Dikkat! Bölümde bazı rahatsız edici tasvirler bulunuyor.
Bölümün ilk kısmı Kuzey Karademir, ikinci kısmı ise Derin Asu Aldinç bakışıyla anlatılacaktır.
Kuzey Karademir
Toplantı sabahı
Emir'in şoförlüğünü yaptığı araba Amcamın evinin yakınında durdu. Hiç uyumadığımız bir gecenin sabahında hepimiz oldukça yorgunduk. Diğerlerinin en azından bu gece masaya oturmayacak olması, şanslı sayılmaları için yeterliydi.
Emir bedenini yanında oturan amcama çevirdi. Gözleri uykusuzluktan kızarmıştı. O çoğu zaman birkaç saat uyumakla yetinirdi fakat bu gece her nedense uykusuzluk ağır gelmişti.
"Bora'nın dediğine göre bir organizasyon şirketi, Karademir grup otellerini kiralıyormuş. 1 yılda sadece düğün organizasyonları için 4 milyon dolar ödeme yapılmış. Bu şirketin denetimi için mali şubeye haber uçurduk." Kaşlarını çattı. "Mali şube işin içine girdiğinde babam her zaman ki gibi amcamı gönderecektir."
"Bundan bir şey çıkmaz yeğenim sen ne diye mali şube ile uğraştırıyorsunki bizi?"
"Bir şey çıkmayacağını biliyorum amca. Ezra Gökçe'yi alırken evde olmayışına babamın da tanık olması lazım." Gözlerini sıkıca yumup açtı, başı ağrıyor gibiydi. "Yine de senden şüphelenecektir bu yüzden bir süre irtibatı keselim."
Arkasını dönüp bana baktı. Herkes için çoktan bir görev hazırlamıştı. "Masa toplandığında Bora evdeki adamların telefonlarını toplatacak, basit bir kontrol edasıyla. Ona haberi sen vereceksin." Kafamı salladım.
"Açelya Karademir'e ne yapacaksın Emir?"
Ezra'nın sorusuna hafifçe baş salladı Emir. "Hiçbir şey." Dedi rahatça. "Yalnızca babamı bir şey yaptığıma inandıracağım. Karısına ve evdeki adamlara ulaşamayınca çıldıracak. Yine de başka adamlarını eve gönderip karısının evde olduğunu anlaması yarım saatini almaz, bu yüzden olabilecek en hızlı şekilde Gökçe'nin vekilliğini onaylaması gerekiyor. Toplantıyı hemen bitirecektir. Avcı kapıda olacak, Gökçe'yi onunla göndereceğim ki Doğan sözle dahi musallat olmasın."
"Ya bir aksilik çıkarsa?" Dedim endişe ile. "Gökçe'yi tehlikeye atacak bir şey olursa?"
"Benim her zaman bir B planım vardır."
***
Gece 00.20
Sıra sıra dizilmiş arabalar içinde yola ilk çıkan Çağdaş Karademir'indi. Kulak acıtan bir feryatla döndü lastikleri ve ardında bir toz bulutu bırakarak terk etti burayı.
Gecenin soğuk havasına rağmen hissettiğim zafer duygusu üşümemi engelliyordu. Belki hayatımda ilk kez babamın yenildiğini görmüştüm. Bu basit bir yenilgiydi ama yenilgiydi işte.
Emir'in tahmin ettiği gibi Gökçe'nin vekilliğini oylamaya sunmadan onaylamış ve masayı terk etmişti. Onun ardından masayı terk eden iki kişiden biriydim, diğeri bir adım gerimde duran Gökçe idi. Sorsam reddedecek ve baksam, yüzünde göremeyecek olsam da zorlandığını biliyordum. O masaya oturmak, Doğan'ın tek gözünün ezici bakışlarını yok saymak kolay değildi onun için. Yine de dimdik duruyordu, güzel yüzünde korkuya dair hiçbir şey yoktu.
"Bitti mi?"
"Toplantı bitti...Ama her şey yeni başlıyor daha." Mırıldanışımdan sonra ona döndüm. "Konuştuğumuz gibi Avcı seni alacak. Saat kaç olursa olsun gelip iyi olduğuna emin olacağım."
"Avcı dediğin adam canımı sıkarsa elime geçen ilk şeyi saplarım."
Yarım ağız güldüm. Sözlerinde ciddi olduğunu biliyordum elbette.
"İstediğini yapmakta özgürsün. Canını sıkacak bir şey yapmayacağını biliyorum. Daha iyi hissedeceksen eğer aslında eski polislerden."
Neredeyse Gökçe'nin yüzünde bir tebessüm görecektimki kapıdan Doğan çıktı. Bizi gördüğü an hızlı adımları yavaşladı. Kalan tek gözünü yerinden çıkarma isteği uyandıracak kadar uzun baktı Gökçe'ye.
"Sana evime geldiğin ilk gün ne dediğimi hatırlıyor musun?" Birkaç adım attı Gökçe'ye doğru.
Ben Gökçe'nin önüne geçtim bir adım o ise elini uzattı yavaşça. Parmaklarımız hafifçe dokundu birbirine. Önce o ufacık temas için ellerimize baktım sonra Gökçe'ye. Onun kahve gözleri endişe ile Doğan'a bakıyordu fakat parmaklarının ucu değiyordu parmaklarıma. Bu onunla temas etmiş olmanın heyecanı değildi, bana sığınıyor oluşuydu bir anda aptal gibi kalmama neden olan.
"Bedenin sikilemeyecek hala gelene kadar bu evden çıkamazsın. Eğer çıkmayı aklının ucundan bile geçirirsen Gökçe...dokunmaya doyamadığımız o güzel vücudunun derisini yüzerim...O derini yüzeceğim Gökçe.
"Onunla böyle konuştuğun için seni pişman edeceğim. Kalan gözünü senden alan ben olacağım Doğan, bu da benim yeminim olsun."
Benim öfkeli sesime zıt bir şekilde güldü, yüzünü dağıtmamak için verdiğim çabanın haddi hesabı yoktu.
"Babasının kollarına saklanan çocuğa bak sen! Seni gebertmememim tek sebebi Çağdaş Karademir'in oğlu olman. Kendini bir sikten mi sayıyorsun? Kızımı bu kadar beğeniyorsan her gün gelip becerebilirdin-"
Sözleri tetikleyiciydi bu yüzden ne ara öne atıldığımı ve yüzüne sert bir yumruk attığımı anlamadım. Gökçe endişe ile çığlık attı, Doğan ise hızla silahına davrandı. Bu arbededen çıkan sesin içeridekileri başımıza toplaması kısa sürdü. Behram Çevik Doğan'ı tuttu Emir ise beni. Onun silahından bir kurşun yememiş olmanın mutluluğundan ziyade bir yumruk daha atamamış olmanın öfkesini yaşıyordum.
"O leş gözünü yerinden çıkarıp ağzına sokmadaysam bana da Kuzey demesinler!"
"Dur artık!" Emir beni sertçe geri çekti. "Her şeyin bir zamanı var!" Dedi öfkeli bir fısıltıyla.
"Siktiğim orospu çocuğunun söylediklerini duymadın sen-"
"Kuzey!" Derin bir nefes aldı. O sırada Doğan ile aramıza oldukça mesafe girmişti. "Doğan şimdilik risk değil. Onu risk haline getirme."
Kolumu çekip geri doğru birkaç adım attım. Hızlı nefesler alıp sakinleşmeye çalıştım.
Aynı alanda hızla attığım adımlar sonrasında yerimde durup gözlerimi kapattım. Söylediği her bir kelime aklımın içinde yanlılanıyordu. Çoktan bahçeden çıkmış, arabasına binmişti. Fakat öyle bir nefretle doluydum ki arabasının çıkardığı motor sesi bile beni delirtti.
"Bana bak!" Emir'in sesi üzerine geri döndüm. Bahçede artık sadece biz kalmıştık. "Ben zamanını belirleyene kadar sakın Doğan'a bulaşayım deme." Cevap vermeyişime öfkelendi. "Duydun mu beni Kuzey?"
"Duydum!"
"İyi!" Gökçe'ye döndü. "Avcı karşıda seni bekliyor Gökçe."
Gökçe yanımızdan ayrıldığında gözlerimle arabaya kadar gidişini takip ettim. O arabaya bindi, Avcı da bize bir asker selamı verip yola koyuldu.
Bahçenin demir kapısını geçip karanlık yola çıktım. Kapının biraz gerisine park ettiğimiz araçlara doğru yürürken öfke hala bedenimde geziniyordu. Bu hisle attığım hızlı adımlar ayakkabılarıma ulaşan kanı görmemle yavaşladı. Bir anda durdum ve asfalta yayılmış olan kana baktım. Yolu aydınlatmaya yetmeyen güçsüz ışığa rağmen bu koyu sıvının kan olduğunu anlayabiliyordum, görmeseydim dahi burnuma ulaşan kan kokusundan anlardım.
Ardımdan gelen adım seslerini umursamadan kanın kaynağına doğru birkaç adım attım. Önce bir çift ayak gördüm, sonra yere atılmış olan çıplak erkek bedenini. Biraz daha yaklaştığımda sarsıldım. Ali'nin tanıdık yüzü başımı döndürdü, elimi araca atıp destek aldım. Çenesinin altından kasıklarına kadar açılan derin yarık, organların çıkarıldığı boş göğüs kafesi ve kan. Bu ölü bir beden değildi, vahşetti.
Kan kokusu arttı, berbat bir tat boğazıma tırmandı hemen sonra eğilip kusmaya başladım. Bir an için sonsuza kadar kusacağımı sandım, kan kokusu geldikçe öğürmeye devam ettim. Fakat sonra çıkaracak bir şey kalmadığında nefes nefese doğruldum.
Adım sesleri yaklaştığında muhtemelen sararmış yüzümle onlara baktım. Ezra kaskatı kesildi. Yerde ki parçalanmış beden Ali'nindi ve bir ceset eğer değer verdiğiniz birine aitse onu görmek midenizi bulandırmazdı. Yalnızca kalbinizi parçalardı.
Öylece durdu, durdu ve bu duruşu endişe verecek hale geldi.
"O benim adamım değildi." Dedi sonunda. Gözlerini bir an bile cesetten ayırmayarak. "Dostumdu."
Kanların üzerine çöktüğünde ne yapacağımı bilemedim. Sıradan bir şeymişçesine yere atılan organ parçalarını tutup Ali'nin göğüs kafesinin içine koyamaya başladı.
"Ezra? Ne yapıyorsun?" Onu tutmak için yeltendim fakat omzunu sertçe çekip kurtardı ellerimden. Kan kokusu midemi yine bulandırdı, kolumu burnuma yasladım. "Delirdin mi sen?"
"Onu bir leş gibi burada bırakacak değilim!" Sesi ilk kez bu kadar yüksekti. "Her bir parçasının toprağın altında olduğuna emin olmalıyım."
Güçsüzleşen sesi ile geri birkaç adım attım. Yüzümü gökyüzüne çevirdim. Eğer ağlamanın zayıflık olduğunu kafama vura vura öğreten bir babam olmasaydı belki ağlardım. Hiç ceset görmemiş bir adma değildim fakat ilk kez böyle parçalanmış bir bedene şahittim. Belki onu tanımasaydım, belki onun yasını tutacak biri ile yan yana olmasaydım böylesine yaş akıtmayı arzulamazdı bedenim.
Geri döndüğümde Emir de eğilmişti cesede doğru fakat Ezra'nın aksime ikimizinde dikkat etmediği katlı bir kağıdı almıştı yerden. Yüzünde ki dehşete rağmen sakince okudu kağıdı.
"Yeni bir vekil seçtiğini duydum, eskisine artık ihtiyacın olmayacağı için onu senden almamda bir sakınca yoktur umarım...İhsan Kulaç"
Emir öfkeyle bağırdı, kağıdı buruşturup yere attı. "Gözlerini hep açık tut dedim sana!" Sertçe kafasına vurdu. İleri geri birkaç adım attı sonra söylediklerini tekrarladı. "Açık tutmak zorundasın! Bakmak, hatırlamak zorundasın. Çünkü yalnızsın!"
İleri atılıp kafasına durmadan vurduğu kolunu tuttum. "Kafayı mı yedin oğlum? Neden kendine vurup duruyorsun?"
"Bakmadım lanet olsun hiçbirine bakmadım!"
"Neye bakmadın?"
"Onlara! Masadaydım ve sadece babamın yüzündeki yenilgiyi izledim. Eğer baksaydım hatırlardım, hatırlasaydım bilirdim kim olduğunu!"Yüzünü sıvazladı. "Masadan biri ihsana çalışıyor. Haberi almasının başka bir yolu yok."
***
Derin Asu Aldinç
Mert Karademir
Beşinci şüpheli.
Evin masum çocuğu, sözde her şeyden habersiz. Lale ile bir ilişkileri olduğu ortada fakat ölümüne verdiği tepki akılalmaz. İnsan sevgilisini kaybettiğinde hiç gözden yaş düşmez mi? Ölümünün bahsi geçtiğinde bedeni kendinden geçmez mi?
Sevgilisinin ölümüne tepki bile vermeyen biri için onu intihara sürüklemek ne kadar zor olabilir?
Lale'nin güzel gülümsemesine bakarken gözlerimden akan yaşların farkında değildim. Yaşlar elimdeki fotoğrafa damladığında fark ettim ağladığımı. İçimi kasıp kavuran acıyla, sanki bir el kalbimi avuçlamışta sıkıyormuş gibi hissettim. Kesik kesik aldığım nefeslerin ardından çarpıntım başladı. Kalbim çarptı, çarptı ve her bir çarpıntıyı beynimin içinde hissedecek kadar sıklaştı. Endişe ile elimi göğsüme yasladım, belim büküldü, sakinleşmeye çalıştım fakat çoktan bir panik atağın içine düşmüştüm.
"Asu iyi misin?" Emir birkaç adımda yanıma yaklaştı. Önce elimde ki fotoğrafı gördü, hissettiğim yoğun dehşet hissine rağmen tepkilerine dikkat edebildim. Yüzünde gezinen tek şey şaşkınlıktı. Sonra tekrardan yüzüme baktı ve nefeslerimi hissedebilmek için verdiğim çabayı gördü. "Hadi otur."
Omuzlarımdan tutup beni yatağa oturtmasına izin verdim. Daha şimdiden anlımda biriken terlerin şakaklarımdan boynuma doğru aktığını hissedebiliyordum. Göğsümde korkunç bir ağrı vardı. Emir dizlerinin üzerinde yere çöktü ve elini yavaşça elimde ki fotoğrafa attı.
"Bunu kenara bırakalım olur mu?" Fotoğrafı alıp ters bir şekilde yanıma koymasına izin verdim. "Panik atak geçiriyorsun muhtemelen Asu. Daha önce oldu mu hiç?"
Yalnızca kafamı salladım. Derin nefesler almaya başladım.
"Biliyor musun Asu hayatımın büyük bir kısmında panik ataklar geçirdim. Fakat sonra anladım ki kalbim aslında o kadar hızlı atmıyor. Onu böylesine duymamın sebebi yalnızca endişelerim."
"Göğsüm acıyor." Diye mırıldandım ter içinde.
"Çok acıdığını biliyorum." Kucağımda duran ellerimi tuttu yavaşça. "Fakat sen gördüğüm en sağlam kadınlardan birisin. Bununla baş edebileceğine eminim."
Panik ataklar genelde 5-10 dakika kadar sürerdi. Yeterince çaba gösterirsem bu süreyi 4-5 dakikaya indirebiliyordum fakat şimdi henüz yeni başlamışken kalbim yavaşladı. Göğsümde ki acı azalmaya başladığında artık o kadar da korkunç hissetmediğimi fark ettim. Ellerimize baktım, onun büyük elleri arasında duran küçük ellerim güvenle sarılmıştı. Parmakları soğuktu fakat dokunuşu sıcak hissettirmişti.
Odanın kapısı aralandı, Mert'i gördüğüm an ellerimi çektim. Bu eve geleli haftalar olmuştu fakat ben ilk kez kendimi kaybedeceğim kişinin Mert olacağını tahmin etmemiştim.
"Derin Abla? Burada ne yapıyorsunuz?"
Fotoğrafı avuçladığım gibi ayaklandım. Ona doğru attığım her adımda kendimi biraz daha kaybediyordum.
"Onunla sevgili miydin?" Göğsüne koyduğum ellerimin birinde fotoğrafları vardı. "Ne yaptın ona? İncittin mi? Ne yaptın söyle!"
"B-ben bir şey yapmadım." Kekeleyerek geri sendeledi. Gözleri hemen doldu, oysa o masada oturduğumuzda, Lale'nin ölüm haberini aldığı ilk anda ağlamamıştı.
"Söyleyeceksin! Ne yaptığını söyleyeceksin Mert seni gebertirim!"
Bedenim Emir tarafından hızla geri çekildiğinde ona karşı koymak için debelendim. Öyle debelendim ki iri vücuduna rağmen ufak bedenimi tutmakta zorlandı.
"Bırak beni! Anlatıcak her şeyi. Anlat!"
Mert, daha önce hiç görmediği bir doğa olayı ile karşı karşıya kalmış gibi korkuyla duvarın köşesine çekilmişti ve daha şimdiden akıttığı birkaç göz yaşını fark etmiştim. Ona atılmak için duyduğum yoğun arzum karşılıksız kaldı. Emir beni odadan çıkardığında kapattığı kapıya hala ulaşmaya çalışıyor, evdeki herkesi başımıza toplayacak oluşumuzu umursamıyordum.
"Sakin ol Asu delirdin mi sen?" Benim gibi bağırdı. "Mert Lale'ye neden zarar versin? Bunu nereden çıkardın?"
Birkaç saniye duraksadım fakat uzun sürmedi. "Saklamış bizden! Neden saklamış sevgili olduklarını?"
"Neden olabilir Allah aşkına? Annenle babam evli olduğu için olabilir mi?" Kafasını sağa sola salladı hızlıca. "Lale bir şey mi söyledi sana? Bir şey mi bıraktı intiharıyla ilgili neden suçlayıcı konuşuyorsun?"
Emir beni duraksattı. Donukça yüzüne baktım, benden bir cevap bekliyordu fakat cevaplar sakıncalıydı.
"Bir sebep istiyorum çünkü." Dedim sonunda. Yeterince ikna edeceğini umarak. "Ölümüne bir sebep istiyorum. Beni neden bırakıp gitti bilmek istiyorum."
Bakışları yumuşadı. Bir arayış, sebebi ölümse elbette hoş karşılanabilirdi. Sözlerim yalan değildi, sebebini arıyordum. Emir bir şeyler söylemek için dudaklarını araladı fakat konuşamadan bir hizmetçinin bize yaklaşması dikkatimizi dağıttı.
"Derin Hanım kapıda bir adam sizi soruyor."
"Kim?"
"Bilmiyorum Emir Bey. İsminin Can olduğunu söyledi, Derin Hanım tanırmış böyle dersem."
Bıkkın bir nefes aldım. "Geliyorum hemen."
Hizmetçi kafasını sallayıp yanımızdan ayrıldı. Emir'in sorgulayıcı bakışlarında gördüğüm ise sadece 'kim?' Sorusuydu. Bir şey demeden merdivenlere yöneldiğimde bir adımda önüme geçti.
"Can kim?"
"Eski sevgilim." Dedim duraksamadan. Kaşları havalandı.
"Eski ise burada olduğundan neden haberdar?"
"Sorgu ışığıda çekelim istersen? Bir masa sandalye koy ellerimi de kelepçele öyle sor sorularını." Kaşlarının çatılmasına aldırmadım. "Geçebilir miyim?"
Yavaşça çekilip geçmeme izin verdi. Bahçenin düzenli taşlarını yavaş yürüdüm. Demir kapının önünde dikilen Can'ı görmek bana yalnızca o geceyi hatırlatıyordu. Üzerindeki kot ve kazakla üşüyor gibiydi, elleri ceplerinde sabırsızca adımlıyordu. Beni gördüğünde kapıya yaklaştı. Güvenliği geçip dışarı adımladım.
"Sana haftalardır ulaşmaya çalışıyorum Derin! Bir anda canlı konum atarak mı nerede olduğunu haber veriyorsun? Neden bana gelmedin? Ya ben Lale'nin haberini komşularından aldım! Bu kadar mı uzağım sana?"
"Mesajı yanlışlıkla attım sana. Kusura bakma."
Arkamı dönüp kapıdan içeri girecekken kolumdan tuttu. O anda dış kapının önünde bize bakan Emir'i gördüm. Gerildim.
"Nereye gidiyorsun? Derin seni çok özledim lütfen yanında olmama izin ver."
"Ne oldu? Etrafında asılacağın kızlar kalmadı mı?"
"Ya beni çıldırtmak mı istiyorsun?" Dedi öfkeyle. "Kimseye asıldığım falan yok! Seni seviyorum ben Derin."
Kafamı salladım hızlıca. "Ben seninle olmak istemiyorum artık. Her şey yeterince zor, sadakatine güvenmediğim bir ilişki ise şu an isteyeceğim son şey bile değil."
"Derin yemin ederim sana sadığım. Lale'nin acısı yüzünden böyle konuştuğunu biliyorum-"
"Hiçbir bok bildiğin yok!" Gözlerimi kapatıp sakinleşmek adına derin nefesler aldım. "Bak öncesi sonrası umurumda değil tamam mı? Ne yaptığında. Artık seni istemiyorum."
Sözlerim kırıcıydı ama insan artık kırılamayacak kadar paramparça olduğunda tüm bunları önemsemiyordu. Oysa babam kötü şeyler yaşayan insanların empati duygusunun daha gelişmiş olduğunu söylerdi. Bu durumda kötü hayatlar iyi insanlar çıkarmalıydı ortaya, fakat neden ben öyle değildim?
Onunla arama koyduğum mesafe, Emir’e doğru azalan adımlarıma denkti. Yanına yaklaştığımda omzunu duvara yaslayıp yüzüme baktı donukça.
“Canını mı sıkıyor?”
“Ne yapacaksın sıkıyorsa?” Dedim huysuzca. “Onu da mı öldüreceksin?”
Güldü, bu gülümseme her nedense gün geçtikçe daha güzel görünüyordu. “İstediğin buysa.” Masum bir çocuk gibi omuzlarını kaldırıp indirdi.
“Hep böyle mi çözersin sorunlarını? Düşmanlarını öldürerek mi?”
Cebinden sigarasını çıkarıp bana uzattı, sözlü bir mücadelenin içinde değilmişçesine aldım hızlıca. Çakmağı ile dudaklarımın arasında duran sigarayı yaktı. Sonra işaret parmağını yavaşça kafasına vurdu.
“Benim tek düşmanım burası Asu.”
“Aklın mı?” Kafasını salladı usulca. “İnsan hiç aklına düşman olur mu Emir?”
Bu soru biraz şefkatliydi, şüphesiz bunu o da biliyordu.
İnsan aklına düşman olursa kime güvenebilirdi?
“Neden olmasın?” Parmaklarımın arasında duran sigarayı aldı yavaşça. Dudaklarının arasına koyup derin bir nefes çektiğinde yutkunma ihtiyacı hissettim. “Sen de düşman değil misin kalbine?” Bakışları altında küçüldüğünü hissettim. “İnsan hiç kalbine düşman olur mu Asu?”
Hissettiğim o garip duyguyu görebiliyor muydu? Bana doğru attığı her adımda azalan mesafenin beni ne denli alaşağı ettiğini?
“Bir ev Asu, sen taşındın diye ev olmaktan çıkar mı?” Sigarayı tekrar parmaklarımın arasına bıraktı. “Bir ağaç, sen altında gölgelenmiyorsun diye sulanmayı hak etmiyor mu?” Başını sağa sola salladı yavaşça. Kahve saçları anlına düştü, ela gözlerime yansıyan güneşin parıltısı çarptı gözlerime. “Söylesene biri seni sevmedi diye sen hiç sevilmeye layık olmayan olur musun?”
Kalbim hafifledi.
Evet en iyi tabir buydu, şimdi anlıyordum kalplerin bir kuş gibi uçmasını. Kalbim hafifledi çünkü üstüne yığılan o acıyı biri gördü, anladı.
Emir söyleyebileceği en ince şekilde bana söylemişti ağırlığımı, kalbime olan düşmanlığımı. Annemin beni terk etmesinin sebebinin ben olmadığımı, sırf bu yüzden eksik olmadığımı.
Aksi, hazır cevap halimin, çatık kaşlarımın altında ki o kendine hiçbir şeyi hak görmeyen kadını görmüştü. Bu savunmam, dikenlerim onun görmesini engellememişti. Dediği gibi dikenlerin ona batmasından rahatsızlık duymadan yaklaşmıştı ve görmüştü.
Ona olan bakışlarımın ne denli yumuşadığını, sözlerinin bende nasıl bir etki bıraktığını da görmüştü elbette.
Emir Karademir’e düşman olmadığım ilk an bu andı işte. Sonrasında belki çok kez düşman olacak, belki yine içimi böylesine gördüğü için düşmanlıktan uzaklaşacaktım. Ama ilk an bu andı.
Sigaram kül olup bitti parmaklarımın arasında. Bir şey diyemedim. Bir adım sesi ikimizin de dikkatini dağıttı. Kuzey elinde bir çanta ile yanımızda durumca Emir’in kaşları çatıldı.
“Ne oluyor? Bu çanta ne?”
“Çağdaş Bey evinden gitmemi istemiş. Önce kartlar, arabam, işten çıkarılışım şimdi de evden kovuyor.” Çenesini sıktı. “Soyadım olmadan hiçbir şey olmadığımı gösterecek bana.”
“Bana oynar bu oyunu sanıyordum.”
“Sana oynuyor zaten. Bora’yı boşalan pozisyona aldırmış. Bana o olmadan nasıl olacağımı, Bora’ya ise o olursa nasıl olacağını gösterecek.” Dudaklarını birbirine yaslayıp kaşlarını çattı. Sonra devam etti konuşmaya. “Kimin tarafında olmamız gerektiğini görmemiz ve seçim yapmamız için.”
“Çantanı al gir eve, benim yanımda olmanızı istemedim. Amacım sadece seni korumaktı.”
Kuzey Emir’in dediklerine alayla bakıp güldü. Çantasını havalandırıp omzuna attı. “Ben kimsenin yanında değilim Emir, bu benim kendi yolum.” Arkadını dönüp birkaç adım attı, sonra bir şey hatırlamış gibi geri döndü. “Ama arabam yok, cebimde taksiye verecek para da yok bu yüzden bemi Avcı’nın yanı bıraksan iyi olur. Orada kalacağım bir süre, hem Gökçe de daha rahat hisseder.”
“Bir dakika Gökçe mi?” Emir’e döndüm. “Hani onun yanına gitmek güvenlik açısından sıkıntı olurdu?”
“Senin güvenliğinden bahsediyordum.”
“Kendi güvenliğim hakkında ki kararı bana bırak. Onu görüp iyi olduğuna emin olmak istiyorum.” Kuzey’e ters bir bakış attım. “Senin de orada olacağını düşünürsek.”
“Sen taktın bana bak, bir bok yedim düzeltmeye çalışıyorum işte laf sokup duruyorsun.”
“Bok yediğini kabul ediyorsun yani?”
“Tamam Asu, sen de bizimle gel Gökçe’yi gör oldu mu?”
Emir aramıza girdiğinde ikimizde sustuk. Onun arabasıyla nereye gideceğimizi bilmediğim bir yola çıktık. Gözlerim geçip giden sokaklardaydı fakat onları hiç görmedim. Ne evleri, ne insanları gördüm. Gözler biz izin verdiğimiz sürece görürdü, bunu anlayalı çok uzun zaman olmamıştı. Hiçbir şey görmedim çünkü aklımda dönüp dolaşan şeyler çoktan bana görmekten kaçtıklarımın sinemasını kurmuştu.
Tekinsiz görünen bir sokağın köşesinde durduk. Park halinde ki arabadan indiğimizde eski mahalleye göz gezdirdim. Bizim birkaç adım ilerimizde duran lüks araba dışında pek dikkat çekici bir şey yoktu. O aracın da kapısı açıldı ve içinden bir adam çıktı. Temiz ayakkabılardan, üzerine tam oturan takımına kadar süzdüm. Gözlerim yüzünde durduğunda hissettiğim tek şey endişeydi. Oydu, adresteki adam. Ezra.
Göz göze geldiğimiz anda o da şaşırdı fakat hemen sonra dudaklarında muzip bir gülümseme yer edindi. Şimdi, dediği gibi anlaşmalarına sadık olup olmayacağını anlayacaktım.
###
Herkese merhaba umarım bölümü beğenmişsinizdir.
Yorumlarınızı çok merak ediyorum.
Sizce Ezra dost mu düşman mı?
Mert'in Lale'nin ölümünde bir payı var mı?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.99k Okunma |
2.18k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |