ALPARSLAN KARAHANLI
Kollarımdaki bedene biraz daha sıkı sarıldım. Zaten çok zayıftı ama her geçen gün biraz daha zayıflıyordu. Göz altları rengini kaybetmişti. Pembeye çalan dudakları dahi artık morarmıştı. Uzun siyah saçları eskisi kadar parlak değildi. Canlılığını kaybetmiş gibiydi. Hani şarkı da diyordu ya 'öldürdüm çiçeğimi yaşatamadım' diye gerçekten de öyleydi. Ben sevdiğim kadını günden güne soldurmuştum. Uykuya dalalı henüz yarım saat olmamıştı bile. Birden bire kollarımdaki bedenin irkilmesi ile neye uğradığımı şaşırdım. Kabus görmüştü sanırım. Ellerim saçlarını okşadı. Usul usul sevdim. Dudaklarım saç diplerine değdi. Saçlarından derin bir soluk aldım.
"Uyu bebeğim daha gelmedik."
Gözleri sanki bu komutu bekliyordu. Başını göğsüme biraz sürttü. Göz kapakları en sevdiğim kahveleri örttü. Aradan bir süre geçmişti. Tahminimce şu an kendi topraklarımızdaydık, ama hala kendi karargahımıza varmamıza zaman vardı. Kucağımdaki beden bir kez daha irkilerek uyandı. Sık nefesler alıyordu. Gözleri yarı baygın etrafı taradı. Hala helikopterde olduğumuzu görünce başını tekrar göğsüme koydu ve bir kere daha uykuya daldı. Neler olduğu hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Aklım da oluşan düşünceyle içim burkuldu. Tekrar başlamış olabilir miydi? Tekrar aynı şeyleri yaşıyor. Yine uyku uyanıklık halinde yaşıyor, yine halüsinasyonlar kabuslar görüyor olabilir miydi? Ben ona cenneti vaat etmiştim. Yaşadığı tüm kötü anıları hafızasından sileceğime dair sözler vermiştim. Sevgimle iyi edeceğime dair yemin etmiştim. Lakin ne sözlerimi tutabildim ne de yeminimi yerine getirebilmiştim. Ona cenneti vaat ederken bir kere daha cehenneme atmış olabilir miydim. Bu kendimden nefret etmeme neden oldu. Ve bir kere daha tekrar aynı şey oldu. Uykusunun en derin noktasında tekrar irkildi. İlkini umursamasam dahi, ki umursuyordum. Bu üçüncüydü. Dört saatlik uçuş mesafesinde uykusundan tam üç defa irkilerek uyanmıştı. Bu bir tesadüf değildi. Artık kabus olduğunu da düşünmüyordum. Farklı bir şey vardı. Helikopter inişe geçtiğinde onu sarsmamaya dikkat ederek kucakladım. İndiğimizde Albay karşımıza dikildi. Gözlerinden ateş çıkıyordu ve aynı zamanda gurur. Bizimle gurur duyuyordu. Çünkü Bozkurt timi arkasında adam bırakmamıştı. Bizimle gurur duyuyordu. Her ne olursa olsun ona kendi evladını, kardeşimizi, sevdiğim kadını getirmiştik. Bizimle gurur duyuyordu. Bir askerini dağda onlara esir bırakmamıştık. Ama kızgındı. Kızgındı çünkü emrindeki askerler onu dinlememişti. Kendi canlarını tehlikeye atmıştı. Ama bizi anladığının da farkındaydım. Ve eminim yerimizde o olsaydı o da aynı şeyi yapardı. Bakışları kucağındaki kadına kaydı. Göz bebeklerinin titreştiğini gördüm. Ama hem yılların verdiği yaş , hem de mesleğinde çok ileri bir noktada oluşu ,duygularını okumamı engelliyordu. Belki bunca yıldır bu mesleği yapmıyor olsaydım ,gözlerindeki bu endişeyi fark etmeyecektim. Endişeliydi. Kızı için. Askeri için endişeliydi. Normal şartlar altında karşısına geçip tekmil vermem ,görevin sonucunu belirtmem gerekiyordu. Ama şu anda kollarımda taşıdığım kadın beni bundan alıkoyuyordu. Derdimi anlamış olacak ki o da bunu beklemedi. Giderken sadece sonrasında yanına uğramamı istiyordu. Ama ikimiz de biliyorduk ki odasına varmadan hastanenin yolunu tutacaktı. Gelen ambulansla sevdiğim kadını ambulansa taşıdım. Ellerim saçlarından bir an olsun çekilmedi. Sevgiyle okşadım. Elim bu saçları sevmek için aylardır bekliyordu. Nasıl geri çekilirdim.
***********
Yaklaşık yirmi dakika önce ambulans hastanenin önünde durmuştu. Doktorlar yarasına bakmak için onu içeri almışlardı. Düşündüğüm gibi Albay biz daha belki de hastaneye varmadan acil kapısının önündeki yerini almıştı. Biz İçeri girer girmez o da peşimizden geldi. Şu an tüm tim ,annemler, Nergis abla, Eylül, Songül, Fulya herkes buradaydı. Herkes onu merak ediyordu. Bu hastanenin koridorlarında kaçıncı bekleyişimdi artık saymıyordum bile. Biliyordum son da olmayacaktı. Gözlerim kapıda öylece bekledim. Ruhum ona gitmek için adeta çırpınıyordu. Ona gidip onun ruhuna dolanmak istiyordu. Ruh bendeydi ,lakin can ondaydı. O olmadan ben yaşayamıyordum. Benim canım oydu. Kapılar açılıp da doktor dışarı çıkınca hızla ona doğru yürüdüm.
"Durumu nasıl"
"Merak edecek bir şey yok yarası gayet iyi durumda."
Dudaklarımdan şükür nidaları yükseldi. Çevremdeki herkes rahat bir nefes aldı. Hepimizin hayatında çok önemli yerlere sahipti. Hepimizin hayatında en derin yaralarımıza, en özel anılarımıza, en güzel aile bağlarımıza parmak basmıştı sanki bu küçük kadın. Doktorun bakışları üzerimizde gezindi. En son benim üzerimde durdu.
"Siz hastanın nesi oluyorsunuz?"
"Ben eşiyim."
"Bakın hastanın fiziksel olarak durumu gayet iyi ,lakin şu an belki de bizim için daha önemli olan bir sorun var. Eşiniz biz yarayı kontrol ederken uykuya dalıyordu. Lakin bu süreç içerisinde yaklaşık iki defa uykusundan sıçrayarak uyandı. Eşinizin uyku apnesi olduğunu biliyor muydunuz?"
"Ne? Ne demek istediğinizi anlamadım?"
"Uyku apnesi çoğu hastada fiziksel nedenlerden kaynaklansa da çok nadir de olsa psikolojik nedenlerden de kaynaklanabiliyor. Bu durum, kişinin kendi içinde bastırmış olduğu birçok duygunun dışa vurumu da diyebiliriz. Kişi kendi düşüncelerini o kadar çok bastırır ki beden bir süre sonra bunu farklı şekillerde dışarıya yansıtır. Eşiniz uykuya daldığı zamanlarda kısa bir süre sonra nefes almayı bırakıyor. Beyin öldüğünü düşündüğü için bedene elektriksel aktivite yolluyor. Bu da uykusundan sıçrayarak uyanmasına neden oluyor. Kısacası eşiniz psikolojik sorunlardan dolayı uykusunda intihar ediyor. Sanırım en açık tabir bu. Buradan çıktığında profesyonel bir destek almasını tavsiye ederim. Geçmiş olsun."
Doktor son sözlerini söyleyip de gittiğinde arkasından sadece bakabilmiştim. Benim yüzümden. Hepsi benim suçumdu. Korumak ne mümkün. Belki de ona en büyük zararı yine ben veriyordum. Ondaki tüm yaşam enerjisini yok etmiştim. Sensiz uyuyamıyorum demesine rağmen o gece bırakıp gitmiştim. O zamanlarda belki de dalmakta zorlansa bile uyuyabiliyordu. Ama şimdi. Ne zamandır bu böyleydi. Ne zamandır nefes almayı kesecek kadar bastırmıştı duygularını. Sevdiğim kadın intihar ediyordu. Bedeni yapmasa dahi ruhu ölüyordu. Gözlerim nemlendi. İçimdeki acının tarifi imkansızdı. Başımı yerden kaldırıp etrafımdaki insanların yüzüne bakacak kadar dahi yüzüm yoktu. Çünkü suçluydum, utanıyordum. Kimsenin bir şey söylemesine izin vermeden adımlarım odasına ilerledi. Odaya girdiğimde belki de beni bekliyordu. Ona gitmemi bekliyordu. Mavi gözlerim kahverengilerinde dolaştı. Tüm bedenini arşınladı. En son ağzımı aralayıp beynimin içini kemiren soruyu sorabildim.
"Ne zamandır var bu?"
Ne demek istediğimi anlamamış olacak ki bocaladı.
"Anlamadım. Ne Ne zamandır var?"
"Ne zamandır uykunda nefes almayı bırakıyorsun? Uyurken sıçrayarak uyanıyorsun?"
Bunu sormamı beklemiyordu. Gözlerinden bunu anladım. Tedirgin gözlerini kaçırdı. Odada ben hariç her yeri taradı. Saçlarını kulağının arkasına attı boynunu hafif kaşıdı. Bu soruya cevap vermek istemediğini anladım ama benim bu cevabı duymaya ihtiyacım vardı. Bilmem gerekiyordu. Ona ne kadar acı çektirdiğimi bilmem gerekiyordu. Ve belki de kendi canımı o kadar acıtmam gerekiyordu.
"Siz...Siz bunu nereden biliyorsunuz?"
"Sence şu an önemli olan bu mu? Bunu nereden öğrendiğim mi?"
"Benim için evet komutanım"
Madem bunu yapmak istiyordu. İşleri zora sokmak istiyordu. Ona istediğini verirdim. Madem beni sadece komutanı olarak görüyordu.O zaman ben de istediğim cevapları zorla alırdım. Üzgünüm güzelim. Üzgünüm bebeğim. Ama bunu bilmem gerek. Açtığım yaraları sarabilmem için, ruhuna akıttım zehre şifa olabilmem için bunu bilmem gerek.
"Şu andan itibaren komutanın olarak konuşuyorum. Kaç saat uyuyorsun ,günde kaç saat?"
Derince yutkundu. Gözlerindeki nemlenmeyi fark edebiliyordum.
"On. Belki de on iki. haftada...."
Duyduğumla kalbim kasıldı. İnsanın beyni acır mı? Benimki acıyordu. Bu artık sadece ruhsal bir ağrı değildi. Fiziksel ağrıya dönüşmüştü. Sanırım onun artık ne hissettiğini anlayabiliyordum. Ruhundaki yaralar bir şekilde kendini dışa vuruyordu. Derince yutkundum.
"Ne zamandır var bu? Yani ne zamandır uyuyamıyorsun?"
"Bu buradan ilk gittiğim zamanlardan beri... ilk önceleri sadece uykuya dalamama vardı. Ama sonradan artık dalsam bile nefesim kesildiği için uyanıyordum. Ve bu ne kadar çabalarsam çabalayım bu şekilde devam ediyor."
Adımlarım yanına doğru gitti. Daha ne olduğunu anlamasına fırsat vermeden koca bedenimi yanına bıraktım. Gözleri şaşkınlıkla aralandı. Ne yapmaya çalıştığımı anlamıyordu.
"Yapma.... lütfen...yapma artık...."
Nasıl yapmazdım. Nasıl sarmazdım onu. Kulaklarımın duyduklarına inat dilim çok farklı kelimeler söyledi.
"Madem hala komutanınım. Kapat gözlerini bu bir emirdir"
Gözlerinden yaşlar süzüldü onun kahvelerinden dökülen her bir yaş benim yüreğime bir kor parçası gibi düştü. Çok acıtmıştım canını. Elim saçlarında gezindi. Saçlarını okşayınca, hele ki bir de benim koynumdaysa, kokumu soluyorsa hemen uykuya dalıyordu. Yalvardı bana. Senin hiç mi vicdanın yok diyor. Bu kadar mı katılaştı yüreğin diyor. Vazgeçmemi istiyor. Belki farkında değildi ama benim yüreğim o yokken katıydı. Taşlaşmıştı. Ama onun sevdası yüreğime öyle bir ateş düşürdü ki yumuşamadan edemedim. Onu sevmeden edemedim. Buzlarla kaplı yüreğime baharı getirdi. Çiçekler açtırdı kalbimde. Ne söylerse söylesin, ne derse desin vazgeçmedim. Ona da söyledim. Vazgeçmezdim. Geçemezdim. Bir süre sonra o da zaten direnmeyi bıraktı. Göz kapakları kendiliğinden kapandı. Elimi yanağına koydum. Usulca okşadım. Baş parmağım ile akan yaşları sildim. Yanaklarındaki ıslaklığa dudaklarımı bastırdım. Belki de şu an bu halde olmasa, bu kadar yorgun, yaralı, bitkin olmasa.... Fiziksel olarak gücü yerinde olsa. Beni yanında istemezdi. Bir yolunu bulur. Benden uzaklaşırdı. Ben de bu durumdan faydalandım. Biliyorum bu yaptığım fırsatçılıktı. Lakin aşk insanı her şeye zorlardı. Asla yapmam dediğin şeyleri yaptırır. Söylemem dediklerini söyletirdi. Ben fırsatçı bir insan değildim . Lakin mevzubahis o ise ne gerekiyorsa yapardım. Bana olan sevgisini biliyordum. Canımı yakmaya kıyamayacağını da, lakin canı o kadar yanıyordu ki, kalbinde bana olan aşkı o kadar büyüktü ki... Beni yanında ne kadar isterse istesin ondan uzak durmamı söylüyordu. Ondan geçmemi istiyordu. Ama şunu da biliyordum. Hala bana eskisi kadar güveniyor. Kalbinde sevdamı taşıyordu.
Başı göğsümdeydi düzenli nefes almaya başlayalı belki de sadece kırk dakika falan olmuştu. Birden irkilerek uyandı. Sersemlemiş haliyle gözlerini etrafta dolaştırdı. Elim saçlarına gitti usulca okşadım.
"Uyu bebeğim daha sabah olmadı."
Sanırım bilinci daha tam olarak kendine gelmemişti. Ne olduğu ne yaşadığı hakkında bir fikri yoktu. Sadece başına tamam anlamında salladı. Ve yine göğsüme sokuldu. Bedenim onu hemen buyur etti. Kollarımı beline sımsıkı sardım. Saç diplerine dudaklarımı bastırdım. Gece boyunca artık saymayı bıraktığım kadar uykuya dalmış, ve aralıklı olarak tekrar sıçrayarak uyanmıştı. Bu benim için bile kabusu yaşamaktı. Onu düşünemiyordum bile. Onun bu hali canımı çok yakıyordu. Bunu düzeltmenin bir yolu var mıydı? Yarın sanırım ilk işim doktorla bu konuyu konuşmak olacaktı. Daha doğru düzgün uyuyamıyorken, dinlenemiyorken o dağlarda nasıl çatışıyordu. Nasıl savaşıyordu. Nasıl bu kadar güçlü durabiliyordu aklım almıyor. Yemin ederim aklım almıyor. Onun yaşadıkları benim yüreğime ağır geliyordu. Kalbi o kadar büyüktü ki... O kadar kocamandı ki...Ruhu o kadar güzeldi ki... Bedenine de güç veriyordu sanırım. Güçlüydü benim kadınım. Benim küçük bebeğim.
Gün doğalı birkaç saat olmuştu. Gece boyunca diğerleri birkaç defa içeri girip bizi kontrol etmişti. Ama o bunların hiçbirini görmemişti. Ne zaman uyansa elim saçlarını okşamış onu tekrar uyumaya davet etmişti. Bu davetimi geri çevirmemişti. Kapının çalınıp doktorun içeri girmesi ile o da gözlerini araladı. Gözleri önce odanın içerisinde dolaştı. Sonra benim mavilerime takılı kaldı. Bir süre neler olduğunu idrak etmeye çalıştı. Sonrasında odadaki doktoru fark etti. Birdenbire doğrulup benden uzaklaşmaya çalıştı. Eliyle yüzüne gelen saçları kulağının arkasına attı. Ne zaman utansa aynı hareketi yapıyordu. Ben de onu daha fazla utandırmamak için yerimden doğrulup doktorun karşısına geçtim.
"Kendinizi nasıl hissediyorsunuz Eflal Hanım?"
"Daha iyiyim teşekkür ederim."
Ben daha sorularımı soramadan içeriye bizim timdekiler girdi. Gözleri önce onun sonra da benim üzerimde gezindi. Hepsi teker teker geçmiş olsun dileklerini dileyip pencerenin kenarında bulunan koltuklara yerleştirirler. Sinan ayakta durdu yan bir şekilde duvara dayanmış kollarını birbirine dolamıştı. Karan , Rıdvan abi ve Ali üçlü koltuğa oturdular. Dursun'la Ateş ise tek kişilik koltuklarda oturuyordu. Hepimizin gözleri doktorun üzerinde gezindi. Adam bu yaptığımızdan çekinmişti sanırım. Derince yutkundu ve sonrasında Tekrar konuşmaya başladı.
"Yaranız gayet iyi Eflal Hanım. Lakin diğer sorununuz için profesyonel bir yardım almanızı tavsiye ederim. İçsel çatışmalarınızı bu şekilde bastırmaya devam ederseniz ilerleyen dönemlerde çok daha büyük sorunlarla karşılaşabilirsiniz."
Bakışlarım doktoru buldu.
"Nasıl büyük sorunlardan bahsediyorsunuz?"
"Şöyle ki. Bu henüz başlangıç aşamasında. İlerleyen dönemlerde bipolar bozukluk, depresyon ve eğer bunlarla da baş edemezse intihar girişimleri ile sonuçlanabiliyor ne yazık ki. Yani profesyonel bir yardım almanız şart. Bu şekilde sorularınızı ortadan kaldırabilirsiniz."
Kaşları çatıldı psikolojik durumunun bu kadar ulu orta söylenmesini daha doğrusu bu kadar açıkça yüzüne vurulmasını beklemiyordu. Öfkeli gözleri ilk bende dolaştı sonrasında doktoru buldu.
"Benim hiçbir sorunum yoktu aslında ,bütün sorunlar bu adamdan sonra oluşmaya başladı."
Parmağı ile beni gösterdi. Sanırım çok sinirlenmişti Lakin o kadar tatlı görünüyordu ki onun bu halinden korkmaktan çok içime alıp saklayasım geliyordu. Diğerleri de benim gibi tebessüm etti. Doktor bu haline biraz şaşırmış biraz da gülümsemişti.
"Ben kendi halinde işe gidip gelen bir insandım. Hiçbir problemim yoktu gerçekten. Ama ne zaman ki bu adam hayatıma girdi. Bütün düzenim tepetaklak oldu. İlk önce bana resmen bok gibi davrandı. Neye uğradığımı şaşırdım, sonra hop beni kendine aşık etti, bırakmayacağına dair sözler verdi, sonra hop birdenbire ortadan kayboldu ,bana öldüğünü söylediler, düşünsenize birden bire hayatınızın içine bir bomba düşüyor sevdiğiniz adamın öldüğünü söylüyorlar size. Siz benim yerimde olsanız ne yapardınız. Ben tam delirdiğimi düşünmeye başlamıştım kendimi ona kavuşmaya hazırlamıştım, birdenbire hop tekrar beyefendi karşıma çıktı, benim yerimde kim olsa şimdiye tımarhaneye yatmıştı ama ben akıl sağlığımı yine korudum, sonra ne oldu biliyor musunuz beyefendi bir kere daha beni bırakmayacağına dair yeminler etti ama ne yaptı gecenin bir yarısı onu karşılıksız seven nefret ettiğim bir kadına gitti , kadın bir de nasıl çirkin. Bana güvenmedi ya düşünebiliyor musunuz? Bana bana ,her şeyin sorumlusu bu adam. her şey onun yüzünden oldu. Her şey onun başının altından çıktı. Alın götürün bu adamı, çağırın celladı vurun kellesini, güvenlik yok mu ya burada Güvenliiiik."
"Kafa travması var mıydı? Bize kafasını çarptığına dair bilgi verilmedi de."
Üst üste kurduğu cümlelerin ardından doktorun böyle bir tepki vermesi işin tuzu biberi olmuştu. O konuşurken gülümseyerek izleyen bizler doktorun son kurduğu cümle ile kahkahalara boğulmuştuk. Bakışları hepimizin üzerinde gezindi. Doktora kötü kötü bakmaya başladı. Doktor da bizim gibi korkmak yerine tebessüm etmiş. Geçmiş olsun dileklerini iletip dışarı çıkmıştı. En son yüzümde durdu bakışları.
"Konuşmuyorum sizinle benimle dalga geçiyorsunuz."
Sırtını bize döndü ve yatakta yan şekilde uzanmaya başladı. Bu masum hali dudaklarımın bir kere daha kıvrılmasına neden oldu. Allah'ım ben bu kadını sevmeyip ne yapacaktım. Sen bana onu tekrar kazanmayı nasip et ya Rab. Ne bu kulun onsuz ,ne de o bensiz yaşayamaz. Ne olur bizi birbirimizden ayırma tekrar eskisi gibi sarıp sarmalamayı nasip et.
"Çağırın celladı mı dedi o?"
"He vallahi Candaş dedi"
"Uğraşmayın lan kızla"
"Vallahi Komutanım ablamla normalde uğraşmam. Ama bu hali hem çok tatlı hem de ne bileyim birazcık korkutucu.
Artık aklından neler geçiyorsa Alparslan komutanımı cellatlara teslim etmeyi düşünüyor."
Ali'nin kurduğu cümle ile hepimiz bir kere daha gülmüştük. Yerinden doğrulup hepimizin yüzüne sinirle baktı.
"Siz hala burada mısınız? Sizinle konuşmuyorum demedim mi ben size."
"Tamam civciv sakin ol. Sinirlenince katil civcive dönüşüyorsun. Bak böyle çok çirkin oluyorsun benden söylemesi."
"Rıdvan abi haklı bizim kız. Bak çok kaşlarını çatma çabuk yaşlanırsın ,sonra seni almazlar haberin olsun"
Kara'nın kurduğu cümle ile diğerleri gülmüştü. Ben ise tebessümle yüzüne bakmıştım. Ben onun her haline, her yaşına razıydım. Yeter ki benim olsundu. Beni eskisi gibi kabullensin sevsindi. Allah'tan başka duam yoktu. Ama Rıdvan abinin hakkı vardı. Gerçekten de sinirlenince katil civcive dönüyordu. Ve bu benim onu göğüs kafesimde saklama isteğimi kamçılıyordu.....
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
233.3k Okunma |
21.38k Oy |
0 Takip |
162 Bölümlü Kitap |