7. Bölüm

7. Bölüm "Dikenli Duvarlar"

Songül harmanda
sonsuzluksb

Derin Asu Aldinç

 

 

 

Çağdaş Karademir.

 

Üçüncü şüpheli.

 

Bir çatı altında, farklı odalarda, farklı kadınlarla olabilecek kadar aşağılık bir adam. Birinin onu görmesi korkacağı bir şey değil, onu gören gözlerin bunu yok sayacağının farkında. Kaçıncı aldatışında adımları bu kadar rahat olurdu insanın? Hangi seferden sonra aynı evde karın varken yapabilirdin bunu? Karısının olduğu bir evde, bir hizmetçiyle yatan adamın genç bir kızdan faydalanmak istemeyeceği ne malumdu?

 

Bu faydalanışı gizlemek için onu intihara zorlamak böyle bir adam için ne kadar zordu?

 

Tenimi yakıp kavuran öfke hem Lale hem de annem içindi. Tüm bunlar için gidip o adamdan hesap sormak istiyordum. İtiraf etsin ve bu işkencem son bulsun istiyordum. Ama dudaklarımın üzerine kapanmış bir el ve bedenimi duvara sabitlemiş bir beden vardı. Ondan kurtulmak için çaba vermeme kalmadan bir adım sesi dikkatimizi dağıttı.

 

Kuzey şaşkın bakışları ile bize bakarken

"Ne halt oluyor burada?" Diye söylendi. Sorusu Emir'i öfkelendirmişti.

 

"Sen niye dolanıyorsun bu saatte?"

 

"Sen çağırdın beni amına koyayım."

 

"Bahçeye gel dedim ben."

 

"Uçarak mı ineyim bahçeye? Hem sen ne diye Derin'in ağzını kapatıyorsun? Ne boklar dönüyor yine?"

 

Emir ile çok kısa bir an göz göze geldik. Anın şoku ile hiçbir şeye tepki veremedim.

 

"Bir şey yok. Bahçeye geç geliyorum ben." Dedikten hemen sonra Kuzey karşı gelmeden yanımızdan ayrıldı. Onun gidişi sanki beni kendime getirmiş gibi Emir'in elini ittim.

 

"Biliyor muydun? Annemi aldattığını biliyor muydun?"

 

"Sesini kıs Asu." Dedi sert ama kısık bir sesle. Duvardan ayrılmak istediğimde buna izin vermedi. "Kısmayacağım. Susmayacağım. O şerefsiz babana gidip bunun hesabını soracağım."

 

"Onu gördüğünü bildiği takdirde neler olacağı konusunda bir fikrin var mı? Üstelik annen bile buna sesini çıkarmazken."

 

Bu eve geldiğimden bu yana öğrendiklerimin bende bıraktığı deprem etkisine bir yenisi eklendi. Annem biliyordu. Onu aldattığını biliyor ve susuyordu. Bu, Çağdaş Karademir'i başka bir kadınla görmekten daha çok sarstı beni.

 

"Biliyor mu?" Diye fısıldadığımda artık Emir'den kurtulmaya çalışmıyordum. "Biliyor." Dedi aynı benim gibi fısıltıyla.

 

"Neden susuyor?" Dedim. Bu soru özünde kendi kendime sorduğum bir soruydu, belki gidipte anneme sormak istediğimdi ama sesli dile getirince Emir'e soruyor olmuştum.

 

"Çünkü doğru olduğuna inandığı bir şey için her şeyi geride bıraktı. Şimdi o doğrunun yanlışlığını kabul etmesi çok zor."

 

Biliyordu. Annemin bizi terk ettiğini, her şeyi bırakıp babası ile evlendiğini biliyordu. Belki geride kalanların hangi acılarla savaştığını bilmiyordu ama terk edilişimizi biliyordu. Kendimi çırılçıplak hissettim. Onun, en büyük yaralarımdan birini bilmesi beni savunmasız bırakmış gibi hissettirdi. Söylediği gibi, kuşandığım dikenlerim bir bir dökülüyor gibi hissettim ve verdiğim onca çabaya rağmen gözlerim doldu. Sadece birkaç dakika dayanabilmek istedim ama bedenim bana ihanet etti ve birkaç damla yaş yanaklarıma süzüldü. Emir afalladı. Yanaklarıma süzülen o yaşlara baktı, sonra hala yaşlarla dolu olan gözlerime çevirdi gözlerini.

 

"Asu" dedi sadece. Ne yapacağını bilmiyor gibiydi. "Bırak beni Emir." Dedim. Sözlerime karşı koymadı ve geri çekildi. Hızlıca o karanlık koridordan ayrıldım.

 

Nefes almanın imkansızlaştığı anlardan birindeydim. Merdivenler uzadıkça uzuyor, bir türlü ikinci kata varamıyordum. Bu amansız çabaya son verip basamaklardan birine çöktüm. Elimi göğsüme koyup karşı koymaktan vazgeçtiğim göz yaşlarımı akıttım. Belki annemin bize tercih ettiği hayat çok güzel olsaydı bu kadar sarsılmazdım. Fakat değmeyecek bir hayat için bize yaşattığı her şey omzuma bindi. Omzumda ki yüklerin en ağır olanı ise bu hayatı tercih ettiği için ölen kardeşimin cansız bedeniydi. Sakinleşmek için derin nefesler aldım. O merdiven uzun bir süre acılarıma ev sahipliği yaptı. Göğüsüm her kalkıp inişinde bir nefesi ciğerlerimde hissedebilseydim daha çabuk toparlanabilirdim ama hissedemedim.

 

Tam 10 yıl önce bizi terk ettiğinde bana bıraktığı bir armağandı bu. Panik ataklar. Ellerimi titreten, kalbimin deli gibi atmasına neden olup en sonunda bayılıp kalmama sebep olacak kadar ileri düzeyde panik ataklardı. Oysa son bir yılda oldukça azalmıştı. Şimdi ise bizi terk ettiği geceden daha büyük bir panik atak geçiriyordum sanki. Ya da uzun zamandır panik atak geçirmiyor oluşum bana nasıl hissettirdiğini unutturmuştu. Ellerim göğsümde ağlayarak sakinleşmeye çabaladım. Kalbim devamlı hızlanıyordu sanki. Her bir baskısı göğüsüme bir bıçak gibi batıyordu.

 

Hadi Asu, nefes al!

 

4 saniye nefes al.

 

Şimdi 7 saniye o nefesi tut.

 

8 saniye geri ver.

 

Bunu tekrarla.

 

Babamın sesi kulaklarımdaydı. Her defasında yanımda durup şefkatli sesi ile sakinleşmem için konuşurdu. Nefeslerimi düzene sokup, kalbim deli gibi atmayı bırakana kadar saçlarımı okşardı. Onca yıl geçmişken üstünden, bugün yine onun ölümüne yandı içim. Hatta kızdım kendime. Annemin terk edişinin acısı yerine onun varlığının mutluluğunu yaşasaydım ve o zamanları ziyan etmeseydim keşke.

 

Nefeslerim düzene girdi. Yokken bile beni sakinleştiren babama çok önceden etmem gereken teşekkürü ettim. O hiç bilmedi. Çoğu zaman annemin gidişinden bile onu sorumlu tuttuğumu içten içe hissediyor muydu? Ona hiç söylemesem de bunları hissedip üzülmüş müydü? Pişmanlık çenemi titretti. Panik atak son buldu ama göz yaşlarım bir süre akmaya devam etti.

 

Odamda ki misafiri tamamen unutmuş bir şekilde içeri girince yatakta öylece oturmuş Gökçe'yi ürküttüm. Bir başka yüzü görmeyi beklercesine bana bakışını önemsemedim. Birkaç küçük adımla yanına gidip oturdum. Odanın içi yeni doğan güneşle aydınlanmıştı.

 

"Ağlamışsın." Dedi Gökçe. Beyaz teninde ki kızarıklılara baktım. "Sen de." Dedim. Gökçe güldü garip bir şekilde ve nedense gülüşüne eşlik ettim. Bu acınası halimize beraber ilk gülüşümüzdü ama son değildi.

 

"Onların nesi oluyorsun?" Dediğinde artık gülmeyi kesmiştik. Bu soru biraz can sıkıcıydı. Hiçbir şeyi demek vermek istediğim tek cevaptı ama elbette bir şekilde aramızda bir bağ vardı.

 

"Annem ve babaları evli." Dedim zorlukla. Kısa bir süre önce gördüklerim aklıma üşüştü ve rahatsız edici hisler boğazımı kamçıladı.

 

"Üvey kardeşsiniz yani."

 

"Kardeş falan değiliz." Fazla sert çıkıştığımı anladığımda mahcup bir ifade ile Gökçe'ye baktım. "Yani hiçbir şeyim olmalarını istemem. Zaten onları tanıyalı çok olmadı."

 

"Ama senin sözünü önemsiyor." Dediğinde anlamadan ona baktım. "Kumral olanı." Diye tamamladı cümlesini.

 

"Emir mi? Öyle değil, bana bir borcu vardı sadece."

 

"Sence beni kurtarabilecek mi?" Derken sesi güçsüz çıkmıştı. Belki de aklına gelenler bana gösterdiği o yarayı açan caniye aitti. "Onu tanımıyorum." Diye mırıldandım. Bir şey söylemek zordu.

 

"O adamlar birer katil. Acımasız ve duygusuz."

Dediğinde dudaklarıma tırmanan tek şey Emir'in de bir katil oluşuydu, belki de daha fazlası. Yine de Gökçe'ye bu konuda bir şey söylemedim.

 

"Bugüne kadar kurtulmaya şansın olmadığını düşünüyordun, şimdi ise bir şansın var. Bu seni umutsuzluğa götürmemeli Gökçe. Dediğine göre sözünü tutan bir adam Emir. Belki seni bu hayatın içinden çekip çıkarabilir."

 

"Belki." Dedi fısıltıyla. Sonra konuşmadık ikimizde. O kendi acılarının yangınında yandı, ben de kendi acılarımın.

 

***

 

Bir Karademir ailesi klasiği ile herkes kahvaltı sofrasındaydı. Gece, tüm masa masum bir uyku uyumuş gibi, herkes ayrı bir düşüncenin kurbanı olup acı ile kıvranmamış gibiydi. Sadece iki saatlik bir uyku ile burada oturmak işkenceydi. Kahvaltılıklar başka bir zamanda muhtemelen iştah açıcı görünürdü ama uykusuzlukla onların yalnızca mide bulantısına yol açacağını biliyordum.

 

"Demek Derin'nin arkadaşısın Gökçe." Çağdaş Karademir'in ilgili gibi duran sözlerine tezat kahvaltısını yapışı oldukça mesafeliydi. "Evet efendim. Verdiğim rahatsızlık için kusura bakmayın." Dedi Gökçe. Bu sözleri ile göz ucu ile kendisine bakmasına sebep olmuştu. Bir an için geceyarısında Gökçe'nin de yatağına girmeye çalışıp çalışmayacağını düşündüm. Bu düşünce midemin tepetaklak olmasına neden olduğunda masada ki bardağı avuçladım ve sudan hızlı birkaç yudum aldım.

 

"Burada dilediğin kadar kalabilirsin Gökçe. Şu sıralar ev sahipleri gerçekten acımasız."

 

"Teşekkür ederim. Haklısınız." Gökçe bunları derken yalan söylediğinden zerre şüphe uyandırmıyordu. Buraya geliş amacının bir evden atılma olayı olduğunu söylerken de, kendi yalanına oldukça inanmış bir şekilde konuşmuştu.

 

"Sen ne iş yapıyordun Gökçe abla?" Mert'in sorusu ile hızlıca ona baktım. Her şeyden habersiz sorduğu bu soru ile herkesin afalladığından habersizdi. Emir ile birbirimize attığımız o kısa bakışta birçok gerginlik yüklüydü.

 

"Kafe de yanımda çalışıyordu." Diyerek herkesi bu gerginlikten kurtardım.

 

Çağdaş Karademir başka soru sormadı. Bu hepimiz için iyiydi. Onunla göz teması kurmak artık her zamankinden daha zordu, dün gece başka bir kadınla oluşunu aklımdan atmak imkansızdı. Gözlerim anneme döndü istemsizce. Kahvaltısına hiç dokunmamış öylece oturuyordu. Bu hali bir kırgınlık hissetmeme neden oldu ama ona duyduğum öfke bunu bastırdı. Onun bakışlarını kahvaltısından alan şey kocasının masadan kalkması oldu. Yavaş birkaç adımda annemin yanına geldi ve bir elini omzuna koyup saçlarını öptü.

 

"Bir şeyler ye güzel Açelya'm hastalanmanı istemem." Dedi şefkatli bir sesle.

 

Şefkatli miydi?

 

Bu hareketi ile tüylerim diken diken oldu. Bakışlarını masaya çevirdi. "Hepinize afiyet olsun. Emir kahvaltıdan sonra odama uğra." Sesi annemle konuşurken kullandığından uzak buz gibiydi. Ayakkabılarının çıkardığı tok seslerle birlikte odadan çıktı. Masaya oturduklarından beri uykusuzluktan düşeceklerini düşündüğüm iki adama çevirdim bakışlarımı. Emir ve Kuzey oldukça yorgun duruyordu. Aynı annem gibi pek bir şeye dokunmamışlardı. Emir bakışlarımın çoktan farkına varmış ve ela gözlerini bana dikmişti. Dün gece dökülen dikenlerimi yenileri ile kapattığımı fark etmiş olmalıydı. Bu bakışmayı uzatmadan masadan kalktı ve muhtemelen babasının yanına doğru gitti. Ani bir kararla ben de kalktığımda tüm bakışlar üzerime toplandı.

 

"Lavaboya gitmem gerek." Diyerek masadan uzaklaştım hızlıca. Son anda Emir'in girdiği odayı görüp yaklaştım ve kapıyı dinlemeye koyuldum.

 

"Zarfı aldın mı?" Dedi Çağdaş Karademir. "Aldım" dedi Emir hiç düşünmeden. Bahsi geçen zarfın ne olduğunu bilmiyordum.

 

Bir süre odadan başka ses gelmedi. Nedense birbirlerine olan keskin bakışlarını tahmin edebiliyordum. Biraz sonra tekrardan sesleri geldi.

 

"Vekilini seçtin mi?"

 

"Seçtim."

 

"Kim?"

 

"Sen de herkes gibi masa da öğreneceksin Baba."

 

"Sakın canımı sıkacak bir şey yapma Emir."

 

Sesi gerçekten korkmayı gerektirecek bir tondaydı. Belki de bu eve geldiğimden bu yana ilk kez sesi böyle korkutucuydu. Burada, kapının önünde duruyor olmak avuç içlerime kadar terletmeye başladı beni.

 

"Senin canını sıkmak kolay mı?" Emir'in sesi alaylıydı. Bu alayın babasını öfkelendireceğine neredeyse emindim ve yanılmamıştımda.

 

"Yapacağım hiçbir şeyin canını yakamayacağını sanıyorsun toy bir güvenle. Kalbin hala atıyorken seni öldürürüm Emir. O zaman bana böyle meydan okuduğun için tanrıdan af dilersin."

 

Sözleri bıçak gibi keskindi. Sadece konuşarak bile korkunun tellerini koparıp atmıştı. Bir baba ve bir oğulun konuşmasından çok iki ezeli düşmanınkini andırıyordu.

 

"Ben senin oğlunum Çağdaş Karademir. Kaybedeceğim bir savaşa girmem."

 

Bu kez Emir'in sesi de buz gibiydi. Konuşmanın bittiğini anlamam biraz geç sürdü bu yüzden daha birkaç adım geri çekilmişken kapı açıldı ve Emir çıktı. Göz göze geldiğimiz anda kaşları çatıldı.

 

"Kapı mı dinliyorsun?" Dediğinde hiç düşünmeden "Evet." Dedim. İlk katın bu koridorunda durmam için başka hiçbir sebebim yoktu, lafı çevirmekle uğraşmayacaktım.

 

Emir'in çatık kaşları yumuşadı ve yarım ağız güldü. "Asu." Dedi ve kafasını sağa sola salladı. "Başını belaya sokmak konusunda çok kararlısın."

 

"Söz konusu bela sen misin?" Diye umursamazca konuştuğumda tek kaşını kaldırdı. "Bu seni korkutmadı mı?" Dedi.

 

"Korkmalı mıyım?" Kelimelerimle beraber bana doğru birkaç adım attı. "Korkmalısın."

Diye mırıldandı.

 

"Korkak bir kadın olmadığımı anlayacak kadar tanımadın mı beni?"

 

"Dikenlerinle acın gibi korkunu da gizlemediğine nasıl emin olabilirim?" Dediğinde duraksadım. Gece gördüğü göz yaşlarımdan bahsediyordu. Bir kez daha karşısında savunmasız hissettim. Bu histen nefret ediyordum.

 

"Dikkat et o dikenler sana batmasın." Tehdidime genişçe gülümsedi. Kusursuz görüntüsüne inat yüzünü dağıtmak istedim. O da beni öfkelendirdiğinin yeterince farkındaydı. Yüzüme doğru eğildi. "Küçük dikenlerin canımı yakmaz Asu. O yüzden her seferinde onları kuşanmana gerek yok. Altında olanı görmek istediğim takdirde seve seve dikenlerin avuçlarıma batmasına göz yumacağıma emin olabilirsin."

 

"Herkesten gizlediğim kırılgan ve masum bir tarafım olduğunu mu düşünüyorsun." Derken oldukça ciddiydim. Sözsüz savaşların galibi genelde oydu ve sözlü olanlarda da o olmasını asla istemiyordum. "İçinde sakladığın seni merak etmiyorum, zaten pek gizlediğinde söylenemez. Asıl merak ettiğim..." kararsızca durdu, söyleyeceklerinin yüzümde nasıl bir etki bırakacağını yeterince anlamak için belki de öylece yüzüme baktı bir süre. "Ne istediğin."

Cümlesini tamamladığında tökezlediğimi fark edecek kadar dikkatli bakmıştı bana.

 

"Bir isteğim olduğunu nereden çıkardın?" Dedim gergince. "Psikolojiden anladığını mı sanıyorsun?"

 

"Belki biraz." Yarım ağız güldü. "Belki de değil." Derken beni oldukça gerdiğinin farkındaydı. Ona zaferi daha fazla hissettirmek istemediğim için arkamı dönüp içeriye adımlamaya başladım. Bu adımlara eşlik eden başka bir adım sesi işitmeyi bekledim ama Emir arkamdan gelmedi.

 

Kahvaltı masasında annem hariç herkes yerli yerindeydi. Gökçeyi yalnız bırakmamak adına eski yerime oturdum fakat aklım sağımda ki boş sandalyedeydi. Geceden beri yapmayı istediğim konuşmanın baskısı altında eziliyordum.

 

"Benim biraz işim var seni Kuzey bıraksın bugün." Bora'nın muhtemelen Mert'e söylediği cümleden hemen sonra Kuzey başını olumsuzsa sağa sola salladı. "Ben bugün şirkete gitmiyorum. Sabaha kadar uyumadım gidip zıbaracağım."

 

"Ulan yine bensiz ne yaptınız?" Dedi Bora alıngan bir tavırla. "İçip içip sızmışsın gece gelip öperek kaldırmaya mı çalışalım seni?" Kuzey bunu derken telefonuna bakıyordu.

 

"Gece bir yere mi gittiniz abi?"

 

"Öylesine bir iki tur attık Emir'le kaçırdığınız bir şey yok yani."

 

Sözlerinin yalan olduğuna neredeyse emindim. Onları uykusuz bırakan şeyin bir iki tur atmak olmadığı kesindi ama Mert varken hiçbir şey soramazdım.

 

"O zaman bu akşam hep beraber bir yerlere gidelim mi? Derin abla?" Mert'in sorusuna ilk ret Kuzeyden geldi. "Hayır."

 

"Sana sormadım abi."

 

Bora bizim aksimize eğleniyor gibi güldü. "Bence harika olur. Derin ve Gökçe içinde değişiklik olur. Hep kafede çalış çalış bunalmışlardır." Sözlerinin Gökçe'yi incitip incitmediğini anlamak için ona baktım ama pek umurunda görünmüyordu. Bir an için onunda benim gibi duvarlar ardında gizlendiğini düşündüm. Tüm bu sözler onu incitiyor olabilirdi, bunu gizliyor olabilirdi.

 

"Çok eğlenmek istiyorsanız erkek erkeğe gideriz." Kuzey bunu derken şüphesiz Gökçe'yi birinin görmesinden endişeleniyordu. Doğan ya da İhsan savunmasız bir anda onu alabilir ve işe bulaştığımız için hepimizi öldürebilirdi. Bunun gerçekliği ile ürperdim. Yaşamımın hiçbir noktasında böyle bir hayati tehlikem olmamıştı.

 

"Amaç hep beraber eğlenmek abi." Mert vazgeçmediğinde araya girme ihtiyacı hissettim. "Aslında ikimizinde çok alışık olmadığı ortamlar." Dediğim halde Mert ısrarcıydı. "Öyle leş ortamlar değil ki Derin abla. Gelseniz seversiniz siz de."

 

"Hafta sonu amcamların yazlığa gideriz hep beraber eğleniriz Mert olur mu?" Bu evde Mert'e karşı bir hoşgörü olduğu kesindi. Belki en küçükleri olduğu için belki de hayatlarının karanlık tarafından en azından onu uzak tutmak için verdikleri mücadeledendi.

 

"O da süper olur." Mert Kuzey'in bu teklifinden sonra ikna oldu. "Size de uyar mı?" Bu sorunun cevabı benim için önemsizdi ve zaten Kuzey bana değil Gökçe'ye bakıyordu.

 

"Eğlenceden kastınız ne?" Gökçe'nin sorusu Kuzey'in yüzünü öfkeyle kasmasına neden oldu. "Herkesin eğlendiği bir eğlence Gökçe." Bu, kimsenin istemediği bir şey yok demekti.

 

Gökçe için böyle eğlenceler bir kurban ve birçok katilden oluşurdu muhtemelen. Kurban oydu, katiller her defasında onu tekrar tekrar öldürebilirdi. Sadece düşüncesi bile beni mahvetti.

 

Hafta sonu için yapılan plana başka itiraz gelmedi. Kuzey dediği gibi odasına uyumaya çekildi, Emir'in nerede olduğunu görmedim. Bora ve Mert de çok geçmeden evden ayrıldığında Gökçe ile baş başa kaldık. Gece ikimizde uykusuz kalmıştık ve o bu uykusuzluğa son vermek için uyumaya çekilmişti. Onun aksine ben bu uykusuzluğa karşı hiçbir şey yapamıyordum. İçimde beni kemirip duran kurtlar, küflenmiş düşüncelerimden çıkanlardı.

 

Adımlarım beni, dışarıdan bakıldığında güzel bir tabloyu andıran kış bahçesine getirdi. Annem oradaydı, üzerine giydiği önlükle kıyafetlerinin kuma bulanmasını önlüyordu. Elinde küçük bir saksı vardı. İçine doldurduğu kumun bir süre sonra bir çiçeğin evi olacağını biliyordum. Eskiden de çiçekleri severdi, o hala evdeyken balkonumuz çiçeklerle dolu olurdu. Gidişinin ardından onların zamanla kuruyup öldüğünü görmüş ve hiçbirimiz bir damla su bile vermemiştik. Bu, çiçeklere verdiğimiz bir ceza değildi. Annemin gidişinin gerçek olduğunu kabullenişimizin bir parçasıydı.

 

Cam kapıdan içeri girdiğimde başını kaldırıp bana baktı. Ağlamaktan şişen gözleri onca yıla rağmen hiç yabancı değildi.

 

"İyi misin?" Diye sorarken bunu merak edip etmediğimi bile bilmiyordum. Mesele onun üzülmesi miydi yoksa başka bir üzüntü için bizi üzmesi miydi? Beni asıl kahreden her ikisi miydi?

 

"Gelmen beni mutlu etti." Dedi sorumu es geçerek. İyi olmadığı ortadaydı ama bunu ret etmemiş veya onaylamamıştı. "Çiçeklerle ilgilenirken zaman hızlı geçiyor."

 

"Seversin." Diye mırıldandım koltuklardan birine yaslanırken. "Hep sevmiştin." Kafasını salladı usulca. İşine devam etti. Arada kuma karışan göz yaşlarını fark etsem de bir şey söylemedim bunun hakkında.

 

"Biliyor musun şu duvarın önünde ki tüm çiçekleri Lale ile birlikte ektik."

 

Parmağının uzandığı duvara bakınca kalbim acıdı. Saksılara özenle ekilmiş çiçekler rengarenkti. Özenle bakılmış olmalılardı ki güçlü ve canlı duruyorlardı, Lale'nin aksine.

 

"Onu çok özlüyorum." Dediğinde bakışlarımı saksılardan aldım. "Sana karşı hiçbir zaman öfke hissetmeyecek kadar iyiydi." Dedim. Yalan değildi, Lale'nin güzel kalbinde kimseye karşı kötü hisler olmazdı. Benim aksime herkesin içinde iyi bir yer olduğuna inanırdı.

 

"Baban gibiydi." Dediğinde gerildim. "Ama sen benim gibisin." Ona benzemek istemiyordum. Bunu şiddetle ret etmek istedim, her şeyimle onun bir kopyası olsamda bu dediğini ret etmek istedim. "Sana benziyor olmam sen olduğum anlamına gelmiyor. Ben sevdiklerimi yarı yolda bırakmam."

 

Sözlerim onu incitti ve acı acı gülümseyerek kafasını salladı. "Belki yarı yolda bırakılmanın acısını yaşamasaydın bir gün sen de yapardın bunu. Belki bu yarayı tanıdığın için yapmayacaksın."

 

"Böyle mi rahatlatıyorsun vicdanını? Başkalarının da bunu yapacağını düşünerek mi?"

 

"Vicdanımı rahatlatmaya çalışmıyorum Derin. Ben yalnızca beni anlamanı istiyorum. Belki anlarsan...affedersin." Affetmek. Onu asla affedemeyeceğimi biliyordum, bunu ona söylemeli miydim? Bunu söylemek bu eve geliş amacımı baltalar mıydı?

 

"Sen kendini affedebiliyor musun? Babama tercih ettiğin adam...Göz göre göre seni aldatıyorken pişman olmuyor musun? Bu hayatı seçtiğin için Allahın her günü kahrolmuyor musun?"

 

Söylediklerim onu sarstı. Aldatıldığını bilmem, bu kış bahçesinde çiçek eken mutlu kadın rolüne inanmadığımı görmesini daha iyi sağlamıştı. Elinde ki saksı kayıp düştü. Yerle buluştuğu anda birkaç parçaya ayrıldı, hepimiz gibi. Kumları aynı hislerimiz gibi dağıldı. Toparlamanın tek yolu süpürüp çöpe atmaktı, tüm duyguları ve acıları. Çoğu zaman yok olmaktı.

 

"Bunu görmeyi gerçekten arzulamıştın değil mi?" Dediğinde haklı hiçbir yanı yoktu. Bizi özlemesini hep istemiştim ama en azından mutlu bir hayat için gitmiş olmasını isterdim. Hiç değmeyecek bir adam için terk edilmiş olmak beni sebepsiz bırakmıştı. "Geride bıraktıklarına değecek bir hayatın olduğunu umuyordum."

 

"Öyle zaten." Derken buna inanıyor gibiydi. "Yapma. Bunu kendine yapma." Kafamı sağa sola salladım. Mutlu olduğunu iddia etmesi şüphesiz beni delirtirdi. "Evlilikler sandığından daha karmaşıktır."

 

"Evlilikler iki kişiliktir." Bedenimi koltuktan ayırmış, her an öfkemin beni burayı terk etmeye zorlayabileceğini bilerek kapıya dönmüştüm. "Yalnızca tek gecelik ilişkiler." Sesi güçsüzdü.

 

"İlişkiler mi? Başkaları da mı var? Sen iyi misin? Senin de tek gecelik ilişkilerin var mı?"

 

"Aynı şey değil."

 

"Farklı olan ne? Beni çıldırtıyorsun! Bu iğrençliklere susuyor musun? Ne yapıyor o adam önce hizmetçiyle enerjisini atıyor sonra senin yatağına mı geliyor?"

 

"Haddini aşma Derin!" Bağırması ile durdum. Öfke ile nefes aldım. "Haddini çoktan aşmış olan senin kocan."

 

"Bu asla seni ilgilendirmiyor! Sakın bir daha bu konuyu açma Derin. Sakın."

 

Tek bir söz daha söylemeden kapıyı sertçe açıp çıktım. Öfkeli adımlarla bahçenin çıkışına yürürken nereye gideceğimi bile bilmiyordum. Kendimi daracık bir odada sıkışmış gibi hissediyordum. Duvarları durmadan ilerliyor ve beni yalnızca baskısını vücudumun her yerinde hissedecek kadar psikolojik bir imtihanın içine atıyordu. Bu eve katlanmak, içinde olanları sindirmek çok zordu.

 

Yalnızca iki hafta önce girdiğim o demir aralıktan dışarı çıktığımda kafesinden kurtulmuş bir kuş gibiydim. Çekip gitmek her şeyi geride bırakmak istedim. Bu isteklerin zirve de olduğu anda aklımda sadece Lale yoktu, Gökçe de vardı. Ellerimin ve hatta ayaklarımın bile bu eve zincirlendiğinin farkına vararak yüzümü sıvazladım.

 

Derin nefesler alırken bir çift tekerleğin çıkardığı acı çığlıklar dikkatimi dağıttı. Tam önümde bir araba durduğunda güvenlik ile göz göze geldik. Kapı açıldığı anda telefona davranması beni tedirgin etti. Gözlerim kapının ardında olup, rahatlıkla arabadan inen adama kaydı. Uzun ve iri yapılıydı, tek tel saçı olmamasına rağmen oldukça gür sakalları vardı. Gözlerinde ki gözlüğü çıkardığında tek gözünün olmadığını fark ettim. Gözünün yokluğu geride yalnızca büzülmüş bir et parçası bırakmıştı. Sağlıklı olan tek gözü benim üzerimde gezindi ve tehlikeli olduğuna emin olduğum bir şekilde gülümsedi.

 

"Kuzey Karademir'e bakmıştım." Dediğinde sertçe yutkundum.

 

Adam en basit ifadeyle olası katillerimizden biriydi.

Bölüm : 08.10.2024 19:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Songül harmanda / KARADEMİR / 7. Bölüm 'Dikenli Duvarlar'
Songül harmanda
KARADEMİR

44k Okunma

2.18k Oy

0 Takip
59
Bölümlü Kitap
1. Bölüm "Kanlı Küvet"2. Bölüm "Bir Şüphe, Beş Şüpheli"3. Bölüm "Karanlıkta Gizlenen Adam"4. Bölüm "Açık Çek"5. Bölüm "Bir Kadını Kurtarmak"6. Bölüm "Tehlikeli Adamlar"7. Bölüm "Dikenli Duvarlar"8.Bölüm "Çığ"9.Bölüm “Kimsesiz Kız Çocuğu”10.Bölüm “Ölüm Oylaması”11. Bölüm “Kış Bahçesi”12.Bölüm”Kabuk Tutmuş Yaralar”13. Bölüm “Bir Fotoğraf Karesi”Duyuru14. Bölüm “Her İnsanın Bir Zaafı Vardır”DuyuruGüncelleme15. Bölüm "Gözlerini hep açık tut!"DuyuruDuyuru16. Bölüm “Bir Kadın Tüm Oyunu Bozar”Yeni bölüm yayınlandı17. Bölüm “Kral Paradoksu”Yeni Bölüm YayınlandıDuyuru18. Bölüm “Vicdana Asılı Urganlar”Yeni bölüm yayınlandıDuyuruDuyuru19. Bölüm”Bir Hiç Sıfıra Eşit Olur Mu?”Yeni Bölüm YayınlandıDuyuru20. Bölüm “Kan”Yeni Bölüm Yayınlandı21. Bölüm “Yalan”Yeni Bölüm YayınlandıDuyuruDuyuru22.Bölüm “Üç Bilet Meselesi”Yeni Bölüm YayınlandıDuyuru23. Bölüm “Bedelleri Her Zaman Masumlar Öder”Yeni Bölüm YayınlandıDuyuruDuyuru24. Bölüm 1.Kısım “İkilem”Yeni Bölüm YayınlandıDuyuru24. Bölüm 2. Kısım “Korkak Kalp”Yeni Bölüm Yayınlandı25. Bölüm 1. Kısım "Pranga"25. Bölüm 2. Kısım "Yol Ayrımı"26. Bölüm "Gerçeğin Acı Yüzü"Yeni bölüm hakkında27. Bölüm 1. Kısım "Yaralı Bir Adam"27. Bölüm 2. Kısım "Gözler Yalan Söylemez"Duyuru28. Bölüm 1. Kısım "Geriye Kalacak Birkaç Anı"28. Bölüm 2. Kısım "Tabut"
Hikayeyi Paylaş
Loading...