağaranın girişine çıkıp her tarafı kontrol etmeye başladım. Kimse burayla ilgilenmiyordu. Adamlar bizim buraya gelemeyeceğimizden o kadar emindi ki. Ellerini kollarını sallaya sallaya ilçelere köylere iniyor, istedikleri her şeyi alıyor. İnsanları zorla veyahut kandırarak dağlara çıkarıyor. Ellerine silah verip bizim üzerimize salıyordu. Ama o işler öyle değildi işte. Biz her yere girmenin bir yolunu bulur, onları yok ederdik. Kimsenin bu tarafla ilgilenmediği kanaatine vardığımda tekrar içeri girdim. Alparslan yerde yatan adamın üzerinden aldığı kıyafetleri giymiş, diğerinin ise boynundan çıkardığı puşiyi kendi yüzüne dolamıştı. Bu şekilde daha az dikkat çekiyordu.
"Hazır mısın?"
"Hazırım hadi bakalım gazamız mübarek olsun güzelim."
Dediği ile istemsiz tebessüm etmiştim. Mağaranın girişine kadar kolunun altına girip desteklemiştim. Girişe geldiğimizde dikkat çekmeden ondan uzaklaştım.
"Burdan sonrasında destek olamam. Yürüyebilecek durumda mısın?"
Başını yüzüme eğip tebessüm etti.
"Sen yanımdasın ya. Ölüme bile yürürüm."
Dediği ile bakışlarımı ondan kaçırdım. Çünkü söyledikleri ile dudaklarıma istemsiz bir gülüş belirdi. İkimizde yan yana mağaradan dışarı çıktık. Hemen iki adım ardında yürüyordum.
"Hele sen, dur bakalım."
Duyduğum sesle gerildim. Arkamızda duran adamlardan biri bana seslendi. Anladığım bu kampta sözü geçen biriydi. Ve lanet olsun ki istemesemde bu piçin dikkatini çekmiştim. Şimdi musallat olmuştu işte.
"Sakin ol."
Sessizce Alparslan'ı telkin ettim. Eğer onu zerre tanıyorsam şuan o piçin kafasına sıkmayı pılanlıyordu.
Adam gevşekçe sırıtıp bize doğru geldi.
"Sen yeni gelenlerdensin değil?"
Başımı evet anlamında salladım. Şerefsizin sırıtışı büyüdü.
"Hele sen ne güzel bir şeysin öyle. Buralarda harcanma. Benimle gel. Seni tanrıça yaparım."
Adamın eli önce saçlarıma gitti. Bedenim gerildi. Kusmamak için kendimi zorladım. Demin sevdiğimin dokunduğu yanağıma ilerledi eli. Midem kasıldı. Eli yavaş yavaş boynuma gidiyordu ki Alparslan kolumdan tutup beni arkasına aldı. Koca bedenini bana siper etti. Elindeki silahı adama doğrultup fazla düşünmeden adamın kafasına sıktı. Diğerleri bize silahlarını doğrulttu. Tamam dedim. Tamam bizi burda delik deşik edecekler. Sevdiğim ile birlikte şehadet şerbetini içicem. Ama bir kez daha yanıldım. Etraftan silah sesleri duyuldu. Çevremizdeki çakallar bir bir cehennemi boyladı. Bunlar bizimkilerdi. Nasıl gelmişlerdi. Alparslan hızla bedenimi bir kayanın ardına çekti. Bende kendime geldim. Etraf mahşer yerine döndü. Bize doğrultulan her namlu ateş almadan iniyordu.
"İyi misin güzelim?"
Başımı sevdiğim adama çevirdim. Sorgulama nedeni kurşunlar değildi. O itin bana dokunmuş olmasıydı.
"Evet. İyiyim. Ya sen?"
Elini enseme getirip Başımı kendine yakınlaştırdı. Dudakları anlımı buldu. Sıcak dudaklarından sevgisi içime aktı sanki. Eli demin o adamın dokunduğu saç tutamına gitti. Onuda dudaklarına bastırıp öptü. Son defa dudakları yanağımı buldu. Orayada derin bir öpücük bıraktı.
"Şimdi çok daha iyiyim. "
Yerinden çıkıp bir adamı daha indirdi. Etrafımızda kurşunlar uçuşuyordu. Bizim derdimiz neydi. Ama Allah şahidim o dokundu. Onun dudakları değdi ya. Şimdi bende çok daha iyiydim. Silah sesleri azalmaya başladı. Bir süre yerimizi koruduk. Sonrasında önce o çıkıp etrafı taradı. Bende fazla beklemeden yerimden doğrulup onun yanında durdum. Bizimkileri görünce dudaklarımdan rahat bir nefes çıktı. Hele Şehrazat'ı onların yanında görmek beni çok mutlu etti. Aklım bir yandan ondaydı. Bizimkiler Alparslan ile hasret gidedikten sonra Dursun yine yapacağını yapmış benim buraya yalnız geldiğimi söylemişti. Bakışları karardı sanki. Korkmadım desem yalan olur. Ama herkesin içinde sorgulamamayı seçti. Belki dönene kadar öfkesi dinerdi. Ama zaten eninde sonunda öğrenecekti. Kimse söylemese istifanın nedenini sorgulayacaktı. Şehrazat'ı da yanımıza aldık. Bizimle gelmeyi kabul etmesine çok sevindim. Burda onun bir hayatı yoktu. Canı yanardı. Türkiye'de belki bir hayatı olurdu. Umarım onu sınır dışı etmezlerdi. Belki bir yolu bulunurdu. Alparslan ve Karan komutan da desteklemişti beni. Yol boyu yanımdan bir an olsun ayrılmamıştı. Benden başka kimseye güvenmiyordu. Bende onu bir abla gibi sardım. Gözlerim ise bir an olsun Alparslan'dan ayrılmamıştı. İyi miydi. Canı acıyor muydu acaba. Rıdvan abi onu kontrol ederken gözlerim onun üzerindeydi. Onun ise dudaklarında kendini beğenmiş bir sırıtış hakimdi. Pislik herif. Sanki içimden geçirdiğimi anlamış gibi sırıtışı büyüdü. Alt dudağıma dişimi geçirdim. Bu yaptığım ile derince yutkundu. Adem elmasının hareket edişi ile benimde içimden ılık bir şeyler aktı. Dudağımı dişlemeyi bıraktım. Bu defa yutkunan ben oldum. Dikkatli bir şekilde bana baktığı için bunuda fark etti. Bu defa açık açık gülmüştü. Ona olan zaafım hoşuna gidiyordu. Etraftakilere belli etmemeye çalışsamda pek beceremiyordum. Çünkü hepsi bize kaçamak bakışlar atıp gülüyordu. Helikopter inişe geçtiğinde bizde toparlanmaya başladık. Bakışlarımı ondan çekip Şehrazat'a çevirdim. Sıcak bir tebessüm sundum ona. Bizimle gelmişti, lakin hala tedirgindi. Bilmediği bir ülkede, bilmediği insanlarlaydı. Başına gelmedik iş kalmamıştı. Belki ikimizinde yarası aynı yerde olduğu için kendimi ona bu kadar yakın hissediyordum. Helikopterden indiğimizde babam pistte bizi bekliyordu. Gözlerinde açıkça belli olan bir endişe vardı. Kan timide tam tekmil burdaydı. Şaşkın bakışları bizim üzerimizdeydi. Acaba neler olduğundan haberleri var mıydı. Babamın karşısında dizildik. Ben ve Şehrazat timin bir kaç adım uzağında durduk. Çünkü biz asker değildik. Artık o timin bir parçası değildim. Derince yutkundum. Alparslan'ın bakışları bendeydi. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"Eflal sende mi askersin?"
Bakışlarım Şehrazat'ı buldu.
"Öyleydim. Yani... eskiden."
Dediğim ile Alparslan'ın kaşları çatıldı. Bendeki bakışları babama kaydı.
"Bu konuyu sonra konuşuruz yüzbaşı. Ama evet üsteğmen Eflal Karca seni almaya gelmeden önce istifasını verdi."
Gözleri hızla beni buldu. Derince yutkundum. Gelen ambulans ile babam onun ambulansa binmesini emretti. Bizde fazla beklemeden arkasından gittik. Ordan ayrılmadan babamın sesi ile karşısında durdum. Alparslan ambulansın içinde olsada bakışları bendeydi.
"Kızım."
Bakışlarım yüzünü buldu.
"İyi misin?"
"İyiyim babam. O iyi ya gayrı bende iyiyim. Hem üzülme, sana kızgın yada kırgın değilim. Sen yapman gerekeni yaptın. Bu benim seçimimdi..."
"Ne olursa olsun ben senin yanındayım"
"Biliyorum. Ve seninle gurur duyuyorum."
"Bende seninle canım benim."
İçimdeki hüzne inat gülümsedim. Sonrada sevdiğim adamın peşinden hastaneye gitmek için Şehrazat'la birlikte yola çıktık. O iyi olsun geriye kalan hiçbir şeyin önemi yoktu.
"Eflal o adam senin neyin?"
"Hangisi"
"Kurtardığın adam."
"O benim kocam."
"Neden uzaksınız o zaman?"
"Uzun hikaye bir ara anlatırım."
"Peki o yaşlı asker?"
"O da babam. Öz değil ama babam."
Baba kelimesini söylerken derince yutkunduğunu gördüm. Sanırım baba yönünden yarası vardı. Araba yolda ilerlerken bende sevdiğim gözlere bakacak olmanın heyecanı ile bekledim. Bir an önce hastaneye varsakta onu görsem.....
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
233.29k Okunma |
21.38k Oy |
0 Takip |
162 Bölümlü Kitap |