28. Bölüm

Gölge • 26

Şeymanur
sukunettekelimeler

Topkapı Sarayı ve Beylerbeyi Sarayı'nın jünyır çocukları olan eve geri dönmüştük. Mehlika henüz motoru kapatır kapamaz dışarıya fırlamıştı. Bizi kapıda karşılamıştı. Gözleri önce abisine, sonra Uras’a kaydı. İkisini de sağ salim görünce içi rahatladı. Fakat iki genç adamın yüz ifadelerinde baktığında bir şeylerin döndüğünü de fark etmişti. Mehlika zeki ve sezgileri yüksek bir kızdı. Fakat ne abisinin ne de sevgilisinin ser verip sır vermeyeceğine emindi. Bu yüzden soru sormadı.

Berzan eve girer girmez müsaade isteyerek odasına çekildi. Üstünü başını değiştirecek, yarasına dikkat ederek temizlenecekti. Uras ve Mehlika ise biraz oturmak için bahçeye çıkmıştı. Uras ve Mehlika ise biraz temiz hava almak bahanesiyle bahçeye geçtiler. Ay ışığı yeryüzünü aydınlatırken, ben sessizce adımlarımı salona yönelttim. Tahmin ettiğim gibi, Kutsi Bey oradaydı. Beni fark edince başını önündeki dosyalardan kaldırdı.

“Neler oldu?” diye sordu. Oturmam için karşısındaki tekli koltuğu işaret etti. Gösterdiği yere oturdum ve olan biteni ona aktardım.

“Bu çok ilginç değil mi? Ben aslında ölmemişim. Kendi bedenimi gördüm.”

“Aslına bakarsan çok da mantıklı,” dedi Kutsi bey. Bu haberi ilk aldığında gözlerinde beliren o ışığın sebebini öğrenecektim belli ki. Bir şeyleri çoktan çözmüş birinin, artık paylaşma vaktinin geldiğini hissettiği bir kıpırtı saklıydı bakışlarında.

“Sana bahsettiğim kehaneti hatırlıyor musun? ‘Fedâ ismindeki gölge eşini tanımadan yahut ona aşık olmadan önce ölür. Fakat onun yanında dirilir. Fedâ’nın aşkı gölge olmanın zorluklarından büyüktür, böylece sevdiğini değil, kendini öldürür ve büyü bozulur,’ yazıyordu. Ölmüş biri kendini nasıl öldürsün, diye düşünmüştük. Şimdi biliyoruz ki bedenin makinalara bağlı da olsa hayatta. Bu da gösteriyor ki sen gerçekten Fedâ’sın ve bu laneti bozabilecek olan sizsiniz.”

Bu bakış açısı gerçekten de bazı taşların yerine oturmasını sağlamıştı. Ama boğazımda bir şey düğümlendi. Kutsi beyin mavi gözlerine baktım. Ruhani bir cisme sahipken bile gözleri parıl parıldı. Bilgelik ve sabır izleri taşıyordu.

Onun yanımızda olmasının beni rahatlattığını fark ettim. Aksi takdirde hiç bilmediğim bu hâlin içinde sonsuza dek kaybolacaktım. Kutsi bey bana yol gösteren, bir şeyleri anlamama yardımcı olan, bana kendimi keşfettiren bir rehber olmuştu adeta. Pusula gibi yön göstermişti.

Aramızda kısa bir sessizlik oldu. Sonra ben konuştum. “Berzan içten içe kabullenmiş gibi. Uras da kabul etmek zorunda kaldı. Sindirmeleri için biraz zaman verelim. Ama tekrar toplanıp konuşsak iyi olur.”

Yavaşça başını salladı. “Aynı fikirdeyim. Bugünlük fazla yüklenmeyelim, biraz sindirsinler olan biteni. Yarın Mehlika bir toplantıya gidecekmiş. O gittiğinde yeniden konuşuruz. Bize soracak daha fazla şeyleri olduğuna eminim. Bizim de onlara soracaklarımız var. Henüz seni nereden tanıdıklarını bilmiyoruz mesela. Merak ettiğine eminim.”

Gerçekten de merak ediyordum. Berzan’ın komadaki bedenime nasıl özenli ve sevgiyle yaklaştığına şahit olmuş, ettiği sözleri işitmiştim. Beni nereden, nasıl tanımış ve sevmişti? Bitkisel hayatta olduğumu nereden biliyordu? Acaba ben onun işe gittiğini düşünüp evde oturduğum zamanlar aslında beni ziyarete gittiği de olmuş muydu? Ben onun yanındayken, onu varlığımdan habersiz zannederken, kaç kez aklından geçmiştim?

“Evet, hâlâ konuşacak çok şeyimiz var,” dedim gözlerimi yere indirerek.

Kutsi bey “Bu arada,” dedi bir şey hatırlamış gibi. “Kubat ve Melani’den ses seda yok henüz. Bu sessizlik hayra alamet değil. Dikkatli olalım. Sen de kendini yeterince iyi hissediyorsan biraz daha çalışalım.”

“Olur, çalışalım. Nedense kaybedecek hiç vaktimiz yokmuş gibi hissediyorum. Yaklaşmakta olan ciddi bir olay varmış gibi. İçimde bir yer, her an bir şey olacakmış gibi uyarıyor beni. Hazırlıklı olmak istiyorum. Onlarla karşı karşıya gelirsek, sevdiklerimi koruyabilmeliyim.”

Kutsi Bey’in gözleri hafifçe parladı. “Harika. En son nerede kalmıştık?”

“En son, enerjimi kullanarak diğer nesnelerin enerjileriyle bağ kurmayı ve onlar üzerinde nasıl etki göstereceğimi anlatmıştınız,” derken yaslandığım yerden hafifçe doğruldum. Elimi havaya kaldırdım. Parmaklarımı usulca açtım. O an parmak uçlarımda, boşluğun içinde bir titreşim dolaştı. Masanın üzerindeki su bardağına odaklandım. Bardağın ahşapla temasını zihnimde yavaşça kestim, onu o temasın dışına çıkardım. Havalandığını düşündüm, yalnızca zihnimle değil, içimde biriken sıcak, titreşimli enerjiyle…

Elimi yukarı doğru hafifçe kaldırdım. Aslında buna gerek yoktu. Hareketin kendisi ritüeldi sadece. Benim için hayalin eyleme geçmesini kolaylaştıran bir geçit. Bardak gerçekten de yükseldi. Etrafında yalnızca benim ve diğer gölgelerin algılayabileceği bir ışıltı oluştu. Solgun ama canlı bir parıltıydı bu; bardağın enerjisiyle benimki karışmış, kısa bir süreliğine bir bütün olmuşlardı. Ardından bardak, sanki usulca iteklenmiş gibi süzüldü ve komodinin üzerine kondu.

Kutsi Bey’in dudaklarında gülümseme belirdi. Gözlerinin içini güldüren memnuniyetli ifadeyi görmeyi seviyordum. “Bu konuda epey ilelemişsin anlaşılan.”

“Berzan hastanedeyken yeterince pratik yapma fırsatım oldu,” dedim başımı sallayarak. O uyurken ben odada nesneleri hareket ettirmeye, enerjimi onlar üzerine kullanabilmeye çalışıyordum.

Kutsi Bey ciddiyetini bozmadan ayağa kalktı. “O zaman sırada daha büyük adımlar var. Arka bahçeye geçelim.”

“Olur,” deyip yerimden kalktım. Onunla birlikte sessizce arka bahçeye doğru yürümeye başladık. Aslında yürümek değil, süzülmekti benim yaptığım. Onun bana öğrettiği gibi... Ayaklarım yere değmiyordu ama rüzgârda süzülen bir yaprak kadar da hafif hissediyordum. Küçükken uçmak isterdim hep. Şimdi bu dileğin bir benzerini yaşayabiliyordum.

“Enerjimi yansıtabilmeyi de çalışalım lütfen,” dedim, bir an duraksayıp ona dönerek. “Artık Berzan’ın beni görmesini istiyordum. Sesimi duymasını… Ona bizzat söylemek istediğim çok şey var.”

“Biliyorum Fedâ,” dedi anlayışla. “Çalışırız. Ayrıca görünür olmakta zorlanıyorsun ama bu sesini duyuramayacağın anlamına gelmez. Biraz bu konuda ilerleyebiliriz.”

“Olabilir. Ama beni göremezken sesimi duyması biraz ürkütücü geldi şu an,” derken istemsizce benzer bir ân hayal ettim ve kıkırdadım. Beni hiç görmeyen birine ansızın fısıldadığımı düşünmek... Hayalet filmlerinden fırlamış gibi olurdu.

Uras’a böyle bir şey mi yapsam acaba? Biraz eğleniriz. Tabi korkudan bayılmazsa.

“Hiç yoktan iyidir Fedâ. Adım adım…”

Başımı onaylayarak salladım. Bahçeye ulaşmıştık. Görünür olmakta zorlanıyor olabilirdim ama diğer alanlarda hızla ilerliyordum. Bu benim için yalnızca bir güç değil, aynı zamanda bir direnişti. Eğitmenim de tecrübeli ve iyiydi. Şanslıydım. Ve akşamın kalanını, öngöremediğim geleceği biraz olsun iyileştirmek adına çalışarak geçirdim.

 

***

 

Bu kez salona en son gelen bendim. Öğlen güneşi odaya vuruyordu. Herkes yerini almıştı. Yüzlerde gergin bir bekleyiş, gözlerde ise sorular uçuşuyordu.

Kutsi bey “Hah, Fedâ da geldi. Toplantımıza başlayabiliriz,” dediğinde Berzan ve Uras bakışlarını refleksle kapıya doğru çevirdi. Gözleri kısa bir an boşluğu taradı. Beni göremediler elbette. Ama bu davranışları içten içe benim görünmez varlığımı kabul ettikleri manasına geliyordu.

Uras ve Berzan yan yana oturuyordu. Kutsi bey gibi ben de tekli koltukların birine oturdum. Epey geniştiler aslında, iki tane ben sığardı. Her neyse. Dikkatimi daha önemli meseleler vermeliyim.

Berzan öne eğildi, ellerini kucağına koyarak konuştu. “Şu gölge meselesini bir kez daha anlatır mısınız? Her şey kafamda iyice yerli yerine otursun istiyorum.”

Kutsi Bey, parmaklarını birbirine kenetleyip sırtını yasladı. Gözleri, önce Berzan’a, sonra Uras’a, ardından benim oturduğum koltuğa yöneldi.

Berzan’ın konuşması üzerine Kutsi bey söze girdi. “Pekâlâ,” dedi. “En baştan ve en sade hâliyle anlatacağım.”

“Gölge olmak,” diye başladı, sesi her zamanki gibi berrak ama ölçülüydü, “varlıkla yokluk arasına sıkışmak demektir. Fiziksel dünyayla metafizik boyut arasında kalmak. Ruh veya enerjisel cisminizin bunları yaşadığını düşünebilirsiniz. Bir tür arada olma hâli. Sebebini, nasıl başladığını, geçmişten bugüne bütün o aşk ve cinayet hikayelerini, büyü ve laneti biliyorsunuz zaten.”

Uras başını salladı ama kaşlarının arasındaki çizgi derinleşmişti. “Peki, bu durum neden bazıları için bir lanet, bazıları içinse… güç gibi görünüyor?”

Kubat, Melani ve Kutsi bey için güç gibi görünüyordu mesela. Ama onların da yaşadığı zorluklar vardı. Kutsi beyin kendi eşinden uzak durmak zorunda kalması, içindeki öldürme iç güdüsü gibi…

Kutsi bey de benzer şekilde açıkladı. “Çünkü bu niyet ve bakış açısıyla ilgili. Gölge hâlinde kalabilen ruhlar, zamanla bulunduğu boyutla etkileşim kurmaya başlar. Enerjiyle, maddeyle, hatta zihinle bile… Bu, potansiyeldir. Ama bu potansiyel, kişinin içindeki ışığa ya da karanlığa bağlıdır. Bazıları bunu kötülük için kullanır. Kubat ve Melani gibi.”

“Onlar,” dedi, sesi biraz daha sertleşerek, “bu gücü bir tür üstünlük, bir avantaj olarak görüyorlar. Görünmez olmak, nesnelere enerjiyle müdahale etmek, başka insanların kararlarını manipüle etmek... Bu güçleri dünyada istedikleri gibi kullanabilmek için gölgeler ordusu kurmak istiyorlar. Bunu başaramasalar bile kehaneti engellemek, en azından birlikte istedikleri her konuda dünyamıza hükmetmeyi arzuluyorlar. Kötü ve karanlık ruhlar bunlar.”

“Ve kehanet diye bahsettiğin şey, onların planlarında kilit nokta. Yani Erva ve ben.”

Kutsi bey başını salladı. “Evet. Kehanetin kilidini açacak olan, sizsiniz. Fedâ ve sen, ya dünyayı kurtaracak ya da karanlığa teslim edeceksiniz. Kubat ve Melani bunu istismar etmek istiyorlar. Ama siz laneti bozabilirsiniz.”

“Peki bunu nasıl yapacağız?”

“O kısma sonra geleceğiz. En son mesele. Önce diğer ayrıntıları netleştirelim.”

Salonda bir sessizlik oldu. Sadece antika saat tik tak ediyordu. Sessizlik, boğucu değil ama ağırdı.

Sonunda Uras konuştu. “Bu Kubat ve Melani kim peki? Tam olarak neler yapıyorlar?”

Kutsi bey, arkasına yaslandı. Benim de ilk kez duyduğum bazı gerçekleri anlatmaya başladı. “Kubat, hırslı bir adamdı. Zekiydi. Görünüşte kırklı yaşlarında sanırsınız ama aslında yirmi yıl önce bir trafik kazasında öldü. Aşık olduğu kadını öldürmek istemiyordu. Ona bağlıydı. Ama lanetin getirdiği o öldürme ve kendi ruhunu özgür kılma arzusu vardı. Ruhsal enerjisi tetiklenmişti. Kadına zarar vereceğini fark ettiği an, kendini ondan uzaklaştırmak için savaş verdi.”

Berzan’ın bakışları ciddileşti. “Peki bunu nasıl başardı?”

“Melani sayesinde. Yolları o dönemde kesişti. Melani’yi dışarıdan bakıldığında otuzlu yaşların başında sanırsınız ama aslında kırk yıl önce ölmüş bir genç kadın. Kalp krizi. Ani, hızlı, sessiz. Kubat’a da bana da gölge olarak nasıl kontrol kuracağını, bağlı olduğu kişiden nasıl uzaklaşabileceğini, enerjileri nasıl yönlendireceğini öğreten oydu.”

Uras kaşlarını çattı. “Yani Melani her şeyin başı mı?”

“Sayılır. Aslında ilk zamanlar işbirliği içindeydiler. İkisi de kendi arzularına dizgin vurmak istiyordu. Ama sonra bu güçlerin ne kadar kıymetli olduğunu fark ettiler.”

Bacak bacak üstüne atıp elini dizine koydu. “İlk olay Kubat’ın nişanlısı içindi. İkisi nişanlanmadan evvel epey engelle karşılaşmış. Yoksulluk sebebiyle aileleri birlikteliklerine olumlu gözle bakmamış. Bir şekilde ikna etmişler ama ikisi de yaralanmış bu süreçte. Kubat, hayat boyu zorluk yaşayan bu kadını lüks içinde yaşatmak istiyordu. Görünmezliğin avantajını kullanarak büyük bir soygun yaptılar. Kadın hiçbir zaman kendisine nişanlısından kalan bu varlığın gerçek sebebi öğrenmedi tabi. Ama Kubat onu mutlu etmeye saplantılıydı. Kendisi onun yanına fiziksel olarak gidemese de, mektuplar yolladı, uzaktan haber aldı. Aşktı ama zehirle karışmış bir aşk.”

Berzan dudaklarını ısırdı. Gözleri boşluğa takıldı. “Böyle başlayan bir hikâyenin nasıl ilerlediğini tahmin edebiliyorum. Aşağılanmışlık ve hor görülmüşlüğün ardından, kendini kanıtlamak için bütün imkanları kullanan ve hırslarına kapılan bir adam.”

Kutsi bey başını salladı. Eliyle sarı saçlarını düzeltir gibi yaptı. “Doğru. Küçük bir hırsla başlayan yolculuk, zamanla büyüdü. Yasadışı işler, adaletsizlikler… Sonra işin içine çıkar, güç, nüfuz girdi. Ve en sonunda, insanlara zarar vermekten çekinmemeye başladılar. Hatta bunu normalleştirdiler.

Uras derin bir nefes aldı. “Yani... bugün dünyada yaşanan birçok karmaşanın arkasında onlar mı var?”

“Evet. Birçok toplumsal çöküş, anlaşılmayan sabotaj, örtülü cinayet, manipüle edilmiş kriz… Gölge olarak bir çok şeye müdahale ettiler. Kimi zaman görünmeden girdiler bir yere, kimi zaman güçlerini kullandılar. Ve hâlâ yapıyorlar.”

Kutsi bey sehpanın üzerindeki evrakları işaret etti. “Şu dosyalarda hepsinin ayrıntıları var. İncelemek isterseniz bakabilirsiniz.”

Berzan sessizce yerinden doğruldu. Adımlarını ağır ağır pencereye doğru attı. Dışarıya baktı. Camın ardından görünen dünya, sıradan hayatına aitmiş gibi görünse de artık hiçbir şey sıradan değildi. “Bu kadar karanlık bir plana karşı, bizim sıradan insanlar olarak ne şansımız olabilir?” dedi kendi kendine söyler gibi.

Kutsi Bey’in gözlerinde, onlarca yılın içinden süzülüp gelen bir inanç parıltısı belirdi. Hiç tereddüt etmedi. “Işığınız varsa, karanlık ne kadar yoğun olursa olsun, dağıtabilirsiniz. Hem, ben ve Fedâ da varız. Bu yük hepimizin omuzlarında.”

Berzan başını yavaşça çevirdi, güzel hâreleri Kutsi beye kilitlendi. “Peki sen? Sana da bütün bunları Melani’nin öğrettiğini söylemiştin. Onun yanında olmamanını neye borçlusun?”

Odanın içindeki hava bir anda değişti. Kutsi Bey’in ifadesinde hafif bir buğulanma oldu, gözleri uzak geçmişe daldı. “Çünkü Melani ve Kubat, gün geçtikçe karanlığa daha çok meyletti. Gücün sınırlarını keşfettikçe, insanlığı unuttular. İhtiraslar karıştı önce planlarına. Sonra bencillik, hırs, kibir ve öfke. Ne yaparsam yapayım, ne dersem diyeyim durmadılar. Masumlara zarar verdiklerine şahit olduğumda ipler koptu. Elimden bir şey gelmedi. Onların yanında kalmak, aynı karanlığa yürümekti. Buna razı olamazdım. Benim küçük bir kızım, bebeğim vardı. Onun aydınlık ve adaletli bir dünyada yaşamasını yeğlerdim.”

Ufak bir duraksamanın ardından devam etti. “O zamandan beri, elimden geldiğince onlara engel olmaya çalışıyorum. Fedâ’ya rastladıktan sonra bildiğim ne varsa ona aktarmaya başladım.

Sözlerinin ardından salona bir ağırlık çöktü. Kimse hemen konuşmadı. Bir süre sonra Uras bir başka konuya girdi. “Peki şu çip ve dinleme cihazı olayı ne? Bunu da konuşalım artık.”

“Alara denen şu kız, onların adamı.”

Berzan’ın çenesi kasıldı. Göz bebeklerinde bir gölge kıpırdadı. “Bu konuda beni aydınlatırsanız sevinirim. Ne çipi? Bir şeyden haberim yok.”

Kutsi, bakışlarını Berzan’dan kaçırmadı. Doğrudan gözlerinin içine baktı. “Alara bir gece evine gelmişti, değil mi?”

Berzan bir an düşündü. “Evet... arabası bozulmuş. Yağmura yakalanmış. Kalmak istemişti…”

“İşte o gün oturma odasındaki eşyalarından birine çip yerleştirmiş. Pumza kontrol etti, dinleme cihazıymış.”

Uras hafifçe küfreder gibi iç geçirdi.

“Amacı sana yaklaşmak, güvenini kazanmak, aranıza sızmak…”

Berzan ayağa kalktı. Birkaç adım attı odada, sonra durdu. Elini saçlarının arasına geçirdi. İçinden geçen hayal kırıklığı, öfke, hafif bir utanç, hepsi gözlerinin ardında birikti. “Yani o kadın... başından beri…” Duraksadı. “Onunla ilgili tuhaf bir şeyler hissetmiştim zaten.”

O geceyi hatırladım. Kaşlarım istemsizce çatıldı. “Evet Berzancığım, hepsi kendi planının bir parçasıydı. Arabanın bozulma hikâyesi falan… Üstünü başını dağıtması, yağmurun altında bilerek ıslanması…” diye huysuzca söylendim. “Balkondan gördüm onu. Her hareketi planlıydı. Ama kadın harika oyuncu! Ben bile inanacaktım nerdeyse.”

“Onun gözlerindeki o yapmacık tedirginliği, sırıtan kibrini, daha kafede ilk karşılaştığımızda hiçbir kelime söylemeden sezmiştim aslında.”

Kutsi Bey bana doğru bakıp sesli şekilde güldü. Omuzları hafifçe sallandı. Küçük ama içten bir kahkahaydı.

Uras ve Berzan şaşkınlıkla birbirlerine baktı. Beni göremedikleri için, Kutsi Bey’in neye güldüğünü anlamamışlardı. Berzan kaşlarını kaldırdı. “Neye gülüyorsunuz Kutsi Bey?”

Kutsi bey başını hafifçe iki yana salladı. Gözlerinde keyif ve ince bir şefkat belirdi. “Şu an aramızda olan biri seni epey kıskanmış galiba.”

Berzan bir anlık boşluk yaşadı. Ne olduğunu çözmeye çalışıyordu. Kutsi bey başını hafifçe sağa eğdi, sesinde eğlenceli bir tını vardı. “Alara mevzusuna epey içerlemiş. Bozulmuş biraz. O tiyatroyu izlerken içi içini yemiş. Oyunculuğu beğenmiş ama içeriğini hiç sevmemiş. O gece neler oldu bilemem ama Fedâ’yı ilk kez böyle görüyorum. Haberin olsun.”

Berzan afalladı. Yüzündeki ifade hızla değişti: şaşkınlıkla başlayan bakışı, kısa sürede utangaç bir tebessüme dönüştü. O gece Alara ona yakınlaşmak istemişti. Ve Berzan, mesafesini korumuştu. Bunları hatırladığına emindim. Ve artık bunlara benim de şahit olduğumu biliyordu.

“O gerçekten de… şey… burada yani şu an?” diye mırıldandı. Bunu ancak idrak ediyor gibiydi. Aşk olsun Berzan.

Kutsi bey gülümsemesini saklamadan başını salladı. “Her zamanki gibi. Tam şurada.” Eliyle bulunduğum yeri gösterdi.

Uras kahkaha attı. “Hayalet kıskanması! Harika! Yaz bunu Berzan, bir gün kitap olur.” Kahkahası odada yankılandı, ama ardında da bir sıcaklık vardı. Uras, her zamanki gibi işin eğlencesindeydi.

Berzan gözlerini yavaşça bulunduğum yere çevirdi. Bir an durdu. O an gerçekten orada olduğumu düşündüğünü, bütün içtenliğimle hissettim. Sanki aramızdaki görünmez perde, birkaç saniyeliğine aralanmıştı.

“Ben... bilmiyordum,” diye mırıldandı. Bir an durdu. Sonra hafifçe, fark edilmesin ister gibi gülümsedi. Biraz daha alçak sesle devam etti. Sözcükleri seçerken neredeyse nefesini tutmuş gibiydi. “Seni görmesem de o anlarda bile kalbimde hep sen vardın.”

Kalbim güm güm çarpmış gibi hissettim. Varla yok arası hâlimle içinden geçip Berzan’ın kalbine konmak istedim. Ama zaten ordaydım, yüreğinin tam ortasında. Zamanla daha iyi anlayacaktım.

Dudaklarıma bir gülümseme kondu. Keşke görünebilsem diye geçirdim içimden. Keşke göz göze gelip o gülümsememi onunla paylaşabilseydim.

Bu duyguların içerisinden sıyrılmamı sağlayan şey, odanın kapısına vurulan nazik ama dikkatli tıklama sesi oldu. Kapı hafifçe aralandı, ardından Pumza içeri girdi. Her zamanki gibi vakur ve sessizdi. Bakışları Kutsi Bey’e yöneldi. “Kübra’yı getirdim.”

Kutsi bey kısa bir an düşündü. Ardından başını kaldırarak konuştu. “Toplantımız bitene dek kızımla ilgilen Pumza amcası.”

Sesindeki ton, hem sıcak hem emrediciydi. “Bu sırada Mehlika Hanım da gelmiş olur. Geldiğinde ondan bir süre Kübra’yla ilgilenmesini rica eder misin? Hem küçük kızım yeni bir arkadaş edinmiş olur, hem Mehlika’ya bir uğraş bularak konuşacaklarım bitene dek zaman kazanmış oluruz.”

“Tabii efendim,” dedi Pumza, başını hafifçe eğerek. Ardından sessizce odadan çıktı.

Kapı kapanır kapanmaz, Kutsi Bey yeniden söze girdi. “Alara konusuna dönersek… Fedâ sizi uyarmaya çalıştı. Ama nesnelere tam anlamıyla dokunamadığı ve size görünür olamadığı için başaramadı.”

Uras bir elini ensesine götürdü. “Bu görünür olma meselesine alışamadım. Sizi nasıl görüyoruz da Erva’yı göremiyoruz? Garip geliyor.”

“O henüz bu boyutu yeni kavrıyor. İki boyut arasındaki ilişkiyi ve enerji akışını kontrol etmeyi yeni öğreniyor. Garip değil yani. Oldukça doğal,” derken Kutsi bey ayağa kalktı. Sanki anlatacaklarını sadece sözleriyle değil, beden diliyle de göstermek istiyordu. Odanın ortasına birkaç adım attı.

Ardından cisminin çevresini saran o belirgin enerji titreşti ve soldu. Parlaklık, yavaş yavaş azaldı. Artık Berzan ve Uras’ın gözünde yansımadığını anlayabilmiştim.

Adamın birden bire kaybolduğuna -görünmez olduğunu diyebiliriz- şahit olan Uras ve Berzan donakaldı. İkisinin de bakışları boşlukta gezindi. Adeta nutukları tutuldu. Birbirlerine baktılar, sonra tekrar Kutsi Bey’in biraz önce durduğu yere.

“Akıllarını kaybetmezlerse iyidir,” diye mırıldandım.

Kutsi bey yeniden yansıdığında Uras’ın yanı başındaydı. Elini onun omzuna koyup “Tıpkı böyle,” dedi keyifli bir ifadeyle. İki gündür bitmeyen soruları ve yorumları ile onun başını ağrıtan Uras’tan intikam aldığına kalıbımı basabilirdim.

Uras bir çığlık atmamak için kendini zor tuttu, yerinde sıçradı. “Kalp krizi geçirtme bana!” diye bağırdı. Suratındaki panik ve kızgınlık karışımı ifade görülmeye değerdi. Kahkaham istemsizce döküldü dudaklarımdan. Özür dilerim Uras ama kendimi tutamazdım…

Kutsi bey de sesli şekilde gülmüştü. Az sonra sakinleşen Uras, kollarını bağlayıp Kutsi Bey’e dik dik baktı. “Bizi daha ne kadar şaşırtabilirsin, Kutsi Bey? Resmen görünmez olup yeniden belirdin. Hâlâ hazmedemiyorum.”

“Daha hazmedemedikleriniz olacak,” dedi Kutsi bey. Sesinde hem uyarı hem de bilgi taşıyan o tanıdık ton vardı.

Uras hâlâ az evvelki deneyiminde takılı kalmıştı. “Bu resmen özel güç gibi bir şey?” diye kendi kendine söylenir gibi konuştu.

“Özel güç değil. Lanetin içinde gizli bir potansiyel. Bedelini ruhunla ödüyorsun.”

Salona bir sessizlik çöktü. Öğrendiğim o gerçek içimden geçti: Güç dediğin şey sadece elde tutulan bir yetenek değildi. Bazen var olmak bile başlı başına bir bedeldi.

Bölüm : 08.06.2025 18:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...