Berzan’ın parmakları hafifçe hareket etti. Gözlerimi kırpmadan ellerine odaklandım; yanlış mı gördüm, hayal mi kuruyorum diye düşündüm. Sonra, başı çok hafif bir şekilde sağa doğru döndü. Bakışlarım yüzüne kaydı. Kalbim olsa, o an heyecandan göğüs kafesime sığmayacak gibi atardı.
Kirpikleri titredi. Sonra göz kapaklarında bir kıpırtı oldu. Usulca, ağır ağır gözleri aralandı. Günlerdir özlemini çektiğim o elâ gözleri… Sanki zaman onunla birlikte yavaşlıyordu. Göğsümde sıkışan bir yumru gevşedi, boğazımda düğümlenen acılar çözüldü. Onun uyanmış olduğunu görmek büyük bir şükürdü. Karanlığıma fener tutulmuş gibi bir histi bu.
Bakışları yorgundu. Gözlerinde bir sis vardı. Belli ki mekânın farkında değildi henüz. Yüzünde ağrı vardı; kaşları çatılmış, dudaklarının kenarı belli belirsiz acıyla kıvrılmıştı. Nefes alışverişi daha derin, daha belirgindi. Sanki bedenini yeniden hatırlıyordu.
Bakışları odanın köşelerinde gezindi. Tavana, cama, kapıya… Sonra, bir anlık duraksamayla göz hizama geldi. Ve geçti. Görmemişti. O an, içimde sessiz ama yakıcı bir sızı belirdi. Çünkü ona, gözlerini açtığında yanında olacağıma dair bir söz vermiştim. Ve şimdi, tüm kalbimle verdiğim o sözü tutuyordum. Yanındaydım. Elimi uzatsam, saçlarını okşayacak kadar yakındım. Fakat o, bunu bilmiyordu. Beni hissetmiyordu.
Yanaklarına dokunmak istedim. Avucumu usulca yanağına koymak, başucuna eğilip “Buradayım,” demek…
“Bak, söz verdiğim gibi yanındayım,” dedim. Sözlerim, odanın sessizliğinde yankılanmadı bile. Oysa en azından ona, yalnızca ona ulaşsın isterdim.
“Uyanmış olman bile mucize gibi. Gerisi gelir. Ben sabırla beklerim.”
Sustum. İçimdeki sızıyı bastırdım. Bu, beklenmedik bir şey değildi. Kutsi Bey’in sözleri hâlâ zihnimin bir köşesindeydi. Zamanla beni görecekti. Ben de o zamana dek yanında olacaktım. Gözlerinde değilse bile, kalbinin bir köşesinde yansıyabilmek ve hissedilmek ümidiyle.
Berzan yerinde hafifçe kıpırdanmaya çalıştı ama birden yüzü acıyla buruştu. Kaşları yeniden çatıldı. Ağzı kıpırdadı, belli ki ağrısı vardı. Tam o sırada kapı hafifçe aralandı. İçeriye hemşire ve bir doktor girdi.
Doktor sessiz adımlarla yatağın yanına geldi. Elindeki dosyaya göz attıktan sonra stetoskopunu boynundan indirip Berzan’ın göğsüne yerleştirdi. Dinledi. Sonra nabzını ölçtü. Yarasını kontrol etti. Hafifçe başını salladı. “Uyanması güzel bir işaret,” dedi, yarı mırıldanır gibi. Ardından bakışlarını Berzan’ın yüzüne çevirdi. “Berzan Bey, beni duyabiliyor musunuz?”
Berzan, gözlerini kısarak baktı. Bakışı hâlâ bulanıktı ama sesi duyulacak kadar açıktı. “Çok… ağrıyor…”
Doktor hafifçe eğildi, yumuşak bir tonla konuştu: “Biliyorum, bu çok normal. Travma sonrası ağrılar… Vücudunuzun yeniden kendine gelmesi zaman alacak. Şimdi sizi biraz daha rahatlatmak için hafif bir sedasyon uygulayacağız. Merak etmeyin, çok kısa süreli bir etki.”
Hemşire, doktorun bakışıyla harekete geçti. Yanındaki tepside duran küçük bir şişe ve enjektörü aldı. “Sol kolunuzdan uygulayacağım,” dedi hemşire. “Biraz soğukluk hissedebilirsiniz.”
Berzan sadece gözlerini kırparak cevap verdi. Zaten ben bile anlayabiliyordum, fazla gücü yoktu. Hemşire, kolunun üstündeki örtüyü hafifçe sıyırdı, damarını yokladı. Ardından iğneyi dikkatle yerleştirdi. Berzan’ın omuzları istemsizce kasıldı. Hafif bir irkilme yaşadı. Sonra soluğu biraz daha yavaşladı. Göz kapakları ağırlaştı.
Doktor, onun gözlerinin kapanışını dikkatle izledi. Başını onaylar gibi salladı. “Vücut yavaş yavaş kendini toparlıyor,” dedi. “Bu iyiye işaret. Şu an için uyuması en doğrusu. Dinlenmeye ihtiyacı var.”
Hemşire, kullandığı malzemeleri toparladı. Doktor, dosyayı yerine koyduktan sonra hemşireyle birlikte kapıya yöneldi ve çıktılar. Oda yeniden sessizliğine büründü.
Aklıma gelen fikir üzere usulca yerimden kalktım. Köşedeki küçük masaya yürüdüm. Üzerinde duran kalem ve not kâğıdını aldım. Ellerim titriyordu biraz. Ama toparladım kendimi. Kalemi ilk tuttuğumda, parmaklarımın arasında ince bir ürperti gezindi. Ama başardım. Dokunmuştum! Dudaklarımda belli belirsiz bir tebessüm oluştu.
Yazmak kolay olmadı; fiziken de zihnen de. Bir an durup ne yazacağımı düşündüm. İçimden geçen çok şey vardı ama hepsini kısa birkaç cümleye sığdırmalıydım. “Söz verdiğim gibi, yanındaydım. Hâlâ da yanındayım. Göremesen bile bil ki buradayım. Ve bekliyorum,” yazdım. Yazdığım notu başucundaki komodinin üzerine koydum.
Sonra yeniden yerime döndüm. Sandalyeye oturdum. Ve beklemeye devam ettim. Gözleri bana kör olsa da, kalbimle ona görünmekten asla vazgeçmeyecektim.
Onun nefes alışlarını dinledim. Bakışlarım yüzünde gezindi. Şakaklarına düşen saç teline, çatılmış kaşlarına, biraz solmuş dudaklarına baktım uzun uzun. Kalbimde garip bir dinginlik vardı artık. Bir kere uyanmıştı ya, içime su serpilmişti. Gerisi zamana kalmıştı…
***
Berzan, ağır ağır gözlerini araladı. Bakışları bir süre tavanda gezindi. Bilinci, sanki derin bir uykunun içinden çekilerek yavaşça yüzeye çıkıyor gibiydi. Solgun tenine hafif bir sıcaklık gelmişti artık. Gözlerinde belli belirsiz bir kıpırtı oluştu. Doktorlar artık onu uyutmayacaktı. Durumu daha iyiydi.
Odada hafif bir sessizlik hâkimdi; yalnızca cihazların düzenli ve sakin ritmi duyuluyordu. Pencerenin aralığından süzülen gün ışığı, duvardaki çerçevelere ve steril beyazlıktaki yatak örtüsüne yumuşak gölgeler düşürüyordu.
Berzan, başını yana çevirdiğinde, başucundaki komodinin üzerinde duran küçük kâğıt parçası dikkatini çekti. Ona yazdığım not… Gözleri bir an orada takılı kaldı. Sanki o kâğıt parçası, bu soğuk ve sessiz odada yaşamın izini taşıyan tek şeydi.
Sonra parmakları titreyerek, neredeyse ürkek bir hareketle uzandı ve notu aldı. Yazıya göz gezdirdi: “Söz verdiğim gibi, yanındaydım. Hâlâ da yanındayım. Göremesen bile bil ki buradayım. Ve bekliyorum.”
Kaşları yavaşça çatıldı. Alnında ince bir çizgi belirdi. Okudukça gözlerini kısmaya başladı. Bir şeyler hatırlamaya çalışır gibiydi. Parmakları, kâğıdın kenarını hafifçe durdu; sanki dokundukça daha fazlasını hatırlayabilecekti.
Yaşadığı kafa karışıklığını anlaması hiç zor değildi. Onun o bulanık bakışlarına bakan herkes, içindeki savaşın izlerini görebilirdi. Ama ben, her zamankinden daha fazla anlıyordum onu. Ve hak veriyordum.
Ah Berzan, her şeyi öğrendiğinde içindeki tüm o soru işaretleri birer birer silinecek. Bir görebilsen beni… İkimiz de sorularımıza cevap alacağız. Bilinmeyenlerle dolu bu hikayede kaybolmuşken, bir nebze olsun karmaşalardan sıyrılacağız.
Ben bu düşünceler içinde onun başucunda dikilirken, kapı yavaşça aralandı. Sessizliği yaran o ince gıcırtı, içerideki dingin havayı usulca böldü. Uras’tı gelen. Gözleri hemen Berzan’a yöneldi. Onu uyanmış görünce yüzünde tarifsiz bir rahatlama ifadesi belirdi; sevinç, şaşkınlık ve minnet karışımı bir duygu. Adımları hızlandı, hemen yatağın yanına geldi. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı ama gözlerinin içi dolmuştu. Dostunun omzuna dokundu. “Berzan, bayağı korkuttun bizi.”
Berzan gözlerini ondan ayırmadan konuştu. Sesi yavaş, kısık ama belirgindi. “Olayları ancak idrak edebiliyorum. Vuruldum ben…”
Uras acıyla derin bir iç çekti. Yüzündeki gülümseme bir anlık kayboldu, ama sonra kendini toparlar gibi yeniden yerini buldu. Gözlerinde hâlâ ince bir hüzün asılıydı; dostunu kaybetme korkusunun izleri silinmemişti.
Bu sırada odaya giren Mehlika sitemle konuştu: “Evet vuruldun abicim! Savaşa gitmiyoruz diyerek evden çıktınız. İki saat sonra abimin hastanede yattığı haberini aldım. Şaka gibiydi. Kabus desek daha doğru.”
Yüzünde karmaşık bir ifade vardı; bir yandan abisini iyi görmenin verdiği rahatlık, bir yandan da duyduğu öfke ve şefkat iç içe geçmişti. Yavaşça yanına yaklaştı. Yatağın ucuna dikkatle ilişti, abisinin yarasına dokunmamaya özen göstererek eğildi ve ona belli belirsiz sarıldı. “Canım abim benim.”
Berzan, serum takılı olmayan eliyle kardeşinin saçlarını okşadı. “Haklı olduğun için sana karşılık veremiyorum. Berbat bi hismiş.”
Mehlika geri çekildi. Kaşları çatılıydı ama gözleri dolmuştu. Başını iki yana salladı. “Delirteceksin beni… Senin canın ciğerin olan kardeşin vurulmadığı için berbat his ne demek bilmiyorsun tabii!”
Berzan, başını hafifçe eğdi. Mahcuptu. Kardeşinin elini tuttu. Göz göze geldiler.
Uras, yükselen gerilimi hissederek sıcak bir gülümsemeyle araya girdi. “Yeni uyandı, azarlama faslına sonra mı geçsen Mehlika?” diye tatlı tatlı uyarıda bulundu.
Mehlika derin bir nefes aldı. Sakinleşmeye çalışıyordu. Başını yavaşça salladı, bir şey söylemeden ayağa kalktı. “Ben doktora haber verip geleyim.”
Mehlika çıktıktan sonra kapı ağır ağır kapanırken, Berzan yeniden Uras’a döndü. Yüzünde dikkatle seçilmiş, sözcüklerin ağırlığını ölçen bir ifade belirmişti. Sanki söyleyeceği şeyin ağırlığını tartıyordu. “Ben… vurulduğumda bilincimi kaybetmeden önce Erva’yı gördüm.”
Odadaki hava bir anlığına ağırlaştı. Hİssettim bunu. Uras bir an sustu. Sonra başını yavaşça salladı.“Evet. Biz de gördük,” dedi ciddi bir ifadeyle. “Hayal değildi bu kez. Gerçekti.”
Berzan gözleriyle başucundaki kâğıdı işaret etti. “Şu nota bak…”
Uras eğildi, kâğıdı eline aldı. Yazıyı okurken yüz ifadesi değişti. Kaşları çatıldı, gözleri bir an için durdu. “Galiba ikimiz de bunu Erva’nın yazdığını düşünüyoruz. Ama kafamızda aynı soru var: ‘Yanındayım’ diyor ama… yok. Erva nerede?”
O anda Mehlika yeniden içeri girdi. Elinde bir bardak su vardı. Cam kenarına yürürken, konuşmanın içine istemeden düşmüş gibiydi. Dönüp ikisine baktı. “Kimden bahsediyorsunuz siz?” dedi. “Şu arkadaşın olan Erva mı?”
Uras başını sallayarak onaylayınca Mehlika devam etti: “İlk hastaneye geldiğimde bana en son ‘buralarda olacağım’ demişti. Ama sonra ortadan kayboldu. Bir daha da görmedim.”
Yavaş adımlarla yatağa yaklaştı. Elindeki su bardağını Berzan’a uzattı, sesi bu kez daha yumuşaktı. “Şimdi bunları düşünme. Su iç biraz. Ağzın kurumuştur. Doktor birazdan kontrole gelecek.”
Berzan, yavaşça uzattığı eliyle bardağı kavradı. Parmakları hâlâ zayıf, tutuşu ürkekti. Dudakları kupkuruydu; su boğazından geçerken bir an irkildi, sanki içtiği şey su değil de zamandı—günlerce birikmiş, ağırlaşmış zaman.
Az sonra kapı tekrar aralandı. Hemşire ve doktor içeri girdi. Hemşire “Günaydın,” dedi tatlı bir sesle. “Uyanmışsınız. Bu harika bir haber.”
Berzan, bitkin ve hâlâ biraz sersemlemiş haldeydi. Başını hafifçe salladı. Gözleri hemşireye kaydı, sonra tekrar tavana döndü. Hemşire dikkatlice yaklaştı. Bir süre kalp atışlarını dinledi, tansiyonunu ölçtü. Nabzını kontrol etti. Doktor ise ellerini cebine koymuş, göz ucuyla tüm süreci izliyordu. Sonra birkaç adım attı, yatağın yanına geldi. Kısaca muayene edip bir kaç soru sordu. Ardından “Biraz ağrın olabilir, bu normal. Ama vücut yavaş yavaş kendini toparlıyor. Bugünlük fazla yormayalım sizi,” dedi sakin ve güven verici bir sesle.
Uras, yanından hafifçe gülümseyerek konuştu: “Merak etmeyin doktor bey, evde nöbeti biz devralırız.”
Doktor tebessümle başını eğdi, gözlerindeki yorgunluk yerini sıcaklığa bırakmıştı:
“Yarın akşam taburcu ederiz. Ama evde de mutlaka dinlenmeye devam etmeli. Bir süre hiçbir şey yapmasın, hatta düşünmesin bile,” diye şakayla karışık ekledi.
Doktor ve hemşire kontrolleri tamamladıktan sonra kapıya yöneldiler. Doktor çıkmadan evvel “Dinlenmeye devam et,” dedi nazikçe. “Her geçen saat toparlanıyorsun. Bu iyi bir işaret.”
Berzan başını belli belirsiz salladı; gözlerinde minnet ve yorgunluk iç içeydi. Doktor ve hemşire odadan çıkarken, kapının hemen ardından başka bir siluet belirdi.
Adımları ağır ama kararlıydı. Dizlerine kadar inen paltosu vardı. Yaşının ve ağırlığının getirdiği saygın bir duruşla birlikte yürüyordu. Saçları düzgünce taranmış, gözleri dingin ama dikkatliydi. Kutsi Bey’di gelen. Odaya adımını atar atmaz hava değişmiş, yerinde bir ağırlık ve derinlik hissettirmişti.
Kapı eşiğinde bir an durdu. Gözleri yavaşça odanın içinde gezindi; herkesin yüzünde bir parça umut, biraz da endişe vardı. Göz göze geldiğimizde başıyla hafifçe selam verdi, sonra bakışlarını doğrudan Berzan’a çevirdi. O an Uras ve Mehlika da Kutsi Bey’in fark etti.
“Merhaba gençler,” dedi sakin ama tok bir sesle.Yavaşça birkaç adım attı, Berzan’ın yatağının yanına kadar geldi ve durdu. Ellerini özenle önünde birleştirdi. Uzun bir an boyunca konuşmadı; sadece baktı—o bakışta hem bir baba edası, hem derin bir hüzün, hem de saklanmaya çalışılmış bir suçluluk vardı.“Uyanmışsın,” dedi, sesi alçak ama içliydi. “Geçmiş olsun, Berzan.”
Berzan yorgun bir şekilde başını salladı. “Sağ olun.”
Kutsi Bey içinde tuttuklarını bastırmak ister gibi ellerini daha sıkı kenetledi.
“Biliyorum, kafanda sorular var. Ve bu seni yoruyor.” Gözleri bir an Uras’a, sonra Mehlika’ya kaydı. Yeniden Berzan’da durdu. “Ama şimdi zamanı değil. Önce iyileş. Kendini toparla. Hastaneden çıktığında söz veriyorum, sana her şeyi açıklayacağım. Zihnini yorma. O zaman gelince konuşacağız. Her şey bir bir yerli yerine oturacak.”
Odanın içinde ağır bir sessizlik çöktü. Kutsi Bey, bir an daha gözlerini Berzan’ın üzerinde gezdirdi; sanki orada güçlü durmaya çalışan ama kırılgan bir adam görüyordu.
“Ben buralardayım. Bir şeye ihtiyacınız olursa çekinmeyin,” dedi ardından. Yavaşça arkasını döndü, kapıya doğru yöneldi. Çıkarken ne Uras’a ne Mehlika’ya tek kelime etti. Onlara yalnızca hafif bir baş selamı verdi; ölçülü, vakarlı.
Kapı usulca kapandı. Bense dışarıya çıkan adamın peşinden gittim. Ondan öğreneceğim çok şey olduğunu biliyordum. Belki biraz daha pratik yapardık; beni çalıştırır, engin tecrübelerini ve bilgeliğini paylaşırsa, bana çok faydası olurdu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |