EFLAL KARCA
Dün görev dönüşü olabildiğince ondan uzak durmaya çalışmıştım. Kendimi adeta eve kapatmıştım. Gece iki defa kapımı çalsa da gidip açmadım. Öylece bakışlarım tavanda boş boş bakıyordum. Artık içimdeki ses bile susmuştu. Sanki boşlukta süzülüyor gibi hissediyordum kendimi. Gece boyu saymayı bıraktığım kadar çok nefesim kesilmiş ve her defasında uykudan sıçrayarak uyanmıştım. Bu durum canımı yakmaya başlamıştı. Duygusuz hissetmeme rağmen gözlerimden şakağıma doğru yaşlar süzüldü. Göz altlarım artık morluğu geçmiş siyaha çalmaya başlamıştı. Saçlarım o kadar güçsüzdü ki ,çok fazla dökülmeye başlamış, mide bulantılarım artık üst safhadaydı. Doğru düzgün yemek bile yiyemiyordum. Çalan zilin sesiyle yerimden doğruldum. Kimin geldiğini anlamak zor değildi. Vazgeçmiyordu... Vazgeçmeyecekti. Tıpkı benim onu sevmekten vazgeçmediğim gibi. Ama ben anlamıştım. Bizim olurumuz yoktu. Canımız bir olsa da, ruhumuz birbirine dolansa da ,kalplerimiz bir atsa da bedenlerimiz artık yan yana gelemezdi. Savsak adımlarım kapıya doğru ilerlemeye başladı. O kadar güçsüz hissediyordum ki artık yürümekte bile zorlanıyordum. Kendime itiraf etmek istemesem de gücüm tükeniyordu. Kapıyı açtığımda mavi gözleri yüzümü taradı. Göz bebekleri titreşti. Derin bir nefes alıp verdi. İçinin rahatladığının farkındaydım. Ben her ne kadar uyuyup bir daha uyanamamaktan korkuyorsam, o da aynı şekilde benim için korkuyordu. Olur da bir gün gözlerimi yumup da bir daha açamazsam diye. Döndüğümden beri, durumumu öğrendiğinden beri istisnasız her sabah bir şekilde kapıyı çalıyor ve ben açana kadar gitmiyordu. Dün gece de gelen oydu biliyorum. Hissediyorum. Canının yandığını, ruhunun arafta sıkışmış gibi hissettiğini, hepsini biliyorum. Çünkü aynı şeyleri ben de hissediyorum.
"Buyrun komutanım"
"Lal'im ben, ben seni merak ettim. Bir de bir saat sonra doktor randevun var onun için geldim."
"Her defasında sizin gelmenize gerek yok komutanım ben kendim de gidebilirim."
"Yok olmaz ,tek başına olmaz. Ben de geleceğim seninle. Her gün ben seni bırakacağım ve ben alacağım."
Derin bir soluk bıraktım içimden. Yorulmuştum. Artık inatlaşmaktan da yorulmuştum. Oysa ki bu hayatta en çok güvendiğim şey inadımdı. Beni yarı yolda bırakmayacağına inandığım tek şeydi. Tam ona gidebileceğini, hazır olduğumda aşağıda buluşacağımızı söyleyecektim ki birden gözlerim karardı. Kapı kulpunu tutan elim sıkılaştı. Dizlerimin bağı çözüldü sanki. Mavi harelerindeki endişeyi görebiliyordum. Ama ağzımı açıp tek kelime edemedim. Bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkındaydı. Hemen öne atılıp beni belimden tuttu.
"Nefesim! İyi misin? Ne oldu ?Başın mı döndü? Ne oldu?"
"Şey... Evet bir an gözüm karardı. Tansiyonum düştü sanırım biraz otursam geçer."
Kendimi geri çekmek istesem dahi başaramadım. Çünkü eğer şu an beni desteklemeyi bırakırsa yere kapaklanacağımı biliyordum. Bana yardım etmesine izin verdim. Onun desteği ile salona ilerledim. Üçlü koltuğa uzandım. Ayaklarımın altına bir yastık koyup biraz yukarı kaldırdı.
"Daha iyi misin?"
"Hı hı. Iyiyim sorun yok. Geçer birazdan zaten. Başımda beklemenize gerek yok."
"Yemek yedin mi?"
Sorduğu soruyla sadece gözlerimi kaçırabildim. Yanımda diz çöktü. Elleri saçlarıma gitti. Şefkatle okşadı.
"Bebeğim... Niye yemek yemedin?"
Yüzüne bakmadım, bakamadım. Acınacak haldeydim. Ve onun bunu görmesini istemiyordum. Onun karşısında hep güçlü olan Eflal'dim ben. Hep dik başlı ,gururlu, onurlu olan kadındım. Ama şimdi, sanki o kadından eser kalmamış gibi hissediyordum.
"Lal'im.. Ne olur cevap ver. Neden yemek yemedin?"
Nemli bakışlarımı yüzüne çevirdim. Aslında bir dokunsa ağlardım. Bir dokunuşuna ,bir sarılışına bağlıydı bu durum. Başımı koyacak omuz bulsam, sarılacak dayanacak bir beden bulsam... Belki de içim dışıma çıkana kadar, hıçkıra hıçkıra ağlardım. Ama kalmamıştı değil mi? Benim hayatımda dayanabileceğim, tutunabileceğim hiçbir şeyim kalmamıştı. Neden gelmişti ki. Neden vazgeçmiyordu. Her şeyi benim için ne kadar zora soktuğunun farkında mıydı....
"Yiyemiyorum..."
"Ne!"
"Duydun işte. Yiyemiyorum. Eskiden birkaç lokma dahi olsa yiyebiliyordum. Ama şimdi hiçbir şey yiyemiyorum. Boğazımdan aşağı bir lokma geçse kusacak gibi hissediyorum."
Mavi gözlerinde beliren hüzün canımı öyle yaktı ki. O an keşke dedim. Keşke söylemeseydim. Canının bu kadar yanacağını bilsem söylemezdim. Tüm acıtmışlığına rağmen, canımı yakmışlığına rağmen söylemezdim. Ruhumu paramparça etmiş, beni yaşayan bir cesede çevirmiş bir adama kıyamayacak kadar aptalın tekiydim.
"Tamam, tamam. Sen şimdi burada uzan. Sakın kıpırdama olur mu? Sakın kalkma, ben şimdi sana bir şeyler hazırlayacağım. Ve sen onlardan yiyeceksin tamam mı? Ama sakın kalkma düşersin. Olur mu?"
Ben daha cevap veremeden anlıma dudaklarını bastırdı ve mutfağa doğru ilerledi. İçimden o kadar çok ağlamak geldi ki. Ama tuttum kendimi. Yapamazdım onun yanında ağlayamazdım işte. Mutfaktan sesler gelmeye başladı .Yüksek ihtimalle yiyebileceğim bir şeyler hazırlamaya çalışıyordu. Bakışlarım öylece tavandaydı. İnsanın ruhu bedeninden çekilir mi? Çekiliyormuş. Şu an bedenim burada ama ruhumla kalbim içeride onunla. O mutfakta onunla birlikte yaptığımız yemekler ,yaşadıklarımız. Her şey bir bir beynimin içinde yankı yapıyordu. Kafamın içindeki yanmayla artık ne yapacağımı bilmiyorum. Bir süre sonra sesler kesildi. Salonda adım sesleri duyuldu. Başımı çevirdiğimde elinde bir tepsi ile bana doğru geldi. Tepsiyi önündeki sehpaya bıraktı. Sonra da yanımda koltuğa oturdu. Yavaşça doğrulamama yardımcı oldu. Yaptığı hiçbir şeye itiraz etmedim. Çünkü buna ihtiyacım vardı. Buna gerçekten çok ihtiyacım vardı. Tepsiyi alıp dizlerine koydu. Büyük bir kasenin içine yayla çorbası yapmıştı. En sevdiğimden. Kaşığı çorbaya daldırıp bana doğru uzattı. Sıcaklığını buradan bile hissedebiliyordum. Dudaklarımı aralayıp çorbayı içmeye çalıştım. Ama sıcaklığı ile ağzımdan kaçan inlemeye engel olamadım. Hemen geri çekti. Benden daha fazla paniklemişti.
"Ne oldu? Nefesim... İyi misin? Ne oldu?"
"Sıcak. Çok sıcak ,ağzım yandı."
Bir yandan ağzımdan sık nefesler vermeye çalışırken diğer yandan elimle ağzıma hava yellemeye çalıştım. Kucağındaki tepsiyi masaya geri bıraktı. Ellerini yanaklarıma koydu. Baş parmakları dudaklarımı okşadı. Gözlerim kendiliğinden kapandı. Bunu yapmayı bırakmalıydı. Kesinlikle bırakmalıydı. Ağzımdan titrek bir nefes kaçtı. Kendimi geri çektim.
"Daha iyi misin?"
"Evet, evet daha iyiyim ,teşekkür ederim."
Tepsiyi tekrar kucağına aldı. Bu defa doldurduğu kaşığı önce kendi ağzına yanaştırıp birkaç defa üfledi. Soğumasını bekledikten sonra tekrar bana doğru uzattı. Böyle böyle birkaç kaşık da olsa içmiştim. Daha çorbanın yarısına gelmeden ağzımda çok kötü bir tat oluşmaya başladı. Sanki midem ağzıma gelecek gibiydi. Ellerim benden habersiz karnıma gitti. O daha ne olduğunu anlayamadan yerimden hızla doğrulup banyoya doğru koştum. Klozetin kapağını açıp midemde ne varsa hepsini boşalttım. Ama bedenime yetmemiş olacak ki. Midem boş olmasına rağmen hala öğürmeye devam ediyordum. Gözlerimden yaşlar akıyordu. Boğazım acımaya başladı. Hemen peşimden gelmişti. Bir eliyle saçlarımı toplarken diğer elini sırtıma koyup sıvazladı. Banyoda sadece onun nefes alışları ve benim öğürmelerim duyuluyordu. Birkaç dakika sonra artık safra kusmayı da bırakmıştım. Kendimi yere bıraktım. Ayağa kalkabilecek durumda değildim. Bunu anlamış olacak ki bir elini sırtıma koydu diğer elini bacaklarımdan geçirdi. Doğrulup lavabonun önüne geldi. Beni yere bırakınca ayaklarım soğuk zemine temas etti. Ama geri çekilmedi. Bir eli hala belimden destek veriyordu. Eğilip birkaç defa ağzıma su çalkaladım. Sonrasında kendisi eline su doldurup yüzümü yıkadı. Yandan havlu alıp küçük hareketlerle yüzümdeki ıslaklığı aldı. Saçlarım yüzüme yapışmıştı, onları geri çekti. Tekrar bir kolunu bacaklarımdan geçirip kucakladı. adımları yatak odama doğru ilerledi. Beni yatağa yatırdığında sıcaklığından mahrum kaldım. Gözlerim doldu. Sanırım daha fazla tutamayacaktım. Gözlerimdeki yaşları bir bir bıraktım. O an neden ağladığım hakkında hiçbir fikri yoktu. O sadece kustuğum için ağladığımı düşünüyordu. Oysa ki ben boğazımdaki acıya değil kalbimdeki acıya ağlıyordum. Ben onsuzluğuma ağlıyordum. Elini yanaklarıma koyup akan yaşları sildi. Geri çekilmeden önce dudaklarını yanağıma bastırdı. Belki bu kadar güçsüz olmasam, biraz dirayetli olsam. Bedenimde çok az bir güç olsa şu an bunu yapmasına izin vermezdim. Lakin bırak karşı koymayı ona yapma diyecek kadar bile gücüm yoktu.
"Daha iyi misin güzelim?"
"Değilim. Ben hiç iyi değilim. Benim hiç gücüm kalmadı. Canım çok yanıyor. Sen burada olunca ,canım çok yanıyor. Ama sen gidince daha fazla yanıyor. Ben ne yapacağımı bilmiyorum. İçimden bağırmak, haykırmak geliyor. Senden nefret etmek geliyor. Beni parçalara böldüğün için, bizi yakıp yıktığın için. Elimde tutunacağım hiçbir şey bırakmadığın için ,senden nefret etmek geliyor. Ama bunu bile yapacak gücüm yok. Bırak seni sevmeyi, benim senden nefret edecek dahi gücüm yok."
Onun da gözleri doldu. Sol gözünden yanağına bir damla yaş akttı. Sanki yanağına değil de benim kalbime düştü. Hem de ne düşüş. Buzların ortasına düşmüş bir kor parçası sanki. Kalbimdeki tüm buzları ,karları tek tek eritti. Elimi uzatıp akan yaşı sildim. Gözleri kendiliğinden kapandı. Yanağındaki elime başını yasladı. Dudakları avuç içlerimi öptü. Daha fazla beklemedi. Gelip hemen yanımdaki yerini aldı. Kolları belimden sardı. Bedenimi bedenine yasladı. Bir eli saçlarımı okşarken, diğeri sırtımı sıvazlıyordu. Ellerim bir kez daha kalbinin üzerini buldu.
"Benim senden nefret etmeye gücüm yok. Lakin sevmeye de artık cesaretim yok. Ben gidemiyorum. Ne olur, sen git. Yalvarırım uzak dur benden. Ben duramıyorum sen dur. Birazcık insafın varsa uzak durursun."
"Yapamam.. Senden gidemem. Benden bunu isteme. Benden canımı iste ama senden uzak durmamı isteme. Yapamam. Çünkü biliyorum. Sen de bensiz yapamazsın. Hiç mi merak etmiyorsun Lal'im. Hiç mi merak etmiyorsun Canımın Canı. O gün oraya niye gittiğimi. Sana niye söyleyemediğimi ,hiç mi merak etmiyorsun ha nefesim. Bir ilişkide sadakat önemlidir. Ben sana hiçbir zaman ihanet etmedim. Ben seni hiçbir zaman bırakmadım. Bırakmam da. Ama güvende önemli değil midir. Bir ilişkide Sadakat kadar güvende önemli değil midir nefesim .Canımın canı sen bana hiç mi güvenmedin. Gittiyse bile, vardır bir bildiği diye, hiç mi demedin. Hiç mi düşmedim aklına.
"Demedim. Düşünmedim. Seni ne zaman aklıma getirsem kalbim öyle bir ağrıdı ki, ruhum öyle bir haykırdı ki. Seni düşünmemek için ne gerekiyorsa yaptım. Sen bıraktın, güvenmeyen ben değildim sendin. Neden gittin ki o gece. Sana yalvarmama rağmen neden gittin ki. Gelsen bana desen... Ama demedin. Yine saklamayı seçtin. Şimdi sus. O gece nasıl sustuysan yine öyle sus. Dinlemek istemiyorum, hiçbir şeyi duymak istemiyorum"
Daha fazla bir şey söylemedi. Ellerim üzerindeki tişörtü sıkmaya başladı. Gözlerim kendiliğinden kapandı. Kendimi onun kollarında karanlığa bıraktım. O varken karanlıktan korkmama gerek yoktu ki.Güvendi onun kolları. Her ne kadar güvenmediğimi düşünse de ben ona kendimden bile çok güveniyordum. Ama affedemiyorum işte. Unutamıyorum oraya gidişini. O kadının karşısında duruşunu. Bazen gözlerimi kapattığımda yine o an canlanıyor. Daha fazla düşünmek istemedim. Kendime düşünecek, ağlayacak zamanı tanımadım. Kokusunu derince soludum.Çünkü kendimi tanıyorum. Gözlerim açıldığında ve onu kendimden itecek takati ilk bulduğunda itecektim.
"Nefesim ...Ömrümün Baharı , uyan.... Sevgilim geç kalacağız. Hadi kurban olduğum."
Ben uyuyalı ne kadar olmuştu ki. Nereye geç kalacaktık. Beni neden uyandırıyordu. Bedenine biraz daha sokuldum. Gülüşü doldu kulaklarıma. Başımı hafif geri çekip yüzüne bakmaya çalıştım. Gözlerim yarı açıktı o kadar uykum vardı ki. O kadar yorgun hissediyordum ki. Göz kapaklarımı aralayıp bakamadım bile.
"Nereye geç kaldık ?"
"Doktora gideceğiz ya nefesim."
Söylediği ile algılarım biraz daha açıldı. Gözlerim etrafı taradı. Kendi odamdaydım, kendi yatağımda. Onun burada ne işi vardı. Niçin benimle birlikteydi. Ona gitmesini söylediğimi hatırlıyorum. Neler oluyordu böyle bana. Neden hiçbir şey hatırlamıyorum.
"Sen neden buradasın?"
Sorduğum soru ile bakışları bir tuhaflaştı. Farklı bakıyordu. Neden böyle bakıyor ki.
"Güzelim hatırlamıyor musun?"
"Hayır, en son sana gitmeni söylediğimi hatırlıyorum. Ne oldu?"
Söylediklerimden sonra gözlerinde endişe peyda oldu. Derince yutkunduğunu gördüm. Daha fazla beklemedim, kendimi kollarından çektim. Bu üşümeme neden oldu. Her ne kadar doktora gitmek istemesem de babama ve ona söz vermiştim gidecektim. Hoş boşa gittiğimizi o da en az benim kadar iyi biliyordu. Boşa zaman kaybıydı. Sırf onlar istiyor diye o doktora gidip en büyük yaralarımı, en acı hatıralarımı anlatmayacaktım. Günün birinde belki gerçekten kendi isteğimle gidersem anlatabilirim. Ya da kendimde o cesareti bulabilirsem. Ama onlar istiyor diye değil. Yerimden doğruluk banyoya girdim. Yüzüme biraz su çalıp kendime gelmeyi bekledim. Ne kadardır uyuyordum. Hiç uyanmışmıydım onu bile hatırlamıyorum. Tekrar içeri girdiğimde yatağın üzerinde oturuyordu. Dolabın yanına gidip üzerime yiyecek bir şeyler çıkardım. Arkamı döndüğümde hala olduğu yerde duruyordu. Bakışlarım yüzünde dolandı.
"Ne oldu?"
"Çıkmanızı bekliyorum komutanım izniniz olursa giyineceğim."
"Giyinmen için benim çıkmama gerek yok ki. Hatta istersen giyinmene yardımcı bile olabilirim."
"Kusura bakmayın sizin yanınızda giyinemem. Zira böyle bir şey yaparsam karargahtaki her komutanın yanında üzerimi değiştirmem gerekebilir öyle değil mi?"
Söylediklerimle gözlerinde öfke peyda oldu.
"Sakın! Hele öyle bir şey yap. Tüm karargahı o komutanların içerideyken ateşe veririm."
"O zaman sizi dışarı alayım."
"Lal'im"
"Komutanım, lütfen zorlamasanız"
Ne kadar kararlı olduğumu anladığında yerinden usulca kalkıp dışarı çıktı. O çıkınca ben de üzerimi değiştirmeye başladım. Üzerime krem renk bir elbise giydim. Elbisenin altına siyah çoraplar çektim. Yanıma küçük bir çanta aldım salona ilerlediğimde koltukta oturuyordu. Beni görünce önce baştan aşağı süzdü. Derince yutkunduğunu görebiliyordum. İkimiz de hala birbirimizden deli gibi etkileniyorduk. Ve bu ikimiz için de durumları daha çok zorlaştırıyordu.
"Çıkalım mı?"
Cevap vermedi, sadece başına olumlu anlamda salladı. Kapıya doğru ilerleyip kahverengi çizmelerimi giydim. Üzerime de gri renk kapanımı alıp asansöre doğru ilerledim. Adımları hemen arkamdan geliyordu.
************
Ve bir kez daha aynı klinikte, aynı odada, aynı koltukta oturmuş Suzan Hanım'ın sorduğu sorulara cevap vermiyordum.
Tabi geçen seferki ile arada tek bir fark vardı. Alparslan bu defa kapıda beklemek yerine benimle birlikte içeri girmişti. Neden buradaydı. Bu hiç doğru gelmedi bana.
"Eflal bak sorduğum hiçbir soruya cevap vermeyerek, benden kaçarak kendine yardımcı olamazsın. Ben de sana yardımcı olamam. Lütfen durumu ikimiz için de daha fazla zorlaştırma."
"Sizce durumu zorlaştıran ben miyim? İlk seansımızda söylediğiniz şeyleri hatırlıyor musunuz? Ne demiştiniz?
Hah.. Evet. Bana güvenebilirsin burada konuştuğumuz her şey yalnızca ikimiz arasında kalacak. Peki söyler misiniz beyefendinin burada ne işi var?"
Söylediklerimden sonra gözlerinde farklı bir duygu peyda oldu. Ama tam olarak ne olduğunu anlayamadım. Bakışlarını yanımdaki adama çevirdi. O ise zaten bana bakıyordu.
"Hadi ama bu şekilde bakışacak mıyız? Yoksa sorularıma cevap verecek misiniz? Söyler misiniz, siz benim sorularıma cevap vermezken ben sizin sorularınızı niçin cevaplayayım Suzan Hanım. Komutanımın burada ne işi var. Sonuçta burası benim özelim değil mi?"
"Buradayım çünkü sorulan hiçbir soruya cevap vermiyorsun. Buradayım çünkü iyi olmamak için inat ediyorsun. Buradayım çünkü bu halde olmanın en büyük nedenlerinden biri benim. Ve sen iyi olmadığın sürece ben hiçbir yere gitmeyeceğim."
Sorduğum sorulara karşımdaki kadın değil de yanımdaki adam cevap vermişti. Gözlerim öfkeyle ona döndü.
"İyi en azından sebep olduğun şeylerin farkındasın bu da bir şey."
"Evet Lâl. Evet müsebbibi olduğum her şeyin farkındayım. Sana nasıl acı çektirdiğimin, seni ne hale soktuğumun, neleri mahvettiğimin... Her şeyin farkındayım. Gördüğün gibi. Peki ya sen. Sen ne zaman bir şeylerin farkına varacaksın. Bu şekilde devam ederek ikimize de acı çektirdiğini ne zaman anlayacaksın. Benim canımın da en az seninki kadar yandığının ne zaman farkına varacaksın. İyi ol diye çırpındığımın, bir şeyleri düzeltmeye çalıştığımın ne zaman farkında olacaksın."
"Düzeltmek mi? Sen hala bir şeyleri düzeltebileceğini mi düşünüyorsun. Ortada düzelebilecek bir şey kaldı mı sence? Beni ne hale getirdiğinin farkında mısın? Pardon, benden geriye hiçbir şey bırakmadığının, ruhumu nasıl öldürdüğünün, artık sıranın bedenime geldiğinin farkında mısın? Ölüyorum görmüyorsun. Ama ben ölüyorum. Uyuyamıyorum ,yemek yiyemiyorum, düşünemiyorum bile, hissedemiyorum.... Ben artık hiçbir şey hissedemiyorum... Bunu nasıl istediğimi bilemezsin. Ama elimden tutunacağım son dalımı da aldığın için ben ağlayamıyorum bile. Sanki her yerimden kanlar akıyor ,yerde bir ceset gibi yatıyorum ,elimi uzatsam iyi olacağım .Onu bile yapamıyorum. Haykırmak istiyorum. Yemin ederim seni parçalamak istiyorum. Ama bir yandan da kıyamıyorum. Sen bize ne yaptın böyle. Her şeymi aldın elimden. Duygularımı ,düşüncelerimi ,güvenimi, sevgimi, umudumu... Sen benim elimden umutlarımı çaldın. Söylesene ,ortada düzelecek bir şey kaldı mı sence. Çünkü bence benden geriye hiçbir şey kalmadı."
Hızla yerinden kalkıp bana sarıldı. Kolları titreyen bedenimi öyle bir sarıyordu ki.... Ağzımdan kaçan hıçkırığa engel olamadım. Ağlıyordum hem de hıçkıra hıçkıra, çığlık çığlığa ağlıyordum. Onu itmek istedim. Göğsüne vurmaya başladım. Sarılmasındı istemiyordum. Ama bir yandan da onun kollarında ağlamak o kadar iyi hissettirdi ki. Elleri saçlarımı okşadı. Sıcak nefesini boynumda hissedebiliyordum. Keşke öpseydi oradan. Sanki oradan öperse her şey geçecekmiş gibi geldi o an. Lakin bunu bile isteyemedim ondan. Ben sevdiğim adamdan bana o an iyi gelecek tek şeyi isteyemedim. Elimden gelen sadece göğsünde ağlayabilmek oldu. Elleri saçlarımdaydı diğeri sırtımda geziniyordu. Kokusu ciğerlerime doldu. Ağlamanın verdiği yorgunluk muydu yoksa kokusunun verdiği mayışma mı bilmiyorum, ama bir şey beni uykuya itti. Kendimi yavaş yavaş karanlığa bıraktım. Son duyduklarım ise yabancı bir kadının sesiydi.
"Uyudu mu?"
"Evet"
"Bu kadar çabuk mu gerçekten?"
"Benim kollarımdayken gardını indiriyor. Kokumun onu rahatlattığını söylüyor. Hele bir de saçlarıyla oynayınca hemen mayışıp uyuyor."
Saçlarımda sıcak dudaklarını hissettim. Bedenimi ona biraz daha yasladım. Başımı göğsüne sürttüm. Belki de uykumun en güzel yeriydi. Lakin birden yerimden sıçradım. Ne olmuştu. Sersem bakışlarım etrafımda gezindi. Hala aynı yerdeydim. Doktorun kliniğinde oturmuştu ben ise yarı oturur şekilde ona yaslanmış uyukluyordum. Bilincim tam olarak açıldığında hemen ondan uzaklaştım. Bakışlarımı ondan kaçırdım. Çünkü şu an sırıtarak bana bakıyordu. Bu sinirimi bozmaya yetti. Gözlerimi odanın her yerinde gezdirdim. Karşımdaki kadın ise bana tebessüm ederek bakıyordu.
"Ben... Şey kusura bakmayın. Yani nasıl oldu anlamadım. Gerçekten. Bitti mi seansımız. Bittiyse gidelim mi biz. Biz gidelim bence. Gidelim gidelim."
Bir şeyler saçmalayıp masadaki çantamı aldım. Onlara bakmadan arkamı dönüp hızla odadan dışarı çıktım. Zaten peşimden gelecekti biliyordum. Ki beklediğim gibi de oldu. Ben daha dış kapıya ulaşamadan adım sesleri hemen arkamdan geldi. İkimiz birlikte yan yana klinikten çıkıp arabasına doğru ilerledik. Sanırım görev dışında dış hayatımızda uzun zamandan sonra yan yana yürüyorduk. Gerçekten söylediği gibi bir şeyleri düzeltebilir miydi .Keşke dedim içimden. Keşke düzeltmenin bir yolu olsa. Yemin ederim istiyorum .Allah şahidim bunu ona dile getirmesen bile o kadar çok istiyorum ki. Ona sadece sarılmayı bile, kokusunu duymayı bile öyle özlüyorum ki. Ne olur Allah'ım ,ne olur eğer düzeltilebilecek bir şeyse bize bir şans ver. İçimdeki kırgınlığı onarmanın bir yolunu göster yarabbim Amin....
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
233.29k Okunma |
21.38k Oy |
0 Takip |
162 Bölümlü Kitap |