119. Bölüm

119. Bölüm

Tuba eye
tugbalal

KARAN KIZILTUĞ

 

Olabildiğince hızlı adımlarla ilerlemeye çalışıyorduk. İki gün önce öğrendiklerimiz ile hepimizin yüreği ağzına gelmişti. Heleki İbrahim albayın takası red etmesi üzerine Eflal'in istifa edip gitmesi bizi daha çok korkutmuştu. Onun gidişinin ardından fazla beklememiştik. Bizde kendi istifalarımızı yazıp albaya teslim etmiştik. Ama bizim yaptığımız tedbirden ibaretti. Üzerimizde askeri teçhizat vardı. Olurda başarısız olursak kimse bizi sahiplenmeyecekti. Lakin onları alırsak askeri helikopter güvenli bir noktadan bizi alacaktı.

"Dursun ne kadar yolumuz var?"

"Yaklaşık üç saat komutanım."

"Komutanım doğru yolda olduğumuzdan emin miyiz?"

Rıdvan abinin sorusu ile ona döndüm.

"Eflal'in arkasında bıraktığı leşlerden geri kalanları takip ediyoruz. Hiç bir şey bulamazsak onu buluruz."

"Umarım ikiside iyidir."

Devran'ın cümlesi ile benimde içimde bir burukluk oluştu.

"Bacımın mühimmatı bile yok. Bulsa nasıl alacak?

"O bir yolunu bulur. İş biz zamanında yardımına yetişelim. Bilmezmiş gibi konuşmayın Eflal bacım o. Alparslan komutanımı bulur itlerin anasını ağlatır."

Ateş'i Sinan cevaplamıştı. Haklıydı. O iki deli yan yana geldimi ortalığın anasını ağlatırdı. Ama bizim zamanında onların yardımına yetişmemiz gerekti.

"Komutanım ilerdeki kayalıklarda biri var."

Telsizden Ali'nin sesini işittim.

"Terörist mi?"

"Giyimi sivile benziyor."

"Dikkatli olun tuzak olabilir. Ben onu alıyorum. Etrafı tarayın."

Emirlerimi verdikten sonra sessizce aşağıya inmeye başladım. Uzun siyah saçlı bir kadındı. Kadın etrafı gözleri ile tarıyordu. Eğer sivilse burda ne işi vardı. Arkasından yavaşça yaklaşmaya başladım. Elinde gördüğüm silahla kaşlarım çatıldı. Sivil değildi sanırım. Silahı tutan elini tutup havaya kaldırdım. Aynı anda silah ikimizin elinin arasında patladı. Kadından da bir çığlık koptu. Korku ile bakan mavi gözleri kahveringilerimi talan etti sanki. Titreyen bedeni ben daha ne olduğunu anlayamadan kucağıma yığıldı. Kimdi bu kadın. Telsizden bizimkilere etrafın güvenliğini sağlamalarını emrettim. Kollarındaki kadının sırtını kayaya yasladım.

"Komutanım ne oldu? İyi misiniz?"

"Ben iyiyim Rıdvan abi. Sen kadına bak."

Gelip yerde baygın yatan kadına baktı. Bir kaç kontrolden sonra bakışları beni buldu.

"Görünürde bir şey yok komutanım. Korkudan bayılmış anlaşılan."

O sırada kadının ağzından bir inilti çıktı. Hepimizin bakışları onu buldu. Mavi gözleri etrafı taradı. Sonrada korku ile arkasındaki kayaya sindi. Karşısında diz çöktüm.

"Yaklaşma. Yaklaşma bana."

"Sakin ol. Kimsin sen."

"Uzak dur benden. Yaklaşmayın."

Benim sorularıma cevap vermek yerine kendine kollarını sarıp geri çekilmeye çalıştı.

"Komutanım Eflal bacımlara geç kalıcaz.

Daha kampı bulamadık. Acele etmeliyiz."

Ateş'in sesi ile bakışlarım ona döndü. Haklıydı. Zaman kaybediyorduk. Buraya kadar bir şekilde geldik. Ama kampı bulmamız gerekiyordu.

"Siz Eflal'i tanıyor musunuz?"

Kadının kurduğu cümle ile bakışlarım hızla onu buldu.

"Sen Eflal'i nerden tanıyorsun?"

"Beni o kurtardı. Onu bekliyorum. Gelicem dedi."

"Nerde o!"

Sert sesim ile kadın biraz korktu. Geri çekildi. Bu yaptığı ile kendimi biraz sakinleştirmeye çalıştım.

"Tamam. Bak bağırmıyorum. Korkma. Bak biz onu bulmaya geldik. Bizi gittiği yere götürür müsün?"

Elini güneye çevirdi.

"Orda. O tarafta bir kamp var. Ona benimle gel dedim. Ama birini alması gerekiyormuş. Sen git gelicem dedi."

Cılız sesi ile dudaklarım kıvrıldı. Onları bulmuştuk.

"Yolu gösterir misin?"

Gözleri nemlendi. Bakışlarındaki korkuyu görmemek için kör olmak gerekti.

"Be ben. Orda bana fenalık yaparlar."

"Korkma. Bak biz varız. Sana kimse bir şey yapamaz. İzin vermem."

Gözlerindeki korku ve tedirginlik azalsada bitmedi.

"Adın ne senin?"

"Şehrazat."

"Şehrazat. Bak biz Türk askeriyiz. Sana ne bir fenalık yaparız. Nede birilerinin yapmasına izin veririz. Güven bana."

Yerdeki bakışlarını bana çevirdi. Evet bu bakışlar daha iyiydi.

"Silahımı alabilir miyim?"

Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Kendini güvene almak istemesini anlayabiliyordum. Elimdeki silahın namlusuna mermiyi verip ona uzattım. Elimden silahı alınca ayağa kalktım. Kalkması için elimi uzatsam da tutmak yerine kayaya tutunup kalktı. Sonrada yönünü demin gösterdiği yere doğru çevirdi. Hemen yanında ki yerimi aldım. Epey bir zaman geçti. Şehrazat'ın yorulduğu halinden belli oluyordu.

"Seni buraya nasıl getirdiler?"

Yoldaki bakışları çok kısa bir an bana kaydı.

"Babam beni on onlara sattı."

Söyledikleri ile derince yutkunma ihtiyacı hissettim. Mavi gözlerinden akan bir damla yaşa engel olamamıştı. İnsanın ailem dediği kişilerden darbe yemesi ne demek iyi bilirdim. Yanımdaki kadının gücü tükeniyordu farkındaydım. Dudakları kurumuştu. Ayakları yalpalıyordu. Sırt çantamdaki matarayı çıkarıp ona uzattım. Ürkek bakışları bir yüzümde bir elimdeki matarada gidip geldi. Çekiniyordu.

"Al hadi. Yolumuz uzun. Kim bilir ne zamandır burdasın. Çekinmene gerek yok."

Tebessümle yüzüne baktım. Tereddütte kalsada en son elimden alıp dudadaklarına dayadı. Bir yandan yürürken diğer yandan çantanın ön gözünü açmaya çalıştım. İçinden fındıklı bir çikolata çıkarıp onuda ona uzattım.

"Yok. Ben teşekkür ederim. Su yeterli."

"Çekinmemen konusunda anlaşmıştık. Bu yolun birde dönüşü var. Güç toplaman lazım. Hadi..."

Israrım ile nihayet onuda aldı. Açıp bir ısırık aldı. Benim dudaklarıma ise bir tebessüm yerleşti. Bu durum neden beni memnun etti ki. Bir sivile yardım ettiğim içindi. Üzerinde durmaya gerek yoktu.

"Teşekkür ederim. "

"Afiyet olsun."

O çikolatasını yerken bende demin geri aldığım matarayı dudaklarıma dayayıp içtim. O an kendime itiraf etmesemde buda ilkti. Ben bir başkasının bardağından içmezdim. Gerekirse günlerce susuz kaldığım oluyordu. Derelerden göletlerden su içiyordum. Ama başkasının ağzından içmezdim.

"Geldik. O kayaların ardında."

Durup işaret ettiği yöne baktım.

"Bozkurt mevzi alın. Bizimkileri sağsalim alıp burdan gidiyoruz. Anlaşıldı mı?"

"EMREDERSINIZ KOMUTANIM "

"Sen benimle gel. Sakın yanımdan ayrılma."

Şehrazat'ı yanıma alıp kamp alanını net görebileceğim bir mevzi seçtim. Onun saklanabilmesi için bir kayaya sinmesini söyledim. Dürbünden karşıyı izlemeye başladım. Kalabalık bir kamptı. Eflal'in buraya sızdığını düşünmek. Gerçekten kafayı yemişti. İkiside deliydi. Yaptıklarında mantık aramayı bırakmıştım.

"Eflal yada Alparslan'ı gören var mı?"

Hepsinden tek tek olumsuz cevap geldi.

"Komutanım saat on iki yönünde. Mağaraya giriyor."

Sinan'ın söylediği yöne baktım. Gerçektende bizim kızdı. Allahına kurban senin. Sanki kırk yıldır aralarındaymış gibi rahattı. Elinde bir su şişesi ile mağaraya girdi.

"Beyler hazırlanın. Eflal Alparslan'ı alır almaz çıkmaları için destek ateşi açıyoruz. İkisininde burnu kanamayacak. "

"Komutanım bizim geldiğimizi ya anlamazsa?"

"Sen merak etme koçum bizim ilk atışımızda geldiğimizi anlayacaklar."

Ali'ye açıklama yaptıktan sonra etrafı kolaçan etmeye devam ettim. Yanımdaki kadın sırtını duvara dayamış öylece yere bakıyordu.

"İyi misin?"

"Hı... evet iyiyim. Sadece düşünüyorum. "

"Neyi düşünüyorsun?"

"Boşverin. Önemi yok."

"Önemsiz bir şeyi düşünürken fazla endişeleniyorsun maviş"

Söylediğim ile kaşları çatıldı. Şuan korkmam mı gerekiyor. Hayır bayağı komik görünüyor bence. Karşımda gördüğüm ile bizimkilere komut verdim.

"Beyler hazırlanın başlıyoruz."

Eflal ilk göründü mağaranın girişinde her iki tarafıda kontrol ettikten sonra tekrar içeri girdi. Bu defa Alparslan'ın kolunun altındaydı. İkisinin de elinde birer silah vardı. Kayanın ardına saklanmaya çalışıyorlardı. İkiside onlara ait çaputlar giymişti. Yüzlerini saklamaya çalışıyorlardı. Bir kaç metre uzaklarında bulunan bir adam onlara doğru seslendi. Meydana çıktıklarından beri Alparslan'a destek olmayı kesmişti. O yüzünü puşi ile saklarken Eflal'in yüzü açıktaydı. Adam gevşekçe Eflal'e yaklaştı birkaç şey söyledi. Alparslan'ın delici bakışlarını burdan bile görebiliyordum. Adam elini kaldırıp Eflal'in saçlarına dokunmaya başladı. Şerefsiz piç. Kızın nasıl gerildiğini burdan bile anlıyordum. Parmaklarının tersini yanağına değdirip boynundan kaydırmaya başlaması ile bizimkinde kayış kopmuş olacak ki Eflal'in kolundan tutup arkasına çekti. Elindeki silahı adamın kafasına doğrultup ateş etmesi bir oldu. Tabi bununla birlikte namluların onlara dönmeside öyle.

"Beyler kimsenin ateş etmesine izin vermiyoruz."

Atışımla beraber bizimkilerde ateş etmeye başladı. Adamlar neye uğradığını şaşırdı. Bizimkilerde ordan çıkmaya çalışıyordu. Onlara doğrultulan her namluyu, onları hedefleyen her bir mermiyi geri püskürtmeye çalışıyorduk. Eflal olabildiğince Alparslan'a destek olmaya çalışıyordu. Hedefime odaklanmıştım ki arkamdan gelen silah sesi ile hızla oraya döndüm. Bir yerdeki leşe birde yanımda titreyerek silahı ateşlemiş olan kadına baktım. İstemsiz tebessüm ettim.

"Eyvallah. "

Sadece başını hızlı hızlı aşağı yukarı salladı. Silahın sağına soluna baktı. Sanırım mermiyi namluya tekrar verecekti. Elimi ona uzattım. Bakışları gözlerimi buldu. Elimin içine silahı bırakınca hızla mermiyi namluya verip ona uzattım. Artık sadece kendini güvene almak için değil arkamı kollamak içinde istiyordu. Beklediğimden iyi nişan almıştı. Bir süre böyle devam ettik. Son adamıda indirdiğimizde temkinli adımlarla aşağıya inmeye başladık. Şehrazat hemen iki adım yanımda yürüyordu. Eflal ile Alparslan bakış açımıza girince Eflal'e doğru koştu. Kollarını onun boynuna doladı. Bu kısacık zamanda aralarında ne yaşanmıştı bilmiyorum ama Eflal'e olan bakışları minnet ve sevgi doluydu. Yanlarına gidip ilk Alparslan'a sarıldım.

"Kardeşim.. iyi misin?"

"Eyvallah kardeşim. Sayenizde. "

Son kısmı sevdiği kadına bakarak söylemişti.

"Komutanım bizi çok korkuttunuz?"

Ali'nin söylediğine hepimiz hak verdik. Gerçekten de yüreğimiz ağzımızda buraya kadar gelmiştik.

"Komutanım, siz nasıl buldunuz hemen bizi?"

Eflal'in sorduğu soru ile, hepimiz birbirimize bakıp bıyık altından gülmüştük. Sonrasında istediği cevabı Rıdvan abi vermişti.

"Valla civciv bıraktığın izleri takip ettik. Geçtiğin her yerde terör estirip ,katliam yaptığın için bulmak çok da zor olmadı."

Söyledikleriyle yerinde hafif kıpırdandı. Bu hareketi hepimizin daha çok gülmesine neden oldu.

"Nasıl yani? Sen onlarla birlikte gelmedin mi?"

Alparslan'ın endişeli sorusu ile gözlerini ondan kaçırdı. Boynunu kaşıyıp yüzüne gelen saçlarını kulağının arkasına attı.

"Yok komutanım. O tek başına geldi. Biz daha yeni geldik."

Eflal'in yerine Alparslan'ın istediği cevabı Dursun vermişti. Tabi bu Eflal'in ona sinirle bakmasına neden oldu. Bu bakışları gören Dursun derince yutkundu. Dönüşte onu bekleyen çok güzel cezaların olduğunu bilmek, benim de keyfimin yerine gelmesini sağladı. Alparslan Eflal'e daha sonra görüşürüz der gibi baktı. Sonrasında bakışları bize döndü.

"Beyler! Sizinle sohbet etmeyi çok özlesem de benim pilim bitmek üzere."

Söylediği ile hepimiz tebessüm ettik. Sonra da eve dönüş yolu için harekete geçtik. Bakışlarım kısa bir an Eflal'in hemen yanında duran mavi gözlere kaydı. Endişeyle bize bakıyordu. Ters giden bir şeylerin olduğunu anlamamak içten bile değildi. Eflal de bu bakışların farkına varmış olacak ki ona döndü.

"Şehrazat iyi misin canım?"

Şehrazat önce bakışlarını kaçırdı. Sonrasında iki eli ile üzerindeki elbisenin eteklerini sıktı. Sanırım söyleyeceği şeyden utanıyordu. Alt dudağına dişlerini geçirdi. Yaptığı her hareketi büyük bir dikkatle inceledim. Hayatımda ilk defa bir insan bu kadar çok dikkatimi çekiyordu. Bu iyi bir şey miydi emin değildim.

"Şey... Beni aileme geri mi vereceksiniz?"

Eflal'in bakışları önce Alparslan'a sonra da bana kaydı. İkimizden de onay aldıktan sonra tekrar ona döndü.

"Eğer ailene dönmek istersen seni oraya götürürüz. Yok eğer istemezsen seni onlara vermeyiz."

"Benim gidecek başka yerim yok ki."

"Şehrazat kardeşinin yanına ,Türkiye'ye gelmek ister misin?"

Şehrazat'ın bakışlarında önce bir şaşkınlık belirdi. Kafasında bir şeyleri oturtamamış olacak ki bakışları hepimizin üzerinde gezindi. Türkiye'de bir kardeşi mi vardı!

"Eflal benim kardeşim yok ki."

Kurduğu cümle ile benim de bakışlarım Eflal'e kaydı. Oysa şefkatle Şehrazat'ın yüzüne bakıyordu.

"Şehrazat, kardeşin benim. Benimle birlikte Türkiye'ye gelmek ister misin?"

Şehrazat'ın yüzünde hem minnet ,hem sevinç, hem burukluk vardı. O kadar çok duygu vardı ki. Hepsi iç içe, hepsi karman çormandı. Ama bizimle Türkiye'ye gelecek olması hepimizi mutlu etmişti .Çünkü şunu iyi biliyordum ki. Ailesine verirsek ya namus deyip kızın başına olmadık işler getireceklerdi. Ya da tekrar bu şerefsizlere satacaklardı. Bizim yanımızda en azından güvende olurdu.

"İsterim... Çok isterim Hem de."

Kollarını bir kere daha Eflal'e doladı. Alparslan ise sevdiği kadına gururla bakıyordu. Ne yalan söyleyeyim ben de ona gururla bakıyordum. Sadece ben değil. Hepimiz. Cüsse olarak çok küçük bir kadın olsa dahi ,zekası, yüreği ,cesareti insanı kendine hayran bırakırdı. Belki kan bağım yoktu bu kızla. Lakin can bağım vardı. Bu timdeki herkesle ,aileleriyle benim can bağım vardı. Kan bağımın olduğu ailemin yapamadığı anne babalığı, kardeşimin yapamadığı kardeşliği onlar bana yapıyordu. İyi ki diyorum. İyi ki onların yanına gelmişim. İyi ki onları tanımışım. Alparslan daha okul yıllarındayken kardeşim gibiydi. Şimdi onu bir kadına böylesine bağlı ,mutlu görmek. Dahası o kadının bu bağlılığı, sadakati, sevgiyi hak ettiğini bilmek. Gerçekten beni çok mutlu ediyordu. Bir insanın, bir insanı bu kadar çok sevebileceği aklımın ucundan geçmezdi. Ama şimdi ne yalan söyleyeyim gıpta ile bakıyorum onlara. Kim bilir belki bir gün ben de birini böyle sevebilir ve biri tarafından böyle sevilebilirdim. Aklımdan bu düşünceler geçerken istemsizce gözlerim hepimizin üzerinde gezinen mavi harelere takıldı. Nedense onu baştan aşağı inceleme gereksinimi duydum. Uzun, siyah, kıvırcık saçları. Dolgun pembe dudakları. Küçük hokka burnu. Bembeyaz teni çok uzun sayılmazdı. Kısa boyluydu. Eflal'e göre biraz küçük kalsa da bence bir kadın için ideal bir boydu. Ama şüphesiz ki yüzünde en dikkat çekici masmavi gözleriydi. İnsanın baktıkça bakası geliyordu. Aklımdan geçirdiğim düşüncelerle hızla kendimi toparladım. Kendime gelmeliydim. O bize sığınmış bir sivildi. Onu bu şekilde incelemek ,dahası aklımdan böyle düşünceler geçirmek bana yakışmazdı. Dursun'un telsizle karargaha haber vermesiyle belirlenen noktaya hepimiz yürümeye başladık. Epey bir zaman yürüyecektik. Yolumuz uzundu. Alparslan Sinan ve Devran'ın desteği ile yürüyordu. Arada bakışları Eflal'e takılıyor. İkisi de birbirine kaçamak bakışlar atıyorlardı. İkisi de hala deli gibi birbirine aşıktı. Aslında şunu da iyi biliyordum. Eflal o gece Alparslan'ın oraya gidişini çoktan affetmişti. Affedemediği , daha doğrusu içine sindiremediği başka şeyler vardı. Geçmişlerinde ne yaşadılar. Alparslan onu nasıl incitti, veyahut nasıl acılar çekti bilmiyorum. Ama Alparslan'a gidemeyişinin nedeni ,o gece oraya gidişi değildi. Onu iyi biliyordum. İyi olmak için, iyileşmek için elinden ne geliyorsa yapıyordu. O Alparslan'ı unutmaya çalışmıyordu ki. Ya da bu ilişkiyi bitirmeye çalışmıyordu. Her ikisi de tam tersine iyi olup birbirlerini sarabilmek için an kolluyorlardı. Aklında, kalbinde, ruhunda bir şeyleri sarabildiği an Eflal koşarak Alparslan'ın kollarına gidecekti. Ve dilerim bunu bir an önce gerçekleştirirdi. Eflal ise Şehrazat'ı kolunun altına almış bir abla edasıyla sarıp sarmalamıştı. Bu dudaklarımın kıvrılmasına neden oldu. Gerçekten de çok çabuk sahipleniyordu. Helikopterin iniş sahasına geldiğimizde hepimiz tek tek helikoptere bindik. Önce bizim timdekiler bindi. Sonrasında Alparslan'ın binmesine yardımcı oldular. Ben bindikten sonra elimi Eflal'e uzattım. Yardımımı geri çevirmeyip elimden tuttu, sonrasında kendini içeri attı. Aynı şekilde elimi Şehrazat'a uzatsam da elimi tutmak yerine bakışlarını Eflal'e kaydırdı. Bu içimin bir tuhaf olmasına neden oldu. Benden korkuyor muydu. Ya da tiksinmiş miydi. Sorun neydi ki. Uzattığım yardım elini niçin tutmamıştı. Eflal ise şefkatle yüzüne bakıp elini ona doğru uzattı. Demin elimi tutmayan kadın onun uzattığı eli anında kavramış, sonrasında kendini helikopterin içine atmıştı. Eflal duvar dibine çökünce o da hemen onun yanına oturmuş. Annesinin eteğinden tutan çocuklar gibi ona sığınmıştı. Oturduğunda hafif açılan bacağına hemen eteğini örtmeye çalışmış. Bacaklarını kendine doğru çekmişti. Bir nevi kendini korumaya, saklamaya çalışıyordu. Bu hareketi de gözlerimden kaçmadı. Ya da gördüğüm andan beri pür dikkat onu izlediğim için, hiçbir hareketini kaçırmıyordum. Helikoptere bindiğimizde Rıdvan abi Alparslan'ın yaralarına bakmaya başladı. Neyse ki ciddi bir yarası yoktu. Çoğu yüzeyseldi. Rıdvan abi kontrollerini yaparken Eflal'de pür dikkat ona bakıyordu. Tabi bizimki de sırıtarak sevdiği kadına bakıyordu. Küs olsalar bile Eflal'in ona olan düşkünlüğü hoşuna gidiyordu. Bize çaktırmamaya çalışsa da bıyık altından onların bu haline gülüyorduk. Çünkü şu an Eflal babasına ilişkisini çaktırmamaya çalışan liseli genç kızlara benziyordu. Hem meraklanıyor, özlüyor ,hem de bu merakını belli etmemeye çalışıyordu. Ama pek başarılı olduğunu söyleyemezdik. Helikopter inişe geçtiğinde bizde toparlanmaya başladık. Hepimiz tek tek aşağı indiğimizde İbrahim Albay helikopter pistinde bizi bekliyordu. Gözlerinde hem endişe hem gurur vardı. Çok korktuğu belli oluyordu. Normalde de korkardı. Ama ilk defa bizim timden birilerini kaybetmeye bu kadar çok yaklaşmıştık. Şayet Eflal istifasını verip gitmeseydi. Alparslan'ı kesin olarak öldüreceklerdi. Ve eğer biz gitmeseydik onların oradan çıkışı olmayacaktı. Bir diğer merak konusu ise Eflal'in istifasıydı. Alparslan'ın daha bu durumdan haberi yoktu. Ama büyük ihtimalle duyduğunda çıldıracaktı.Çünkü mesleği Eflal için çok büyük bir önem taşıyordu. Evet biz ikisini kurtarmak için istifa mektuplarımızı yazmıştık. Ama bu bir nevi önlemdi. Hepimiz sağ salim geri döndüğümüzde, herhangi bir diplomatik sorun çıkmazsa yırtılıp atılacaktı. Lakin Eflal'in ki ,Albay bu konu hakkında hiçbir şey söylememişti. Ama Eflal'in istifa mektubundan Tahir komutanın dahi haberi vardı. Zaten bizim sınır ötesi operasyon yapabilmemizi sağlayan da Tahir komutandı. Onun için çok zor bir karar olsa dahi bizi kırmamış izin vermişti. Eflal'in istifasını vermesine hem çok şaşırmış, hem de çok kızmıştı. Çünkü bu kadar çabuk kendinden ,mesleğinden vazgeçmesini beklemiyorlardı. Ben onu anlıyordum. Hepimiz anlıyorduk. Onlar birbirleri olmadan yaşayamıyordu. Dilerim ki o istifa mektubu bir an önce yırtılıp atılır ve kardeşim bir an önce mesleğine devam edebilirdi.....

Bölüm : 15.02.2025 23:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Tuba eye / KUZGUN / 119. Bölüm
Tuba eye
KUZGUN

233.3k Okunma

21.38k Oy

0 Takip
162
Bölümlü Kitap
KUZGUN2. Bölüm3. Bölüm4. Bölüm5. Bölüm6. Bölüm7. Bölüm8. Bölüm9. Bölüm10. Bölüm11. Bölüm12. Bölüm13. Bölüm14. Bölüm15. Bölüm16. Bölüm17. Bölüm18. Bölüm19. Bölüm20. Bölüm21. Bölüm22. Bölüm23. Bölüm24. Bölüm25. Bölüm26. Bölüm27. Bölüm28. Bölüm29. Bölüm30. Bölüm31. Bölüm32. Bölüm33. Bölüm34. Bölüm35. Bölüm36. Bölüm37. Bölüm38. Bölüm39. Bölüm40. Bölüm41. Bölüm42. Bölüm43. Bölüm44. Bölüm45. Bölüm46. Bölüm47. Bölüm48. Bölüm49. Bölüm50. Bölüm51. Bölüm52. Bölüm53. Bölüm54. Bölüm55. Bölüm56. Bölüm57. Bölüm58. Bölüm59. Bölüm60. Bölüm61. Bölüm62. Bölüm63. Bölüm64. Bölüm65. Bölüm66. Bölüm67. Bölüm68. Bölüm69. Bölüm70. Bölüm71. Bölüm72. Bölüm73. Bölüm74. Bölüm75. Bölüm76. Bölüm77. Bölüm78. Bölüm79. Bölüm80. Bölüm81. Bölüm82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm85. Bölüm86. Bölüm87. Bölüm88. Bölüm89. Bölüm90. Bölüm91. Bölüm92. Bölüm93. Bölüm94. Bölüm95. Bölüm96. Bölüm97. Bölüm98. Bölüm99. Bölüm100. Bölüm101. Bölüm102. Bölüm103. Bölüm104. Bölüm105. Bölüm106. Bölüm107. Bölüm108. Bölüm109.Bölüm110. Bölüm111. Bölüm112. Bölüm113. Bölüm114. Bölüm115. Bölüm116. Bölüm117. Bölüm119. Bölüm120. Bölüm121. Bölüm122. Bölüm123. Bölüm124. Bölüm125. Bölüm126. Bölüm127. Bölüm128. Bölüm129. Bölüm130. Bölüm131. Bölüm132. Bölüm133. Bölüm134. Bölüm135. Bölüm136. Bölüm137. Bölüm138. Bölüm139. Bölüm140. Bölüm141. Bölüm142. Bölüm143. Bölüm144. Bölüm145. Bölüm146. Bölüm147. Bölüm148. Bölüm149. Bölüm150. Bölüm151. Bölüm152. Bölüm153. Bölüm154. Bölüm155. Bölüm156. Bölüm157. Bölüm158. Bölüm159. Bölüm160. Bölüm161. Bölüm162. Bölüm163. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...