Derin Asu Aldinç
Nişandan birkaç saat önce
Kaçtığımız her şey sonunda bize yetişir. Sırlar, yalanlar, gerçekler ve insanlar. O gece Lale öldü, kanlı bir küvetin içinde kardeşimin ölü bedenine sarılıp ağladım uzun uzun. Güneş yine doğdu, insanlar bir yerlere yetişme telaşı ile başladı güne, rüzgar esti, yapraklar döküldü. Her şey kaldığı yerden devam etti fakat ben o güne aynı ben olarak uyanamadım.
O günden beri gizli her şeye yenisi eklendi. Amaçlar değişti, sırlar arttı, yalanlar ve gerçekler bir savaşa girdi. Tanımadığım insanlar düşmanım oldu, tanıdıkça şartlar değişti. Duygular, hırslar, kaçışlar değişti. Ve her bir kaçış sonunda yine bana yetişti.
'Emir o gün benimle aynı arabada olduğunu biliyor.'
Ezra'nın bugün bana attığı bu mesaj apar topar evden çıkıp her zamanki buluştuğumuz o ormana getirdi beni. Ağaçların biraz ilerisinden gelen su seslerini dinlemek beni rahatlatmıyordu. Hava buz gibiydi, geldiğim taksi çoktan gitmişti ve Ezra ortalıkta görünmüyordu.
Emir ne kadarını biliyordu?
Ellerimi titreten bu endişenin ardında bir atak doğurmaması için dualar okurken buldum kendimi. Kalbimin ritmi her hızlandığında bu ıssız yerde öleceğimi düşündüm. Ölmek ne zamandan beri beni bu denli endişelendirmeye başlamıştı bilemedim. Belki yalnızca bir sonun geldiğini anladığımız anda korkardık ölümden. Fakat bedenimi böylesine tüketen endişenin kaynağı yalnızca açığa çıkmış olmak mıydı? Katili bulamayacak olmak mı? Yoksa Emir'in her şeyin bir yalan oluşunu bilerek bana bakacağı, adımı nasıl telafuz edeceğini düşünmek miydi? Asu'yu hayal kırıklığı ile nasıl söylerdi Emir? Söyleyebilir miydi?
Yakından gelen araba sesi başımı yola çevirmeme neden oldu. Ezra'nın arabası hızla dönüş aldı ve önümde durdu. Aynı hızda arabadan indiğinde en az benim kadar endişeliydi.
"Söyledin mi ona? Anlattın mı her şeyi?" Sesim beklediğimden daha endişeli çıktı. "Biliyor mu?"
"Sakinleş. Tam olarak bilmiyor ama.." Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Seni biraz satmış olabilirim."
"Bu ne demek?"
"Karşılaştığımız günü eksiksiz anlattım."
"Sen çıldırdın mı?" Ellerimi saçlarıma geçirip öfke ile birkaç adım attım. "O evin önünde oluşumu nasıl anlatacağım ben? Bu saatten sonra bana güvenir mi sanıyorsun? Her şeyi berbat ettin Ezra!"
"Güveniyor! Asu sana gelip soracak ya da bildiğini söyleyecek bilmiyorum bir şey yapacak ama benim anlattığım her şeyi anlatırsan sana güvenmeye devam edecek."
"Sen Emir'i salak mı sanıyorsun? Ona iki kez yalan söyledim! Gerçekleri sakladım. O eve gidişim bile güvenmemesi için yeterli."
Başını sağa sola salladı yavaşça. "Hayır, o zeki bir adam." Bana yaklaştı ve büyük bir rahatlıkla gülümsedi. "Ama sana aşık Asu."
Bir anda boğazımın kuruduğunu hissettim. Nabzımı Ezra'nın duymasından endişelendim.
"Delirdin heralde."
"Delirmiş olan Emir." Kaşlarını kaldırdı. "Seninle aynı arabada olduğum için beni öldürecekti. Bunu yapacaktı Asu. Gördüm, nasıl davrandığını, nasıl öfkelendiğini gördüm. Senin için deliriyor. Aklı tam tersini haykırsa dahi asla kalbi ile baş edemeyecek. Sana olan ilk bakışında anlamıştım zaten, tüm oyunu bozabileceğini."
Hissettiğim o çarpıcı duyguları dışa vurmamak için verdiğim çaba takdire şayandı. Bu gizleme arzusu yalnızca Ezra'ya değildi. Kendimden gizlemek istiyordum, Emir'in beni sevdiği düşüncesi hem deli gibi korkmama hem de inkar ede ede mahvolsam da sevinmeme neden oluyordu. Kalbimi kanatlandırıp göklere yükselten bu his, kardeşime ihanetimin en utanç verici haliydi.
Ezra ile yaptığımız plan, onun dahil ettiği tüm ihtimaller dışında bir şey yaşanmazsa, oldukça sağlamdı. İçinde yalanlar vardı fakat aynı zamanda gerçekler de vardı. Yine de derin bir rahatlık hissi ile beraber gelen, Emir'i bir kez daha kandırıyor olmak düşüncesi rahatsız hissettiriyordu. Ve elbette rahatsız hissediyor olmak daha da rahatsız hissettiriyordu.
Soğuk havada uyuşam parmaklarım, arabanın kliması ile ısındı. Ezra montunu çıkarıp arka koltuğa indirdi ve telefondan bir şeylere baktı. Dikkati bir süre sonra bana döndüğünde o ciddi ifadesi yerini hemen bir gülümsemeye bıraktı.
"Planımız hazır olduğuna göre bir yemek yiyelim mi? Ben baya acıktım."
"Seninle mi?"
Başını eğip gözlerini devirdi. "Mafya tiplerle yemek yemediğini söyleme sakın." Arabayı çalıştırdı. "Her gün üç dört tanesi ile aynı masaya oturduğunu biliyorum."
"Akşama nişan var. Hazırlanmam gerekiyor."
"Yani akşam nişan olmasaydı benimle yemek yiyecektin?"
"Hayır yemeyecektim."
"Güven konusunda her zaman böyle sorun mu yaşıyorsun Asu?"
Söylediklerinde ciddi olup olmadığını anlamak için ona baktım. Gözleri yoldaydı ve her zamanki neşeli yüzü yerine ciddiyetle yola bakan bir adam vardı. Toprak yolun sarsıntısı ile elimi kapıya yaslayıp bakışlarımı ondan aldım.
"Bir üniversite kampüsünde tanışmışız gibi davranıyorsun. Farkında mısın seninle yer altı dünyasına bir devlet kuran Çağdaş Karademir'in meclis çakması mekanının önünde karşılaştık. Hatırladığım kadarıyla da koltuklardan birinde de sen oturuyordun."
"Sen de bu meclisi kuran o adamın evinde yaşıyorsun, annen onunla evli ve tüm yeraltı dünyasının korktuğu Karademirlerden intikam almak için insan ticareti yapan bir herifin yeğeni ile anlaşma yaptın." Bana bakıp sinir bozucu bir gülümseme takındı. "Değil mi Asu?"
Ona cevap vermeyişimin ardından bir süre konuşmadı. Bir an önce bu arabadan inme arzuma inat her ışığa takıldık. Kırmızı ışıkların süresi her zamankinden daha uzun geldi. Artık arabadaki sıcaklık arzu ettiğim bir şey olmaktan çıktı. Camı biraz indirip temiz havanın içeri gelmesini sağladım.
"Ee nişanda ne giyeceksin?"
"Bundan sana ne?" Derken sesim olabildiğince hoşnutsuz çıkmıştı.
"Sohbet etmeye çalışıyorum sadece." Umursamazca omzunu silkti. "Şu doksanlar hip hop grup üyelerinin giydikler dışında başka bir kıyafetle görmedimde seni. Merak ettim doğrusu, bir davetiyemde olmadığına göre nasıl giyindiğini göremeyeceğim."
"Tabii gündüzleri ormanda mazoşist bir mafyanın yeğeni ile buluşurken, geceleri de kardeşimin ölümünden şüpheli bir diğer mafyayı kendime aşık edip ne olduğunu bile bilmediğim bir şeyi ararken şık olmam gerektiğini kaçırmışım."
"İnanmıyorum bu uzun cümleyi kurdun mu gerçekten? Asu.." içten bir kahkaha attı. Bir an bu kahkahasının sonu gelmeyeceğini sandım. Arabayı durdurduğunda eve yakın bir sokaktaydık. Bana bakıp başını salladı yavaşça. "Sen gerçekten tanıdığım en huysuz kadınlardan birisin."
"Listenin kabarık olduğunu düşünücek olursak büyük bir başarı. Bir plaket falan verebilirsin bana."
Bana yaklaştığında geri çekildim. Gülümsedi ve elini kapıya atıp açtı. Aralık kapıdan gelen rüzgar saçlarımı uçuşturdu.
"Büyük başarı gösterdiğin pek çok istatistik var Derin Asu Aldinç ama bunlardan bahsetmek istemem. En azından şimdilik."
İşaret parmağımı omzuna bastırıp ittim. "Kapımı kendim açarım." Arabadan indim ve kapıyı kapatmadan yürümeye başladım.
***
Nişandan birkaç saat sonra
Kış bahçesinin soğuk koltuklarında bir süredir oturuyordum. Emir gideli belki bir saat belki de daha fazla olmuştu. Sözlerime şüphesiz inanmıştı fakat gönlüm rahat değildi. Bu asla hissetmemem gereken bir vicdan azabı mıydı? Hayır. Çok daha korkunçtu. Ona değer veriyordum ve artık onu kandırmak ruhumu amansız bir sancıya sürüklüyordu. Bir Karademir ve ben, öyle imkansızdı ki. Öyle imkansız olmalıydı ki.
Duyulmamayı arzulayan, dikkatli birkaç adım sesi beni koltuklardan kaldırdı. Üzerime örtülmüş şal bacaklarımın ısınmasını sağlamıyordu elbette. Bu yüzden soğuktan titreyen bedenimle zorlukla birkaç adım atıp kapıya yaklaştım. Annem beni burada göreceğini biliyor gibi hızlıca içeri girdi.
Yüzü endişeli gibiydi.
"Derin günlerdir kafayı yiyeceğim." Endişe işe şalımın üzerinde duran ellerimi tuttu. "Bana mektubu göster. Lale ne yazdı oraya?"
"Anne" diye inledim. Bir fısıltı gibiydi ama yalvarışım hissedilebilecek kadar içliydi aynı zamanda. "Mektuptan bahsedemezsin. Bak bu evdeyken bu konuyu asla açmamalısın. Biliyorum öğrendikten sonra durmak imkansız ama durmak zorundasın."
"Çağdaş olduğuna eminim ben. Böyle bir kötülüğü ancak o yapabilir."
"Bilmiyorum anne. Lale'nin Mert'le ilişkisi varmış. Kanında uyuşturucu bulundu. Bora kullanıyor ve çapkın. Kuzey ve Emir de..." durup yutkundum sertçe. "Hepsi olabilir tamam mı? Hiç beklemediğimiz biri olabilir. Bu yüzden bana güvenmeni istiyorum. Kim olduğunu bulacağım ve seni de o adamdan kurtaracağım."
"Ah Lale" diye inledi. Gözleri yaşlarla buğulandı. "Bu insanlar senin mücadele edeceğin türden insanlar değil Derin."
"Biliyorum anne, senden çok daha fazlasını biliyorum. Ben yapmayacağım." Tereddütle ona sarıldım. Karşılık vermekte gecikmedi. "Yalnızca bana güven."
"İyi bir anne değildim biliyorum."
Derinlerde büyük bir yaranın sızladığını hissettim. Kelimeler boğazımda düğümlendi.
"Ama sizi hep sevdim Derin. Sana bir şey olsun istemiyorum."
"Olmayacak."
Sesim kırgınlıklarımı gizledi. Annem bu sarılmayı olabildiğince uzattı. Ve evin kapısına uzak kış bahçesinde olmamıza rağmen bir bağırış işittim. Oradan buraya kadar gelen, öfkeli bir bağırış. Emir'e ait.
"Çağdaş Karademir!"
Endişe ile titredim. Emir'in böylesine öfkeli sesini ilk kez duyuyordum. Koşarak çıktık kış bahçesinden ve aynı hızla bahçe kapısından içeri girdik. Bu sesi içerideki herkes duymuştu, zaten Karademir ailesinden başka kimse kalmamıştı evde. Dağınıklığı toplayan hizmetliler yerlerinde donup kalmıştı. Kuzey oturduğu koltukta doğruldu ve Bora elindeki bardağı dikkatle orta sehpaya bıraktı. Çağdaş Karademir ise yerinden kalkıp kapıya baktı. Sanki Emir'in neden böyle öfkeyle bağırdığını biliyor gibiydi ama bu kez yüzünde galibiyetin zevkini taşımıyordu.
Her bir adımı ile etrafa ateş saçarak içeri girdi Emir. Dağılmıştı, yüzü bitap haldeydi. Göğsü öfkeyle kalkıp iniyordu ve boşlukta duran elleri titriyordu.
"Sen ne yaptın?" Dedi önce Babasına karşı. Gelirken getirdiği öfkeden uzak fakat cevabın karşılığında her yeri dağıtacak kadar tehlikeli.
"Emir sakinleş."
Yener Karademir araya girdiğinde onunda bir şeyler bildiğini anladım. Emir elini kaldırıp işaret parmağını ona doğru uzattı.
"Sen dur Amca! Sen yerinde dur, sana da sıra gelecek."
"Neyin gösterisi bu?"
Emir güldü. Çağdaş Karademir'in bu umursamaz tavrına önce güldü sonra o gülümseme yavaşça silindi yüzünden.
"Sen kızkardeşine ne yaptın?" Buz gibi bir sesle sordu bunu. Birkaç adım attı babasına doğru. "Sen benim anneme ne yaptın?"
Yanda duran masaya bir tekme attı. Üzerindeki her şey yere çarpıp paramparça olduğunda herkes korkuyla geri çekildi. Yerdeki kırık cam parçalarından birini avuçladı ve Çağdaş Karademir'e yürüyüp sert bir kafa attı. Babasını yere devirdikten hemen sonra dizleri üzerine çöküp yakasını avuçladı ve camı boynuna dayadı.
"Emir ne yapıyorsun?"
Bu soru Bora'dan gelmişti. Herkes en az onun kadar şok içindeydi fakat konuşan o olmuştu. Emir ise bunu duymadı bile.
"Sen nasıl bir insansın lan! Sen nasıl bir yaratıksın?" Cam parçası babasının boynunu kesmeye başladı, aynı zamanda Emir'in de avuçlarından akan kanı görebiliyordum. "Kızkardeşindi o senin!" Tüm ev sanki Emir'in sesi ile indedi.
"Onu sevdim."
"Seni gebertirim! Ne sevgisinden bahsediyorsun? Lanet bir sapıksın sen! Kızkardeşine tecavüz eden, ondan çocuğu olan sonra tüm günahının bedelini onu öldürerek çıkarmaya çalışan bir canisin!"
O an zaman durdu. Her şey durdu. Çok kısa bir andı ama durdu. Nefes almadım, kalbim atmadı. Duyduklarım her şeyin buz kesmesine neden oldu. Göğsüm yandı, her yerim gerçekten buz kesmişçene sancılanmaya başladı. Beni bile böylesine bir dehşete sürükleyen şey Emir'e ne yapmıştı?
"Beni şimdi öldürmezsen seni buna pişman ederim Emir!" Boğazına dayalı keskin bir cam ve yapılmış onca günah yokmuşçasına rahatlıkla bunları dedi Çağdaş Karademir. "Hadi!" Bağırdı. "Hadi durma kes boğazımı! Yoksa seni mahvedeceğim!"
Emirin omuzları hızla inip kalktı. Kanı babasının gömleğine damladı ve onun boğazından akanla karıştı. Yapabilirdi, yapsa haklıydı ama durdu. Camı yavaşça bıraktı ve iki eliyle kavradı gömleğin yakalarını.
"Elinden geleni ardına koyma Çağdaş Karademir. Seni bir hiç yapacağım. O güvendiğin gücünden geriye hiçbir şey kalmayacak. Bu da benim anneme sözüm olsun."
Emir onu iterek bıraktı ve ayağa kalktı. Ardında kimseye bakmadan evden çıktı. Herkes öğrendiği gerçeklerin sancısında kıvranırken Kuzey Emir'e yetişmek için kapıya yürüdü.
"Eğer gidersen Fahişeyi unut."
Çağdaş Karademir'in bu sözünden sonra Kuzey yerinde çakılı kaldı. Omzunun üzerinden ona baktı ve öfkeyle başını yere eğdi. Kimse Emir'e gitmeyecekti. Oysa o her zaman herkesin yanındaydı. Yüzünde öfke vardı, ellerinde intikam arzusunun belirgin titremesi ama gözlerinde acı vardı işte. Bir başına sırtlandığı her şey. Onu bırakamazdım. Onu yalnız bırakamazdım. Koşar adım evden çıkarken ardımdan seslenen annem beni durduramadı. Topukluların adımlarımı yavaşlatması Emir'e yetişememe neden olacaktı. Hızlıca ayaklarımdan çıkarıp yalın ayak koşmaya başladım. Hızlı adımlarla yürüyen Emir'in sırtını gördüğümde adımlarım hız kazandı. Çıplak ayaklarıma batan taşları umursamadım.
"Ardımdan gelme Asu."
Bana bakmadan gelenin ben olduğumu anladı. Kimsenin ardından gitmeyeceğini bile biliyor muydu? Yalnızlık için acıyor muydu kalbi?
"Geleceğimi biliyorsun!"
Yerinde durdu ve bana döndü hızla. Aramızda birkaç adımlık mesafe varken hızlanan nefeslerimi düzene koymaya çalışarak durdum ben de.
"Öfkeliyim. Tahmin edemeyeceğin kadar. Ve senin bu öfkeyle tanışmanı istemiyorum." Bakışları yumuşadı. "Seni incitmek istemiyorum Asu. Bu yüzden ardımdan gelme."
"Beni incitmeyeceğini biliyorum. Öfken bana değil. Bana olsa bile...Beni incitmezsin."
Gözlerini yumdu ve derin bir nefes aldı. Canımı yakan soğuğun, onun içindeki ateşle yanan kalbine iyi gelmesini arzuladım. Nefes alabilmesini ve öğrendikleri ile ezilip yok olmamasını.
Yüzüme baktı ve gözleri ayaklarıma indi. Sanki bu gece duyabileceği en korkunç gerçeği duymamış, acı ile kahrolmamış ve daha fiziksel bakınca eline açılmış derin kesiklerden yere hala kan damlamıyormuş gibi. "Ayakkabıların nerede senin?" Dedi. Benim çıplak ayaklarımın değeceği küçük taşları dert etti. Onca derdin arasında.
"Emir..." Başımı salladım bu tepkisine buruk bir tebessümle. "Sana yetişmek için çıkardım."
"Acıyor mu?"
"Acımıyor." Ona yaklaştım. "Ya seninki?"
Eline kısa bir bakış attı. "Önemsiz birkaç kesik."
"Elinden bahsetmiyorum."
Eğer gözler konuşabilseydi çok şey anlatırdı o an. Konuşamasa da anlatırdı. Anlattı da zaten. Emir yalnızca bana baktı ama gözleri konuştu durmadan. Öyle ki benim gözlerim doldu. Bakışlarını yere eğdiğinde toparlanabildim.
"Onu öldüreceğine emindim bi an."
"Bu onun için yalnızca bir ödül olurdu."
"Ölmeyi isteyen biri gibi durmuyor."
"Ölmekten daha çok korktuğu şeyi yaşamasını istiyorum."
Bir hiç olmak. Annesi için verdiği sözde söylediği gibi, Çağdaş Karademir'in en büyük korkusu hiç olmaktı. Güçsüz olmak. Emir bunun için söz vermişti, sözlerini mutlaka tutardı öyle değil mi?
"Kuzey gelecekti fakat-"
"Gökçe ile tehdit etti."
Başımı salladım. Her şeyi tahmin etmişti zaten. Kuzey'in geleceğini, Bora'nın gelmeyeceğini.
"Yalnız kaldığıma emin olana kadar durmayacak. Sonra da en zayıf noktamdan beni vuracak."
"Yalnız değilsin."
"Hayır Asu." Kaşlarını çattı. "Eve döneceksin. Seni hedefi haline getirmesine izin vereceğimi mi sanıyorsun? Sana değer verdiğimi anladığı an..."
Durdu. Söylenmekte zorlandığı şey duyguları değildi. Emir duygularından kaçmadığını en başından beri söylemişti zaten. Bana bir zarar gelme ihtimalini diline dökmek istemiyordu.
Onun yanında olmak isteyişime bir bahane bulmak zor olmadı. Bu eve bir daha dönmeyecekti, nereye gidecekti peki? Başka bir ev Ezra'nın aradığını bulmama yardım eder miydi?
"Nerede duracağıma ben karar veririm."
"Bu inatlaşacağın bir konu değil."
"İnatlaşmak mı? Seninle inatlaştığımı mı düşünüyorsun? Ben kararlarımı kendim veririm Emir." Yüzün yaklaştım. "Buna alışsan iyi edersin."
Arabaya yaklaşıp kilitli kolu çektim. Bıkkın bir nefes alıp arabayı açtı ve ardımdan gelip kapıyı kapatmadan tuttu.
"Benim yanımda durmak istiyorsun öyle mi Asu? Bunun ne demek olduğunu biliyor musun peki?"
Yalancı bir umursamazlıkla omuz silktim. "Öğreneceğiz bakalım." Kapıyı çektim.
Kısa bir an camdan bana baktı. Dudaklarının çok hafif yükseldiğini gördüm. Bu yarım gülümseme beni de gülümsetti.
Bedenim klimanın sıcaklığı ile gevşedi. Üzerimdeki rahatsız kıyafeti hemen kurtulma arzusu ile giymiştim fakat tahmin ettiğimden daha uzun süredir üzerimdeydi ve artık omzumdaki şal da yoktu. Gideceğimiz yerde uygun bir şey bulma hayalindeydim. Gideceğimiz yer.
"Nereye gidiyoruz?"
Emir bana bakmadan cevapladı. "Avcı'ya"
Orada hiçbir şey yoktu, olsaydı Ezra çoktan ulaşmıştı.
"Senin başka bir evin falan yok mu?"
Kaşları hafifçe çatıldı. Bu kez kısa bir bakış attı bana. "Başka bir evim yok Asu. Neden sordun?"
Başka bir ev yok, Emir gizlediği şeyi nerede gizliyordu? Ona yakındım ama yetersiz miydi? Bulmak için ne denli yakın olmalıydım?
"Bilmem, varlıklısınız sonuçta. Her birinizin birkaç evi, yazlığı falan vardır diye düşünmüştüm."
"Bize ait bir para değil."
Yol bizi Avcı'nın o eski binasına getirdi. Bir şeyler bulma umudum yarım kalmıştı ama yine de Emir yalnız kalmamıştı. Belki de özünde arzuladığım tek şey buydu.
Yağmur yağmaya başladığında dikkatim ön cama çarpıp duran damlalara kaydı. Henüz başlayan bir yağmur için oldukça büyük damlalardı. Emir önümdeki gözden cüzdanını ve telefonunu aldı. Arabadan indiğinde benim kapıyı açmama kalmadan o açtı.
"Seni kucağıma alabilirim."
"Ben yürürüm sıkıntı yok."
"Apartmanın kırık fayansları ayağını kesebilir." Eğildi. "Seni kucağıma alacağım."
"Altı kat taşıyacak mısın beni? Sadece ayakkabım yok kurşun yemedim Emir."
"Oldukça miniksin." Atik bir hareketle kucağına alıp ayağı ile arabanın kapısını kapattı.
Hızlı adımlarla apartmana girdiğinde kollarımı boynuna doladım. Bu yaptığıma dudakları kıvrıldı. "Beni kucağına almak için bahane arıyorsun gibi geldi."
"Sen de pek şikayetçi durmuyorsun."
"Yerim rahat."
Emir'in telefonu çalmaya başladı. Umursamadan katları çıkmaya devam etti. Oldukça rahat görünüyordu. Kucağında bir insan değilde peluş taşıyor gibiydi. Telefon tekrar çaldı.
"Cevaplaman gereken bir telefon sanırım."
Beni yavaşça yere indirdiğinde altıncı kata gelmiştik. Telefonla ilgili bir şey demeden bana yaklaştı. Elini zile uzattı fakat basmadan önce gözlerimin içine baktı.
"Kucağıma aldığım için kaç gün kaçarsın benden?"
"Senden kaçtığım yok."
Genişçe gülümseyip inanmadığını belli edercesine başını salladı. Zile bastıktan hemen sonra telefonunu çıkarıp baktı. Gülümsemesi yavaşça terk etti yüzünü.
"Sen gir Asu, ben geliyorum."
Merdivenleri inip gözden kaybolduğunda Avcı kapıyı açtı. Bir şey demeden kenara çekildi, zaten pek konuşkan biri değildi. Orada olmasını umut ederek gittiğim ilk yer Gökçe'nin uyuduğu odaydı. Ve girdiğimde onu öylece yatağında oturur vaziyette buldum. Beni görünce hızla yerinden kalktı ve içten bir şekilde gülümsedi.
"Derin? Gelmene çok sevindim." Beni kucakladığında aynı sıcaklıkla karşılık verdim. Gökçe çoğu zaman Lale'ye sarılır gibi hissettiriyordu. "Çok güzel görünüyorsun."
"Ah sorma ne güzellik ama. Bana giyecek rahat bir şeyler verebilir misin? Nişan olmasa asla giymezdim o kadar rahatsız bir kıyafet ki."
Dolaba yaklaşıp birkaç kıyafet aldı ve bana döndü tebessümle. "Ne nişanı?"
O an kalakaldım. Bilmiyordu. Elbette öğrenecekti fakat benden değil Kuzey'den duymalıydı. Şimdi ise nasıl hissedeceğini, ne söyleyeceğini bilmeden ona bakıyordum.
"Derin?" Omzuma dokundu. "Dondun bir anda."
"K-kuzey'in nişanı oldu."
Yüzünden düşen gülümsemesi hayal kırıklığının yalnızca bir parçasıydı. O ana kadar gerçekten Kuzey'e karşı duygularının olduğunu düşünmemiştim. Bir gelecek düşünmüş müydü yoksa yalnızca kimsenin onu sevmeyeceğini mi düşünüp üzülmüştü? Neydi onu bu denli üzen soramadım bile. Kıyafetleri elime tutuşturdu.
"Ben bi lavaboya gideceğim sen de rahat giyinirsin."
"Gökçe-"
Odadan hızla çıktı. Döndüğünde ona bu nişanın en azından zorunlu yapıldığını söylecektim. Konuşacağım kelimeleri seçerek üzerimi değiştirdim. Bana geniş gelen pijamalar şüphesiz elbiseden daha rahattı. Vücudum yalnızca rahatlığa değil aynı zamanda sıcaklığa da kavuşmuştu. O sırada telefonuma Ezra'dan bir mesaj geldi. Bir video göndermişti. Altında ise şöyle yazıyordu; 'Emir sana Lale ile yakın olduğundan bahsetmiş miydi hiç?'
Ellerimi bir titreme aldı. O lanet videoyu başlatabilmek için defalarca ekrana tıkladım. Öyle bir titremeydi ki bu bir türlü denk getirmedim. Kaçıncı tıklayışım olduğunu bilmiyorum ama video açıldı. Güvenlik kamerasından çekilmiş bir görüntü olmalıydı. Bir araba durdu sokakta, içinden Emir indi ve ardından Lale.
Lale.
Elimi kalbime koydum. Hala yaşıyor gibi hissedeceğim kadar netti görüntü. Ayaktaydı, salık saçları tişörtünün üzerindeydi. Sırt çantasını taktı ve Emir'e yaklaşıp bir şeyler söyledi. Sonra yavaşça sarıldılar. Geri çekildiğinde Emir onun saçlarını karıştıdı ve giderken ardından baktı bir süre. Daha sonra arabaya bindi ve sokaktan ayrıldı.
Yer ayaklarımın altında kayıp durdu ama bir türlü düşemedim yere. Yatağa tutundum, kesik nefesler aldım.
"O olmasın." Diye fısıldadım boşluğa. "O olmasın lütfen."
Odada adımlamaya başladım. Endişe etimi kemiriyordu sanki. "Ama söylemedi, hiçbir şey söylemedi bana." Durup başımı salladım delirmiş gibi. "Polise gitmemem için beni ikna etmeye çalışmıştı. Lanet olsun. Lanet olsun. Sen misin Emir? Lanet olsun. Bunu sebep olduğun halde bana yaklaşmaya cüret ettin mi? Sen misin?"
Burada duramazdım. Bu gördüğümü sindirmeden onun yüzüne bakamazdım. Hiçbir şey olmamış gibi duramazdım yanında. Koşar adım evden çıktım. Merdivenleri yalın ayak indim ve daha 3. Kattayken kırık fayanslardan biri gerçekten ayağımı kesti. Her şey boşa gitti. Beni kucağında bu eve çıkarışı, kesikler almamak içindi ama her şey boşa gitti.
Her şey boşa gitti.
O muydu? Emir miydi?
Şüphelerin bana yaptığı eziyet ayak tabanımdaki kesikten kat be kat fazlaydı. Bu yüzden yalnızca adımlarım yavaşladı, inmeye devam ettim. Sağanak bir yağmur vardı. Islanmak umursayacağım en son şeydi. Dışarı çıktığımda onu gördüm, apartman duvarının köşesinde durmuş telefonla konuşuyordu.
"Amca!" Diye bağırdığında kapı sesini işitip ardına baktı. Beni görünce kaşları çatıldı.
Bana doğru adımladığında geri gittim.
"Asu iyi misin?"
Onu duymak, sesini duymak yalnızca öfke hissettirdi. Ardımı dönüp yürümeye başladım. Yağmur kıyafetlerimi sırılsıklam etmeye and içmiş gibi sicimle yağmaya başladı üzerime. Çok geçmeden kolumu tutup beni durdurdu.
"Bırak kolumu!" Sesim sandığımdan daha güçlü çıktı. Kolumu çekip ondan uzaklaştığımda yüzünde bariz bir şaşkınlık vardı. "Bana dokunma Emir."
"Ne oluyor Asu?"
"Hiçbir şey. Hiçbir şey yok. Hiçbir şey yok." Ardımı döndüğümde tekrar kolumu tuttu. Aynı öfkeyle kolumu ellerinden kurtardım. "Dokunma dedim!"
"Ne bu öfke Asu?" Bu kez onun sesi de gergin çıktı.
"Bana her istediğinde dokunamazsın."
"Senin istemediğin hiç bir an sana dokunmam zaten."
"O zaman uzaklaş şimdi benden."
Yağmur ikimizi de sırılsıklam etti. Emir bu çıkışıma hiçbir anlam veremeden çatık kaşları ile yüzüme baktı. İkimizde belli ki söylemek istediğim şeylerin altında ezildik. Bağırmak, hesap sormak ve deli gibi öğrenmek istiyordum. O muydu? Bir his, yalnızca bir his beni nasıl böyle tüketebilirdi?
Emir kopan fırtınalardan habersiz bana bakmaya devam etti. Islak saçları anlına yapıştı.
"Senin için her şeyi yakacak kadar gözü dönmüş haldeyim." Dedi bitkince. "Bana bir sebep var Asu." Çenesini sıktı. "Gözlerin tam tersini söylerken, sözlerin neden nefret dolu?" Aramızdaki mesafeyi azalttı. "Beni istemediğini söyle." Sesi artık daha yüksek çıkmaya başladı. "Söyle hadi! İstemediğini söyle bir daha karşına çıkmayacağıma söz vereyim."
Verdiği sözleri tutardı mutlaka. Söyleyebilir miydim? Bir daha karşıma çıkmayacak oluşunu göze alabilir miydim? Ben Emir Karademir'i istemiyorum diyebilir miydim?
"İstemediğini söyle bitireyim bu ızdırabı Asu!"
"Seni istemek istemiyorum."
Emir yalnızca kırıldı. Bunu karanlığa ve sağanak yağmura rağmen anladım. Kırıldı çünkü istememek yalnızca kalbinin birini sevmemesi demekti ama istemeyi istememek kalbin seçtiği halde istememekti. Doğru olan o değilmiş gibi, belki layık olan o değilmiş gibi. O bir çok şey düşündü ama benim bu sevgiyi ret etmemin tek sebebi kardeşimin katili olma ihtimaliydi. Eğer oysa neden istemediğimi bilirdi mutlaka. Değilse zaten kader oyununu oynayacaktı.
Ezra'nın dediği gibi bir kadın tüm oyunu bozardı, bozduda. Peki ya bir adam?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.84k Okunma |
2.18k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |