Dikkat! Bölümde bazı rahatsız edici tasvirler bulunabilir.
Bölümün ilk kısmı Kuzey Karademir, ikinci kısmı ise Derin Asu Aldinç bakışıyla anlatılacaktır.
Kuzey Karademir
Büyük, gri garaj kapısını daha önce geçmiş olmama rağmen ilk kez görüyordum. Yüzüm maskeli, bir tırın arkasında değildim bu kez. Karların içine batan ayaklarımı umursamadan garajın etrafını defalarca dönmüş ve içeriye girmek için bir yol aramıştım. Soğuk bedenimi titretmeseydi korku yine titretecekti. Ve üç kardeş şimdi garajın önünde çaresizce dikilmiştik. Bora vazgeçmeden kapıya yumruklarını vurup bağırıyordu fakat Emir benim gibi çaresizliğin ağına düşmüş öylece kapıya bakıyordu.
Mert içerideydi bunu biliyorduk ama canlı mıydı? Bunu düşünmek etimi kemiğimden ayırır gibi yaktı canımı. Her şeyin bir kabus olmasını arzuladım fakat öyle gerçekti ki. Yüzüme çarpıp duran kar taneleri, rüzgarın kıyafetlerimi delip geçen öfkesi gerçekti. Buradaydım, içeride kardeşim vardı ve yaşıyor olup olmadığını bile bilmiyordum.
"Ya Mert-" Emir sözümü sertçe kesti.
"Cümlenin devamını getirme" Kapıya yanaşıp yukarıya asılı duran kameraya baktı. "Yalvarmamızı mı istiyorsun kapıyı açmak için?"
Kime hitaben konuştuğunu bilmiyorduk fakat birilerinin bizi izlediği, Mert'i buraya getirdiği aşikardı. Garaj kapısı hafif kıpırdandığında ileri atıldım hızlıca fakat açılmadan durdu.
"Öyle istiyorsun." Dedi Emir. "Yalvarıyorum o halde. Kapıyı aç ne olur."
"Orospu çocuğu! Belanı sikeceğim senin duyuyor musun beni!"
Emir Bora'nın onuzlarından tutup sertçe geri çekti. "Kapının açılmasını istiyorsan öfkeni kontrol et!" Kameraya döndü yine. "Lütfen kapıyı aç. Kardeşimin iyi olduğunu görmeliyim."
Karşı taraf tatmin olmuş olmalı ki kapı açılmaya başladı. Tam açılmasını dahi beklemeden yerden hızlıca içeri süründük. Karanlıktı, hiçbir yeri net göremeyeceğimiz kadar karanlıktı. Deli gibi koşuşturduk, her birimiz bir yana kocaman garajın içinde Mert'i aradık.
"Aç şu ışıkları artık!" Diye bağırdığımda eş zamanlı olarak ışıklar yanmaya başladı.
Garajın ilerisinde sandalyeye bağlı olan Mert'i gördüğüm an ona doğru ilerledim fakat hemen ardından duran adamın elinde tuttuğu silah adımlarımı yere çiviledi. Mert'in yüzünde gördüğüm dehşet, ağlamaktan bitap düşmüş hali aldığım nefesleri tıkadı. Ağzına bağlanmış bez çoktan dişlerinin arasına sızmıştı.
"Mert buradayım abicim bir sıkıntı yok tamam mı? Korkma."Emir elini yavaşça kaldırıp adama baktı. "O silahı indir. Kimsin bilmiyorum ama derdin belli ki bizimle onunla değil."
"Ben Kadir Azrak." Ellerini Mert'in saçına geçirip arkaya doğru çekti. "Bu ismi hiç unutmayacaksın Emir Karademir."
"Onun hiçbir suçu yok. Doğan'ı ben öldürdüm. Bırak gitsinler hesabını benimle gör."
"Ben öldürdüm." Dedim neredeyse haykırarak. "Elimi kolumu bağla ne yapmak istiyorsan yap! Mert'i bırak."
Adam silahı Mert'in boynuna bastırdığında Bora küfür ederek bağırdı. Aklım gördüklerimi idrak edemiyordu. Bu boynuna silah yaslanmış olan benim kardeşim miydi? O metalin soğukluğundan onu korumak için verdiğimiz onca çaba neredeydi?
Adam kafasını sağa sola salladı ve sırıttı. Silahı Mert'in sol gözünün üzerine koydu. Göğsüm sıkıştı.
"Bedelleri her zaman masumlar öder."
Silahı ateşledi.
Işıklar söndü.
Kulaklarımda korkunç bir çınlama kaldı. Bağırarak ileri koşan Emir ve Bora'nın aksine ayaklarımı oynatamadım. Işıklar yanıp sönmeye başladı. Her aydınlığa ulaştığında yere yığılan Mert'in bedenini gördüm. Her karanlığın ardından yerde biriken kan arttı. Her şey dönmeye başladı. Adım atmak için verdiğim çabanın üstüne yer de kaymaya başladı. Ben dermansız kalmış ayakları tutmayan bir zavallı gibi Mert'e ulaşmaya çalışırken yer durmadan kaydı. Duvarlar yamuldu, tavan içe çökmeye başladı.
"Mert özür dilerim. Özür dilerim Mert. Abicim beni affet, beni affet ne olur." Emir onu kucağına çekip sıkıca sarılmıştı. Her yeri kan içindeydi. "Koruyamadım seni." Acıyla bağırdı. Sesi garajda yankılandı. Işıklar yanıp sönmeye devam etti. "Abicim ne olur beni affet."
Dizlerimin üstüne yere çöktüm. Tek bir mimik oynatmadan yaşlar aktı yanağıma. Ellerim yerde biriken kana bulandı. Avuçlarımı lekeleyen kana baktım uzunca. Konuşamadan, ağlayamadan, haykıramadan öylece baktım.
"Öldü mü? Emir...Mert öldü mü?" Bora şiddetli bir karın ağrısı çekiyor gibi kollarını bedenine sarmıştı. Dizleri benimki gibi kanın içinde bedenini ileri geri sallıyordu. "Emir bir şey yap. Sen hep bir yolunu bulursun, bir şey yalvarırım."
O içli içli ağladı, Emir acıyla bağırdı fakat ben bu ölümü içimden atacak hiçbir şey yapamadım. Ciğerlerim yandı ama kalbim donuyordu. İnsan cayır cayır yanarken de buz kesebiliyormuş, bunu öğrenmek için canımdan bir parçayı kaybetmem gerekiyormuş.
***
Derin Asu Aldinç
İki gün sonra
Yağmurun ıslaklığını verdiği toprak artık çamurlaşmıştı. Her gün bastığımız o toprak birkaç küreğin üzerindeydi. İçine açtığı o çukur bir bedenin sığacağı kadardı. Siyah giyinmiş onlarca adam ellerini önünde bağlamış mezarın çevresinde dizilmişti. Yabancıların arasında tanıdığım tek yüz İhsan Kulaç'a aitti. Mezarlığın çıkışına kadar uzanan lüks arabaların sahipleriydi bu adamlar. Her birinin göğsüne iğnelenmiş fotoğraf Mert'e aitti.
Kazılı çukurun diğer tarafında duranlar ise yüzünü tanıdıklarımdı. Yabancıların açtığı şemsiyelerden yoktu ellerinde. Yağan yağmurda ıslanıyor olmak önemsizdi. Bora, Kuzey, Ezra, Avcı, Çağdaş Karademir, annem ve Emir. Gözünden yaş akıtan sadece annemdi. Her birinin yüzü vidalanmış bir metal parçası gibiydi. Islak olmayan gözlerin kızarıklığı yeterdi her şeyi anlamama ama yine de ağlamaz mıydı insan?
Kalbi olan her insan kardeşi ölünce ağlamaz mıydı?
İki gün önce üstü başı kan içinde gördüğüm Emir bugün siyah takımını üzerine çekmiş, o gün kalbi paramparça olmamış gibi duruyordu. Kollarında taşıdığı Mert'in cansız bedenini incitmekten korkar gibi indirmemişti sanki yere. Bağıra bağıra ağlayan Bora değildi sanki.
O günde bu gün de aynı olan yalnızca Kuzeydi. Yere dikilen donuk bakışlar ve solgun bir yüz.
Bense kendi kardeşime mi yoksa Mert'e mi olduğunu bilmeden ağlıyordum. Ölmüştü çünkü o da. Kardeşim gibi yalnızca 18 yaşındaydı ve ölmüştü. Lale onu kalbinde taşımıştı ve o da Lale'yi. Lale'yi seven bir kalp ölmüştü. Yazık olmuştu, çok yazık.
Tabutun kapağı açılıp kefene sarılmış beden ortaya çıkınca gözlerimi çevirdim hızlıca. Oraya bakmasamda gördüm aslında. O çukurun içine bırakıldığını, üzerinim nemli toprakla örtündüğünü, aynı Lale gibi.
Karademir kardeşler kürekleri tutarken oldukça güçlü duruyordu. Attıkları toprağın her bir tanesi ateş olup göğüslerine düşmüyormuş gibi dimdiklerdi. Oysa ben bile ayakta duramamış yere çökmüştüm.
Toprak bir yığın olduğunda Mert'in duası okundu. Gelen gazeteciler artık fotoğraf çekmeyi bırakmış ölümün detaylarını öğrenmek için Çağdaş Karademir'e sorular soruyordu.
"Çok büyük bir acı içerisindeyiz. Tanıdık ve güçlü yüzlerin mutlaka düşmanları olur fakat oğlum daha 18 yaşındaydı. Bu derece alçak bir saldırının hesabını sormayı devletimize bırakıyorum. Biliyorumki suçlular mutlaka cezasını çekecek."
Özenle seçilmiş klasik bir konuşmadan başka hiçbir şey söylemedi. Baş sağlığı dileyenler yavaş yavaş mezarlıktan ayrıldı. Gazetecilerde korumalar tarafından yönlendirilerek çıkarıldı mezardan. Bense öylece oturup olup biteni izledim.
Ezra yanımda durduğunda kısa bir an kafamı kaldırıp ona baktım. Bana hiç bakmadı ama konuştu.
"İyi misin Asu?"
"Sizin gibi ölü görmeye çok alışkın değilim ben."
"Dizlerinin bağını çözen kefene sarılmış bir ölü görmek miydi?" Bana baktı. "Yağmur göz yaşlarını gizliyor mu sanıyorsun?"
"Yalnızca kardeşimi hatırlattı bana."
"Ya da Mert'in masum olduğunu düşünüyorsun. Bu intiharla bir ilgisi olmadığını."
"Sen tam tersini mi düşünüyorsun?"
Mezarın başında yalnızca aile sakinleri kaldı. Ezra dikkat çekmemek için yanımdan uzaklaşmadan hemen önce hafifçe eğildi ve Emir'i anımsatan bir adamı işaret etti. Onun gibi kumraldı, uzun ve yaşına tezat iyi bir fiziği vardı.
"Yener Karademir. Emir'in amcası. Yani o da bir Karademir."
Bu dediğinin tek bir anlamı vardı. Artık şüpheli sayımıza artı bir eklenmişti. Bu her şeyi daha da zorlaştırıyordu.
Ezra diğerlerine baş sağlığı dileyip mezarlıktan ayrıldı. Onun gidişi ile birlikte biz de büyük siyah arabaya doğru ilerledik. Otomatik kapı açıldığında karşılıklı koltuklara oturduk. Yanımda annem vardı onun yanında durmuş olan, çocuklarına eziyet edecek kadar kötü bakan Çağdaş Karademirdi.
"Doğan'ı hanginiz öldürdü?"
Üçü aynı anda ben dedi. Çağdaş Karademir öfke ile nefes aldı. "Sabrımı taşırmayın benim." Çocuklarına doğru eğildi. "Hanginiz sebep oldu Mert'in ölümüne?"
Bu soru acımasızcaydı. Şüphesiz Çağdaş Karademir'in bir vicdanı yoktu. İstediği buydu zaten. Üçünün de bu işte parmağı olduğunu biliyordu, her biri kendi içinde vicdanıyla baş başa kalsın istiyordu. Biliyordu o zaten, etlerine değdireceği bir demirden daha çok yakacaktı canlarını bu.
"Böyle olacağını bilmiyorduk." Dedi Bora. Ağlayacak gibiydi.
"Birinizin gözünden akan tek damla yaş görürsem gebertirim. Yaptığınızın sonuçlarına katlanacaksınız."
O an korktum. Bu adamdan gerçekten korktum. Bir insan, evladı için bile üzülmüyorsa onun bir kalbi var mıdır? Böylesine güçlü bir adam tek bir zaafı olmadan ne denli tehlikeli olurdu? Gözden çıkarmayacağı hiçbir şey yok gibiydi.
Emir'e baktım. Öylece dizlerine bakıyordu. Gözleri ışığını kaybetmişti sanki, sesini duymuyordum iki gündür. Bir hayalet gibiydi. Oysa onun gülümseyerek Asu diyişini duymak isterdim.
Araba evin bahçesinden içeri girip durunca herkesin inmesini bekledim. Yağmur durmuştu fakat hepimiz ıslanmıştık zaten çoktan. Bahçeye adım attığımda herkesin olduğu yerde durduğunu fark ettim. Biraz ötemizde dizleri üzerine çökmüş, kafasına çuval geçirilmiş bir adam vardı. Çağdaş Karademir onun hemen ardında durdu, çuvalı çıkardı. Kim olduğumu bilmiyordum ama kardeşlerin yüzünde gördüğüm öfke kısa bir süre içinde katili tanımama yardım etti. Fakat kimse ileri atılmadı.
"Azrak'ları bu camiadan siliyorum Kerem. Herkese bunu duyur."
Yanında duran adam hafifçe başını salladı. Yerde duran büyük taşı iki eli ile kaldırdı. Adamın sırtına sert bir tekme vurup yere düşürdü. Taşı hiddetle kafasına vurmaya başlayınca kafamı hızla sola çevirdim. Vurdu, vurdu ve her vuruşunda duyduğum o kemik sesi arttı. O parçalanışı hissettim. Kemiklerin artık direnmeyip ayrıldığı, beynin ve kanın çimlere aktığını anladım. Yere bakmaktan korkarak başımı kaldırdım. Çağdaş Karademir elindeki taşı çimlere fırlattı. Yüzü ve elleri kan içindeydi fakat rahatsız olduğunu gösterir tek bir mimik yoktu yüzünde. Dimdik Emir'e baktı.
"Bu iş böyle yapılır." Kolunu yüzüne götürüp gözünü rahatsız eden kanı sildi. "Ya elinde kaybetmekten korkacak bir şeyin olmayacak ya da senden bir şey alamayacakları kadar gücün." Ruhsuzca güldü. "Yoksa bir mezar başında oturur çocuk gibi ağlarsın."
Midem tüm bu gördüklerimi kaldıramadığından yere bakmadan hızla eve geçtim. Odama kadar çıkmak, banyoya ulaşmak zulüm gibiydi. Defalarca öğürdüm ama kusmadım. Soğuk suyun beni biraz rahatlamasını umarak yüzüme çarpıp durdum.
Sonra Emir'i görmek istedim. Onunla konuşmak istedim. Evin içinde dolandım, odasına baktım fakat yoktu. Görmeyi beklediğim hiçbir yerde bulamadım onu. Aklıma kardeşinin odası gelmeden hemen önce çıkıp gittiğini bile düşünmüştüm. Ama Mert'in odasına girdiğimde orada olduğunu gördüm. Yatağın yanında, yere çökmüş öylece oturuyordu. Bir ayağını uzatmış diğerine koyduğu elinde bir bileklik vardı. Başı duvara yaslı, gözleri kapalıydı. Yanına kadar gidip yavaşça oturdum yere. Ela gözlerini aralayıp bana baktı.
"Emir." Sesim titredi. Onun acı çeken gözlerine bakarken güçlü durmak zordu.
"Onu koruyamadım." Dedi bitkince. "Böyle olacağını tahmin etmeliydim."
Başımı hızla sallayıp onu ret ettim. "Bilemezdin. Bunu tahmin edemezdin."
"Etmeliydim." Avuçlarının içini gözlerine yaslayıp ovaladı. "Ben şimdi Mert'ten nasıl af dileyeceğim Asu?"
"Seni suçlamazdı o."
"Onu hep uzak tutmak istedim ama belki bilseydi bir silahı nasıl kavrayacağını, bir adamı nasıl öldüreceğini bilseydi kendini korurdu."
Pişmanlık.
Aynı yerden yaralıydık şimdi. Beni yaralayan o değilse biz şimdi aynı acının kurbanıydık. Nasıl yaktığını iyi bilirdim. Ona yaklaştım, ellerimi yüzüne koydum yavaşça. Sakalları avuç içlerime battı.
"Senin suçun değildi."
Gözleri doldu. Bunu benden gizlemek istercesine alnını alnıma yasladı. Bir süre öyle durdu sonra köpürcük kemiğime yaslandı ve onu sarmama izin verdi. Koskoca adam benim gibi ufak bir kadının göğsüne sığındı.
Ben bu anı nasıl unutacaktım? Ben bu ana nasıl ihanet ederdim? Emir Karademir'in kokusunu, sıcaklığını nasıl yok sayacaktım?
Ben bu oyunu oynarken kalbime nasıl hakim olacaktım?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.96k Okunma |
2.18k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |