EFLAL KARCA
Alparslan'dan bir haber yoktu. Nerdeydi. Dün gece dönmesi gerekti. Görevini tamamlamıştı. Çocuklar ailelerine teslim edilmişti. Ama o yoktu. Beni neden yanına almamıştı sanki. Çakırın kuzgunu olmadan olmazdı. Bilmiyor muydu. Hepimiz harekat merkezinde albayın bir şey söylemesini bekliyorduk. Diğerleri çakırı bilmiyordu. Sadece Alparslan'ın yalnız başına göreve gittiğini biliyordu o kadar.
"Komutanım görüntülü arama var?"
Yanımızdaki askerin konuşması ile bakışlar ona döndü.
"Ana ekrana ver."
Bir kaç saniye içinde pis bir adamın yüzü ekranda göründü.
"Ooooh albay Nasılsınız."
"Saçmalamayı kes. Derdin ne onu söyle."
"Eh madem direk konuya gir diyorsun. Sizdeki liderimizi istiyorum. Nasır. Onu geri istiyorum"
Albay alayla yüzüne baktı.
"Seninle uğraşacak vaktim yok."
Tam ekranı kapatıyordu ki adam tekrar konuştu.
"Dur dur hemen kapatma albay. Bak vermeni rica eden bir misafirim var burda"
Ekran döndü. Ve onun yüzü kayda girdi. ALPARSLAN.
Güzel gözleri açılmıyordu bile. Başının yan tarafından kanlar akıyordu. Yüzünün çeşitli yerlerinde yaralar vardı.
"Yüzbaşı hele kalk bak arkadaşların sana merhaba demek istiyor."
"Cehenneme git"
Kendinden emin duruşu hiç bozulmamıştı.
"Yaw bak ama böyle olmaz ki. Yüzbaşıyı nezakete davet edin."
Yanındaki adamların ona elektrik vermesi ile acı iniltisi duyuldu.. Kalbim çırpınmaya başladı. Geberticem. Hemde hepinizi. Hiçbirinizin parçasını bile bulamayacaklar.
"Ee albay ne diyorsun takas nerde ne zaman?"
Bakışlarım babama döndü. Allahım lütfen. Dudaklarından dökülecek kelimelere ömrümü bağladım sanki...
"Böyle bir takas olmayacak"
Albayın söylediği şey ile göğüs kafesimdeki kuş çırpınmayı bıraktı. Kalbim atmayı bıraktı. Nefes almayı kestim. Beynimde öyle bir yanma meydana geldiki acısıyla elim şakağıma gitti. Sesler boğuklaşmaya başladı. Kulağımda yüksek bir çınlama meydana geldi. Ağzımda çok kötü bir tat vardı. Derince yutkundum. Kusmak istiyordum.
(Kendine gel sen kuzgunsun. Kendine gel. Eflal Kendine gel. Onun sana ihtiyacı var. Böyle bir takasın olmayacağını biliyordun. Devlet pazarlık yapmaz. Devlet teröristlerle aynı masaya oturmaz. Kendine gel. Sen kuzgunsun. Sen Lâl'sin. Sen onun canısın. Ve o senin canın. O gelemiyorsa sen ona git. Kuzgun! Çakırı almaya git. Komutanını almaya git üsteğmen. Alparslan'ı almaya git Lâl. Kendine gel. Toparlan. )
Beynimdeki sesleri susturmaya çalıştım. Sanki suyun altındaymışımda gittikçe yüzeye çıkıyormuşum gibi sesler netleşmeye başladı.
"Alparslan'ı onlara mı bırakıcaz?" Dedi Karan komutan.
"Herşeyden önce o bizim kardeşimiz, abimiz bunu yapmamızı bekleyemezsiniz." Diye devam ettirdi onu Rıdvan abi.
"O olsa bizi asla bırakmazdı. Bizden vazgeçmezdi" İçimden geçenleri dile getirdi Sinan. O olsa ölse bizden geçmezdi.
"Komutanım emir verin onu bulmaya gidelim" Ateş araya girdi. Onu Dursun devam ettirdi.
"Bir şekilde alırız onu."
"Biz Bozkurduz arkada adam bırakmayız."
Devran'da içinden geçeni dile getirdi.
"Onu kaderine terk etmek Türk askerine yakışmaz. Komutanım ne olur izin verin."
Dedi son olarak Ali.
"Olmaz. Sizi anlıyorum. Yaşadığınız acınında farkındayım. Ama tüm bir timi ölüme yollayamam. Orası Türkiye yada Suriye toprakları değil. Kimse gitmeyecek. Beni suçladığınızın farkındayım. Bir şehit mi yoksa dokuz şehit mi siz olsanız hangisini seçerdiniz."
Herkesin bakışları hüzünle yere eğildi. Haklıydı. Tüm timi ölüme yollayamazdı.
"Kimse gitmeyecek. Son kararım. "
"Ben gidicem"
Hepsinin bakışları birden bana döndü.
"Ne saçmalıyorsun sen. Sana kimse gitmeyecek dedim."
"Umrumda değil. Ben gidicem."
"KENDİNE GEL ÜSTEĞMEN BU BİR EMİRDİR. HİÇ KİMSE GİTMEYECEK. BUNA SENDE DAHİLSİN."
Bakışlarımı yüzüne kenetledim. Beni anlaması gerekiyordu. Beni burda tutamayacağını anlaması gerekiyordu.
Elime masadan beyaz bir kağıt aldım. Üstüne sicil numaramı ve gerekli tüm bilgilerimi yazdım. Altınada imzamı attım. Önüne koydum.
"Artık emrinizde çalışan bir asker değilim. Ve emrinize uymak zorunda da değilim. Gidicem, ne olursa olsun"
Şaşkın bakışları tüm yüzümde dolaştı. Hiç biri bunu beklemiyordu. Derince yutkundu. Kapıya doğru ilerledim. Tam çıkmak üzereydim ki sesi ile duraksadım.
"Seni orda öldürürler. Neden anlamıyorsun"
"Bende ölürüm o zaman."
Gerekirse onunla ölürdüm. Ben onsuz ölürdüm. Ayrı olabiliriz. Ona gidemiyor onu affedemiyor olabilirim. Ama yaşaması gerek. Yaşadığını bilmem gerek. Adımlarım önce eve doğru gitti. Hızlı olmalıydım. Hemde çok hızlı. Helikopterle gidemeyeceğime göre bir araç gerekliydi. Adımlarım onun evine gitti. Kapıyı çalıp bekledim. Bir kaç dakika içinde Fulya açtı.
"Abla hoşgeldin."
"Meraba canım. Şey benim biraz işlerim varda bir süre şehir dışında olucam. Abinin arabasını alacaktım haberi var."
"Tabi. Gelsene içeri."
"Yok ben anahtarı alıp çıkıcam"
"Peki ,bekle getiriyim"
O içeri geçerken bedenim sabırsızca yerinde sallandı. Birkaç saniye sonra geri geldi. Anahtarı alıp başka bir şey söylemeden yanından ayrıldım. Kendi evime girdiğimde ayaklarım yatak odasına ilerledi. Dolaptan siyah bir sırt çantası çıkardım. Yatağın altındaki sandığı çekip içindeki silahları aldım. Çok bir şey yoktu. Ama beni bir süre idare ederdi. Onlarıda çantaya koydum. Lazım olacağını düşündüğüm bir kaç eşya daha aldım. Üzerimdeki kamuflajı çıkarıp dolaba astım. Sanırım bir daha giyemeyecektim. Boğazım düğümlensede kendimi hızla toparladım. Üzerime siyah kargo pantolon. Siyah bir tişört ve asker yeşili bir gömlek aldım. Yerde hazır olan çantayıda koluma asıp evden ayrıldım. Dayan yüzbaşı yalvarırım dayan. Gelicem. Seni bulucam ne olursa olsun. Hızla aşağıya inip arabasına bindim. Yönümde ,gideceğim yerde, alacağım şeyde belliydi. Arabayı Habur sınır kapısına doğru sürdüm. Yol uzundu. Hemde çok uzun.
******************
Yanımdaki buralı adamla duvarın arkasından karşımdaki piçi izliyordum.
"Adamın bu olduğuna emin misin?"
"He eminim vallaha. Örgüte adam, silah, erzak ne gerekirse bu temin ediyor."
"Tamam. Sen etrafta görünme. Gerekirse ben seni bulurum"
"Tamam"
Tam gidiyordu ki geri dönüp bana baktı.
"Üsteğmen, tek başınasın. Dikkat et emi."
Dudaklarım kıvrıldı. Başımı tamam anlamında salladım.
Mürşid iki yıl önce çıktığım bir saha görevinde tanıdığım biriydi. Her kılığa girer her deliğe uyum sağlardı. Yıllar önce örgüt zorla iki kadeşini almış. Erkek olan savaşmak istemediği için vurulmuş kıza ise defalarca tecavüz etmişlerdi. Cansız bedenlerini kapılarına atmışlar. Babaları buna dayanamayıp oracıkta son nefesini vermiş. O da kendi adaletini kendi sağlamaya çalışıyordu. Onlara bir su damlası kadar zarar versemde olur diyordu. Sayesinde çok fazla bilgi edinmiştim. Çok kez görevlerimde bana yardımcı olmuştu. Bakışlarımı karşımdaki adama kitledim. İçeri nasıl girecektim. Girsem nasıl çıkacaktım. Bir süre uzaktan izledim. Kapıya bir minibüs yanaştı. İçinde iki tane çarşaflı kadın vardı. Sürücü koltuğundaki adam içeri girdi. Yaklaşık yarım saat sonra dışarı çıktı. Yerimden yavaşça çıkıp minibüsün arkasına geçtim. Adam dolanıp sürücü koltuğuna binmeden arkasından silahı sırtına dayadım. Korku ile bana baktı.
"Şşşşşş sakın. Sakın sesini çıkarma."
"Kimsin ne istiyorsun "
"Kim olduğum mühim değil. Ne istediğime gelince. Bilgi. Sadece bilgi. İstediğimi ver seni bırakayım."
"Tamam ne istersen söylerim beni bırak"
"Aferin. İçerde ne yaptın?"
"Ben ben kadın getiririm. Şahan kadın istedi."
Dediği ile midem kalktı. İçerideki kadınlara baktım. Bakışları yerdeydi. Siyah çarşafların içinde sadece gözleri görünüyordu.
"Kadınlar bunlar mı?"
"Ee evet"
"İşleri bitince nasıl çıkacaklar."
"Ben burda beklerim onlarda gelir yeni adama götürürüm. "
Kafamda tartım. Daha fazlasına gerek yoktu. Kusura bakmayacaksın artık. Yada istersen bak. Adamın boynunu çevirmem ile yere yığıldı. Beklemeden sürükleyerek arabanın arkasına aldım. Kapıyı açıp içeri girdiğimde kadınlar korku ile bana baktı. İki elimide kaldırıp onları sakinleştirmeye çalıştım.
"Sakin olun size zarar vermiycem"
Ama korku dolu bakışları değişmedi. Sanırım Türkçe bilmiyorlardı.
"ahda'a, lan 'uwdhiaka."
Söylediklerim ile biraz daha sakinleştiler.
"hal turid alkhuruj min huna"
(burdan kurtulmak ister misiniz?)
İkiside başını evet anlamında salladı. Dudaklarım kıvrıldı.
"laqad qatalt alrajul aladhi 'ujbarka. 'aetini wahidatan min 'awraqik wa'ant hari. lakinak lim tarani."
(Sizi zorlayan adamı öldürdüm. Üzerinizdeki çarşaflardan birini bana verin sonra serbestsiniz. Ama beni görmediniz.)
Bir kaç dakika içinde kadınlardan biri üzerindeki çarşafı bana vermişti. İkiside gitmeden bana sarılmış sonrasında arkalarına bile bakmadan kaçmıştı. Üzerimdeki çarşafa biraz daha sarınıp karşımdaki çiftlikten bozma eve ilerledim.
Kapıya geldiğimde beklemeden kapıyı açtılar. Bakışlarımı yerden kaldırmadım. Adamlardan biri kolumdan tutup sürükledi. Bir odanın önüne getirince kapıyı çaldı. İçeriden gelen sesle beklemeden beni içeri fırlatmış kapıyı üzerime kapatmıştı. Adama bir şey belli etmemek için kendimi yer attım . Bana doğru gelen adımları görebiliyordum. Yanıma gelip iki kolumdan kaldırdı. Gözleri arsızca üzerimde gezindi. Üzerimdeki çarşafı bir çırpıda çekti. Gözleri beğeni ile süzdü.
"anaha latifat jidana hadhih almarata. sayakun ladayna alkathir min almarah maeka. sawf yata'alam qalila, walakin la yujad shay' yumkinuk alqiam bihi."
(Bu seferki epey güzelmiş. Seninle çok eğlenecez. Biraz canın acıyacak ama yapacak bir şey yok.)
Eli saçlarıma gitmişti ki daha fazla ileri gitmesine müsade etmeden kasıklarına dizimi geçirdim. Acı ile öne eğildi. Beklemeden ensesine silahımı dayadım.
"Eğer ses çıkarırsan pis canın gider."
"Sen sen..."
"Kes sesini. Esir tutulan yüzbaşı nerde?"
"Ne esiri ,ne yüzbaşısı. Ben sıradan bir tüccarım"
Boynumu kıtlattım. Elini tutup yandaki odun sopasının üzerine bastırdım. Acı çığlığı odayı doldurdu. O sırada kapı vuruldu.
"Adamına gitmesini söyle. "
Acı çektiği belli olan ifadesi yüzümde gezindi.
"Sana gönder dedim."
"Sorun yok gidebilirsin. Bizi rahatsız etmeyin"
Ayak sesleri uzaklaşınca. Dudaklarım kıvrıldı.
"Aferin. Şimdi sorumu cevapla."
"Bilmiyorum yemin ederim bilmiyorum "
"Yemin etme lan piç kurusu. Asıl ben yemin ederim. Tüm etlerini kemiklerinden ayırırım. Her bir uzvunu şu sobada yakarım."
Korkuyordu. Ama yeterli olmadı. Bacağımdaki bıçağı kasıklarına sapladım. Tam tekrar çığlık atıyordu ki elimi ağzına kapadım.
"Yüzbaşı nerdeee? Sabaha kadar yapabilirim bunu. İnan bana kan kaybından geberirsin vücudunda tek damla kan kalmayana dek keserim her yerini."
Bıçağı aşağı doğru çektim. Daha fazla çığlık atacaktı. Elimi ağzına bastırınca. Çığlığı inlemeye döndü.
"Bir daha sormam. Sonrasında söylesende durmayacağımı bil."
Başını tamam anlamında salladı. Elimi ağzından çektim.
"Zap kampında. Fırat'ın otuz kilometre doğusunda. Maruf'un elinde. Onu propaganda için kullanacak."
"Oraya nasıl girerim?"
"Oraya girsen bile çıkamazsın."
"Sen bana nasıl gireceğimi söyle çıkışı ben bulurum"
Derince yutkundu. Çok kan kaybetmişti. Bana istediğimi vermeden ölemezdi.
"Ya yarın... öğlen. Yirmi kişilik bir gurup teslim edecem.... İlçe ilçeden yola çıkacaklar..."
Dediği ile dudaklarım kıvrıldı.
"Seninle işim bitti. Şimdi kapıdaki adama seslen beni dışarı çıkarmasını söyle."
Başını tamam anlamında salladı. Zamanın kalmadığının farkındaydı.
"Ehsan i işim bitti. Bunu dışarı... atın"
Ayak seslerini işitince adama döndüm.
"Ben eşşeğimi sağlam kazığa bağlayayımda. "
Ne söylediğimi anlayamadan bıçağı boynuna dayadım. Şah damarına attığım kesi ile boğazından boğuk sesler çıkarmaya başladı. Onu yerdeki yatağa atıp üzerini örttüm. Yerdeki çarşafı alıp üzerime geçirdim. Adam kapıyı araladığında Şaham'ın uyuduğunu düşündü. Yine koluma asılıp beni kapıya götürdü. Ve ben girdiğim gibi çıktım. Kadınları getiren adamın minibüsüne binip onlar fark etmeden sürücü koltuğuna geçtim. İlçe merkezine sürdüm. Az kaldı. Az kaldı sevgilim. Seni alıcam. Bedeli ne olursa olsun.
***************
Merkeze geldiğimde yaklaşık on beş kişi kadın erkek karışık bir çok sivili toplamıştı. Bende kimseye görünmeden aralarına sızdım. Adamlar bizi hayvan gibi bir kamyonetin arkasına bindirdi. Hemen yanımdaki kız ağlamaya başladı. Üzerinde dizlerinin altında biten çiçekli bir elbise vardı. Uzun beyaz bir hırkaya sarılmış ağlıyordu. Siyah kıvırcık saçları ,beyaz teni mavi gözleri ile gerçekten çok dikkat çeken bir kızdı. Ve burda kendi isteği ile olmadığı çok belliydi.
"Türkçe biliyor musun?"
Başını evet anlamında salladı.
"Neden ağlıyorsun?"
"Bize ne yapacaklar"
"Gidince görücez. Adın ne senin"
"Şehrazat. "
Başımı tamam anlamında salladım. İki saatlik yolun sonunda kamyonet durdu. Hepimizi kolumuzdan çekiştirip aşağı indirdiler.
"Yürüyün hayde ... Sallanmayın "
Bu defada yaya olarak yürümeye başladık.
(Fıratın doğusu. Sınıra yaklaşık doksan kilometre mesafede. Kampın kuzeyinden çıkmayı becerirsek epey bir yürüme mesafesi var. )
Arabadaki kız hemen yanımda yürüyordu. Çok korktuğu belliydi. Aralarında kendi isteği ile gelenlerde vardı. Titreyişini bu mesafeden bile hissediyordum. Bu şekilde iki saat kadar yol kat ettik. Sarp kayalar dereler dağlar tırmandık. Çekilecek dert değildi. Biz vatan için buna katlanıyorduk. Ya bunlar. Ne içindi kendilerini feda edişleri. Bitleniyorlardı. Adam gibi bir yemek bile yiyemiyorlardı. Leş gibi kokuyorlardı. Ve belkide bir hiç uğruna ölüyorlardı. Kampa girdiğimizde bizi ortaya topladılar. Orta yaşlı sakallı bir adam karşımıza geçti.
"Sizler bu kampın yeni savaşçılarısınız. Hepinizi ayrı ayrı eğitecez. Hepiniz birer kahraman olacaksınız. Devletimizi kurduğumuzda hepinizin adı altın harflerle yazılacak. Şimdi giyinin. Bu gün etrafı tanıyın. Yarın sizi eğitecez"
(Siktir lan)
Bir kaç adam gelip elimize paçavraları tutuşturdu. Gelen adamlardan biri arsız bakışlarını Şehrazat'ın üzerinde gezdirdi. Bu kaşlarımın çatılmasına neden oldu.
"Siz bu taraftan gidin giyinin. Sen benimle gel"
"Ne o heval. Hemen kaptın. Ağzının tadını biliyorsun"
Diğer adamın söylediklerine iğrenç bir şekilde sırıttı. Kızın kolundan çekiştirerek başka bir yere sürükledi. Şehrazat'ın çığlıkları etrafta duyuldu. Ama kimse dur demedi. Kimse engel olmadı.
"BIRAK. BIRAK BENİ. DOKUNMA. DOKUNMA BANAA"
Ama onun ki nafile bir çabaydı. Adamlar bizi bir mağaranın önüne getirdi.
"Hayde geçin içeri giyinin burda bekleyecez"
Yanımdakiler içeri geçerken. Ben en sonda girmek için kendimi oyaladım. Onların içeri girdiğinden emin olunca adımlarım hızla geri döndü. Kapıdaki adamın boynuna kolumu dolayıp içeri çektim. Fazla ilerlemeden kafasını hızla duvara çarptım. Başı önüne düşsede geberdiğinden emin olmak için boynunu kırıp kenara kimsenin göremeyeceği şekilde sakladım. Eğilerek dışarı çıktım. Hava soğuk olduğu için etrafta bir kaç kişi dışında kimse yoktu. Onlarda devriye geziyordu. Yönlerini diğer tarafa çevirince yerimden hızla çıktım. Onlar tekrar bu tarafa dönmeden şerefsizin kızı götürdüğü yöne koştum. Bir süre sonra Şehrazat'ın çığlıkları kulaklarıma doldu. Küçük bir mağaradaydılar. Adımlarım hızla oraya gitti.
"BIRAK. BIRAK BENİ. ALLAH RIZASI İÇİN BIRAK."
sırt üstü yere yatırmıştı kızı. İğrenç bedenini üzerine koymuştu. Yalvarmaları ile doğrulup ona tokat attı.
"KES SESİNİ. AĞLAMAYI KES. SENDE ZEVK ALACAKSIN. ARTIK HEP İSTEYECEKSİN."
Tekrar kıza eğilip boynunu öpmeye başladı. Beynimde canlanan anılarla gözüm karardı. Hızla ona gidip bedenini yana çevirdim. Neye uğradığını şaşırdı. Yüzüne tekmemi geçirmem ile yere devrildi. Üzerine eğilip pis suratına yumruklarımı indirmeye başladım. Kafasını iki elimle kavrayıp hızla arkasındaki taşa çaldım. Yetmedi bir daha. Ve bir daha. Yerdeki taşa kanı bulaştı. Artık çığlık atmayı kesmişti. Ama ben yaptığımı kesmedim. O kadar çok vurdum ki taş kafasının içine girdi. İşte orda benimde gözlerim sanki etrafı yeni görüyormuş gibi açıldı. İğrenç bedenini yere bıraktım. Arkamdaki kıza döndüm. Mağaranın duvarına sinmiş kollarını kendine bağlamış ağlıyordu. Ona doğru gidip kollarına elimi koydum ama koymamla bağırması bir oldu.
"DOKUNMA... BIRAK DOKUNMA "
"Şşşş Şehrazat benim ,geçti bak korkma. Sana zarar veremez artık"
Gözleri yavaşça açıldı. Mavi gözlerinden sicim gibi yaş akıyordu. Ben ne olduğunu anlamadan kollarıma atıldı.
"Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim. Hayatımı kurtardın. Allah senden razı olsun."
Ellerimi sırtına koyup sıvazladım.
"Şşş tamam. Önemli değil. Daha iyi misin?"
Başını evet anlamında salladı.
"Şimdi beni iyi dinle. Adamın silahını al. Burdan çıkınca kuzeye doğru git. Ne tarafta olduğunu biliyorsun değil mi?"
Başını yine evet anlamında salladı.
"Aferin sana. Geldiğimiz yolda dereyi geçince büyük bir ağaç var. O ağacın yanındaki kayalıklarda beni bekle tamam mı?"
"Sen. Sen neden gelmiyorsun. Sana fenalık yaparlar. Kurtulduk işte gidelim bu cehennemden. Diğerleri kendi geldi. Sende gel. Sensiz gitmem"
"Bak benim burdan almam gereken biri var. Onlar bana hiç bir şey yapamaz. Sen benim dediğimi yap. Sabah olmadan gelicem. Tamam mı?"
"Ama"
"Hadi. Bak benim zamanım yok."
Başını mecburi salladı. Adamın üzerindeki silahı ona uzattım. Emniyeti açıp mermiyi namluya verdim. Onada nasıl kullanacağını en azından mermiyi namluya verip tetiği çekmeyi gösterdim. Artık ne kadar anladıysa. Mağaranın kapısına geldiğimizde bana döndü.
"Hayatımı kurtardın. Ama daha adını bile bilmiyorum. "
"Eflal. "
Son defa bana sarılıp söylediğim yöne doğru koştu. Bende geldiğim yöne ilerledim. Az kaldı biliyorum. Onu alayımda. Çıkışı düşünürdük......
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
233.29k Okunma |
21.38k Oy |
0 Takip |
162 Bölümlü Kitap |