Hafil Köyü Şeytan Kral'ın gitmesinden sonra yangın yeriydi. Yerlerde kanlar ve ölü bir çok şeytan ve insan vardı. Köylüler ortalığın sakinleşmesini evlerinde bekliyorlardı. Küçük kız ise onun gittiğini çoktan biliyordu. Onu tutan kişi bir şeytandı ve evlerden birine girdi.
Kızı yere fırlatmıştı çünkü çok sinirliydi. Kafasını yere vuran kız ağlamaya başlayınca diğerleri de vurmaya başladı. Kızın kolları ve ayakları bir patlıcan gibi mosmor olmuştu. Gözü şişmişti ve önünü iyi görememeye başlamıştı. Ne olduğunu anlamamıştı çünkü o daha 3 yaşındaydı.
Köylülerden biri onu kurtarmak için kaldırdı ve kucağına aldı. Kız ağlıyordu ve sesi yankılanıyordu. Acısı çok büyüktü ve ona bunu yapanlar bir çocuğa bunu yapabilecek kadar acımasızlardı. Onu kucağına alan kişi etrafındakilere bağırmaya başladı.
"Küçük Lilia'ya ne yaptığınızı sanıyorsunuz? O daha bir çocuk! Sizin gibi durumu anlamasını mı bekliyorsunuz?"
Diğerleri ağızlarını kapattı ve bir daha konuşmadılar. Kızı sallayarak susturan köylü onu yatağa yatırdı ve üstünü örttü. Yavaş yavaş gözlerini kapatan Lilia uykuya dalmaya başlamıştı. Gözü tamamen kapandığında kendisi bir rüya görüyordu. Rüyasında abisi ve ailesi vardı fakat ailesi dediği kişiler sadece beyazlıktı çünkü Lilia hiç ailesini görmemişti. Ailesini görmemesi Lilia'nın küçük beyninin anıyı tam dolduramamasını sağlamıştı.
Onlarla kulübe gibi bir evde olduğunu görmüştü. Abisiyle çimende koşturuyordu ve bundan zevk alıyor gibiydi. Annesi uzaktan bağırarak "Hadi sofraya gelin." dedi. Üç beyaz hayalet gibi şeyle sofraya oturan sarı saçlı küçük Lilia bunun gerçek olduğunu sanıyordu.
Abisine baktığında sadece beyazlık vardı fakat yine de bir abisi olduğunu biliyordu. Bir abiye sahip olduğunu da köydekiler söylemişti. O hep ailesinin bir gün gelip onu geri alacağına inanıyordu. Küçük kız hayalini ve umudunu sadece rüyasında gerçekleştirebiliyordu. Hep uyumasının nedeni buydu çünkü o ailesinin beyazlıktan normale döndüğünde gerçekten geleceklerine inanan bir şizofrendi.
Küçük Lilia şizofreni semptomlarını daha üç yaşında belli etmeye başlamıştı. Doğduğundan beri hızla gelişiyordu oda nedenini bilmiyordu normalde daha 2 ay önce dünyaya gelen bu kız şimdiden üç yaşındaydı. Yaşadıkları yine de normal değildi çünkü neticede onun aklı sadece iki aylıktı.
Ailesiyle yemek yerken etrafına bakmaya çalışıyordu ve çevresi yemyeşil bir düzlüktü. Sarı ve kırmızı çiçekler yeri süslüyordu, kuşlar ağaçların dallarının üstünde ötüp duruyordu. Nedense bu durum onu hiç rahatsız etmiyordu ve kendisini rüyada daha güvende hissediyordu.
Rüya onun için güvenli bir yerdi ve o rüya görmekten memnundu. Bunun temel sebebi rüyayı sevmesi değil rüyanın gerçek olduğunu düşünmesi. Çok geçmeden yine rüyasının yalan olduğunu abisini tutmaya çalıştığında sadece bir ışık olduğunu gördüğünde anlıyordu.
Yine her zamanki gibi uykusundan sıçrayarak kalktı. Vücudu yara içindeydi ve morluklar vardı. Yataktan inmek istediğinde boyu yetmediği için yere düştü. Evdeki onu fark edip hemen yanına koştu. Koşan kişi bir şeytandı ve büyük şekilsiz boynuzu vardı. Onu kucağına alıp sırtını ovmaya başladı.
"Geçti kızım benim geçti. Merak etme artık güvendesin."
Lilia yüzünü ona dönerek şeytanı yanağından öptü. Utanan şeytanın yüzü domates gibi kızarmıştı. Lilia tatlılığı sebebiyle bazı köylüler tarafından sevilip korunuyordu fakat bazı köylülerde ona saldırıyordu. Döngüsü hep böyleydi ve duygusal olarak çökmesinin temel sebebi buydu.
Köylü yüzünü yıkaması için onu su leğenine götürdü ve eliyle yüzünü sildi. Lilia'nın küçük ve sarı saçlarını bir güzel taradı. Lilia'yı ayaklarının üstüne bırakarak yürümesini söyledi. Lilia yürüyerek kapıyı itti ve dışarı çıktı. Küçük ve paytak ayaklarla yürümeye başladı.
Köy olan olay sonrası toparlanmıştı ve kanlar yerden temizleniyordu. Ölen kişiler için herkes yas tutuyordu. Lilia onların yanına giderek onlarla beraber üzgün bir şekilde duruyordu. Şeytanlardan biri Lilia'yı görünce tekmeleyerek bağırmaya başladı.
"Sen, bizim insanlarımız ölürken onu öldürenle iş birliği yaptın sefil insan!"
Küçük Lilia yine şiddete maruz kalıyordu fakat bu sefer tekmeden sonra diğer şeytanlar vuran şeytanı tutarak yüzüne yumruk attılar. Çoğu köylü ona sinirliydi fakat bu onun çocuk olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.
Yerden kalkıp üstündeki tozları silen Lilia ona vuran kişinin bacağına sarıldı. Etraftaki köylüler onun bu sıcak sarılışını gördüklerinde yürekleri şefkatle doldu. Evde ona saldıranlar ve diğerleri onun bu tatlılığına zarar verdikleri için üzülüyordular. Ona tekme atan kişi bile tekme attığı için ağlıyordu. Lilia kafasını kaldırıp ona baktı.
"Neden ağlıyorsun amca?"
"Ben mi? Ben hiç ağlamam..."
Bunu söylerken bile gözünden yaş geliyordu. Diğer herkes ona tekme atan şeytanın onu kucağına alıp sevmesini bekliyordu. Pençeleriyle onu eline almak için eğilen şeytan onun kolunun morluğunu yakından fark etmişti. Küçük Lilia'nın kolu kırılmıştı fakat o acısını herkesten gizlemişti.
Onu kucağına alan şeytan hemen koşarak hemşireye gitti. Köyün hemşiresi küçük bir binada yaşıyordu ve ismi Kira Patrick'di. Kira vampir görünümlü ve kırmızı bir hemşire kıyafeti giyen epey yaşlı bir hemşireydi. Köylülerin hepsini korumak için yaşıyordu ve tek amacı buydu.
Kızı içeriye getiren şeytan hemşireye bağırarak "Lütfen bu kızın koluna bak!" dedi nefes nefese kalarak. Hemşire oturduğu tahta sandalyeden kalkıp kızı kucağına alıp yavaşça sedyenin üzerine bıraktı. Kızın morarmış olan kolundaki yırtık kıyafeti tamamen yırttı. Kız dişlerine zarar vermesin ve dilini ısırmasın diye ağzına tahta bir çubuk yerleştirdi.
Lilia'nın koluna hafifçe bastırdı ve kırık bölgeyi aramaya çalıştı. Lilia acıdan göz yaşı döküyordu fakat hemşire titizlikle işine devam etmişti. Kırık bölgeye geldiğinde parmağı kırıklara battı. Hemen bölgeye işaret bırakıp kız için destek hazırlamaya başlamıştı. Onu getiren şeytansa hayla durumunu izliyordu.
Tahta çubukların ikisini de kırığa göre ortaladı ve sarmaşıkla sabitledi. Kırığı yerine oturtmak için parmağıyla kırıkları teker teker yerlerine getirip sarmaşığı tamamen sıktı. Üzerine ormanda yetişen şifa otu kreminden sürdüğünde otun büyüsü kolu iyileştirmeye başladı. Bu ot normal değildi çünkü iyileştirme büyüsü kullanabilen bir ottu.
Kızın ağzından tahtayı çıkarıp tatlı yüzüne bakan hemşire onu alnından öptü. Lilia'yı getiren şeytanda sevincini belli etmemek için pençeleriyle yüzünü kapatıp dışarı çıktı. Küçük Lilia yavaşça kalktığında hemşire onu kucağına alıp yere indirdi. Dizlerinin üstüne oturup Lilia'ya "Kendine dikkat et tamam mı? Şeytanlar sizin bildiğiniz gibi değildir. Bugün olan gibi kötü şeytanlar bu köye gelip katledebilir." dedi endişeli bir yüzle. Lilia başını onaylamak için yukarı aşağı salladı. Kapıdan dışarı çıktığında köylüler kapıda bekliyordu.
Hepsinin yüzünde mutlu bir ifade vardı ve bazıları yere uzanıp özür diler bir şekilde duruyordu. Küçük Lilia özür dileyenlerin yanına gidip onların başlarına sarıldı. Küçük elleri ve küçük bedeni şeytanların baş kısmından daha küçüktü bu yüzden bazıları kafasından indirip kucaklamayı seçti. Teker teker hepsine sarılıp onların iyi hissetmesini sağladı.
Son sarıldığı kişi ona tekme atan kişiydi. Lilia'ya sarılıp ağlayarak "Özür dilerim sana vurmamam gerekiyordu. Ölenler senin değil bizim suçumuzdu. Sen o katili durdurmak için ona yakın davrandın." dedi gözünden yaşlar akarken. Lilia şeytanın büyük boynuzlarını küçük eliyle tutmaya çalışıp "Beni seviyor musunuz?" dedi. Tüm köylüler hep bir ağızdan konuşmaya başladı.
"Küçük Lilia'yı çok seviyoruz."
"Sen olmasan bu köyde neşemiz olmaz."
"Bizim şefimiz olmalısın!"
"Biz şeytanlar bile senden daha güçsüzüz. Sen bizim için bir kraliçesin!"
"Tanrı seni ve bizi desteklediği sürece hayatımıza devam edebiliriz!"
Sloganlarıyla onu desteklediler ve sürekli el üstünde tuttular. Küçük Lilia köylülerin artık en sevilen kızı olmuştu. Köy eskisi gibi bir yer değildi artık neşe ve huzur hakim olacaktı. Bu uzun zaman sürmeyecek bir sevgiydi.
Lilia etrafta gezinirken diğer köylüler işlerine geri döndüler. Köy artık normale dönmeliydi. Şeytan ordusu ise olayın haberini almıştı ve bir öncü birlik göndermişti. Koyu mor olan bu bayrağın üzerinde iki tane şeytan boynuzu, kuru kafa figürü ve kurukafanın arkasında bir büyü çemberi vardı. 20 kişi olan bu bölük köye girmişti. Koloton onlara izin verdiği için insanlara dokunmadılar bile.
Köy şefine giden bölük komutanı bir ayıya benziyordu. Ayı gibi kalın bir kürkü ve burnu vardı. Silah olarak kırbaç kullanıyordu. Köyün şefi önönde diz çöktüğünde diğer tüm köylülerde diz çöktü. Bir tek Lilia bebek olduğu için anlamamıştı ve o ayakta duruyordu. Gelen komutan onu görünce güldü ve yanına gidip dizlerinin üstüne oturdu. Lilia onun yüzüne sürekli bakınca daha fazla gülmeye başladı.
"Hahahah, ne kadarda tatlı bir insan. Benim karşımda ayakta durabiliyor. Hadi gel beraber bu salak köylüleri sorgulayalım."
Ayağa kalkıp Lilia'nın elinden tutarak köyün şefinin yanına gitti. Önünde durup şefe ayağı kalkmasını söyledi. Şef ayağı kalktığında diğerleri hayla dizlerinin üstüne çökmüş bekliyordu. Komutan herkese kalkmasını söyleyip konuşmaya başladı.
"Burada ne oldu anlat bakayım. Neden bu küçük kızın kolu kırık? Sizler esir insanlara mı saldırıyorsunuz?"
"Evet bizim yüzümüzden kız bu hale geldi efendim."
"Huh? Siz küçük bir kıza mı dokundunuz?"
Komutan kırbacını çıkarttığında herkes korkmaya başladı. Komutanın aurası etrafa yayılıyordu ve bu onları korkutuyordu. Komutan şefe kırbacıyla bir kaç kez vurdu ve kollarını kanattı. Lilia üzülüp yapmaması için komutanın pantolonunu çekmeye başladı. Komutan eğilerek Lilia'ya "Merak etme hak etiğini buldu. Bunlar bundan anlar." dedi kırbacını sallamaya devam ederek.
Diğerlerine geçeceği esnada uzaktan bir mana sezdi. Korkutucu bir manaydı ve etraftaki tüm aurayı bozuyordu. Şefe arkasına dönmesini söyleyerek "Oradan bir şeytan geliyor. Aurası vikontlardan bile daha yoğun." dedi. Şef oraya döndüğünde komutan aurasını geri çektiği için köylüler aurayı tanımıştı... Bu aura Tokito'ya aitti. Köylüler paniğe kapıldılar ve kaçmaya başladılar.
Komutan durumu kavramadığı için şefi ensesinden tutarak "Burada ne oluyor neden kaçıyorsunuz?" dedi. Şef korkudan titreyen sesiyle "Buraya gelip köylüleri öldürüp giden o canavar geri dönüyor. Hapishane tarafına gitmişti o gidince canavarların sesi azalmıştı." dedi. Komutan bile aurası kaybolduğu için korkuyordu.
Tokito neden geri dönüyordu? Rodius ve Nanagi'ye ne oldu? Canavar olan Tokito köyü yok etmek için geri mi döndü? Bu soruların cevabı o hapishanede yatıyordu...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
144 Okunma |
33 Oy |
0 Takip |
33 Bölümlü Kitap |