Kuzey Karademir
Yorgunlukla uyulan bir uyku çoğu zaman baygınlık gibi olurdu. Ne bir rüya görürdü insan ne de ne zaman uyuduğunu hatırlardı. Gözlerini açtığı ana kadar bilinçsizce süzülürdü bir kara deliğin içinde. Ben de bu kara deliğin içinde, ne zaman daldığımı bilmediğim bir uykudayken şiddetli bir sarsıntı beni uyandırdı. Bilincimi kazanıp gözlerimi açtığım o ilk anda hissettiğim ilk duygu dehşet olurdu. Bu, yaşadığım hayatın her an bana getirebileceği tehlikelerden veya karıştığım son işin boktan oluşundan dolayı olabilirdi.
Emir'in yüzü, uykumdan uyandığım anda görmek istemeyeceğim kadar gergindi. "Ne oluyor lan?" Derken doğrulmuş yüzüne bakıyordum.
"Doğan burada."
"Siktir siktir siktir!"
Yataktan hızlıca kalktım. Ayağıma dolanan yorgan ile birlikte yere doğru kapaklanınca bir küfür daha mırıldandım. Yüzümü buruşturarak yerden kalktım ve dolaptan aldığım kazağı hızlıca üzerime geçirdim. "Buraya kadar nasıl gelebilir?" Soruma cevabı beklerken aynı zamanda çekmeceleri açıp hangisine koyduğumu hatırlamadığım silahımı arıyordum.
"Doğan'ın canını fena sıktın."
Sonunda silahımı belime yerleştirip Emir'i takip ettim. Evden çıkarken etrafa bakındım ama Gökçe'yi göremedim. Yoğun bir stres dalgası ile bahçe kapısına yürüdük. Henüz başlamış olan yağmur adımlarımızın hızına yetişemiyordu. Yabancı bir araba ve tanıdık bir adam göz hapsimize giren ilk şeyler oldu. Doğan'ın iri yarı bedeninden dolayı henüz seçebildiğim Derin endişemi ikiye katladı.
"Derin orada." Dediğimde Emir de onu yeni fark etmiş olmalıydı ki adımlarını hızlandırdı. "Her belanın içine kendini atmayı nasıl beceriyor bu kız?" Sesi öfkeliydi.
Demir kapının bir adım mesafesinde durduğumuzda Doğan'ın gözü bize döndü. Bana bakışı şüphesiz tek gözüne rağmen öldürücüydü. Tatsız bir ifade ile ağzını gıcırdattı.
"Eve geç Asu." Emir bunu söylerken Derin'e bakmıyordu. Eli her an beline gidebilecek kadar tetikteydi. "Neler oluyor?" Derin'in sorusu öfke ile ona dönmesine neden oldu. "Eve geç dedim!" diye sertçe konuştuğunda Derin bu kez bir şey demedi.
Doğan'a kısa bir bakış attıktan sonra demir kapıyı itip içeri girdi. Yanımızdan geçeceği sırada kolundan tuttum, bu tutuş hissedemeyeceği kadar hafifti ama hepimiz tetikte olmalıydık ki anında durup mavi gözlerini gözlerime çevirdi. Kulağına eğilip fısıldarken kimsenin bizi duymayacağına emindim. "Gökçe asla odadan çıkmasın Derin. Doğan burada." Dediklerimin yüzünde bıraktığı etkiyi kaçırmadım. Sertçe yutkundu ve kafasını salladıktan hemen sonra hızlı adımlarla içeri gitti.
"Kapıyı açacak mısınız artık?"
Doğan kapıya doğru bir adım attığında üzerinde ki deri monta rağmen belinde ki silahı gördüm. Yağmur hızını arttırıp çıplak kafasını çoktan sırılsıklam etmişti. Damlalar oradan kayıp sakallarına kadar geliyordu. Yağmurun ıslaklığı en az bizim kadar onun da umurunda değildi.
"Buraya silahınla giremezsin." Dedi Emir. Bu dediği uyulması gereken bir kuralmışçasına konuşmuştu. "Ne için geldiğimi biliyorsun Emir." Doğan bunları söylerken kapıya yaklaştı. Emir ile ellerimiz eş zamanlı belimize gitti. İkimiz de silahlara dokunmadık ama tek bir hamlede ona kavrayabilecek kadar yakındık. "Kardeşin benden bir şey çaldı." Dedi Doğan. Tükürürcesine.
"Kızı isteyen İhsandı." Doğan bu sözlere karşı kafasını hafifçe salladı. "Ama kızım onda değil." Yavaşça bana döndüğünde tek gözü aralanmış, beyazlığı belirginleşmişti. "Güzel kızım nerede Kuzey?"
"Elinde yüzlerce kız var Doğan Azrak. Biri için ayaklarımıza kadar gelmene gerek var mıydı?" Sözlerim onu öfkelendirdi. Sesini duyabileceğim kadar sert bir şekilde dişlerini gıcırdattı. Hala bana bakıyorken Emir'e hitaben konuştu. "Onu kurtaramayacaksın. Kardeşini öldüreceğim. Cesedini de siksinler diye evime götüreceğim."
"Dene bakalım." Dedi Emir. İki kelimede yüzlerce tehdit vardı. Doğan yarım ağız güldü ve hala bize bakıyorken geri birkaç adım gitti sonra yavaş hareketlerle kapısını açıp arabaya bindi. Araba demir kapılardan uzaklaşıp gözden kayboldu.
Doğan Azrak tescillenmiş bir şekilde düşmanımızdı artık, beni öldürmeye de yeminliydi. İhsan Kulaç da bu sabah hesabımıza gönderdiği paranın ardından Gökçe'yi ona vermediğimiz takdirde düşmanlığını kesinleştirecekti. Ölmemi isteyen iki orospu çocuğu dışında elde pek bir şey yoktu.
Çağdaş Karademir yediğin haltları öğrenince üç olacak.
Muhasebede ki açık kapandığı için kumarda giden paradan haberdar olmayacaktı ama Gökçe olayını duyacaktı. Masa bu olayı konuşacaktı. İşte o zaman tam anlamıyla bitecektim.
"Bora'ya haber ver bir saate Avcı'nın mekanda olun ikinizde." Emir Söylediklerinden sonra kapıdan çıktı. Arabasına gitmeden önce bana döndü. "Halletmem gereken bir iş var ardından ben de oraya geleceğim. Ölmemeye çalış"
Emir arabasına binip gittiğinde bir süre olduğum yerde kaldım. Damağımda boktan bir tat vardı. Başım fena halde dertteydi ve eğer tahmin ettiğim gibi Doğan da masadansa Emir'in beni kurtarmasının imkanı yoktu.
Güvenlikçi ile göz göze geldiğimizde endişe ile suratıma bakıyordu. Parmağımı kaldırıp yavaşça sus işareti yaptım. Başının hafifçe salladı. Bu, babama bir şey söylemeyeceği konusunda ki sözsüz anlaşmamızdı.
Telefonu çıkarıp Bora'yı aradım ama açmadı. Her açmayışında aramaya devam ederek eve adımlıyordum. Sonunda açtığında sesi, bu ısrarım için olsa gerek oldukça sertti, Bora kolay kolay sert konuşmazdı.
"Açmamama rağmen tam sekiz kez beni arayıp toplantıyı bölmenizin sebebini sorabilir miyim Kuzey Bey?"
"Bir saate avcının mekanda ol." Derken kapıya varmış fakat içeri girmemiştim. Sözlerimden sonra birkaç adım sesi ile eş değer kapı sesi duydum. Muhtemelen yalnız kalacağı bir yere geçti.
"Ne oldu?" Dedi gergince. "Doğan geldi." Sesim olabildiğince sakindi ama asla sakin değildim. "Eve mi?" Sorduğuna inanmıyor gibi konuşmuştu. "Evet." Diye onayladım onu.
"Gökçe'yi gördü mü?" Endişesine ortak oldum. Doğan'ı gördüğüm ilk anda düşündüğüm ilk şey Gökçe'yi evimizde görürse ne yapacağı olmuştu. "Hayır." Derken oldukça gergindim.
"Öylece gelip gitti mi yani?"
"Beni öldürüp siktireceğini söyledi." Bora alayla güldü. "İyi bari önce siktirip sonra da öldürebilirdi."
"Çok şey değişti amına koyayım."
"Canlı canlı sikilmek istiyorsan o ayrı tabi."
"Bora önce belanı sonra seni sikeceğim görüceksin o zaman ne istediğimi. Kapat bir saate Avcı'nın mekanda ol." Bora alayına son verip toparlandı. "Eve gelip üzerimi değiştireceğim seni de alırım."
"Tamam." Telefonu kapatıp içeriye girdim. Etrafta dolanan hizmetçiler dışında kimse yoktu.
Her bir adımda istemsizce saydığım merdivenlerin gıcırtısı beynimde yankılanıyordu. Sanki adımlarıma eşlik eden gıcırtı son basamağa ulaşana kadar sadece benim anladığım bir şarkıyı oluşturuyordu. Şarkı çoğu zaman ölümü ve beraberinde getirdiği dehşeti anlatıyordu. Bu evin her bir duvarı, her basamağı, her odası ve hatta birbirlerine bağlanıp varlığını ortaya koyduğu her tahtası ölümü tanıyordu. Kimi seslice dinlemişti ölümün şarkısını, kimi fısıltılarla, kimi bizzat taşıyordu o kanı. Belki bir gün benim ölümümün şarkısını da dinleyeceklerdi. O şarkının notaları yazılacaktı kanımla tahtalarına. Belki çok yakındaydı o şarkının çalınması. Belki katlinin kim olacağı ve hangi silahı seçtiği çoktan yazılmıştı bestesine. Ve benim ruhum da öldüğü yerde bir izini bırakacaktı hiç silinmeyen.
Beynimin her bir kıvrımına sıra sıra dizilen camdan duvarlar parçalanıp döküldü. Onları böyle bir anda patlatıp yok eden düşünce ölümümdü.
Zehirli düşüncelerden uzaklaştığımda gözlerim Derin'nin odasının kapısındaydı. Doğan'nın gittiğini haber vermek istedim. Kapının önünde bir süre kararsızca dikildim, Gökçe'nin bana olan bakışlarını görmek istemiyordum. İri kahve gözleri yüzümde gezinirken her defasında tanıdığı en boktan herifmişim gibi hissettiriyordu. Oysa onun hayatında benden çok daha boktan herifler olmalıydı.
Kararsızlıklar içinde kaybolmadan hemen önce kapıyı tıklattım. Hiçbir ses gelmeyince birkaç kez daha tıklattım. Yine ses alamadım. Kapıyı araladığımda odada kimse yoktu. Doğan'nın gidişini kendi gözlerimle görmüştüm ama yine de garip bir endişe beni yakaladı. Göremediğim bir açı varmış gibi odanın her yerine göz gezdirdim, bildiğim boşluk bana göz kırptığında banyo kapısına doğru adımlayıp tıklattım. Kapı açıldığı anda tıklatmaktan öteye geçip seslenmem gerektiğini anlamıştım, Gökçe yüksek ihtimalle kapıyı çalanın Derin olduğunu sanmıştı. Bu yüzden üzerinde bedeninin neredeyse hiçbir yerini kapatmayacak kadar küçük iç çamaşırları ile karşımda duruyordu.
Bembeyaz teni, kıvrımlı vücudu ve dolgun göğüsleri başka her ihtimalde beni deli gibi etkileyebilirdi ama gözlerimi hapsine alan nefes kesici vücudu değildi, köpürcük kemiğinden göbek deliğine kadar uzanan yarık iziydi.
Daha önce bir kez Bora'nın seviyesiz şakalarının birinde omzumdan yaralanmıştım. Elinde salladığı kelebeği, ilgimi çekmeyen birkaç hareket ile göstermek isterken yaralamıştı beni. Yalnızca beş dikişlik bir kesiğin etimi nasıl yaktığını hatırlıyordum. Böylesi bir yara için kaç dikiş gerekirdi? Bıçak ne kadar derine batmıştı? Gökçe'nin canı ne kadar yanmıştı?
"Bana bakmayı kesecek misin?" Dediğinde kendime geldim. Gözlerim etlerin büzüşüp bıraktığı izden onun kahve gözlerine döndüğünde sertçe yutkundum. Göğsümden boğazıma yükselip beni mahveden bu hisde neyin nesiydi?
Vicdanın olabilir mi Kuzey?
Olabilirdi tabii. En son ne zaman böylesine yakıp kül etmişti beni vicdanım?
"Bunu sana kim yaptı?" Derken sesim buz gibiydi. Sanki bir isim verse gidip öldürebilirmişim gibi. Bana baktı öylece, vücuduna değilde yarasına baktığımı anladığı ilk anda değişen tüm duygularını okuyabildim. O gözler öylesine açıktı ki, her bir duyguyu bağırıyordu adeta.
"İhsan." Fısıldayışı ile vicdan azabı bir çığ gibi büyüdü. Başlangıçta küçük bir küreden ibaret olan o kar, uzun ve sonu görünmeyen bir yokuştan sürüklendikçe sürüklendi. Her an büyüdü ve büyüdükçe sertleşip çarptığı her şeyi öldürebilecek kadar tehlikeli bir hal aldı.
Şüphesiz o yokuşun sonunda ben vardım.
Onu ihsana verecektim, kendi ellerimle.
"Neden?" Diye fısıldadım. Bir sebep sunarsa vicdanım rahatlayabilirmiş gibi. Bir sebep o çığı durdurabilirmiş gibi.
Göz bebekleri titredi. "Bununla tatmin oluyor." Dediğinde yokuş bitti ve o çığ bana çarpıp her bir parçamı bir tarafa fırlattı. Böylesine parçalanmışken, her zerremde dehşeti hissedebildim. O üç kelimenin altındakini biliyordum. Gökçe ile sevişirken yapmıştı bunu. Bu şekilde zevki doruğuna ulaştırmış ve tatmin olmuştu. Mazoşistdi. Onu böylesine yaraladığı halde başına para koymuştu, tekrar tekrar yaralayarak sevişebilmek için. Gökçe'yi istemişti, bunu yapabileceği yüzlerce kurban bulabilecekken.
"Sana takıntılı." Diye fısıldadım aynı onun gibi fakat müthiş bir uyanışla. Kafasını salladı usulca. "Gecelerin çoğunu yanımda geçirecek kadar." Gözleri o saldırgan halinde asla göremeyeceğim yaşlarla buğulandı. "İlk kez mi yaktı canını böyle?" Sorum bundan başka bir yarası var mıydı öğrenmek içindi. Onu sağa sola çevirip başka bir iz olup olmadığını kontrol edebilecek kadar şoktaydım.
"Acı hep vardır, tokatlar ve basit kesikler de öyle. Böylesine derin bir yara ise Doğan'ın kabul etmeyeceği bir seviyede. Bizi önemsediği için değil, eğer ölürsek bedenimiz para etmez."
Vicdan azabı ve diğer tüm boktan duygulara bir de öfke eklendi.
Adaletini siktiğim dünya.
Yanağına doğru akan birkaç damla yaş çıplaklığından daha çok utandırdı onu. İnce ve zarif parmakları ile hızlıca sildi yanaklarını.
"Doğan'ın eline nasıl düştün Gökçe?" Kafasını usulca sağa sola salladı. "Bir önemi var mı?" Dedi. Artık olanların ve olacakların zerre önemi yok dercesine. Artık hiçbir şeyin, bedeninin satılmış olmasının veyahut böylesine yaralanmış olmanın bir önemi yok dercesine konuştu. "Yok mu?" Derken adeta inlemiştim. Sanki gözlerimin gördüğü ilk acımasızlıktı Gökçe. Sanki Allahın her günü yüzlercesine gözlerimizi kapatmıyormuşuz gibi sormuştum.
"Önemli olan nasıl düştüğüm değil Kuzey." Dedi. İlk kez adımı söylemişti. İlk kez normal bir konuşma yaşanmıştı aramızda ve böylesine izinsizce açmasaydım kapıyı asla göremeyeceğim ve bilemeyeceğim yarasını anlatmıştı bana. "Asıl önemli olan kim tarafından düşürüldüğüm." Diyerek cümlesini tamamladığında tek kurşunlu bir silahın tek seferde kurbanı oldum. Eğer kimin tarafından düşürüldüğü önemliyse düşüren kişi önemli demekti ve bu ağırdı, bu çok ağırdı. Merak tenimi yaktı, sözlerimle arama giren şey telefonumun sesi oldu. Bora'nın adını gördüğümde gitmem gerektiğini biliyordum. Aramayı sonlandırıp Gökçe'nin acı ile kasılmış yüzüne baktım son kez.
"Gitmem gerek Gökçe. Doğan gitti bu yüzden endişelenmene gerek yok, bunu söylemek için gelmiştim." Yalnızca kafasını salladı. Arkamı dönüp kapıya yürüdüm, defalarca bir şeyler söylemek istedim ama zihnimde hiçbir şey canlanmadı bu yüzden sessizce odadan çıktım.
***
İzbe bir sokağın, birikmiş yağmur sularına ev sahipliği yaptığı çukurlarından birinde durdu araba. Çamura bulanmış suyu kaldırımlara fışkırtan tekerlekler de nasibini aldı bu kirden. Her biri, bir diğerinden tekinsiz duran apartmanların en yükseğindeydi Avcı. Ufak bir sarsıntıya kurban gideceğini kilometrelerce öteden anlayabileceğiniz bir vasatlıktaydı apartman.
Arabadan indiğimiz andan itibaren bizi hızla ıslatmaya başlayan yağmura inat apartmana girmeden Emir'in arabasının burada olup olmadığını kontrol ettim. Yıllanmış arabaların arasında bir cevher gibi parlayan arabayı görünce binaya yürümeye başladım.
Kırık bir kapının ardından gelen merdivenler karanlıkta kaybolmuştu. Yıllar önce belki de kusursuz çalışan lambalar şu an için işe yaramazdı. Gözlerimin zorlukla seçtiği basamakları tırmanırken geçtiğimiz evlerin içlerinden gelen sesleri duyabiliyordum. İlk katta gelen tartışma sesi iki farklı erkeğe aitti. İkinci katta ki inleme sesleri bir duvar ötede ki iki insansın seksinden mi yoksa açılmış bir pornodan mı geliyordu emin olamadım. Üçüncü katta sessizlik vardı. Dördüncü katta birkaç erkek sesi ile beraber anladığım kadarıyla çekişmeli bir kart oyunu dönüyordu. Beşinci katta yalnızca televizyon sesi vardı. Altıncı katta ise Avcı'nın alışık olduğumuz müziklerinden biri açıktı. Bora kapıyı yumruklarken aynı zamanda zile basmıştı, bu sayede müziğe rağmen bizi duymaları uzun sürmemişti.
Kapıyı açan Avcıydı. Üzerinde sıklıkla gördüğüm siyah atleti ve kamuflaj desenli pantolonu vardı. Omzundan bileklerine kadar uzanan dövmelere yenilerinin eklendiğini anlayacağım kızarıklıklar bana göz kırptı.
"Leş ayakkabılarınızı çıkarın. Habire yerleri silemem." Ardından içeri girerken homurdandım. "Evin çok temiz ya sanki göt."
Bora ile içeri girip arka odaya yürüdük. Loş bir ışıkla aydınlatılmış odada koltuklardan birine yayılmış olan Emir sigarasını içiyordu. Avcı da tekli koltuklardan birine oturmuş önünde ki geniş sehpaya açtığı silahlarını özenle temizliyordu. Emir'in yanına oturduğumda kısık gözleri ile bana bakıp paketini uzattı. İtiraz etmeden bir dal alıp yaktım.
"Ne sik yediniz bakalım yine?" Avcı hala silahlarını siliyorken konuşmuştu. "Doğan Azrak ölmemi istiyor." Dedim sigaramdan derin bir nefes çekerken.
"Onu öfkelendirecek ne yaptın?" Bu kez bakışları bana dönmüştü. Bora araya girerek konuştu. "Kızlarından birini kaçırdı."
Avcı elinde ki her şeyi masaya bırakıp Emir'e döndü. "Onu koruyamayız Doğan durmaz, Kuzey ölene kadar vazgeçmez. Hatta tüm Karademirleri kurşuna dizer."
"O iş o kadar kolay değil." Dedi Emir. "Masanın bazı kuralları var." Bu dediği ile gergince güldüm. "Yalnızca ben geberiyorum sanırım." Dediklerim komik bir şeymişçesine güldü Avcı.
"Bir planım var Kuzey'i dokunulmaz yapacak."
O an Avcı kısacık kestiği saçlarını kaşıdı ve anlamak istercesine Emir'e baktı. Başlangıçta gergin duran yüzü gevşedi ve sırıttı. "Şerefsizsin. Doğan'ı kudurtacaksın." Dediğinde Emir de sırıttı.
"Nasıl dokunulmaz yapacaksın?" Dedi Bora kaşlarını çatarak. "Vekilim olacak." Emir'in sözleri ile kafasını sağa sola salladı. "Babam seni gebertir."
"Onunla daha sonra ilgileneceğim."
Emir yayıldığı koltuktan kalktı ve odanın köşesinde duran masaya ilerledi. Çekmecelerini karıştırıp eline aldığı bir dosya ile yanıma geldi ve Avcı'nın silahlarının parçalarını köşeye iterek dosyayı masaya koydu. Dosyayı açtığında içinde iki adama ait fotoğraflar vardı. Bir fotoğrafı alıp masanın ortasına doğru itti. Oldukça yaşlı duruyordu, beyaz sakalları ve saçları içinde tek tel siyah yoktu sanki.
"Behram Çevik." Dedi Emir biz hala fotoğrafa bakıyorken. "Masadan. Uyuşturucu ticaretinin başında. Ülkeye giren çıkan her malın sahibi, ondan habersiz beyazdan satmaya çalışanı gebertir. Satıcılarının satıcıları, onların satıcıları ve hatta onların bile satıcıları olan bir ağacın kökü gibi salınmış öyle büyük bir organize ki aklınız durur. Mallar hep Behram'dan alınır, paralar ona gelir ve o da işlerinin karşılığını verir. Bir kızı var bildiğim kadarıyla ama Türkiye de değil, ismi bile bilinmez."
Başka bir fotoğrafı Behram'ın fotoğrafının üzerine attı. Esmer, yüzünün zayıflığından vücudunun bile nasıl olacağını tahmin edebileceğimiz bir adamdı. Yaşını kestiremeyeceğim kadar büzüşmüş bir derisi vardı. "Cahit Soykamer. Yasa dışı silah ticareti. Tek satıcı kendisi, genelde bu camidan isimlere toplu satışlar yapıyor. Güvenmediği adamla iş yapmaz. El altından orada burada silah satışı yapan kimseye dokunmaz, yalnızca kendi işine bakıyor. Evli ve iki oğlu var. Masada bize zararı dokunacak son adam diyebiliriz."
Emir geriye yaslandığında biraz düşünceli görünüyordu fakat masada ki adamları iyice tanıyabilmem için konuşmaya devam etti. "Doğan Azrak, zaten tanıyorsunuz. Kadın ticaretinde, bildiğimiz şeyler. İhsan Kulaç ise insan ticareti yapıyor."
"O ne demek amına koyayım?" En az Bora kadar ne olduğunu anlamamıştım. "Masanın en pislik adamıydı. Depremlerde kaybolan insanlar, sınırları geçmeye çalışan mülteciler, haberlerde denk geldiğiniz, bir gün ortalıktan kaybolan ve bulunamayan insanlar hepsi İhsan Kulaç'ın kurduğu insafsız bir şebekenin kurbanı."
"Ne yapıyor onlara?" Dedim meraktan uzak saf mide bulantısı ile. "Kimini organları için satıyor, kadınların çoğunu Doğan'a satıyor, çocukları...Orospu çocuğu pedofili heriflere satıyor. Kalanları ise canlarının zerre önemi olmayan, aklınızın almayacağı pislik deneyler için anlaştığı bir yere satıyor. İnsan deneyleri. Sattığı yerin devletle bağlantılı olması da çok olası."
Çocuklar.
Eğer kafamın içinde bana güçsüz olduğumu bağırıp duran Çağdaş Karademir olmasaydı hemen buraya kusabilirdim. Hepsi başlı başına boktan şeylerdi ama çocuklar... İhsan Kulaç gebermeliydi. Onu öldürecektim, ne pahasına olursa olsun o herifi gebertecektim.
"Siktiğim pezevengine bak sen." Dedi Bora öfkeyle. "O masaya oturmak için bu adinin boğazını kesmeliydin."
"Onun boğazını kesseydim onun işlerini devralacaktım." Emir'in söyledikleri ile gözlerim ona döndü. "Neyi devraldın peki?" O sırada Avcı temizlediği silahlarını toparlamıştı. Loş ışığa rağmen parlak görünen dürbünlü silahı bana doğrultup tek gözünü kapatarak dürbüne eğildi ve sırıttı. "Kiralık katiller." Dedi.
"Peki ya babam? Onun ticareti ne?" Bora bunu sorarken oldukça gerilmişti. Hep alaylı olan ruh halinden eser yoktu, belki onunda güçsüz görünmekten korktuğu için içinde tuttuğu iğrenç bir sıvı vardı.
"Çağdaş Karademir masanın en tehlikeli adamı. Hepsinin parasını aklayan, her işin arkasında ki isimlere karar veren, kendini riske atmadan paranın tadını çıkaran manipülatif ve İhsandan bile belki daha vicdansız bir adam. İş birliği içinde olduğu siyasi isimleri bilseniz aklınız durur. Kendisi için çocuklarını bile kurban eder, bunu o masada yapacak tek adam o."
"Hepsini mi?" Dedi Bora. "Sikik sikik konuşma." Diyerek onu terslememe aldırmadı. Gözlerim Emir'e döndüğünde yüzüne an be an oturan öfkeyi seçmek zor değildi. "Hepsi Bora." Dedi dişlerinin arasından. "Piç olan beni de olmayan seni de gözünü kırpmadan kurban eder."
"Masa ne zaman toplanacak?" Diyerek konuyu değiştirdi Avcı. Emir'in öfkesi ile uğraşmak istemiyor gibiydi. "Pazar gecesi." Dedi Emir. "Nerede olacak görüşme?" Sorumla beraber Emir koltuğa gelişigüzel atılmış deri ceketinin cebinden bir zarf çıkardı ve bana uzattı. Zarfı açıp içinde ki adrese baktım. Kesinlikle neresi olduğu hakkında en ufak fikrim yoktu.
İstanbul'un her yerini bildiğimi sanıyordum ama içine girince muhtemelen kendimi kurtaramayacağım bu bataklıkta hiç bilmediğim bir İstanbul ile tanışacağıma emindim.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
44k Okunma |
2.18k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |