EFLAL KARCA
Doktor resmen bombayı kucağıma bırakıp çıktı. Hepsinin gözleri üzerimdeydi. Özellikle mavi irisler. Onları üzerimde hissetmek.... Elimin ayağımın birbirine dolanmasına, içimin heyecanla titremesine neden oluyordu. Ne kadar kırgın olursam olayım, canım ne kadar yanarsa yansın, hep en büyük zaafım olarak kalacaktı. Çok seviyordum. Elimde değildi. Her zaman söylediğim gibi. Bu sevda benim sonum olacaktı. Ama ne bileyim yine de her şartta ve her koşulda onun yanımda olmasını bekliyordum. Ben hiç aklımdan böyle bir ayrılığı geçirmemiştim ki. Ben hiç onsuz kalacağımı düşünmemiştim ki.
"Senin için en kısa sürede bir psikolog bulacağım. Olabildiğince çabuk terapiye başlayacaksın. İyi olman için ne gerekiyorsa yapacağım."
"Sizden böyle bir şey istemiyorum komutanım. Terapi almak gibi bir niyetim de yok."
Dudakları alayla kıvrıldı. Gözlerinde ise öfke vardı. Sanırım iyi olmayı istemeyişimeydi öfkesi. Ama onu ilgilendirmezdi. Sonuçta hayatımdaki tek rolü tim komutanım olmasıydı.
"Sana fikrini sorduğumu hatırlamıyorum."
"Beni buna zorlayamazsınız."
"Delireceğim ,yemin ederim delireceğim."
Benim için problem yoktu. Madem aklını yitireceğini düşünüyordu kendisi terapiye gidebilirdi. Küçük bir çocuk gibi başımı öbür tarafa çevirdim.
"Lâl "
El mahkum başımı yine ona çevirdim. Mavi gözleri tüm yüzümü arşınladı.
"Bakmayın öyle komutanım. Ben gayet iyiyim , terapiye de ihtiyacım yok."
"Uyuyamıyorsun ,uyusan bile birkaç dakika sonra tekrar uyanıyorsun. Bedenin bu yorgunluğa ne kadar dayanabilir. Hadi kendini düşünmüyorsun. Ya yorgunken dikkatin dağılırsa, dalarsan ne olacak. Tim arkadaşlarından birinin hayatını riske atarsan bunun vebali ile yaşayabilir misin? Hiç sanmıyorum."
Söylediklerinden sonra dişimi alt dudağıma geçirdim.
"Çok biliyorsunuz siz"
Kurduğum cümle ile dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Ve tabi odadaki diğer beylerden gülüşme sesleri yükseldi.
"Sanırım bunun alt yazısı söyleyecek bir şey bulamadım demek."
Öfkeli bakışlarımı onlara çevirdim. Ama Ateş sanki demin konuşan o değilmiş gibi elini fermuar kapatırmış gibi dudaklarına çekti. Ama kimse gitmek istemediğimi anlamıyordu.
Başımı önüme eğdim. Adımları bana doğru geldi. Tam önümde durdu elini çeneme koyup yüzümü yüzüne kaldırdı. Mavi gözlerine dalıp gittim. Şayet bir gökyüzü veyahut deniz olsaydı o gözleri ,ben şu ana kadar çoktan boğulmuştum. Yine çok özlemiştim. Ona böyle bakabilmeyi ,bu kadar yakından kokusunu duyabilmeyi.
"Eğer sözümü dinlemezsen babanla konuşurum. Gerisini sen hesap et. Sahaya çıkmana asla izin vermez."
"Eğer babamla konuşursanız beni psikoloğa gitmeye zorlar. Gitmeyeceğimi bildiği için beni kliniğe yatırır. Bu da timinizden çok, ama çok uzun bir süre uzak kalmamı sağlar. Bunu göze alabilecek misiniz?"
Son söylediklerimi gözlerinin içine bakarak söylemiştim. Çünkü biliyordum. Özleyen sadece ben değildim. Şu an ayrı bile olsak, ikimiz de birbirimize bir nefes kadar muhtaçtık. Şayet kliniğe yatarsam ondan çok uzun süre ayrı kalacaktım. O da bunun farkındaydı. Ve bunu göze alabiliyorsa babama gidebilirdi. Ama böyle bir şey yapmayacaktı. En azından ben öyle düşünüyordum. Dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Sanırım aklımdan geçeni anlamıştı.
"Peki madem. Yarın babanla konuşacağım. Ve inan bana, gerekirse her gün seni o psikoloğa kendi ellerimle götürüp kendi ellerimle geri getiririm. Kapında beklerim ama sen o terapiye gideceksin"
Kurduğu cümle ile alt dudağımı dişledim. Çünkü yapardı. Ne kadar uzun sürerse sürsün. Ne sıklıkla olursa olsun ,gerçekten de beni o terapi seanslarına her gün kendi götürüp getirirdi. Kafamdaki düşüncelerin beynime hücum etmesiyle gözlerim doldu. Göz bebekleri titreşti. Gözlerimin neden dolduğunu anlayamadı sanırım.
"İstemiyorum"
"Neden?"
"Uyursam bir daha uyanamamaktan korkuyorum. Ya bedenim iflas ederse ve beynim beni uyandırmazsa..... Hepsi senin suçun. Eğer beni kendine bu kadar alıştırmasaydın. Sonra da bırakmasaydın bu halde olmayacaktım."
Söylediklerimle derince yutkundu. Haklı olduğumu o da biliyordu. Haklıydım, beni kokusuna alıştıran oydu. Beni kendine alıştıran, sıcaklığına alıştıran oydu. Beni asla gitmeyecek oluşuna inandıran oydu. Beni bırakan yine oydu. Yavaşça yerime uzandım. Gözümden akan yaş yastığa damladı.
"Lütfen beni yalnız bırakır mısınız? Çok yorgunum."
Söylediğimden sonra gözlerimi kapadım. Uyumayacağımı bilmelerine rağmen bana saygı duyup hepsi tek tek odanın dışına çıkmıştı.
***********
Zamanı tutabilene aşk olsundu. Bu gün hastane odasından onları kovmamın ardından üç gün geçti. Yüzbaşı dediğini yapmıştı. Konuyu babama arz etmişti. Tabi o da düşündüğüm şeyi yapıp benim için şehrin en iyi psikologlarından birini ayarlamıştı. Her ne kadar gitmek istemesem de ayaklarım geri geri gitse de yanımdaki adam bir an olsun beni yalnız bırakmamıştı. Şimdi sürücü koltuğunda mavi gözleri yola odaklı şekilde arabayı kliniğe sürüyordu. Her ne kadar ona bakmamaya çabalasam da olmuyordu. Kaçamak bakışlarım bir şekilde onu buluyordu. Dudakları iki yana kıvrılmıştı. Sanırım her ne kadar çaktırmak istemesem de üzerindeki bakışların farkındaydı. Araç gri renkli bir binanın önünde durdu. El frenini yukarı kaldırıp bakışlarını bana çevirdi.
"Ben yanındayım. Korkacak hiçbir şey yok. İyi olacaksın. İyi olman için ne gerekiyorsa yapacağım."
Söyledikleriyle sadece başımı aşağı yukarı sallayabilmiştim. Elimi kapı koluna atıp yavaşça açtım. Her ne kadar duygusuz gibi görünsem de içim titriyordu. Korkuyordum. Sorun sadece son yaşadıklarım değildi ki. Geçmişim. Tüm hayatım. Annem ,babam, arkadaşlarım, sevdiğim adam, ölümü, beni terk edişi ,işkenceler, uykusuz geceler, kan, savaş, silahlar ,ateşler ,bombardımanlar, parçalanmış cesetler....Tüm bunları bir başkasına anlatmaya hazır hissetmiyordum kendimi. Ama kimse beni anlamıyordu. Kimse ne hissettiğimi anlamak istemiyordu. Tek dertleri benim uyuyamıyor oluşumdu. Belki de bedenim uyusaydı kimse yaşadığım kaosun ne denli büyük olduğunu anlamayacaktı. Ben önde o hemen bir adım arkamda kliniğin kapısına kadar geldik. Kapının önünde bir masa ve birkaç tane koltuk konulmuştu. Sanırım koltuklar danışanların yakınları içindi. Masada ise bir sekreter vardı. Bakışları bize dönünce dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Samimi bir gülümseme ile karşıladı bizi.
"Eflal hanım değil mi?"
Başımı evet anlamında salladım sadece. Kendimde konuşabilecek takati bulamadım.
"Buyrun doktor hanım içeride sizi bekliyor."
Yanımdaki adamın gözleri üzerimde gezindi. Koltuklara giderken bile bakışları bendeydi. Ne olacağını o da en az benim kadar merak ediyordu. Adımlarım kapıya doğru ilerledi. Elimi kaldırıp iki defa tıklattım. İçeriden gelen naif "girin" komutu ile kapı kulpunu aşağı doğru çevirdim. Aklım her ne kadar adımlarımı geri atıp kaçmamı söylese de mantığın bu işin bitmesi gerektiğini söylüyordu. Her ne kadar korkarsam korkayım, bu işi bitirecektim. Artık bende normal bir insan olmak istiyordum. İyi olmak istiyordum. Yaşamak için kimseye ihtiyaç duymak istemiyordum. Onlar beni bırakıp gittiğinde ben benden olmak istemiyordum. Ben candan olmak istemiyordum. Ama ben şunu da çok iyi biliyordum. Beni buraya zorla getirdikleri için inat edecektim. Bu hayatta yaptığım en iyi şeyi yapacaktım. Susacaktım.
Içeri girdiğimde küt saçlı ,gözünde kemik gözlükleri olan uzun boylu zayıf bir kadın beni karşıladı. Elini bana doğru uzattı. Adımlarım tam karşısında durdu. Uzattığı eli sıkıp tebessüm ettim.
"Merhaba Eflal ben Suzan. Bu uzun yolda sana ben eşlik edicem."
"Merhaba"
Elini karşısındaki üçlü koltuğa uzatınca gidip oturdum. O da kendi masasına geçmek yerine koltuğun hemen yanında duran tekli koltuğa oturdu. Eline bir dosya ve kalem aldı. Sanırım söyleyeceklerimi not etmek istiyordu. Peki benim söyleyecek bir şeyim var mıydı?
"Seni dinliyorum canım. Lütfen kendini rahat hisset, ve inan bana burada söyleyeceğin her şey sadece ikimiz arasında kalacak."
Söyledikleri her ne kadar beni rahatlatmaya yönelik olsa da hem bir asker olarak hem de kişiliğim gereği kendimi kolay kolay açabilen bir insan değildim ki ben.
"Şimdi, bana sorunun ne olduğunu söyler misin?"
"Şey aslında sorun olduğunu düşünmüyorum. Ben son birkaç aydır uyuyamıyorum. Yani daha doğrusu uyuduğumda irkilerek geri uyanıyorum. Bu benim için bir sorun teşkil etmiyor. Ama yanımdaki insanlar bu konunun üzerine gitmemi istiyor. Yani kendi isteğimle burada değilim."
"Yanındaki insanlar"
"Tim Komutanım ve alay komutanım. Uykusuzluğumun mesleğimi tehdit edebileceğini, dikkatimin dağılacağını düşünüyorlar."
"Anladığım kadarıyla sen öyle düşünmüyorsun."
Derin bir nefes alıp başımı hayır anlamında salladım.
"Uyku insan hayatının çok önemli bir parçasıdır. Ve kaliteli bir uyku düzeninin olmayışı senin hayatını olumsuz etkileyecektir."
"Bu etkilerle ilgilenmiyorum. Bence siz bana bir ilaç yazın sonra da gönderin olur mu?"
Söylediğimle yüzünde derin bir gülümseme oluştu.
"Üzgünüm canım ama işler burada böyle yürümüyor."
Kaşlarım çatıldı yüzünün her bir santimini izledim.
"Öyle mi! Peki işler burada nasıl yürüyormuş?"
"Ben sana sorular soracağım. Senden bu soruları cevaplamanı isteyeceğim. Vereceğin cevaplara göre nasıl bir yol izleyeceğimizi birlikte tartışacağız."
"Peki ya sorduğunuz sorulara cevap vermezsem."
"O zaman işimiz daha çok uzar."
Rahatça sırtımı geriye yasladım. Bacak bacak üzerine attım. Kadının yüzüne gülümseyerek baktım.
"Sorun değil. Benim vaktim var. İstediğiniz kadar gider ,gelir ,gider, gelirim hiç problem değil."
"Peki sence bu uykusuzluğunu tetikleyen ne oldu?"
(Sevdiğim adamın beni bırakışı. Hayatta tutunduğum tek dalın elimden kayıp gidişi.)
"Bilmem."
"Yaptığın işin bunu tetiklediğini bu durumun oluşmasında önemli bir rol oynadığını düşünüyor musun?"
(Değer verdiğim tüm insanların tek tek gözlerimin önünde ölüşüne şahit oldum. Onlarca kez işkenceye maruz kaldım. Kaç defa ölümün eşiğinden döndüm.)
"Bilmem."
"Aileni küçük yaşta kaybetmişsin. Onları hatırlıyor musun?"
"Hayır"
(Evet! Yüzlerini, kanla kaplı bedenlerini, nasıl öldüklerini, cesetlerinin kokusunu, kafamın içindeki kurşun ve çığlık seslerini hepsini bir bir hatırlıyorum.)
"Hayata ,geleceğe dair hiç mi beklentin yok?"
(Benim bu hayattan bekleyecek hiçbir şeyim kalmadı ki. Elimde ne var ne yoksa hepsini aldılar.)
"Hiç düşünmedim"
Verdiğim cevaplardan sonra kadın derin bir nefes bıraktı. Gözündeki gözlüğü çıkardı. Bakışlarını üzerime kitledi.
"Eflal bu şekilde sana yardımcı olamam."
"Sizden bana yardımcı olmanızı beklemiyorum zaten. Sadece ilaç yazın komutanlarıma iyi olduğuma dair bir rapor verin ben de buradan gideyim."
"Bu söylediklerinin hiçbirini böyle davranarak elde edemezsin. Bu şekilde yol kat edemeyiz."
"Yol kat etmek istediğimi size kim söyledi. Bakın beni buraya zorla getirdiler. İyi olmak istemeyen bir insanı iyi edemezsiniz. Kaldı ki ben iyi olduğumu düşünüyorum zaten."
"Bu düşüncen bile iyi olmadığını gösteriyor aslında"
Alayla güldüm.
"Peki. Madem benim düşüncelerimin bir önemi yok. O zaman şöyle yapalım Siz istediğiniz soruyu sorun ben de kafamın içinden geçen hiçbir cümle ,kelime, hatta harfi size açıklamayayım. Her hafta kaç saat buraya gelmem gerekiyorsa geleyim. Burada boş boş oturup birbirimizi izleyelim. İnanın bana ben çok sabırlı bir insanımdır. Buraya aylarca hatta belki yıllarca gidip gelebilirim. Sizin için problem yoksa benim için de yok."
Derin bir nefes alıp o da benim gibi arkaya yaslandı. Ayaklarımı öne uzatıp topuklarımı birleştirdim. Ayak uçlarımı ritmik şekilde açıp kapattım. Elimi kaldırıp tırnaklarıma baktım. Gözlerim etrafta dolaştı. Odanın içindeki her bir kareyi ,her bir eşyayı tek tek hafızama kazıdım. Masanın üstündeki çerçeveyi ,çerçevenin içindeki kadının resmini, üzerindeki elbiseyi, koltuğun arkasında duran kitaplığı ,kitaplığın içinde bulunan kitapların ismini ,renklerini kenarda duran çiçeği ,saksının içindeki toprağın miktarını ,camdan görünen ağaçların dallarını, gökyüzünün mavisini, birbiriyle gökyüzünde kanat çırpan kuşları. Hepsinde gözlerim dolaştı. Ama karşımdaki kadına tek kelime etmedim. O da sanırım benden hiçbir cevap alamayacağını bildiği için bir süre sonra soru sormayı bıraktı. Sadece beni izledi. Bir saati doldurduğumuzda ayağa kalktım.
"Sanırım bu günü burada bitiriyoruz bir sonraki buluşmamız ne zaman?"
"Perşembe günü görüşürüz Eflal. Şimdi lütfen benim için dışarıdaki komutanını çağırır mısın? Onunla görüşmek istiyorum."
Hay hay şeklinde başını salladım ve adımlarım dışarı çıktı. Dudaklarım yukarı doğru kıvrılmıştı. Bu gün kazanmıştım ve eğer ben de kuzgunsam hiç kimseye istediğini vermeyecektim. Kimse beni bir şeyler yapmak için zorlayamazdı. Buna en sevdiklerim dahil. Kapının dışına çıktığımda tüm heybetiyle ayaklandı. Adımları bana doğru geldi. Tam karşımda durup yüzümü inceledi.
"Bitti mi? Kendini nasıl hissediyorsun?"
Sorduğu sorular içimde kuşların kanat çıkmasına neden oldu. Çünkü bir çocuğun heyecanıyla soruyordu sanki. Dudaklarımdan dökülecek olan kelimeler onun için hayati önem taşıyordu. Üzgünüm Yüzbaşı ama bu işin sonu senin istediğin gibi bitmeyecek.
"Bilmem istiyorsanız nasıl geçtiğini psikoloğuma sorun. Zira şu an içeride sizi bekliyor komutanım"
Kaşları çatıldı. Gözleri tüm yüzümü inceledi. Bir şeylerin olması gerektiği gibi ilerlemediğini anladı. Başını aşağı yukarı tamam anlamında sallayıp büyük adımlarla demin çıktığım odaya girdi. Ve kapıyı ardından kapattı.
Bir süre sonra odanın dışına çıktı. Bakışlarında çok farklı bir anlam yüklüydü. Kadın ona ne söylemişti. Bakışlarını bu kadar durgunlaştıracak gözlerindeki mavinin parlaklığını alacak kadar ne söylemişti. Bu yaptığımdan biraz utanmama neden olsa da pişman değildim. Adımları gelip tam karşımda durdu.
"Gidelim mi?"
Hepsi bu muydu? Başka bir şey söylemeyecek miydi gerçekten. Ben de bir şey söylemedim. Sadece başımı tamam anlamında salladım. İkimiz beraber araca doğru ilerledik. Şoför koltuğunun yanındaki yerimi aldım. O da binince arabayı çalıştırıp eve doğru sürmeye başladı. Apartmanın önüne geldiğimizde tam iniyordum ki aracın kapılarını kitledi. Bakışlarım yüzünü buldu. Ne yapmaya çalışıyordu?
"Bir şey mi oldu komutanım?"
"Bugün orada neden hiçbir şey söylemedin?"
"Ne gibi anlayamadım?"
"Lal Beni zorlama."
Söylediği ile öfke tüm bedenimi ele geçirdi sanki. Ama sesimi yine de sabit tuttum. Onlara istediklerini vermeyecektim.
"Siz benden psikoloğa gitmemi istediniz komutanım. Ben de gittim. Ama orada ne söyledim ,ne söylemedim, ne söyleyeceğim... Bunlar sadece beni ve psikoloğumu ilgilendirir. Çünkü bunlar benim özel hayatıma giriyor. Siz ise sadece meslek hayatımda yer alıyorsunuz. Şimdi. Lütfen kapıyı açar mısınız?"
Söylediklerimden sonra derince yutkundu. Onu asla affetmeyeceğimi artık biliyordu. Evet ona içim gidiyor olabilir. Ona olan sevgim hala ilk günkü gibi de olabilir. Bedenim ona her yaklaştığında ilkmiş gibi titreyebilir. Özlemekten, hasretten, sevdadan, aşktan kafayı yemiş olabilirim. Ama bana yaptığı hiçbir şeyi unutmadım. Hele ki gecenin bir yarısı benim koynumdan çıkıp bir başka kadına gidişini asla unutmadım. Onun yüzünden döktüğüm gözyaşlarını, uğradığım hayal kırıklığını... Hiçbirini unutmadım. Arabanın kapılarını açtı. Onun açmasıyla benim inmem bir oldu zaten. Ardıma bile bakmadan apartmanın içine ilerledim. Onu beklemek gibi bir niyetim yoktu. Adımlarım merdivenlere ilerledi. Merdivenleri ikişer üçer çıkıp kendimi evime attım. Evin içine girer girmez elimdeki çantayı hemen berjerin üstüne koydum. Ayakkabılarımı çıkarıp odamdaki banyoya ilerledim. Üstümdeki kıyafetleri çıkarmadan kendimi duşa kabine attım. Soğuk suyu başımdan aşağı bıraktım. Her damla içime işledi. Soğuktu ama bedenim kadar değil. Ruhum kadar değil. Ruhumdaki kışlar o kadar uzun sürmüştü ki bedenim artık dışarıdaki hiçbir soğuğu hissetmiyordu bile. Canım yanıyordu. En sevdiğim canımı yakıyordu. O benim bu hayatta tutunduğum tek daldı. Her şeyimdi. Bacaklarım beni taşıyamadı. Suyun altında yere diz çöktüm. Bugün kadının sorduğu sorular beynimde yankı buldu. Ben iyi değildim. Ben normal değildim. Çünkü sevdiğim adam beni benden etmişti. Ben de iyi olacak bir can bırakmamıştı ki. Ben artık yaşadığımı bile anlamıyordum. Yaşamak isteyip istemediğimi dahi bilmiyorum ki ben. Güçsüz bedenimi ayağa kaldırdım. Suyu kapatıp üzerindeki kıyafetleri banyodan çıkmadan kirli sepetine attım. Kenardan aldığım havluyu bedenime sardım. Bu küçücük banyoda bile o kadar çok anım vardı ki onunla. Kaç defa onunla birlikte olmuştum burada. Teni tenimi sevmişti. Küçücük alanda bile kaç farklı zamanda, kaç farklı şekilde ben onunla olmuştum. Yüzümü yıkayışı ,saçımı okşayışı ,bedenimi sarıp sarmalayışı bu evde çok kısa bir süre yaşamıştım oysa ki. Odadan Dışarı çıktığımda üzerime ince bir pijama geçirdim. Aynanın karşısına geçip tarağı elime aldım. Daha elim havalanıp saçlarıma ulaşmadan gözlerimin önünde anılar canlanmaya başladı.
Elindeki tarak yavaşça havalanıp saçlarımı okşuyordu. Her bir teline, her bir tutamına ayrı bir özen gösterişi. Tarak saç derimden başlayıp saç uçlarıma ulaşınca elindeki tutama dudaklarını bastırışı. İşi her bittiğinde eğilip saçlarımın tepesine dudaklarını bastırır sonra da derince koklardı.
"Örmemi ister misin güzelim?"
Dudaklarım iki yana kıvrıldı. Başımı evet anlamında salladım. Tebessümle aynadaki yansımama baktı. Sonra tekrar arkamdaki yerini alıp saçlarımı üç parçaya böldü. Sanki dünyanın en önemli işiymiş gibi saçlarımı örgü haline getirdi.
"Nefesim"
"Nefesin sana ölsün."
"Saçlarını hiç kesme olur mu? Çok seviyorum onları. Onları taramayı ,öpmeyi, örmeyi ,sevip ,okşamayı çok seviyorum, kesme olur mu?"
"Senin elin değmişken mi? Alparslan biliyor musun saçın hafızası varmış? Ve şimdi benim saçlarım sonsuza dek senin dokunuşunu hatırlayacak. Bunun ne kadar güzel bir şey olduğunu bilemezsin."
Gülen yüzümü ona çevirdim. Beklemeden dudaklarımızı birleştirmişti o gün. Sol gözümden bir yaş yanağıma doğru aktı. Oysaki onun için bir daha ağlamayacağıma dair kendime sözler vermiştim. Ve onu gördüm ilk gün sözümü çiğnedim. Elimdeki tarağı hırsla saçlarıma götürdüm. Onun severek, incitmekten korkarcasına taradığı saçları ben sanki kökünden koparmak istermiş gibi tarıyordum. Aslında aklımdan kesmek de geçti. Ama elim varmadı. Onun dokunduğu dudaklarının değdiği hiçbir şeye kıyamıyorum. Ama o bana kıymıştı. O bize kıymıştı. Uyuyamayacağımı bilmeme rağmen kendimi yatağa bıraktım. Bedenim cenin pozisyonu aldı. Gözlerimi kapadım. Kısa bir süreliğine bedenim kendini boşluğa bırakıp karanlığa teslim etse de gece nefesim tekrar kesildiği için irkilerek uyanmıştım. Bu artık eskisi kadar beynimi meşgul etmiyordu. Uyandıktan sonra yataktan kalktım. Mutfağa geçip kendime atıştıracak bir şeyler hazırladım. Yaptığım sandviçten birkaç ısırık aldıktan sonra daha fazlasını yiyemeyeceğimi anladım. Henüz yarısına bile gelmemiştim. Hüzünle elimdeki ekmeğe baktım. Artık bu kadarcık bile yiyemiyordum. Önümdeki tabağı bırakıp tam ayaklanmıştım ki kapının sesi duyuldu. Bu saatte çalan kapı veya telefonun ne anlama geldiğini tüm askerler bilirdi. Adımlarım kapıya gitti. Açtığımda hüzünlü bakışları yüzümü buldu bu kadar çabuk açmamı elbette bekliyordu. Çünkü uyuyamadığımı biliyordu değil mi.
"Komutanım"
"Görev emri hazırsan çıkalım mı?"
"Siz beklemeyin komutanım ben üstümü değişip hemen geliyorum."
Daha fazla bir şey söylemesine fırsat vermeden kapıyı kapattım. Tıpkı ilk zamanlarda olduğu gibi. Belki de ondan uzak durursam dayanması daha kolay olur değil mi. Allah'ım bana yardım et dayanma gücü ver. Ne olur çıktığım görevlerde dikkatimin dağılmasına, sevdiğim insanların hayatını tehlikeye atmama izin verme.....
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
233.3k Okunma |
21.38k Oy |
0 Takip |
162 Bölümlü Kitap |