EFLAL KARCA
Hepimiz harekat merkezinde albayın karşısına dizilmiştik. Toplantı masasının başında bakışları hepimizin yüzünde gezindi. Ters giden bir şeyler olduğu belliydi. Onu birçok defa endişeli görmüştüm. Lakin bu kadarı benim için bile fazlaydı. Kötü ,çok kötü şeyler oluyordu.
"Komutanım ne oluyor?"
Yanındaki ere işaret vermesiyle ekranda bir adamın yüzü belirdi. Hafif kirli sakallı ,uzun saçlı biri. Anladığım kadarıyla hedefimiz oydu.
"Bu gördüğünüz çocuklar, Marazyan şahıs ermeni asıllı. Son bir haftadır elimize geçen raporlardan ve yerel kaynaklardan aldığımız bilgiler doğrultusunda, Ermenistan Azerbaycan sınırında ciddi bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu söylemek isterim. Özellikle Türkiye sınırını da kullanarak Kuzey Irak'tan ,Suriye'den toplanan adamlar kalabalık gruplar halinde türkmen köylerinin olduğu yönlere doğru ilerliyor. Marazyan bu adamları tek bir nedenden ötürü bir araya topluyor. İkinci hocalı. Bu adam yirmi yıl önce yaptığını şu an tekrar yapmak istiyor. Türkmen elini yakıp yıkmayı. Kadını, erkeği, çocuğu, beşikteki bebeğe varana kadar. Dışarıdaki hayvanlara varana kadar, tek bir canlı bırakmamayı planlıyor. Sizden istediğimiz sınırı geçip onlara engel olmanız. Onlara Azerbaycan'dan da olsak, Türkiye'den de olsak Türkmenistan'dan da olsak hiçbir mazlumun yalnız olmadığını öğretmeniz,"
Hepimiz ayaklandık karşısında hazır olda durduk.
"EMREDERSINIZ KOMUTANIM "
Başı ile dışarı çıkmamızı işaret vermişti. Tam ben de arkamı dönüp timi takip ediyordum ki arkamdan seslenmesi ile durup karşısında hazır ola geçtim. Bakışları yüzümde dolaştı.
"Emredin komutanım"
"Üsteğmen sen gitmiyorsun."
"Anlamadım komutanım"
"Anlaşılmayacak bir şey yok. Bu haldeyken seni sahaya çıkaramam. O yüzden sen buradan, telsizden yardımcı olacaksın."
Dediği ile derince yutkundum. Bakışlarım yanımdaki adama kaydı. O da gözlerime hüzünle baktı. Onun suçuydu. Hayatımda, elimde ne var, ne yoksa hepsini tek tek elimden alıyordu. Eğer o gelip de babama durumumu söylemeseydi şu an belki ben de onlarla gidebilirdim. Ellerim yumruk halini aldı.
"Emredersiniz Komutanım"
Elimden başka hiçbir şey gelmedi. Adımlarım dışarı çıktı. Bugün ve belki de başka bir çok gün sadece arkalarından bakabilecektim. Onlar tüm hazırlıklarını tamamlamak için hangara ilerlerken, benim adımlarım helikopter pistine gitti. Bir süre sonra o önde tüm tim arkasında art arda yürüyüp albayın karşısında dizildiler. Benim de orada olmam lazımdı. Benim yerimde onların yanıydı. Lakin gidemiyordum. Çünkü emir demiri keserdi. Türk'ün Töresi bunu gerektirirdi. Bakışlarım hepsinin yüzünde bir bir gezindi. Allah'ım yanlarında olamazsam bile ,onları sağ salim bize geri getir. Hiç birinin burnu bile kanamasın ya Rab. Ayaklarına taş değmesin.
"Hepinizin sağ salim gidip geleceğine dair inancım tam. Sizi nasıl gönderiyorsam döndüğünüzde de karşımda öyle bulmak istiyorum. Allah yolunuzu açık etsin."
"Sağ olun komutanım"
Arkasını dönüp time helikoptere binmeleri için emir verdi. Hepsi tek tek helikoptere binince, en son o binmek için oraya doğru yürüdü. Binmeden önce ardını dönüp belki son defa gözlerimin içine baktı. Gözlerinde hüzün vardı. Ayrılacak olmamızın hüznü ,özleyecek olmamızın hüznü.... Lakin yaptığından zerre pişmanlık duyduğuna dair bir duygu yoktu. Ona göre doğru olanı yapmıştı. Haklıydı da... Yapacağım en küçük bir hata onların canına mal olabilirdi. Kendi canım umurumda bile değildi. Ama benim yüzümden onların zarar görebilecek olma düşüncesi.... Bunu ne aklım, ne kalbim ,ne de vicdanım kabul edemezdi. Helikoptere bindikten kısa bir süre sonra havalandılar. Helikopter havalanıp gözden kayboluncaya dek arkalarından baktım. İnat etmem doğru bir şey miydi? Emin değildim artık. Belki de bir an önce iyi olmam, onların yanında olmam gerekiyordu. Ama bunu yapacaksam bile kendi isteğimle yapmak istiyordum. Onların diretmesiyle değil. İçimde geride kalmış olmanın hüznü ile adımlarım geri karargaha girdi. Kendi odama geçip bekledim. Ne bekledim ben de bilmiyorum. Aradan saatler geçti. Kaç saat üç , beş, sekiz.... Sanırım on buçuk. Onlar gideli on buçuk saat olmuştu. Oraya varmaları yaklaşık üç buçuk saat sürer. Sekiz saattir ya çatışıyorlardı. Ya yürüyorlardı. Ya da adamlardan bir iz arıyorlardı. Tek temennim iyi olmaları yönündeydi. Artık duvarlar üzerime üzerime yürümeye başlamıştı. Derin bir nefes aldım. Yerimden kalkıp harekat merkezine gitmeye karar verdim. Adımlarım koridorda ilerlerken bir kez daha duymaktan hoşlanmayacağım ses kulaklarımda yankılandı.
"Hayırdır üsteğmen timin seni geride bırakmış."
"Kıdemli Üsteğmen Eflal Karca."
Her ne kadar adamdan ve bakışlarından hoşlanmasam bile karşısında hazır olda durdum.
"Anlamadım komutanım "
"Diyorum ki o çok güvendiğin yüzbaşın ve timin seni arkalarında bıraktı. Sanırım onlar senin kadar güvenmiyor ha... Ne dersin?"
"Ben sizin gibi düşünmüyorum Komutanım. İzninizle"
Ardımı dönüp ondan uzaklaşmak istedim. Ama ne mümkün adam sakız gibi yapıştı mı bırakmıyordu.
"Şayet benim timimde olsaydın, bırak seni arkamda bırakmayı yanımdan bir an olsun ayırmazdım."
"Bu cümlelerinizden ne çıkarım yapmam gerekiyor anlamadım?"
"Belki bir gün anlatırım."
"Öyle bir günün geleceğini düşünmüyorum. Çünkü merak etmiyorum İzninizle gidip timimin ne durumda olduğunu öğrenmek istiyorum."
Daha fazla bir şey söylemesine izin vermedim. Arkamı dönüp harekat merkezine doğru ilerledim. Bu adamın derdi neydi gerçekten anlamıyordum. Daha doğrusu Alparslan'a olan bu öfkesinin nedenini, hırsının nedenini anlayamıyordum.
Kapıyı çalıp emir bekledim. İçeriden tok bir ses duyulunca beklemeden içeri adım attım. Albayın karşısına geçip künye okuduğumda bakışları tüm bedenimi taradı.
"Komutanım ben timdekileri merak ediyorum. Acaba bilgi almam mümkün mü?"
"Yaklaşık bir saat önce sıcak temas sağlanmış. Ama henüz bir çatışma bilgisine ulaşmadık. Umut ediyoruz ki sağ salim geri dönecekler."
"Teşekkür ederim komutanım"
Daha fazla bir şey söylemeyeceğini anladığımda ben de ordan ayrıldım. Adımlarım her zaman oturduğum ve artık kendi saklı yerim olarak belirlediğim banka doğru ilerledi. Bankın hemen önünde sakız için bırakılan bir mama kabı ve süt kabı vardı. Acıkmış olmalı ki mamasına doğru ilerleyip yemeye başladı. Ben de onu rahatsız etmemeye özen göstererek bankın diğer ucuna oturdum.
"Sence iyiler midir sakız."
Ses yok.
"Ben onları çok merak ediyorum. Yanlarında gidememek ,arkalarında kalmak çok zormuş."
"Sen de onlar gibi benim hatalı olduğumu mu düşünüyorsun?"
"Yanlış düşünüyorsun!"
"Sence o iyi midir?"
"Keşke sesini duyabilseydik."
Derin bir nefes alıp gözlerimi yukarı çevirdim gökteki mavi renk içme işlemişti sanki. Bakışlarım ya onun gözlerindeydi ya gökyüzünde. Halbuki ben maviyi bu kadar seven bir insan bile değildim. Hepsi onun suçuydu. Sadece korkularımın, hayal kırıklığımın nedeni değildi ki o. Sevdiğim şeyleri sevme nedenim olmuştu. Benim en sevdiğim renk mavi değildi mesela. Ya da ne bileyim beyaz güller aklımın ucundan dahi geçmezdi. Şu an ise sırf o var diye bazı şeyleri seviyordum. Sırf o seviyor diye seviyordum. Yoksa benim en sevdiğim çiçek ,en sevdiğim renk, en sevdiğim film, en sevdiğim an diye bir şey yoktu. En sevdiğim koku onun kokusu olmuştu mesela. En sevdiğim renk gözlerinin rengi haline gelmişti. En sevdiğim an boynumdan öpüşü olmuştu. Hayatımda birçok şeyi yerle bir etmesine rağmen, birçok şeyi var etmişti .Gözlerim kapandı derin bir soluk çektim içime. Ama yetmedi. Aldığım nefes ciğerlerime ulaşmadı sanki.
"Komutanım, Eflal komutanım."
Bana doğru koşan er ile bakışlarım ona döndü. Yanıma gelip hazır olda durdu.
"Er Mustafa Toprak. Komutanım albayım sizi harekat merkezinde bekliyor."
Söylediği ile yerimden hızla kalktım. Bir şey olmuştu. Kesin bir şey olmuştu. Beni o yüzden çağırıyordu. Koşar adım harekat merkezinin önüne ulaştım. Kapıyı çalmadan hemen içeri daldım. Sanırım normal bir anda olsak bu benim ceza almama yetecek bir durumdu. Ama şu halde kimse benim bu hareketimi çok da kafaya takmadı.
"Komutanım bir haber mi var?"
Bakışları bana döndü göz bebekleri titriyordu. Kötü bir şey olmuştu.
Dibime kadar geldi. Kulağıma eğilip söylediği şey ile dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı.
"Kuzguna haber ver. Onun zamanı geldi."
"Emredersiniz Komutanım"
Daha fazlasını beklemedim. Geri kalanını şifreli bir şekilde telsizden bana bildirecekti zaten. Adımlarım koşarak mühimmat deposuna gitti. Lazım olabilecek ne varsa her şeyi bir çantaya doldurdum. Keskin nişancı tüfeğimi yanıma aldım. Saçlarımı öremediğim için onları bir bandana yardımı ile bağladım. Yüzümde savaş boyalarım vardı. Kendimden emin adımlarım piste ilerledi. Telsizden gelen mesajla kaşlarım epey bir çatıldı. Pilotun yanına yaklaşıp ona gitmek istediğim noktanın koordinatlarını verdim.
"Komutanım bizi oraya sokmazlar buranın üstünden uçamayız"
"Siz de üstünden uçmayın o zaman teğmenim. Çok daha yüksekten uçun ,çok daha yüksekten..."
Dediğim ile derince yutkundu. Böyle bir yanıt beklemiyordu zannımca. Lakin benim kaybedecek bırak dakikalarım, saniyelerim bile yoktu. Uçak havalandığında üzerime olabildiğince çok mühimmat yüklemeye başladım. Yaklaşık 5000 fit yükseklikteydik. Belki de daha fazla. İstediğim noktaya doğru hızla ilerliyorduk. Bir süre sonra kulağımdaki telsizden pilotun sesi duyuldu.
"Komutanım istediğiniz koordinatlardayız."
"Tamamdır. Beni bıraktıktan sonra siz geri dönebilirsiniz"
Sırtımdaki çantayı belime biraz daha sardım. Düşmemesi için kemerlerini taktım. Daha sonra kapıyı açıp rüzgarın yüzümü yalamasını bekledim. Önce bakışlarım yukarıdan aşağıyı talan etti. Yeterli irtifaya ulaştığımızı anladığımda sırtımı kapıya döndüm. Bulutların üzerindeydik. Daha fazla beklemeden kendimi sırt üstü aşağıya bıraktım. Rüzgar o kadar şiddetliydi ki nefes almak bile ilk başlarda zor geliyordu. Bu yükseklikten aşağı atlamak sadece özel kuvvetlerin yapabileceği bir şeydi. Atladıktan sonra içimden saymaya başladım. Yeterli mesafeye ulaştığımı düşündüğümde çantadaki ipi çektim. Paraşütüm açıldı. Gökyüzünden süzülerek yeryüzüne inmeye başladım. Bir süre sonra boş bir alana iniş yaptığımda beklemeden paraşütü toplayıp geri çantanın içine koydum. Onu arazide kimsenin göremeyeceği bir noktaya sakladım. Benden sonra buradan geçebilecek herhangi birinin onu bulmaması gerekiyordu. Kimsenin benden haberdar olmaması gerekiyordu. Adımlarım hızlıydı. Hızlı olduğu kadar sessiz. Bizimkiler kuzeydoğu'daydı ben ise şu an onların güneyindeydim. Aramızda yaklaşık iki saatlik mesafe vardı. Eğer hızlanabilirsem bunu bir buçuk saate düşürebilirdim. Mühimmat çantamı sırtlanıp onlara olabildiğince hızlı ulaşmak için yola çıktım.
*******
Yaklaşık bir saat kırk dakikanın sonunda varmam gereken yerdeydim. Silah sesleri bu mesafeden dahi duyuluyordu. Timin tamamı tepenin yamacında bulunan bir harabenin içerisine sığınmıştı. Üzerlerine yağmur gibi mermi yağdırıyorlardı. Çok kalabalıktılar. Gereğinden fazla. Buraya tim çıkaramazdık. Zaten bizimkiler de hayalet olarak gelmişlerdi. Yani şu an burada öldürülürsek kimse adımızı dahi bilmeyecekti. Hiçbir haber kanalında ,hiçbir devlet kaydında hiçbirimizin ismi geçmeyecekti. Ben Marazyan ve adamlarının arkasında bulunuyordum. bizimkilerin yanına geçmem için önce onları aşmam gerekliydi. Lakin adamlar araziye öyle bir yayılmıştı ki bu neredeyse imkansızdı. Dürbünden onları izledim bir süre ... Zayıf uzun boylu siyahlar içinde bir adam takıldı gözlerime. Sanırım bu Marazyan denilen adamdı. Diğer adamlarını öne sürmüştü. Kendisi geri mevzilerde duruyordu. Tüm paralı it sahiplerinin yaptığını yapıyordu. Adamlarını öne sürüyor kendisi geriden ,bir gün birimizin ona ulaşıp kafasına sıkmamızı bekliyordu. Eğer kafamın içindeki düşünceyi gerçekleştirebilirsem beklediği darbeyi önden değil de arkadan yapabilirdim. Hep onlar mı arkadan saldıracaktı. Belki de bu defa arkadan saldıran ben olmalıydım. Yere yatıp sürünmeye başladım. Aramızda nerden baksan beş yüz metre vardı. Olabildiğince sessiz yaklaşmaya çalıştım. Silahımı biraz ötede bırakmıştım. Elimde küçük bir silah ve bacağıma takılı olan kasatura dışında hiçbir şey yoktu.
"Hadi saldırın daha hızlı olun . O timin tamamını ölü istiyorum. Onların yanındaki tüm sivilleri de.. Hepsinin ölmesini istiyorum. Hiçbiri sağ kalmayacak anladınız mı? Beşikteki çocuğa kadar."
Şerefsiz piç adımlarım arkasından yavaşça yaklaştı. Yanına bu kadar sokulduğumu ne o, ne de adamları anlamadı. Yavaşça silahımı sırtına dayadım. Namlunun sırtına değmesi ile bedeni gerildi. Daha yüzünü dönemeden namluyu hafif ileri ittim.
"Sakın! sakın ses çıkarayım deme. En ufak hareketinde leşini yere sererim."
"Kimsin sen?"
"Kim olduğumu duymak istediğinden emin misin? Bana bak, şimdi seninle buradan uzaklaşıcaz ve eğer adamlarına tek bir söz edersen, tek bir işaret vermeye kalkarsan önce sen ölürsün."
Başıyla karşısındaki adamları işaret etti Belki de yaklaşık otuz kırk adam vardı. Çok kalabalıklardı. Bunlara mühimmat dayanmazdı.
"Onlara baksana buradan sağ çıkabileceğini mi düşünüyorsun?"
"Eğer ben buradan sağ çıkmazsam. Sen de çıkamazsam .Sana yemin ederim. Adamların beni vurana kadar seni burada parça parça ederim. Şimdi yürü."
Silahı iki kürek kemiğinin arasına biraz daha bastırdım. Lakin hareket etmedi. Diğer elimdeki bıçağı baldırına hafif bastırdım. Çok fazla ileri gitmeden küçük bir yara açtım. Acı iniltisi kulaklarıma doldu.
"Sanırım ne kadar ciddi olduğumu anlatamadım... Şimdi, yürü."
Adamları bizimkilere o kadar çok dalmıştı ki oradan uzaklaştığımızı kimse fark etmedi bile. Bir süre sonra kendi tüfeğimin yanına ulaştım. Elime alıp ona doğrulttum. Teröristlerin etrafını dolaşmamız gerekecekti. Bu biraz zaman alacaktı ama yapmaktan başka çarem yoktu.
"Yürü düş önüme!"
Silahın namlusuyla onu ileri doğru ittirdim.
"Sana yemin ederim buradan çıktığımda ilk öldüreceğim kişi sen olacaksın asker."
"Bak işte buna gülerim. Seninle bin sene savaşsak birinde bile bana diz çöktüremezsin. Anladın mı? Birinde bile. Şimdi ,kapa çeneni ve yürü. Yoksa mermiyi direkt beynin içinde hissedersin."
İlerlemeye devam ettik. Bir süre sonra bizimkilerin silah sesleri azalmıştı. Anladığım kadarıyla epey bir mühimmat sıkıntıları vardı. Bulundukları harabeye doğru biraz daha yaklaştığımda Rıdvan abinin sesi kulaklarıma doldu.
"Durun! Kalın olduğunuz yerde yoksa ateş ederim."
Hava karanlıktı ve gelenin ben olduğumu anlamamışlardı. Onlara doğru biraz daha yürüdüm. Bir süre sonra Karan komutan ve Ateş'in de sesi kulaklarıma doldu.
"Komutanım ben hayal görmüyorsam bu Eflal bacım."
"Vallahi Ateş eğer bende seninle aynı hayali görmüyorsam haklısın. Bu bizim kız."
Adımlarım biraz daha hızlandı. Yanımdaki itti daha hızlı yürümesi için sürekli dürtüyordum.
Yanlarına ilerlediğimde hepsinin gözlerinin içi parlıyordu sanki. Biliyorum bensiz operasyona çıkmak hiçbirinin içine sinmemişti.
"Vallahi o... Yemin ederim sarılıcam."
Rıdvan abinin kurduğu cümle ile hemen gidip kollarımı beline sardım. Sanki küçük bir çocuğu sarıyormuş gibi kolları omuzlarımdan sardı. Saç diplerime dudaklarını bastırdı.
"Helal kız sana. Helal kız, var ya bir kere daha gösterdin dişi aslan olduğunu."
Ateş'in kurduğu cümle ile dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Niyeyse benimle böyle gurur duymaları çok ama çok hoşuma gidiyordu. Gidip ona da sarıldım.
"Bizim kız hoş gelmişsin ve anladığım kadarıyla elin boşta gelmemişsin?"
Karan komutanın kurduğu cümle ile ağzımdan küçük bir gülüş kaçtı. Gelip bandananın üzerinden saçlarımı dağıtmaya çalıştı. Elini şefkatle başımın üzerine koydu. Bu dudaklarımın daha çok kıvrılmasına sebep oldu. Geldiğimden beri bakışlarını üzerimden ayırmayan adama baktım . Hiçbir şey söylememişti. Ama gözlerindeki gurura şahit olmuştum. Birden ne olduğunu anlayamadan beni hızla kendine çekti. O an sanki nerede olduğumuzun, yanımızda kimin olduğunun hiçbir önemi yoktu. Sadece kollarını belime doladı ve başını boynuma gömdü. Aldığı derin solukları hissediyordum. Ellerim sırtını sarmak için havalansa da yumruk halini alıp iki yanıma düştü. Yapamamıştım. Bir kere daha gururumu ayaklar altına alıp sevdiğim, aşık olduğum adamın bedenini saramamıştım. Geri çekildiğinde mavileri yüzümü taradı. Onun için sanki bunun hiçbir önemi yoktu. Onun için tek önemli olan şey, o an orada oluşum ve bana sarılabiliyor oluşuydu,
"Eee Komutanım şimdi ne yapıyoruz?"
Sinan'ın sorusu ile ben de ona döndüm. Evet adamı almıştım ama açıkçası benim bir planım yoktu. Alparslan'ın ise dudaklarında kendini bilmişçe bir gülümseme belirdi. Anladığım kadarıyla daha birkaç dakikamız dolmadan kafasında ne yapacağını kurmuştu bile.
"Ali telsizi getir karşı tarafla irtibat kurucaz."
Bakışları yanımda getirdiğim şerefsizin üzerinde gezindi.
"Ateş yanımızda hiç C4 var mı?"
Dursun ve Devran adamı getirdiğimde derdest etmiş ve harabenin başka bir bölümüne geçirmişlerdi. Planımızın ne olduğu hakkında en ufak bir fikri dahi yoktu. Ben, Devran ,Karan komutan ve Alparslan yanına ilerlediğimizde bakışları ilk beni buldu.
"Gebereceksin. Yemin ederim buradan çıktığımda ilk iş seni geberteceğim. Hatta sadece gebertmekle kalmayacağım. Belki de gebertmeden önce seninle epey bir eğleneceğim. Sonrasında belki diğer adamlarım. Hepsi tek tek üzerinden...."
Daha fazla konuşamadan Alparslan'ın yumruğuna maruz kalmıştı. Üst üste attığı yumruklardan adamın yüzü artık tanınmayacak haldeydi. Aslına bakarsanız daha attığı ilk yumrukta adamın yüzü gözü kanlar içerisinde kalmıştı. Bu kadar güçlü oluşu ,ona olan hayranlığımı katbe kat arttırıyordu. Gittiğim zamanlardan bu yana gücüne güç katmıştı. Fiziksel olarak gerçekten kendini o kadar geliştirmişti ki... En fazla ağırlığı o kaldırıyor , yakın dövüşlerde birçok adamla dövüşebiliyordu. Ağır eğitimlerin ardından sanki hiçbir şey yapmamış gibi rahattı. Hele bir de zekası vardı. Benim kadar olmasa da gerçekten çok iyi plan kuruyor. Araziyi ,adamların sayısını ,elimizdeki mühimmatı bir şekilde en iyi şekilde değerlendirmemiz için bize yol gösteriyordu. Her hali, her kelimesi ,her düşüncesi kendine hayran bırakıyordu. Sadece benim değil tüm karargahtaki askerlerin, hatta belki düşmanlarının bile saygısını kazanmıştı. Görevde olduğum süre boyunca birçok defa adını işitmiş. Operasyonlarda yaptığı şeylerle birçok adamın canını yakmıştı . Onlara patronun kim olduğunu göstermişti .Tabi birde adını deliye çıkarması vardı. Dağlardaki teröristlerin arasında adı deli yüzbaşıya çıkmıştı. Sadece onların arasında değil. Karargahta da öyle. Onlar her deli yüzbaşı dediğinde ben içimden benim yüzbaşım diye geçirmiştim. Her ne kadar artık benim olmadığını bilsemde.
"Hadi lan hadi bir daha konuşsana, tek kelime daha etsene. Et de seni nasıl havaya uçurduğumu izle. Et de başının gövdenden nasıl koptuğunu izle. Ona bir kere daha dil uzat da o dilini nasıl kestiğimi izle."
Adamı öyle bir benzetmişti ki ,adamda bırak ona cevap verecek nefes almaya bile mecal bırakmamıştı. Ali'nin getirdiği telsizi ona doğru uzattı.
"Şimdi. Anlaşma şu, adamlarını arıyorsun ve onlara bizim yanımızda olduğunu söylüyorsun. Geri çekilecekler. Onlar geri çekildiğinde biz de seni bırakacaz."
"Bunu yapacağımı sana düşündürten ne?"
"Yaşamayı sevdiğini düşünüyorum. Yoksa yanlış mıyım?"
Kurduğu cümle ile adam derince yutkundu.
"Istediğini yapabilirsin. Ama bunu yapmayacağım."
"Biliyor musun subay okulundayken... Hatta daha ortaokuldayken ermenilerin yaptığı işkenceleri çok iyi öğrenmiştim. Niye öğrendiğim hakkında en ufak bir fikrim bile yok. Ama sana şu kadarını söyleyeyim öğrendiklerimi üzerinde denemekten büyük bir keyif alırım. Şimdi ya sen adamlarını ararsın ya da adamların bize ulaşana kadar seni inim inim inletirim."
Adam korku ile geri çekilmişti bunu yapacağını çok iyi biliyordu.
"Tamam, tamam telsizi getir ne istiyorsan söyleyeceğim."
Ali gidip telsizi ona uzattı.
"Beni duyuyor musunuz? Sesimi duyuyor musunuz?"
"Sen kimsin"
"Ben, ben Marazyan askerin elindeyim adamları geri çek."
"Ne bu nasıl olur?"
"Nasılının bir önemi yok. Adamları geri çek. Yoksa beni öldürecekler."
Korku dolu bakışları Alparslan'a döndü. Onun ise dudakları istediğini almış olmanın memnuniyeti ile yukarı doğru kıvrılmıştı.
"Şimdi ne yapacağız?"
Devran'ın sorduğu soruya ikimiz de alayla gülmüştük. Çünkü yüzünden gördüğüm kadarıyla bu adamı öldürecekti. Her ne olursa olsun. Ona verdiği sözü tutmayacaktı. Bana verdiği sözü bile tutmuyordu ki.
Birkaç dakika sonra adamlar tek tek geri çekilmeye başladı. Bizimkiler de rahat bir nefes aldı. Çünkü gerçekten kaç saattir olduğunu bilmediğim bir süredir çatışıyorlardı. Ateş'in getirdiği c4'ü zaman ayarlı bir mekanizmaya bağladılar. Sonrasında onu adamın kasıklarına bağladı. Yaptığı şey hem tüyler ürperticiydi, hem de onunla gurur duymamı sağlıyordu. Şayet buraya geldiğimizde adam benim hakkımda o kadar çok şey konuşmasaydı. Beni o şekilde tehdit etmeseydi bir ihtimal onu sağ bırakabilirdi.
"Söz verdin asker beni bırakacaktın ne yapıyorsun?"
"Ben sana söz falan vermedim. Yaşamayı seviyor musun dedim. Seviyorsan seni sağ bırakırım demedim. Sadece bırakırım dedim. Şimdi kapa çeneni yoksa onu kırmaktan çekinmem. Devran bağla şunun ağzını. Biz buradan uzaklaşana kadar kimseye haber uçuramasın."
Devran gelip adamın ağzını bir bezle bağladı. Sonrasında elini kolunu bağlayıp oranın içinde bıraktık. Hepimiz tek tek geri çekiliyorduk. Biz güvenli mevziye çekildiğimizde adamlarda içeri girip onu alacaktı. Yaklaşık yirmi beş dakika sonra güvenli mevzideydik. Buradan sonrası Azerbaycan toprağıydı. Kendi ülkemizde olmasak bile Azerbaycan askeri bize destek çıkardı. Uzaktan da olsa dürbünle karşıyı izledik. Adamlar söylediğimiz süre içerisinde söylediğimiz şekilde oraya gitmişti. Yirmi beş dakikanın sonunda yaklaşık on beş kişi harabenin içine girdi. Onların girmesiyle büyük bir patlamanın gerçekleşmesi bir oldu. Şerefsiz bunu hak etmişti. Bana söyledikleri için olmasa bile daha önce yaktığı canlar için ölümü çoktan hak etmişti. Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. O önde biz arkasında tek sıra halinde kendi ülkemizin topraklarına ilerledik. Kardeş ülkede olsa gurbet gurbetti işte. Buluşma noktasına inen helikopterle hepimiz tek tek helikoptere bindik. Her ne kadar helikopterde yanıma kurulsa da eskisi gibi bana dokunmasına izin vermiyordum. Sadece boş bulunduğumda bana dokunabiliyordu. Onun dışında kendimi hep geri çekiyordum. Hep bir sınırımız vardı. İki elimi tüfeğime sarmıştım. Başımı arkaya doğru yatırdım. Gözlerimi kapattım. Bakışlarının üzerimde olduğunun farkındaydım. Ama gözlerimi açıp bakamadım. Helikopterden iniş anonsu duyulduğunda hepimiz toparlandık. İnişe geçtikten sonra tek tek hepimiz inip albayın karşısındaki yerimizi aldık. O sırada helikopter pistinde kan timi de vardı. Burada ne işleri vardı, niye bizi karşılamak için burdalardı bilmiyorum. Ama özellikle Yiğit komutanın şaşkın bakışlarını üzerimde hissettim. Ona göre timim beni arkada bırakmıştı. Bana güvenmemişti. Ama şu an onların yanında, onlarla birlikte helikopterden inişim ona büyük bir sürpriz olmuştu. Alparslan bir adım öne çıkıp babamın karşısında durdu.
"Bozkurt timi görevi başarıyla tamamlamıştır komutanım"
"Aferin asker! Sizinle gurur duyuyorum. Hepinizin gözlerinden öpüyorum. Sizleri karşımda sağ salim görmek inanın benim için çok büyük bir gurur kaynağı. Allah sizi ve sizin gibileri başımızdan eksik etmesin."
"SAĞOL "
"Yüzbaşı timine serbest olduklarını söyle. Raporlarını verdikten sonra sen de izinlisin."
"Emredersiniz Komutanım"
Babam giderken bana göz kırpmıştı. Bu dudaklarımın yukarı doğru kıvrılmasına neden olsa da çok büyük bir tepki vermemeye özen gösteriyordum. Benimle gurur duyuyordu değil mi? Ben de onunla gurur duyuyordum. İyi ki benim babamdı. Alparslan hepimize döndü serbest olduğumuzu söyleyince timdeki herkes tek tek dağılmaya başladı. Bakışları benim üzerimde durdu. Ama ona bakmamaya özen gösterdim. Tam yanından geçip gidiyordum ki parmakları koluma dolandı. Karşıma odaklı bakışlarımı yüzüne çevirdim.
"Birlikte gidelim mi, eve?"
"Hayır Komutanım .Ben yalnız gitsem daha iyi olacak. Size iyi akşamlar."
Çok şey söylemek istedi. Çok şey söylemek istedim. Dilimin ucuna gelen tüm kelimeleri geri itip kolumu elinden kurtardım. Sonra da yanından uzaklaştım. Bu kısacık teması bile içimin titremesine neden oldu. Allah'ım ne çok özlemiştim....
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
233.3k Okunma |
21.38k Oy |
0 Takip |
162 Bölümlü Kitap |