47. Bölüm

24. Bölüm 1.Kısım “İkilem”

Songül harmanda
sonsuzluksb

Kuzey Karademir

 

1 Ay Sonra

 

Her duygunun bir adı olmalıydı. Yoksa kalbine saplanmış, içinde döne döne eziyet eden o hançeri nasıl anlatırdı insan? Her duygunun bir adı vardı aslında. Söylerdi insan; üzgünüm, korkuyorum, öfkeliyim diye. Ya bunların hepsiyse ne derdi insan?

 

Ben Kuzey Karademir, bir hançer var kalbime saplanmayı bekleyen, korkuyorum. Hançer aslında kalbime saplandı çoktan, canım yanıyor. Hançeri tutan ele öfkeliyim. Ölüyorum, üzgünüm. Ölmeliyim ama yaşıyorum.

 

Ne hissediyorum ben?

 

Boğuluyorum. Gözümden bir damla yaş aksa atar mıyım korkuyu? Boğuluyorum. Bağırsam içimden geldiğince geçer mi öfkem? Boğuluyorum. Konuşsam kusar mı beynim tüm bunları?

 

Kafamdaki bunca gürültüye rağmen odam sessizdi. Aynadaki yansımamda gördüğüm şık adam, içimdeki zavallı adamı saklıyordu. Siyah kumaş pantolonun içine koyduğum beyaz gömleğim kusursuz duruyordu. Ceketimi giyinip yakalarımı düzelttim. Odamın kapısı açılana dek yansımama bakmaya devam ettim. Şık görüntüme tezat uykusuzluktan moraran göz altlarıma baktım.

 

Emir içeriye girdiğinde ayna ile olan bakışmam son buldu. Omzunu duvara yaslayarak bana baktı. "Geldiler." Diye mırıldandığında bıkkınca nefes aldım.

 

"Bunu yapacak mıyım gerçekten?"

 

"Gökçe'yi İhsandan korumak için sana sunduğu şart bu."

 

"İhsan'ı öldüreceğiz."

 

"Hayır Kuzey." Yaslandığı duvardan ayrıldı. Yüzüne oturan o ciddi ifadeyi tanıyordum. "Bir kez daha sonunu düşünmeden haraket etmeyeceğim. Bir kez daha.." yutkundu. "Bu hatayı yapmayacağım."

 

"Yani başka yolu yok mu? Beyaz bunağın kızıyla evlenmemden başka bir yol yok mu?"

 

"Kiminle evleneceğin önemsizdi. Günü geldiğinde babamın varisi olarak uygun bulduğu biri ile evleneceğini biliyordun."

 

"Evet ama-"

 

Sözümü kesti. "Ama Gökçe."

 

Göz temasımızı koparıp kravatımı elime aldım. "Bora gibi kafamı sikeceksen sus." Kravatı boynuma geçirdim.

 

"Bu bir seçim değil Kuzey. Sana kızamam."

 

Ona baktım yine, bu iyiydi. Bir seçim olmadığını bilen biri olması bir süredir aradığım şeymişçesine derin bir nefes aldım.

 

"Behram'ın kızıyla evlenemem Emir başka bir yol olmalı."

 

Bir iç çekti. Söyleyeceği sözlerin ağırlığınaydı belki bu iç çekişi. Beni bir çıkmazdan alıp diğerine sokacağı içindi belki.

 

"Gökçe'yi buradan gönderebilirim. Farklı bir kimlik, farklı bir ülke ve kimsenin onu bulamayacağı bir şekilde."

 

"Onu bir daha göremem."

 

Başını salladı usulca. Onu bir süredir görmüyordum aslında ama bunun kalıcı olacağını düşünmek, her gün kahve gözlerini görmeyi arzulayan kalbimi mahvetti. Büyük bir ikilemin içinde düştüm. Bu rüyalarımdan birinde gibi hissettirdi. Derin ve karanlık bir kuyunun içine doğru süzülüyor gibiydim. Her an yere çakılacağımı sanıp bir türlü çakılmadan korku ile süzüldüğüm o rüyalar.

 

"Kardeşin olarak sana bu seçimi vermekten başka yapacağım bir şey kalmadı. Onu görebilirsin fakat başka bir kadınla evli olursun. Veya yalnızca gitmesine izin verirsin." Elini kapıya attı. "Ne dersen Kuzey. Neyi seçersen onu yapacağım."

 

Odadan çıktığında yatağın üzerine çöktüm. Boynuma sarılı sert halatlar varmışçasına nefes alamadım. Kravatı çekiştirdim fakat nefeslerimi kesen kravat değildi biliyordum. Bu çıkmazdı benim halatlarım.

 

 

Bir seçim yapamadan çıktım odadan. Herkes oturma odasındaydı. Behram Çevik'in sert bakışlarına aldırmadan ufak bir baş selamı verip Emir'in yanına oturdum. Gözlerim yerdeydi.

 

"Kuzey de aramıza katıldığına göre asıl tanışması gerekenleri tanıştıralım o zaman." Babam bana bakıp gülümsedi, samimi bir gülümseme değildi. "Behram'ın kızı Defne."

 

"Memnun oldum." Derken ona bakmadım. Hangi tarafta oturduğuna bile dikkat etmemiştim.

 

"Defne uzun bir süredir Amerikadaydı. Birçok yeri unutmuş olmalı."

 

"Aslında çocukluğumun geçtiği İstanbul'u bile unuttum diyebilirim Çağdaş Bey."

 

“Artık gezmek için bolca vaktin olacak.” Hizmetçinin dağıttığı kahvesini almak için doğruldu. “Türkiyede yaşacağın için.” Kahvesinden rahatsız edici bir yudum aldı. “Ben böyle işleri uzatmayı sevmem. İki tarafta ne olacağının bilincinde. Yakın bir tarihte nişanınızı duyurmayı düşünüyorum.”

 

“Bu kadar aceleye gerek var mı bilmiyorum Çağdaş.”

 

Behram Çevik, babamın bakışlarından sonra sesini temizleyerek kahvesini içmeye başladı. Odanın içine zehirli bir duman gibi salınan şey gerginlikti, şüphesiz kaynağı babamdı. Dik omuzları, çatık kaşları ve delici bakışları ile her yerde hakimiyetin kimde olduğunu gösterme arzusu ile yanıyordu.

 

Tüm bunlar önemsizdi. Mert ölmüştü ve geçen bir ayda bu evin durulmayacak kadar boktan olduğunu daha iyi anlamıştım. Her şey değişmişti fakat babam aynıydı. Annemin mezarına hiç gitmediği gibi Mert’in mezarına da gitmemişti. Bir evlat kaybetmemişti sanki.

 

Bu kalpsizliğe yabancı değildim. Çağdaş Karademir’in ziyaretine gittiği tek mezar vardı, Emir’in Annesi Sare. Onu da kendi elleri ile boğduğunu bilmeseydim eğer içinde bir yerlerde sevgiye dair bir kırıntı olduğuna inanabilirdim.

 

Bu kalpsizliğin vicdanıma açtığı savaş mağlubiyetlerle doluydu.

 

Bora geçtiğimiz günlerin her gecesi zil zurna sarhoştu. Acısını içerek çıkarıyordu. Emir ise her gece Mert’in mezarına gidiyor bazen orada sabahlıyordu. Zaten uyumayı sevmezdi pek. Belki sabahlara kadar konuşuyordu Mert’le. İkisi de yaşıyordu işte acısını fakat benim ciğerlerim çürüyecekti yakında. İçimden atmaya çalıştığım o acının çıkacak bir kapısı yoktu.

 

Yine o karanlık suların içinde boğulduğumu hissettim. “İzninizle biraz hava alacağım.” Dedikten hemen sonra orayı terk ettim. Bahçeye çıkıp koltuklardan birine kendimi atana kadar boğazıma sarılı iplerin beni öldüreceğimi sandım. Kıravatı çekiştirip kafamı arkaya attım. Gözlerim kapalıydı fakat kulaklarım bana yaklaşan adımların sesini işitmişti.

 

“İyi misin?”

 

Bu ses duymayı beklediğim bir ses değildi. Derin ile yıldızımız geldiğinden beri barışmamıştı fakat oydu işte. Ardımdan bahçeye gelip beni soran Derindi.

 

“Bilmiyorum.”

 

Hemen karşıma oturdu. Çekil mavi gözlerini yüzümde gezdirdi. Sonra bir sigara yaktı ve benim gibi arkaya yaslandı. “Zor.” Dedi sadece.

 

“Nasıl bu kadar güçlüsün?” Soruma şaşırdı. “Dimdiksin...Üstelik senin için yalnızca Lale vardı.”

 

“Güçlü değilim.”

 

İnkarı gerçeği değiştiremezdi.

 

“Derin güçlüsün işte. Nasıl yapıyorsun bunu? Kardeşini kaybetmenin acısı nasıl yaşanır bilmiyorum ben. Bu hisler beni mahvediyor. İnsan acıyı nasıl atar içinden? Nasıl yaşarsın yasını?”

 

Durup düşündü. Bir süre sessiz kaldı. Benim bir cevap beklediğimi bilerek sakince içti sigarasını. Gözleri çimenlerde oyalandı.

 

“Sığınmak istediğin yerde olunca.”

 

Bu cümleyi düşündüm ben de bir süre. İnsan acısını sığınmak istediği yerde mi yaşayabilirdi ancak? Yoksa sığınmak istediği bir yer var diye mi olurdu böyle?

 

Sonra kalbim Mert’in ölümünden bu yana sığınmak istediği yeri hatırlattı bana.

 

Gökçe.

 

“Haklısın.” Ayağa kalktım. “Teşekkür ederim Derin.” Birkaç adım attım sonra tekrar ona döndüm. “Ne büyük bir acı ile yandığını Mert’i kaybedene kadar anlamamıştım. Eğer bilmeden seni bu konuda incittiysem beni affet.”

 

Bakışları garipleşti fakat bir şey söylemedi. Ben de daha fazla durmadan kapıya ilerledim. Cam kapının kolunu açtığım an karşıma çıkan kadın bir anda geri sendelememe neden oldu. Yeşil gözlerini gözlerime dikip gülümsedi.

 

“Sonunda bakışlarının odağı olabildik Kuzey Karademir.”

 

Çatık kaşlarıma aldırmadan gülümsemeye devam etti. “Çekil.” Dedim yalnızca ama onun çekilmeye niyeti olmadığını çoktan anlamıştım.

 

“Bu evlilik için bu kadar mı öfkelisin? Yoksa bir Karademir olarak aşk evliliği yapacağını mı sanıyordun?”

 

“Seninle evlenmeyeceğim.”

 

Kollarını birbirine bağladı. Soğuk havaya rağmen üzerine giydiği sıfır kollu elbise onu üşütmüyor gibiydi.

 

“Açıkçası ben de bunun için can atmıyorum. Hatta neden evin büyük oğlu değilde senin varis olduğunu düşünüyordum. Yanlış anlama sen de hoş çocuksun fakat ben kumral severim.”

 

“Ama ben Emir’in kızıl sevdiğini sanmıyorum.” Dedim Derin’in sarı saçlarını düşünerek.

 

“Erkekler için saç rengi önemli değildir.” Yüzüme yaklaşınca başımı geri çektim. “Bilirsin.”

 

“Amacın ne senin?”

 

Sesimde gizleyemediğim rahatsızlığı umursamadı. Omuz silkip yavaşça yanıma geçti. Her ne kadar yakın olmaktan sakınsamda kulağıma doğru eğilmeyi başaracağı kadar bir mesafeye ulaşmıştı.

 

“Bir şeylere karşı koyamıyorsam ben de eğlenmeye bakarım.” Kıkırdadı. “Bir çocuk gibi somurtmaktansa böylesi daha zevkli.”

 

Yanımdan geçip bahçeye çıktı. Söylediklerinin hoşnutsuzluğunu yaşayarak çıktım evden. Behram Çevik’in bizi kızı ile ziyarete gelmiş olmasını önemsemeden bindim arabama. Hayatım adına verilecek olan kararı ve bu gidişimin babama uyandıracağı öfkeyi umursamadım. Sığınmak istediğim o yere gitmeliydim. Ciğerlerimi çürüten bu acıyı kusmalıydım.

 

Yollar başlangıçta basit bir çizgi gibiydi. Baktıkça her şey değişti. Avcı’nın evine gittiğimi sandığım sokaklar beni o büyük garajın önüne götürüyordu sanki. Bu yüzden bir aydır bir arabaya binmek, bir yere gitmek zulümdü bana. Gözlerimin önünden hiç gitmeyen o ışıklar, yanıp sönen ve her defasında kanın daha da yoğunlaştığı o zemin. Bu yüzden defalarca durdum, gideceğim o kısa yolu tamamlamak zor geldi. Her defasında inip derin nefesler aldığım sokaklarda gri bir kapı görmekten korktum.

 

Hiç ulaşamayacağımı sansamda o izbe sokağa girebildim. Yarısı kaldırıma çıkmış olan aracımın içinde oturdum bir süre. Sonra soğuk havayı hissetmeyi arzulayan her hücreme istediğini verdim. Duvarlarına anlamsız yazılar yazılı apartmanlara baktım. Sığınmak istediğim o yere gitmek bile zor geldi bana.

 

Apartmanın eski merdivenlerine ulaştığımı bir süre sonra fark edecek kadar doluydu kafam. Her katta saymaya başlayıp, öbür kata geçmeden nerede kaldığımı unuttuğum basamaklar sona erdiğinde kapı ile bakıştık. Yabancısı olduğum bir kaçma isteği ile savaştım. Ellerim beynimde ki o endişeli sese aldırmadan değdi eskimiş tahtaya. Kapıyı Avcı açtı.

 

“Hayırdır?” Derken kenara çekilip geçmeme izin verdi. “Bugün beyaz bunak gelmiyor muydu?”

 

“Geldi.” Bıkkın bir nefes aldım. “Çıktım ben de işte.”

 

“Ee güzel mi bari müstakbel yenge?”

 

“Geç dalganı amına koyayım.” İçeriye doğru geçip etrafa bakındım. “Gökçe nerede?”

 

“Odasında. Uyuyor sanırım.”

 

Kapıya yaklaşıp yavaşça açtım. Avcı fazla durmadan içeri geçti. Gökçe uyuyordu. Tam 30 gün sonra onu görmek bana derin bir nefes aldırdı. Böylesine büyük bir özlemle yandığımı ben de şimdi fark etmiştim. Sırf bu yoğun özlem yüzünden saygısızca içeri girip kapıyı ardımdan örttüm. Oraya çöktüm. Sırtım kapıda, ayaklarım gelişi güzel yerdeydi, gözlerimse güzel yüzüne bakmadığım onca günün acısını çıkarırcasına Gökçedeydi.

 

Yüzüne düşen bir tutam saçına dokunmanın, onu usulca kenara çekmenin hayalini kurdum. Kar taneleri bile dokunmuştu o gece karası saçlarına fakat benim parmaklarım değemezdi. Ne saçlarına ne de Gökçe’ye dokunabilirdim. Dokunmadan da severdi insan ama severken dokunamamak azaptı şüphesiz.

 

Bir iç çektim bunca acı içinde bir de ona olan sevdama. İmkansıza tutuluşuma yandım.

 

Gökçe buradaki varlığımı hissetmişçesine rahatsızca kıpırdandı. Biraz sonra gözlerini açacağını bilsemde tedirgin olmadım. Öylece odasına girmiş onu izliyor olmamın korkutucu yanlarını düşünmeyecek kadar berbattım.

 

Gözlerini açıp beni gördüğünde irkildi fakat hemen sonra bu duygu yerini şaşkınlığa bıraktı.

 

“Kuzey?” Dedi uykulu sesiyle. “Geldiğini duymadım.”

 

“Gökçe.” Dedim aynı onun gibi fakat acı içinde. “Bana yardım et.”

 

Ne için yardım istiyordum ben? Mert için çürüyen ciğerlerimi mi kurtarsın istiyordum? Onun sevdasına düşen kalbimi mi kurtaracaktı? Bu ateşe o mu su dökecekti?

 

Yataktan kalkıp yanıma geldi ve yere oturdu benim gibi fakat tam önümde. Işık kapalıydı ama camdan içeriye giren sokak lambaları her şeyi yeterince görmemi sağlıyordu. Kahve gözleri bu loşlukta kararmıştı. Uzun kirpiklerinin birbirine dolanışı bile şiir gibiydi.

 

“Sana baş sağlığı dilemek istedim fakat hiç gelmedin.”

 

“Gelemedim.”

 

“Benim yüzümden olduğu için mi?”

 

Titreyen sesi kaşlarımı çatmama neden oldu. Sırtımı kapıdan uzaklaştırdım. “Senin yüzünden olmadı Gökçe.” Başımı salladım sağa sola. “Ben gelemedim çünkü iyi değildim…Hala değilim.”

 

Gözleri doldu. Bir damla yaş aktı yanağına. Silmek istedim o yaşı ama dokunmaya cesaret edemedim.

 

“Ben çok üzgünüm Kuzey.”

 

Bakışlarımı kaçırdım. Bu kaçışım onun dolu gözlerineydi. Fakat belki o çok başka sandı ve ondan olsa gerek elini yanağıma götürdü tereddütle. Soğuk parmakları tenime değdiği an hızlanan nabzıma inat yavaşça döndüm ona. Elini yanağımdan çekmedi, bana sadece bu ufacık temasla bile ne denli eziyet ettiğinden habersizdi.

 

“Hiç ağladın mı? Bağırdın mı acını?” Yanağımı okşadı yavaşça. Gözlerimi örttüm bu temasıyla. “İçinde tutup seni yiyip bitirmesine izin mi verdin?”

 

Sesi şefkatliydi ve dokunuşuda ama sözleri kızgındı.

 

“Yapamadım. Ben hep o andayım Gökçe.” Gözlerine bakıp sertçe yutkundum. Onun temasından cesaret alarak elimi elinin üzerine koydum. Sıcak avuçlarımın onun elini ısıtmasını arzuladım. “Ö-öldüğü anda girdiğim o şoktayım…Ağlayamıyorum, bağıramıyorum, Gökçe ben boğuluyorum. Bana yardım et ne olur.”

 

“Ben sana nasıl yardım ederim bilmiyorumki.”

 

“Sana sığınmama izin ver.”

 

“Ben nasıl sığınak olunur onu da bilmiyorum.”

 

“Ben de sığınmayı bilmiyorum ama bak buradayım işte. Kapına kadar geldim Gökçe. Aklım nasıl mücadele edeceğini bilmese de kalbim sığınmak istediği yeri biliyordu çünkü.” Ona doğru yaklaştım. “Bana bir şey söyle. İçimdeki yangına su dökecek bir şey söyle.”

 

“Ağlamak güçsüzlük değil Kuzey.”

 

Son derece basit bir cümleydi özünde bu. Fakat görüyordu işte, güç diye bana vurulan zincirlerin yaralarını. Sırf bu yüzden doldu gözlerim. Birinin bana ‘Ağlayabilirsin’ demesine ihtiyacım varmışçasına ağlamaya başladım. Başta utandım bundan, gözlerimi kolumun altında gizledim. Fakat sonra Gökçe kolumu tutup çektiğinde yaşlı gözlerimden utanmadım. Onun gözleri de benimkilere eşlik etti.

 

Ben kardeşime ağladım, o bana ağladı. Ben imkansızlığımıza ağladım, o benim hiç bilmediğim bir derdine ağladı. Kapının önünde yere çökmüş, birbirimize baka baka ağladık o gece. Bu birbirimize olan gülümsememizden daha değerliydi benim için. Çünkü kalbim sığınmak istediği yerdeydi.

 

 

###

 

Bölümün ilk kısmını daha fazla bekletmeden paylaşayım dedim.

 

Okuyup yorum yapan herkese teşekkürlerimi iletiyorum.

Sevgiyle kalın 😚❤️

 

 

 

 

Bölüm : 29.11.2024 00:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Songül harmanda / KARADEMİR / 24. Bölüm 1.Kısım “İkilem”
Songül harmanda
KARADEMİR

43.98k Okunma

2.18k Oy

0 Takip
59
Bölümlü Kitap
1. Bölüm "Kanlı Küvet"2. Bölüm "Bir Şüphe, Beş Şüpheli"3. Bölüm "Karanlıkta Gizlenen Adam"4. Bölüm "Açık Çek"5. Bölüm "Bir Kadını Kurtarmak"6. Bölüm "Tehlikeli Adamlar"7. Bölüm "Dikenli Duvarlar"8.Bölüm "Çığ"9.Bölüm “Kimsesiz Kız Çocuğu”10.Bölüm “Ölüm Oylaması”11. Bölüm “Kış Bahçesi”12.Bölüm”Kabuk Tutmuş Yaralar”13. Bölüm “Bir Fotoğraf Karesi”Duyuru14. Bölüm “Her İnsanın Bir Zaafı Vardır”DuyuruGüncelleme15. Bölüm "Gözlerini hep açık tut!"DuyuruDuyuru16. Bölüm “Bir Kadın Tüm Oyunu Bozar”Yeni bölüm yayınlandı17. Bölüm “Kral Paradoksu”Yeni Bölüm YayınlandıDuyuru18. Bölüm “Vicdana Asılı Urganlar”Yeni bölüm yayınlandıDuyuruDuyuru19. Bölüm”Bir Hiç Sıfıra Eşit Olur Mu?”Yeni Bölüm YayınlandıDuyuru20. Bölüm “Kan”Yeni Bölüm Yayınlandı21. Bölüm “Yalan”Yeni Bölüm YayınlandıDuyuruDuyuru22.Bölüm “Üç Bilet Meselesi”Yeni Bölüm YayınlandıDuyuru23. Bölüm “Bedelleri Her Zaman Masumlar Öder”Yeni Bölüm YayınlandıDuyuruDuyuru24. Bölüm 1.Kısım “İkilem”Yeni Bölüm YayınlandıDuyuru24. Bölüm 2. Kısım “Korkak Kalp”Yeni Bölüm Yayınlandı25. Bölüm 1. Kısım "Pranga"25. Bölüm 2. Kısım "Yol Ayrımı"26. Bölüm "Gerçeğin Acı Yüzü"Yeni bölüm hakkında27. Bölüm 1. Kısım "Yaralı Bir Adam"27. Bölüm 2. Kısım "Gözler Yalan Söylemez"Duyuru28. Bölüm 1. Kısım "Geriye Kalacak Birkaç Anı"Güncelleme
Hikayeyi Paylaş
Loading...