Dikkat! Bölümde rahatsız edici tasvirler bulunmaktadır.
Kuzey Karademir
Böyle büyük bir korkuyu yalnızca iki defa yaşadım. İlki Mert'in depoda olduğunu öğrendiğim andı. Ardından korkumdan daha büyük bir acı yaşadım. Ve şimdi Gökçe'nin evde olmadığının haberini almıştım. Adım gibi biliyordum onun çekip gitmeyeceğini, bunu göze almayacağını. Ona bir şey olmuştu.
Babamın kapısının önüne kadar bedenimi getirebilmem mucizeydi. Biri için korkmak bedenimi uyuşturuyordu. Bana güç veren tek şey öfkeydi.
Kapılar böylesine sağlam olmasaydı kırıldı mutlaka. Attığım yumrukların ve tekmelerin haddi hesabı yoktu. "Baba! Aç kapıyı!" Bu gürültünün ardından içeriden de ses geldiğini duydum ama kapıya vurmayı bırakmadım. "Aç kapıyı!"
Çıkarttığım gürültü yalnızca onları uyandırmadı. Önce babam kapısını açtı, yüzünde korkunç bir ifade ile. Ardında karısı vardı, üzerine geçirmeye çalıştığı sabahlığını endişe ile bağladı. Hemen sonra merdivenleri hızla inen Boraydı. Hatta aşağı kattan gelen adım sesleri de hizmetlilere ait olmalıydı.
"Kapımı yumruklamak için iyi bir nedenin yoksa seni mahvederim Kuzey!"
"Gökçe'ye ne yaptın?"
Sesim yumruklarım ve tekmelerimden uzak, korkuma bulaşmamış bir şekilde dümdüz çıkmıştı. Başını yana eğdi, gözlerinde bunun kapısını yumruklamam için yeterli bir sebep olmadığını bağıran bir şey vardı. O noktada babamın ne yapacağı, ne düşüneceği önemli değildi zaten.
"Senin hadsizliklerine yeterince göz yumdum bu-"
"Gökçe'ye ne yaptın dedim?" Bu kez sesim evi inletecek kadar gür çıktı. "Bana söyleyeceksin baba! Nerede olduğunu, ne yaptığını söyleyeceksin yoksa bu evi başına yıkarım!"
Delirmiş olduğumu görebilecek kadar tanıyordu beni. Ona göre sınırımı aşıyordum, bu aştığım en yüksek sınır olmalıydı. Göğsüm aldığım hızlı nefeslerle yükselip indi, boşta duran ellerim titriyordu. Çalan telefonumun sesi başıma bir ağrı soktu.
"Sana yaptıklarının bedelini önce fahişeye ödetirim dedim."
O olduğunu biliyordum, Avcı beni aradığı ilk anda bunu yapanın babam olduğunu biliyordum.
"Nerede o?"
"İhsan'a verdim."
Bir kurşun beynimi delip geçmiş gibi başım yana düştü. İhsan Kulaç ne zaman almıştı Gökçe'yi? Kaç saattir? Ona ne yapmıştı? Gökçe ne kadar korkmuştu?
Onda bir jilet vardı. Son vereceğini söylemişti, eğer birinin eline düşerse son verecekti hayatına.
Yaşıyor muydu?
Kalbim deli gibi atmaya başladı. Beynime saplandığını hissettiğim kurşun devamlı yuvasına geri dönüp ateşlendi. Hep aynı noktadan delip geçti kafamı. Bir çınlama sesi esir aldı kulaklarımı.
"Sana dedim baba.." korkunç bir sakinlikte mırıldandım. "Eğer ona zarar gelirse geberene kadar durmam dedim." Başımı salladım söylediklerimi onaylarcasına. "İhsan'ı öldüreceğim. Sonra... eğer yetişemezsem" Boğazıma birikenleri zorlukla yuttum. "Eğer Gökçe'e ölürse o masanı darmaduman ederim." Parmağımı ona uzattım ve hiddetle salladım. "Buna pişman olacaksın!" Cebimde duran yüzüğü çıkarıp fırlattım ona. "Bitti! Al bu sikik yüzüğü de ne yaparsan yap!"
"Köpek gibi gelip takacaksın o yüzüğü."Arkamı dönüp merdivenleri inmeye başladım. Babam ardımdan bağırdı. "Duydun mu beni?"
Duvarları beni boğmaya yemin etmiş gibi üzerime gelen evi terk edebildiğimde nefes aldım. Aldığım her nefes ciğerimi yaktı. Aklıma gelen her ihtimal göğsüme sert bir tekme atıyordu. Bir elim gerçekten tekme yemişçesine ağrıyan göğsümdeydi. Diğeri ile telefonumu avuçladım. Emir'den gelen aramaya dönerken gözlerimin önü buğulanmıştı.
"Kuzey onu bulacağız tamam mı?" Diyerek açtı telefonu. "Sordun mu ona? O mu almış Gökçe'yi?"
"İhsan'a vermiş." Dedim zorlukla. Emir'den ses gelmedi bir süre. "Ne yapacağım ben Emir? Ya bir şey olduysa? Ya...Öldüyse."
"Ezra'yı arayacağım. Amcasının nerede olabileceğini biliyordur." Durup sıkıntıyla nefes verdi. "Beni bekle."
Telefon kapandığında Emir'in bile emin olmadığını biliyordum. Her şeyi çözeceğini söyleyen o adam bile sesini çıkarmamıştı. Her ihtimalin kabulüydü bu.
Bahçeyi aşıp arabama vardım. Ellerimi bagaja yaslayıp başımı yere eğdim. Buz gibi havaya rağmen ateş gibi yanıyordum. Ardımdan gelen adım sesleri beni arabadan ayırdı. Bora üzerini değiştirmiş ve telaşla yanıma varmıştı.
"Ne yapacağız şimdi?"
"Sen git babamı karşına alma." Diye sitem ettiğimde gözlerini kısa bir an kapatıp açtı.
"Saçmalama Kuzey. Ne yapacağız onu söyle bana."
"Emir'den haber bekliyorum."
"İyi görünmüyorsun. Sakin ol biraz."
"Elimde değil."
Zamanın geçmek bilmediği o anda telefonu her baktığımda karşılaştığım boşluk beni daha büyük bir yangının içine atıyordu. Esen soğuk rüzgârlar iyi gelmek bir tarafa içindeki yangını harlıyordu. Arabanın önünde sokağın iki yanına yürüyüp duruyordum. Her iki tarafı da aynı uzaklıkta aşıyor ve gelecek olan arama için arabaya yakın durma arzusuyla hızlıca geri dönüyordum. Benim için oldukça uzun gibi gelen bu süre yalnızca yedi dakikaydı. Ardından Emir'den bir telefon geldi.
"Atacağım adrese gidiyoruz. Eğer bizden önce gidersen bekleyeceksin Kuzey." Ses çıkarmadan hızla arabaya bindim. "Duydun mu beni? Sakın biz gelmeden bir şey yapayım deme."
"Tamam."
Bora hızla yolcu koltuğuna oturduğunda yola çıktım. Kısa bir süre sonra adres geldi. Adres bir saatlik bir mesafeyi gösteriyordu. Öncesinde geçen süreyi bilmesem de şu an için 1 saat daha Gökçe'yi İhsan'la bırakma düşüncesi korkunçtu.
Tek şeritli, ormanlık araziye doğru giden bir yoldu. Sabahın erken saatine rağmen yolda oldukça fazla araba vardı. Birkaç kez sollama yaparken kaza yapma tehlikesi ile karşılaşacak kadar endişeliydim.
"Adreste olduğuna emin miyiz?"
"Bilmiyorum." Sesim güçsüzdü. "Emir, Ezra'dan almış adresi. Kendi evine de götürebilirdi İhsan neden başka bir yere götürmüş bilmiyorum."
"Yaşıyordur Kuzey." Dedi destek vermek istercesine. Ciddi olduğu nadir anlardan biriydi. "Onu öldürmek için istemiyor."
"Çok rahatladım amına koyayım!" Direksiyona vurdum öfke ile. "İhsan'ın içinde olduğu her ihtimal Gökçe için felaket."
Hızla gelen bir araçtan kıl payı kurtulup sertçe kornaya bastım, hatalı sollama yapan ben olmama rağmen. Mırıldandığım küfürlerin sahibi suçsuz bir yabancıydı.
"Sakin olmazsan daha varamadan gebereceğiz sayende!"
"Konuşmak kolay." Dedim ızdırap içinde. "Hiç bir kadını sevdin mi sen? Nereden bileceksin."
Sustu. Belki sözlerimin doğruluğuna, belki bilmeyişinin anlayışsızlığına sustu. O bir daha sesini çıkarmadı, beni sözleri ile sakinleştiremeyeceğini biliyordu ama aklımda beni durmadan parçalayan sesler hiç susmadı. Babamın anlaşmasına sadık kalacağını umarak yeterince önlem almamış olmamın vicdan azabı ile, onu görmemeyi kabullenip başka bir yerde, başka bir kimlikle yeni bir hayat yaşamasına izin vermeyişimin öfkesi ile parçalandım durdum.
Her şey daha farklı olabilir miydi? Ben Gökçe'yi yeterince sevmeseydim onu gönderirdim belki, ben Gökçeyi yeterince sevseydim onu yine gönderirdim. Ben her ihtimalde onu yeterince sevmedim sanırım.
Navigasyon sağa doğru ayrılan, sık ağaçların içinden geçen bir yolu gösterdi. Oraya dönüşümden birkaç dakika sonra Emir'in arabasının yolu kapatmış bir şekilde durduğunu gördüm. Emir de göründü. Yolun kenarından bana doğru geldi, ardında Avcı vardı. Kapımı açıp inmem için başını çevirdi hafifçe.
"Zaman kaybediyoruz Emir." Derken arabadan indim. "Ona bir şey yaptıysa...ya da Gökçe-"
"Orada kaç kişi var bilmiyoruz. Plansız bir şekilde gitmek belki sadece ölüme gitmek olur."
"4 kişiyiz sadece" Dedi Bora. "Yanımda silah bile yok."
"Ben getirdim." Avcı sözlerinin ardından bagajı açıp her birimiz için silah çıkardı. O sırada kapı açıldı ve Ezra indi arabadan.
"5 diyelim ona." Gömleğinin yakasını düzeltti ve yanımıza yaklaştı. "Buraya Gökçe'yi gizlemek için geldiğini sanmıyorum. Sıklıkla çiftlik evine gelir, ahşap işçiliğini seviyor biliyorsunuz." Kaşlarını çattı. "Bence Çağdaş Karademir'e rağmen geleceğinizi düşünmüyordur."
"Bu ihtimale güvenemem."
"Evinde adamım var Emir. Dediğine göre sadece iki adamla çıkmış evden. Daha fazlası olmadığına eminim. İki adam, İhsan ve Gökçe."
Sert bir soluk verdim. Onu nerede, nasıl yakalayacağımızı bilememenin sancısı her yerimde gezindi.
"Daha önce buraya gittin mi?" Emir gözlerini yerden ayırmasa da Ezra'yı dinliyordu. "Bana evden bahset."
"Bir kez geldim yalnızca. Tek katlı bir ev, yanında onun yarısı kadar bir kulübe var. Ahşaplar, alet edevatları falan duruyor. Bahçesinde büyük tezgahı var orada çalışıyor genellikle. Evin içine girmedim hiç ama tahminimce 4-5 odalı olacak kadardır. Adamları dışarıda bahçenin kapısında duruyordur. Burayı kimse bilmediğinden çok dikkatli davranmayacaktır ama bahçe duvarı alçak bu yüzden adamlar her açıdan bizi görebilirler." Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı. "Güneş doğmasaydı daha şanslı olabilirdik."
Gökyüzünü siyahtan laciverte ve birazdan da maviye boyayacak olan güneş görünmeye başlamıştı. Gece bizi gizlerdi ama biz oraya varana kadar güneş her yeri aydınlatmış olacaktı.
"İki adam senin için çok zor olmaz." Emir sonunda gözlerini yerden kaldırıp Ezra'ya baktı. "Biz düşmanız ama sen yeğenisin. Önden gidip adamları indir hemen ardından geleceğiz. Arabaları biraz uzakta bırakalım, ses duyup da uyandırmanın anlamı yok."
"Başka adamları varsa ölürüm Emir." Avcı'ya baktı. "Onu tanımıyorlar. Benimle gelsin, adammış gibi."
Emir biraz düşündükten sonra başını salladı. "Anlaştık." Sonra bana döndü. "Sakin olacaksın. Sakın kendini tehlikeye atacak bir şey yapayım deme." Sessizliğim onu öfkelendirdi. "Fevri davranman Gökçe'yi kurtarmaz bunu aklından çıkarma." Avcı'ya döndü. "Eğer iki adamdan fazla olduklarını anlarsanız önce içeri girin kaç adam olduğunu haber edin. Ardından biz gelip kapıdakileri indiririz."
Herkes başını salladı. Silahları kontrol edip arabalara geçtik. Emir'in belirlediği yere kadar sürüp yolun kenarına park ettik. Sabahın dondurucu soğuğunda Ezra ve Avcı önde olmak üzere yürümeye başladık. Ormanın temiz havası, kuş sesleri ve güneşin yaprakların arasından sızıp yere ulaştığı, çoğu insanda huzuru hissettirecek bir sabahtı. Ama biz elimizde tuttuğumuz silahlarla yalnızca biraz sonra yaşanabilecek kaosu düşünüyorduk. Huzurdan oldukça uzaktım. Delirmenin ne demek olduğunu hiç bilmeseydim buna delirmek derdim. Yüzlerce düşünce, korkunç ihtimaller ve sanki acı çekmemi netleştirmek ister gibi Gökçe ile olduğum her anı durmadan hatırlatıyordu aklım. Hepsi birbirine girdiğinde üzerine yakıcı bir asit gibi dökülen şey ise hiç görmediğim fakat bildiğim şeylerdi. Gökçe'nin yaşadıkları. Şahit olmadığım şeyleri bile görebiliyordum gözlerimin önünde ve tüm bunları düşünmek şüphesiz delilikti...Ya da sadece sevmek.
Çiftlik evi görünmeye başladığında bizi görmeyeceklerine emin olduğumuz bir ağacın ardına geçtik. Kapıda gerçekten sadece iki adam vardı. Biz göremesekte Ezra ve Avcı duvarın ardında birilerinin olup olmadığını görebilirdi. Onların adımlarına eş değer aldığım nefesler beyaz bir duman olup göğe yükseliyordu. Gerginlik soğuğa rağmen beni terletmeyi başarmıştı yine. Sessizce ikisinin kapıya yaklaşmasını izledik. Ezra adamlarla konuşurken Avcı bir adım gerisinde durdu.
Ezra'nın eli beline gittiğinde ileri atılmak üzereydim ama Emir elini göğsüme koydu ve fısıldadı. "Dur." Sonra Ezra elini belinden çekti ve başını hafifçe eğip içeri girdi. İki adamdan fazlası vardı. Lanet olsun!
Avcı içeri girmeden kısa bir an bu tarafa baktı. Elini hafifçe kaldırıp iki parmağını uzattı.
"Ne demek istedi?" Bora'nın fısıltısı ile beraber ikimiz de Emir'e baktık.
"Dikkatli olun diyor." Silahını çıkarıp susturucu taktı. "Sayıları çok olmalı."
Silahımın birine susturucu taktım. Diğeri belimdeydi. Onlardan haber gelene kadar beklemeye devam ettik. Katlanılmayacak kadar uzun bir süre geçti ve ardından bir mesaj değil kurşun sesi geldi. Tek bir kurşun sesi, ardından bir bağırış. Kime ait olduğunu kestiremedim.
"Birini mi vurdular?"
"Biri onları vurdu."
Emir hızlı ama dikkatli adımlarla ilerlemeye başladığında ardından gittik. Ezra yeğeniydi, Avcı'yı şüpheli bulup vurmuş muydu?
Kapıdaki adamlar bizi fark ettiği an Emir işe eş zamanlı olarak sıktık. Yere yığılan iki et yığının ardından temkinli bir şekilde bahçeye girdik. Geniş bahçenin tam ortasında duran 4 tane adam vardı ve ortalarında oturmuş olan İhsan sabahın köründe elinde tuttuğu bıçakla önündeki ahşabı oyuyordu. Yerde bacağını acı içinde tutan ise Ezraydı. Kendi yeğenini vurmuştu. Avcı çoktan ona dönen silahlar yüzünden silahını atmış ellerini havaya kaldırmıştı. Adamlardan üçü silahını biz çevirdiğinde İhsan Kulaç kafasını kaldırmadan konuşmaya başladı.
"Bir anda ziyaretime gelen yeğenimin ardından nedense Karademir'lerin damlayacağına o kadar emindim ki"
"Yeğenini mi vurdun İhsan?"
Emir onunla iletişime geçince elindeki bıçağı bırakıp kafasını kaldırdı. O an eve baktım, bahçeye, kulübeye. Gökçe'ye dair bir şey aradım. Bir şeyler yapma dürtüsü ile başa çıkmak zordu ama Emir haklıydı, düşüncesizce hareket etmem Gökçe'yi kurtarmayı imkansızlaştırırdı.
"Görünüşe göre ben vurmasam o beni vuracaktı." Ezra'ya gülerek baktı. "Yine de kafana sıkmadım yeğenim."
"Acı çekerken izlemekten zevk alacağın için olabilir mi?" Ezra bu yakınmayla birlikte zorlukla kemerini çözüp baldırına sıkıca bağladı.
"Silahlarınızı indirip giderseniz size dokunmam. Yeğenim benimle kalır."
"Buraya anlaşma yapmaya gelmedik." Silahımın namlusu ona doğruydu. "Gökçe nerede?"
"Güzel Fahişem." Diye mırıldandı. Yerinden kalktı.
Gözlerini yumup sözlerini sindirmeye çalıştım. "Bugün seni öldüreceğim." Dedim gözlerinin içine bakarken. "Sonucu ne olursa olsun."
İhsan bir kahkaha attı. O anda Emir'in omzu hafifçe omzuma değdi. Onunla silah tuttuğumuz pek çok işe girdik. Ölümle burun buruna geldiğimiz çok an oldu ve ikimizde iyi bilirdik ki sayılar eşitse önemli olan hamleydi. İlk hamle kimden gelirse diğer taraf afallardı, o kısa boşluk bir mermiyi ateşlemek için yeterince uzundu.
Avcı göğüs hizasında tuttuğu bir elini yavaşta belinin diğer tarafına gizlediği silaha götürdü. Yakında duran ve ona silah tutan ilk adam ondaydı. Hemen yanındaki Emir'indi. İhsanın solunda duran adam bendeydi ve Bora bize eşlik ederse sonuncu adam ondaydı. Ona işaret veremeyeceğim kadar bir mesafe vardı. Yine de şansımız yüksekti. Avcı Emir'e baktı ve onayı aldığı ilk anda saniyeler içinde belindeki silaha uzanıp adamın göğsüne sıktı. İlk atıştan sonrası yalnızca beş saniye sürdü. Üç adam yerdeydi, sonuncusu kurşunu Bora'ya ondan önce sıktığında sert bir tekmeyle Bora'yı ileri ittim. Kurşunlar boşluğa gittikten hemen sonra Avcı diğer adama da sıktı ve İhsan kulaç bir elinde bıçak diğer elinde silahla geri geri yürüdü.
"Karademir piçleri!" Öfke ile nefes verdi. "Beni vurursanız fahişeyi unutun!"
Ona doğru yürürken silahımı yavaşça belime koydum. "At silahını." Namluyu kime uzatacağımı bilmeden tedirgince eli titredi. Yaklaştığımı fark ettiğinde hızla birkaç el ateş etti, ona yetişip göğsüne doğru şiddetli bir tekme vurup yere düşürdüm. Yere düşen silahını ayağımla ileri itip bıçağı avuçladım ve dizlerim üzerine çöküp yakasından tuttum. Bıçağı boynuna yasladığımda yüzünde korku görmenin zevkini yaşadığımı inkar edemezdim.
"Gökçe nerede?"
"Onu becermeden önce mi sonra mı nereye koyduğumu merak ediyorsun?"
Öfke ile bağırdım. Sesim öyle gür çıktı ki boyun damarlarım patlayacak gibi hissettim. Yakasından tutup başını yere vurdum sertçe.
"Senin belanı sikerim İhsan! O sıçtığım çenen bana sadece nerede olduğunu söyleyecek!"
O sırada Avcı eve girdi, Bora kulübeye baktı fakat ikisi de eli boş döndü. Gökçe yoktu. Bıçağı düşünmeden karnının bir tarafına sapladım acı ile inledi. İçinde çevirmeye başladığımda sesi gittikçe arttı.
"Seni delik deşik ederim! Ne yaptın Gökçe'ye?" Bıçağı daha sert çevirdim. "Konuş!"
"Ara da bul bakalım."
Bıçağı çıkardım. Öfkemi çıkarabilirmişim gibi yumruklarımı yüzüne indirmeye başladım. Yüzü kan içinde kalıpta kendi kanı benim ellerime bulanana kadar durmadım. Sonra geri çekildim, ölürse konuşamazdı. Çaresizce Ezra'ya baktım.
"Başka nerede olabilir? Burası demiştin! Yok! Gökçe yok!"
"Bilmiyorum." Diye inledi Ezra, elleri aynı benim gibi kan içindeydi fakat onunki kendi kanıydı. "Burada olmalı. Kendi ile getirmiştir iyice baktınız mı?"
İhsan yerde kıvranırken bir kez daha eve bakmak için ileri atıldığımda Emir omzumu tuttu. O an onunda gömleğinin kan içinde olduğunu fark ettim. Endişe ile yüzüne baktığımda başını salladı. "Sıyırdı sadece." Gözleri işe yerde duran ahşap kutuyu gösterdi. Bir tabutu andıran kapaklı işlemeli ahşap kutu. "İçinde olabilir mi?"
Bir an hissettiğim dehşet işe sendeledim ama o korkuya rağmen öne atılıp kapağı kaldırabildim. Bir boşluk görmenin böylesine rahatlatı olacağından habersizdim. Gökçe'yi cansız bir şekilde orada görebilme ihtimalinin korkusu ömrümden birkaç yıl götürdü.
"Yok"
Emir bahçenim içinde hızla gezinmeye başladığında başlangıçta ne olduğunu anlamadım ama sonunda bir yerde durup bana baktığında neden gezindiğini anlamış başımı sağa sola sallamıştım.
"Olamaz." Gözlerim hızla doldu fakat oraya doğru adımlayabildim. "Yapmış olamaz. Öldürmüş olamaz."
Bir tabutun sığacı büyüklükte kazınmış ve örtülmüş nemli toprağa bakınca bir inleme çıktı dudaklarımın arasından. Dizlerimin üzerine çöküp toprağı kazmaya başladım. Avuçlarımla kazarken gözlerimden toprağa göz yaşı ve ellerimden kan bulaştı. Emir kulübeye koştu ve bulduğu kürekleri alıp geldi Bora ile birlikte toprağı kazmaya başladılar bense hala elimle kazmaya devam ettim. Çok derinleşmeden tabutun ahşap kapağı görünmeye başladı. Toprak azaldı, nefeslerim artık ciğerlerime ulaşmadı. Önümü görmemi zorlaştıran yaşları silerken her yerimi çamura buladım.
"Orada mı?" Dedi Avcı İhsan'a doğru silah tutarken.
"Burada." Emir Bora ile birlikte tabutun kapağını açmaya çalıştı fakat çivilenmişti bu yüzden tutup çukurdan çıkardılar. Dizlerim üzerinde öylece tabuta bakarken kenarlarından sızan kanı fark ettim. Başım döndü, tüm gücümü kaybettim.
Bora koşup tabutu kırmak için bir şeyler getiri. Araya sıkıştırdıkları demir bir sopa ile kapağı kırmayı başardılar. Göreceklerimden deli gibi korkarak yaklaştım. Gökçe tabutun içindeydi. Yüzü hala yaşıyor gibi renkliydi, dudakları pembeydi. Elimi hızla boynuna attığımda kalbinin attığını fark ettim fakat bilekleri kesikti ve kan tabut kan içindeydi.
Onu hızlıca kucağıma çektim. "Yaşıyor" diye bağırdığımda herkes derin bir nefes aldı.
"Bileklerinden sıkıca tut Kuzey Arabayı getireceğim."
Emir dediklerinden hemen sonra koşarak çıktı bahçeden ama ben bileklerini tutamadım. Parmaklarım bana bir türlü itaat etmedi. Bir ilacın etkisinde gibi bir türlü sıkamadım. Elim kan içindeydi ve ben lanet parmaklarımı onun ince bileklerine bir türlü saramıyordum.
"Olmuyor!" Diye inledim. "Bora tutamıyorum. Ben sıkamıyorum lanet olsun ellerim tutmuyor!"
Göz yaşlarım Gökçe'nin yüzüne damladığında öfke ile bağırdım. Bora yanıma gelip üstünü çıkardı zorlukla kestiği gömleğinin parçaları ile bileklerini sıkıca bağladı ve kucağına çekip bileklerini avuçları arasında sıktı.
"Tamam ben tuttum. Ben tuttum Kuzey. Yaşayacak...yaşayacak tamam mı?" Bana baktı, ağladığımı görünce gözleri doldu. "Yaşayacak lan söz veriyorum sana!"
Boynunu kontrol ettiğimde nabzı yavaşlamıştı araba sesi gelmiyordu. Emir nerede kalmıştı?
"İhsan'a sıkıyorum."
Avcı bana seslendiğinde başımı sağa sola salladım. Oraya yürürken Gökçe'nin bileklerini tutamayan ellerimin o bıçağı kavrayacağını iyi biliyordum.
"Sen git diğer arabayı al." Eğilip yerdeki bıçağı kavradım. "Ezra da yaralı."
Başını salladı ve silahını beline koyup uzaklaştı. O an araba sesini duydum. Emir geliyordu, Gökçe'yi hastaneye yetiştirecektim ama öncesinde söz verdiğim gibi İhsan'ı öldürecektim.
"Onu gömdün...Canlı canlı."
"Kendini öldüreceğini söylediğinde yerinin hazır olduğunu bilmesini istedim." Ağzındaki kanı tükürerek güldü. "Hiç ölü becerme fantezin olmadı mı Kuzey? Gelmeseydin birazdan onu o tabutun içinde becerecektim. Düşünmek bile sikimi kaldırıyor."
Bıçağı düşünmeden köpürcük kemiğinin hemen altına sapladım. Derinden gelen inlemesine karşılık kulağına eğildim.
"Onu kestiğin gibi keseceğim seni İhsan Kulaç. Ama bıçağım öyle derinde olacak ki tüm organlarını parçaladığıma emin olacağım."
Bıçağı aşağı çekmeden önce acı içinde kıvranırken beni duyduğuna emin olmak istedim.
"Doğan'ı da ben öldürdüm. Şimdi seni öldürüyorum ve gerekirse Gökçe için Çağdaş Karademir'i de öldürürüm." Bıçağı aşağı çekmeye başladığımda ağzından kanlar gelmeye başladı. "Aşkı hafife almamalıydın İhsan. O, takıntıdan daha güçlüdür." Bıçağı iki elimle kavradım ve bağırarak aşağı doğru çekip göğsünü yardım. Kırılan kemik ve parçalanan etin sesi kulaklarımda uğuldadı. Kanı yüzüme sıçradı ve hemen ardından çimlere doğru boşaldı.
Kan bu kez her yerimdeydi. Biri kurtarmak istediğim bir masuma aitti, diğeri ise canını almaya and içtiğim bir mazoşiste. Şimdi ölmesi gereken ölmüştü, yaşaması gereken de yaşamalıydı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
44.23k Okunma |
2.2k Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |