Bölümün ilk kısmı Derin Asu Aldinç, ikinci kısmı ise Kuzey Karademir ağzından anlatılacaktır.
Derin Asu Aldinç
En derin yaraları hep en sevdiklerin verir. Kimi sözleriyle, kimi gidişiyle, kimi ölüşüyle. Yaralar gariptir, acıtır çünkü güzel anıları hatırlatır. Hep sürmesini istediğimiz o güzel anların sonudur yara. Çiçekli bir yolun sonu, güzel kokuların bittiği, renklerin solduğu ve taşların acıttığı o sondur yara.
Lale benim en büyük yaram, çiçekli bir bahçede koşarken bir anda düştüğüm keskin taşlar. Geri dönmek imkansız, çabam karşılıksız, taşlar durmadan kesiyor etimi.
Biliyorum aslında durmam gerektiğini. Kesiklerin iyileşip, etimin artık kesilmeyecek kadar sertleşmesi gerektiğini biliyorum. Ancak o zaman o taşlardan uzaklaşıp yeni bahçelere gidebilirim. Fakat durmak demek onun ne pahasına öldüğünü bilmemek demek. Bu yüzden kanamaya razı geliyorum. Bu yüzden yüzleşmekten korkmadan Mert'in yanına gidiyorum.
Havuzun yanında duran koltuklardan birine çökmüş gergince gelmemi bekliyordu. Ona doğru adımlarken beni fark etti ve ayağa kalktı.
"Kahve yaptım bizim için, seversin değil mi Derin abla?"
Başımı sallayıp oturduğumda başka bir adım sesi dikkatimizi aldı. Emir yaklaşıp koltuklardan birine oturdu yavaşça. Göz göze geldiğimiz o kısa anda aynı anı düşündüğümüzü biliyordum.
"Oturmamda bir sakınca var mıydı?"
"Hayır abi, istersen sana da bir kahve yapayım?"
"Gerek yok abicim içmeyeceğim ben."
Sonrasında aramıza bir sessizlik girdi. Konuşması gereken kimdi bilmiyorum fakat o kişi ben olduğum takdirde sözlerimin beni ele vereceği aşikardı.
"Ben özür dilerim." Dedi Mert. Daha şimdiden sesi titremişti. "Senden gizledim çünkü bu yanlıştı biliyorduk ikimizde." Derin bir nefes aldı. "Ben bilmiyordum abla...ondan haber alamadığımda yalnızca seninle olduğunu düşündüm. Ama geceleri bana yazardı mutlaka...yazmadı." Yaşaran gözlerini avuç içleriyle sildi. "Bekledim ben ondan haber gelmesini. Sizin binaya geldiğimde öğrendim...Lale yapmaz dedim inanmadım."
Boğazıma oturan yumru bakışlarımı Mert'ten almama neden oldu. Ya o değilse diye sordum içimden kendime defalarca. Ya sadece Lale'min sevdiği çocuksa o. O zaman bir Karademir buna sebep oldu diye Mert'ten de nefret mi edecektim yoksa kızkardeşimin anısı mı olacaktı benim için.
"İnsan veda etmez mi böyle bir şey yapacak olsa? Bir hoşçakal demez mi?" Göz yaşları içli bir ağlayışa döndüğünde benimde gözlerimden yaşlar akmaya başladı. "Bana akşam seninle kız gecesi yapacağınızı söylemişti. Yalnızca benimle konuşmamak için miydi? Konuşursak yapamaz diye mi?"
O an yaşlar akmayı kesti. Doğruldum yavaşça. "Ne dedin sen?"
"Benimle konuşursa-"
"Hayır ondan bahsetmiyorum. Akşam kız gecesi yapacağımızı sana söylemiş miydi?"
Mert kafasını salladığında hızla kalktım yerimden. Rüzgar yüzüme vurup yaşları kuruttuğu yanağımı iyice gerdi. Koşar adım bahçeden çıktığımda kolumdan tutulup durduruldum.
"Asu nereye gidiyorsun?"
"Karakola."
"Neden?"
"Mert'i duymadın mı? Ona söylemiş! Akşam beraber geçireceğimiz plandan bahsetmiş. Bir şey olmuş olmalı o arada bir yerde onu bu yola sürükleyecek bir şey olmuş olmalı." Burnumdan sert bir nefes verdim. "Kameralara baksınlar bir şey yapsınlar o eve biri girip çıktı mı öğrenmem gerekiyor."
"Dosya kapanmadı mı?" Omzuları aldığı nefesle yükseldi. "Asu hayatına son vermeye karar veren biri oldukça neşeli olabilir. Planlar yapabilir. Yüzü güler çünkü zaten son verecektir her şeye."
Korkunç bir şüphe kalbimi sıktı. Elimi göğsüme atıp yere çökme ihtiyacı hissedeceğim kadar korkunçtu. "Neden beni durdurmaya çalışıyorsun?" Sesim bir buzdan daha soğuk çıkmıştı.
"Bu umudun seni incitmesini istemiyorum."
"Beni inciten ne biliyor musun Emir? Başımı yastığa her koyduğumda gördüğüm o cansız beden."
Yapma der gibi baktı bana. Fakat olan çoktan olmuştu. Gözlerim yine yaşarmaya başlamış, sesim titriyordu.
"Ben hayatım boyunca hep kızdım insanlara. Beni görmedikleri için! İçimi, acımı, gülümserken bile ağladığımı görmedikleri için." Titreyen ellerimin tersi ile kısa sürede yerini dolduracağını bildiğim göz yaşlarımı sildim. "Bak şimdi bana yaşıyorum ve Lale öldü. Meğerse ben görmemişim Emir. Ben onun acısını görmemişim. Bilmeye hakkım yok mu? Bunu neden yaptığını bilmeye hakkım yok mu? Bu umut beni incitebilir mi sence?"
Sustu. Söylecek hiçbir söz olmadığını biliyordu, haklı olduğumu da. Arkamı dönüp giderken o yerinde durdu. Ardıma hiç bakmadım ama onun bana baktığını biliyordum. Bazen öyle durmak gerekirdi, teselli edemezdi insan. Bazen susmak gerekirdi, kelimeler yetmezdi anlatmaya. Bu yüzden Emir sustu ve durdu.
Gözden kaybolduğuma emin olduğumda Ezra'yı aradım. "Mektubu istiyorum."
"Sana da iyi akşamlar Asu."
"Sohbet etmek için aramadım. Mektubu polise götüreceğim."
"Hayır. Seninle bir anlaşma yaptık. Bu mektubu polise vermen Karademirlerin senin neden o evde olduğunu anlaması demek. Böyle bir durumda Emir ile yakın olamazsın."
"Anlaşma umurumda değil! Mektubu istiyorum Ezra."
"Eğer anlaşmaya sadık kalmazsan mektubu yok ederim. Sen benim tek şansımsın, bu şansı elimden kaçırmaya hiç niyetim yok."
***
Kuzey Karademir
Birkaç gün sonra
Kristal bardakta duran viskim henüz dokunulmamıştı. Masadaki diğer bardaklar çoktan yarılanmıştı. Gözlerim o sıvının sabit çizgisindeydi, birkaç yudumda bile beni uyuşturmaya başlayacağına emin olarak bardağı avuçladım. Tek seferde hepsini içip masaya koydum. Birazdan İhsan Kulaç'la aynı masada oturmak daha katlanılabilir olacaktı.
"Kamera kayıtlarına baktık." Dedi Behram Çevik. Yanındaki boş koltuğun öfkesini yüzünde taşıyordu. "Masada oturmak isteyecek olan adam yüzünü gizlemezdi. Yüzünü gizliyor çünkü zaten masada."
"Bu iddianın elle tutulur bir kanıtı var mı?"
Babam her zamanki soğukkanlılığıyla oturuyordu. Gözlerini bir saniyeliğine bile konuşandan ayırmadan, ezici baskınlığının kabul edildiğini görmek istiyordu.
"Bir kanıt mı? Maskeli olmalarının başka açıklaması var mı Çağdaş?" Beyaz bunak bana döndü. "Aklımda bir isim var zaten."
"Doğan'ı öldürmeleri sikimde değil. Ama senin kurallarına göre masadakiler birbirine güvenmeli. Eğer bunu masadan biri yaptıysa cezasının kesilmesi taraftarıyım."
Babamın bakışları İhsan'a döndü. Masa oturduğumdan bu yana ilk kez bu kadar gergindi, belki de katil ben olduğum için böylesine gerilmiştim.
"Koyduğum kuralların ne olduğunu biliyorum. Söz konusu ihanetse cezasını kesmekte tereddüt etmeyeceğimi de herkes bilir."
"Doğan'ın çok düşmanı olduğuna eminim. Hepsinin amacı masaya oturmak olmayabilir."
Emir dikkatleri üzerimize toplamamak için bir fikir ortaya attığında bakışlar kısa bir an ona döndü. Alkolün etkisini yavaş yavaş hissetmeye başladım. Yüzümü sıvazlayıp sırtımı sandalyeye yasladım.
"Adamlar maskeli ama şoför değil." Bunu diyen Cahit Soykamer'di. "Bu adamı tanıyan yok mu?"
"Rashid." Dedi İhsan Kulaç. "Afganistandan kız getirir bana. Doğan'a da o teslim eder genelde."
"Senin yeğenin almamış mıydı bu işi?"
"Ezra mı?" Güldü. "Aradığın adam Ezra değil Behram. O nazik herif Doğan'ın gözünü çıkartıp ona yediremez."
"Rashid nerede peki?"
"Ortalıkta görünmüyor. Karlı bir iş yapmış olmalı."
Behram yine bana baktığında bakışlarımı çekmedim. Yüzündeki tiksintinin tek sebebi Doğan değildi elbette. Çağdaş Karademir'e karşı gelemediği için kızı ile evlenmeme müsaade etmişti. Şimdi ise sadece bir şüpheli değil aynı zamanda kurtulmak istediği biriydim.
"Onunla bu masada derdi olan kimdi biliyoruz hepimiz." Bakışlarını benden almadı. "Değil mi Kuzey?"
"Senin derdin ne peki? Kızın mı?"
Emir elini yavaşça dizime koydu. Sus dedi bu hareketi ile. Bir suçlu gibi öfkelenme. Fakat bilmiyordu, ben zaten Doğan'ı öldürdüğümü göğsümü gere gere söylemek istiyordum. Şüphesiz almaktan şeref duyduğum tek candı.
"Doğan'ın ölümü ile ben ilgileneceğim. Konu kapandı."
"Ya boş koltuk?" Dedi Cahit. "Oraya kim oturacak?"
"Bildiğim kadarıyla bir kardeşi var fakat Türkiyede değildi. Haber ulaştığında koltukta boş kalmayacaktır."
Boş koltuk konusu kapandı. Doğan'ın ölümü de babamın ikazı ile rafa kaldırıldı. Şimdilik galibiyet bizdeydi fakat sonra neler olacağı muammaydı.
Toplantı kısa sürdü. Bu kez masadan ilk kalkan ben oldum. İçtiğim bir bardak viskinin başımı döndürdüğünü inkar edemezdim. Bunun yanında hissettiğim gerginlikte nefesimi daraltmıştı. Soğuk havayı içime çekerek arabaya yürüdüm.
Yılın ilk karı yağmaya başlamıştı. Taneleri yere tutunamayacak kadar küçüktü ama siyah kabanımın üstünü çoktan mesken edinmişlerdi.
"Kuzey."
Babamın sesi ile bakışlarımı kardan aldım. Arabasına gitmeden önce çatık kaşları ile kısaca beni süzdü.
"Eve dönüyorsun artık. Yakında Behram'ın kızı gelecek Türkiye'ye. Bu işi uzatmayacağım."
Çenemi sıktım.
"Gökçe'ye zarar gelirse anlaşma biter."
Arkasını dönüp arabasına bindi. Onun ardından biz de arabaya binip yola çıktık. Emir suskundu. Bu suskunluk bugüne özel değildi, birkaç gündür böyleydi.
"Eve geçiyorum direkt?"
"Önce Avcı'ya sür. Gökçe'ye gideceğimi haber vereceğim." Kafasını salladı sadece. “Sen iyi misin Emir? Canın sıkkın gibi.”
“Hiçbir şey planladığım gibi gitmiyor.” Kaşları çatıldı. “Hesaba katmadığım şeyler canımı sıkıyor. Oysa her ihtimali düşünürdüm ben. Bazıları ihtimal dahilinde bile değilken.”
Kar hızlandı, cama durmadan çarpıp görüşümüzü kapattığından silecekler çalışıyordu. Araba tanıdık yollara girdi ve Avcı’nın sokağında durdu.
“Bekliyorum burada.”
Sokağa attığım ilk adımda yüzüme hızla yağan kar çarpmaya başladı. Birkaç adım sonra bu hıza alışıp gözlerimi daha rahat araladım. Küçük tanelerin tutmayacağını düşündüğüm yerler çoktan ince bir buz örtüsüyle kaplanmıştı. Adımlarım gerisinde silik izler bırakıyordu. Ellerim kabanımın ceplerinde binaya yaklaşırken Gökçe’yi gördüm. Merdivenlere çökmüştü. Elini onu koruyan betonun ardına doğru uzatmış, avuçlarına kar taneleri konuyordu. Attığım birkaç adımdan irkilerek bana döndü. Karanlığın içine endişe ile dönen gözleri beni tanımanın rahatlamasına kavuşunca gülümsedim yavaşça.
“Üşümüyor musun?”
“Soğuğu severim.”
Aramızda biraz mesafe bırakarak yanına oturdum. Beyaz teninin gizleyemediği kızarıklıklar burnunda ve yanağındaydı. Benim aksime yalnızca yağan kara bakıyordu.
“Geçen sene hiç kar yağmamıştı değil mi?”
“Yağmadı.”
“Kar yağmayan kışları hiç sevmem.” Güzel gözleri bana döndü. “Garip değil mi? Mevsim bile olsan sevilmek için bir şeyler yapman gerekiyor.”
“Kar kışa ait bir şey. Bu yine de kışı sevdiğini gösterir. Sevdiğin birinin gülümsemesini ağlamasına tercih etmek gibi.”
Birkaç kar tanesi uzun kirpiklerine kondu. Kirpiklerini izlemek bir süre ne diyeceğimi unutturdu bana. Sonra parmaklarıma değen kağıdın dokusunu hissettim. Cebimden çıkardığım bileti ona uzattım.
“Bir tiyatro bileti.” Bir süre ikimizinde parmakları biletin üzerinde durdu. “Artık oynamak istemesende belki izlemek istersin diye düşündüm.”
Gülümsedi, gerçekten gülümsedi. Kalbime yaptığı eziyeti bilmeden gülümsemeye devam etti.
“Bir tane mi aldın sadece?”
“Aslında üç tane aldım.” Diğer biletleri çıkardım cebimden. “Sağında ve solunda kimse olmayacak. Yabancı birinin yakınında olmasından rahatsız olabileceğini düşündüm.”
Gülümsemesi yüzünde dondu. Uzun uzun gözlerime baktı. O an soğuk havayı unuttum, karlar asılı kaldı havada ve rüzgar hiç dalgalandırmadı saçlarını.
Ömrümde sadece bir kez gitmiştim tiyatroya. İmkansız bir aşkı anlatıyordu. Eski kıyafetleri içerisinde, alımlı bir kadına aşk itirafı yapıyordu adam.
‘Aşkınızın şu kalbimi nasıl yorduğunu bilseydiniz gönlümü size yaslamama izin vermez miydiniz?’
Düşünmüştüm, aşk kalbi nasıl yorabilir? Gönül hiç birine yaslanabilir mi?
Ah her şeyden habersiz, kalpsiz Kuzey. Sert bakışlarında tutulduğu gözler vardır. Taştan kalbi yumuşatan bir kalp vardır. Arzuların da kıyamadığı bir ten vardır.
Ah Gökçe, güzel sevdan kalbimi hiç yormaz ama sen yine de gönlümü sana yaslamama izin veremez misin?
“Ben bugün eve dönüyorum.” Dedim aramıza giren sessizliği bozmak için. “Babam geri dönmemi söyledi.”
“Sevindim.” Gözlerini kaçırdı. “Beni görmemen senin için daha iyi olur.”
“Bizim için neyin daha iyi olduğunu zaman gösterecek.”
Onun karşısına gelecek şekilde ayaklandım. Açık yakasından görünen izin başlangıcı çenemi sıkmama neden oldu. Bakışlarımı hızlıca yere çevirdim. Düşünmemek için kendime açtığım bininci savaştı bu, yine yenilgi, yine yenilgi.
“Kendine dikkat et.” Dedim gözlerim hala yerdeyken. “Sık sık uğrayacağım buraya.” Kaçamak bir bakış attım ona. “Yani seni rahatsız etmeyeceğim kadar. Tüm bunlar İhsan ölene kadar biliyorsun.” Yutkundum. “Sonra özgürsün.”
Başını salladı sadece. Arkamı dönüp yürümek zor geldi nedense. Ne kadar uğraşsamda bahçeden çıkmadan tekrar ona bakmaya karşı koyamadım. Bana bakıyordu, burukça gülümsedi. Ona karşılık verdim. Sonra ben bahçeden çıktım o da merdivenlerden kalktı.
***
Gecenin bir yarısında arabayı park ederken bir anda cama vuran Bora ikimizi de korkuttu. Emir’le birlikte hızla indik.
“Ne oluyor?”
“Mert yok Emir.”
“Ne demek yok? Saat ikiyi geçiyor nereye gidecek bu çocuk?”
“Bilmiyorum yok işte baktım odasına, eve, her yere baktım. Arıyorum açmıyor.”
Emir sanki denenmemiş gibi birde kendisi aradı Mert’i cevap gelmeyişi üçümüzü de tedirgin etti.
“Böyle yapmazdı.” Diye mırıldandı. “Haber vermeden gitmezdi bir yere.”
“Arkadaşlarını aradın mı? Belki birinde içip sızmıştır ya da ne bileyim uykuya kalmıştır.”
“Aradım Kuzey, haberleri yok.”
Aynı yerde adımlayıp durduk. Gidip bakmamız gerektiğini düşündüğümüz mekanları sıraladık. Üçe ayrılıp görev dağılımı yaptık. Hepimiz deli gibi korktuk ama hiçbirimiz dile getirmedik. Sonra her birimiz bir arabaya gidecekken Emir’e bir mesaj geldi, Mert’den.
Yalnızca konum göndermişti. Başlangıçta bu rahatlatıcı gibi görünmüştü fakat sonra konumu açtığımızda bir çocuk gibi oturup ağlamak istedim.
Garajı gösteriyordu, Doğan’ın garajını.
###
Yoğunluktan bölümü yazamadım gecikme için kusura bakmayın 🥲
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
44.01k Okunma |
2.18k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |