Kuzey Karademir
2 Gün Önce
Bir zamanlar duygusuz bir yüzün, çatık kaşların ve sert bir sesin güç olduğunu sanırdım. Asıl gücün kendin olmayı başarabilmek olduğundan habersizdim.
Başarının, iyi sonuçlanmış ihaleler olduğunu. Ailenin, bir sofrada yemek yemek olduğunu. Aşkın, bir tende kaybolmak olduğunu sanırdım.
Ben yalnızca sanrılardan ibarettim. Bana öğretileni bilir, yapılanı yapar ve her daim kendimden kaçardım. Bu kaçışın ilk duvara toslayışı sonum gibi gelmişti. Fakat ellerim parçalanarak kırmam gereken duvarın ardında hayat vardı. Bana çizilmiş olan değil, çizeceğim hayat.
Gözlerim yağan yağmurdaydı. İki kişinin zor sığacağı balkonun, paslı demirlerine yasladığım elimde duran sigaram sönmek üzereydi. Kemiklerime çarpıp duran yağmur damlalarından biri sonunda yanmak için savaşan sigaramı söndürdü. Balkondan aşağı düşüp karanlıkta kayboluşunu gözlerimle takip ettim. Kapının sesi dikkatimi dağıttı, Avcı balkona çıkıp yanımda durdu. Yüzüme bakmadan bir sigara çıkarıp yaktı. Onun yüzünde ki yara izlerine baktım.
"Avcı?" Bana dönmeden dinlediğini anlamam için ufak bir mırıltı çıkardı. "Sen neden polisliği bırakmıştın?"
Gözleri bana döndü. Onu uzun süredir tanıyor olmama rağmen bu konuda asla konuşmuyordu. Aniden soruşuma şaşırmıştı. Merakım geçmişine değildi, bir insanın nasıl kendi olacağını öğrenmek istiyordum. Yürüdüğü yolun yanlış olduğunu nasıl anlardı insan?
Yanlış olan belki soyadındır.
"Nereden çıktı bu?" Omzumu kaldırıp indirdim, sadece öylesine sorduğumu göstermek için. Başını salladı hafifçe, sigarasından derin bir nefes çekti. "Kurallarına göre oynadığım oyunda rakiplerim hileliydi." Kaşlarını çattı. "Öyle bir oyunu kazanmak imkansızdır."
"O ne demek?" Dedim yeni bir sigara yakarken. "Polisliğin raconu zaten hileli olanları ayıklamak değil mi?"
"Basit davalarda evet öyle ama büyük bir dava söz konusuysa acımasız oyuna dönüşür." Sırtını balkonun tekinsiz demirlerine yasladı. Üzerinde ki atlete rağmen üşüyor gibi durmuyordu. "Meslek hayatımın en büyük davasıydı Behram Çevik."
"Taşak geçiyorsun? Masada ki Behram Çevik mi?"
"Niye taşak geçeğim oğlum? Masada ki Behram Çevik tabii. Bir tane torbacısını yakalamıştım, çocuk işi yeni almış baya da bir ödlekti. Sorguda biraz korkutunca döküldü. Bakma sen şimdi karakoldan kimi çevirirsen çevir masada ki her ismi tanır. Bilmediğimiz şeyler değil sadece her zaman deliller bir şekilde yok olur, suçlamalar geri çekilir bildiğimiz sikik işler işte. Her yerde adamları var orospu çocuklarının." Bıkkın bir nefes aldı. "Bu çocuk baya öttü bize, bir tane deposunun yerini bulduk. Tabi elimde ifadeler var, depodan elime tonla mal geçmiş, alıcıların ifadesi, birkaç tane daha satıcı buldum. En sonunda it gibi getirdim o beyaz bunağı karakola. İfadesini de bizzat aldım. Bana dedi ki..."
Durdu, kaşları çatıldıkça çatıldı. Gözlerini örtüp derin bir nefes aldı. İzmaritimi atıp bedenimi ona çevirdim. Kötü şeyler duyacağımı çoktan anlamıştım.
" 'Sana bir gece veriyorum delikanlı' dedi. 'Ya gelip ayaklarımın altını yalayarak af dilersin beni bu sorguya getirdiğin için ya da sana cehennemi yaşatırım.' "
"Ne yaptı?" Dedim onun ayaklarının altını öpmeyeceğine emin olarak.
Yüzü kasıldı. Başını yere eğdi, bir utanç göstergesiydi fakat bana değildi.
"Sabahına tüm deliller yok oldu, satıcılar yüksek dozda uyuşturucan ölmüş, yersen." Üst süte yutkundu. Bir sigara daha yaktı. "Cehennem aylardır verdiğim emeğimin heba olması sanmıştım. Ta ki... evde karımı ölü bulana kadar."
Avcı ağlamıyordu, sesi titrememişti. Ölümün acısından geriye yalnızca bir iç çekiş kalmıştı. O iç çekişin bugüne gelene gelene kadar kaç damla gözyaşına şahitlik ettiği muammaydı.
Diyecek hiçbir şey bulamadım. Sessizlik bir süre aramızda gezindi. O birkaç sigara daha içti ben de camdan içeriye baktım. Emir oturduğu koltukta başını arkaya yaslamış tavana bakıyordu. Çoğu zaman bir noktaya bakıp öylece dururdu. Düşüncelerinin çok ses çıkardığını söylemişti bir keresinde, biraz onları dinlemesi gerektiğini.
"Onun katillerinden birinin çocuğu ile dostsun."
Avcı bana yan bir bakış attı. "Emir onlar gibi değil. Sebepleri kişisel de olsa amacı masayı devirmek."
"Biliyorum." Ellerimi ceplerime koydum. "Babamı yenebilecek kadar güçlü değil ama."
"Sizin kardeşiniz o ama hiç tanımıyorsunuz onu." Gözleri aynı benim gibi hala tavanı izleyen Emirdeydi. "Sen bugün ne yapacağınızı anlamaya çalışırken o aylar sonrasını bile çoktan planlamış oluyor. Çok zeki, her ihtimali düşünüyor ve hepsi için ayrı bir yol çiziyor." Sırıttı. "Ve vakti gelene kadar kimse hiçbir şey öğrenemiyor."
Avcı başka bir şey konuşmadan içeri girdi. Onun ardından bir süre Emir'e baktım. Emir her zaman en zekimizdi. Zekasıyla ayağına gelen bütün fırsatları çevirip neden yurt dışına gitmediğini öğreneli çok zaman olmamıştı. Her şeyi red etmişti çünkü tek arzusu annesinin intikamını almaktı...Babasından.
Bu boktan bir sebep sonuç ilişkisiydi. Başlangıçta midemi altüst edecek kadar kaçmak istediğim bir gerçekti fakat şimdi en az onun kadar çok arzuladığımı fark ettim...Çağdaş Karademir'i tahtından etmeyi.
Avcı'nın eskimiş koltuklarının birinde Bora ile ben oturuyorduk. Emir ve Amcam Yener Karademir tam karşımızdaydı. Avcı ise masa başındaki tekerlekli sandalyeye yayılmış elinde ki bıçağı çeviriyordu. Durgunluğunun sebebinin biraz önce balkonda konuştuklarımız olduğuna neredeyse emindim. Kapı çaldığında dikkati bıçaktan uzaklaştı, birkaç dakika içinde kapıya gidip Ezra ile birlikte içeri girdiler. Şimdi garip bir gerginlikle hepimiz oturmuş Emir'in konuşmasını bekliyorduk.
"Yarın için tarih gönderdin mi herkese?" Dedi Emir. Ezra başını salladı. "Güzel. Masa yarın toplandığında vekilini açıklayacaksın."
"Benim vekilim var zaten, Ali."
"Yeni vekilin Gökçe olacak."
Sözleri ile birlikte büyük bir şok yaşadım. "Çıldırdın heralde?" Dedim öfkeyle. "O masada oturan siktiğim Doğan'ı pazarlıyordu Gökçeyi! Şimdi tutup masaya mı oturtacaksın onu?"
"Zamana ihtiyacım var Kuzey." Ayağa kalkıp masanın üzerinde duran birkaç fotoğrafı aldı ve ortadaki sehpaya fırlattı. "Sadece son üç günde senin öldürme emrini almış kiralık katiller bunlar. İhsan'ın boş durduğunu mu sanıyorsun? Şimdi Gökçe sözde babamın elinde, ihsanla nasıl bir pazarlık yapıyor haberimiz bile yok." Yerine oturup işaret parmağının kemiğini masaya vurdu. "Bir bu kadarını geçen hafta indirdi Avcı."
"Gökçe'yi masaya oturttuğunda ne olacak peki?"
Bora'nın sorusu ile Emir kaşlarını çatıp geri yaslandı. "Zaman kazanacağım. Doğan tehdidi aynı Kuzey için olduğu gibi Gökçe içinde bir süreliğine ortadan kalkacak, babam Gökçe üzerinden pazarlık yapamayacak ve tabi onu biraz sinir etmenin zevkini de yaşayacağımızı unutmayalım."
"Bu çok riskli Emir." Ezra sözlerinde ciddiydi. "Kuzeyde işe yaramış olabilir ama o bir kadın üstelik tekrar bir oylama olursa ben oy kullanamayacağım. Senin oyun cepte peki ya diğerleri? Cahit Soykamer ile anlaştın diyelim. Doğan, Behram, baban asla onay vermez. Kızı ölüme sürüklersin."
"Bir oylama olmayacak fakat olsa dahi üçe iki alacağız."
"Aklında ne var?" Derken hepimizin sormak istediğini sordu amcam.
"Herkesin bir zaafı vardır. Ben de babamın zaafını kullanacağım."
Bora alayla güldü. Gerginlik içinde boğuluyor olmasaydım ben de gülerdim bu söylediklerine fakat Gökçe söz konusuyken gülmek imkansızdı.
"Çağdaş karademir'in zaafı falan yok Emir."
"Babamın iki tane zaafı var Bora." Yarım ağız güldü. "İlki güç, onu sarsmak zordur." Hepimizin ona beklenti ile baktığını görmekten zevk aldığını inkar edemeyecek kadar keyifliydi. "İkincisi ise Açelya Karademir."
"Ne yapacaksın?" Dedim aklımda hiçbir şey canlanmazken.
"Babamın yaptığını."
***
1 Gün Önce
Yener Karademir’in 30 yıllık evinin bahçesini yeşillikler içinde, çiçeklerle dolu görmüştüm. Kışın bembeyaz bir örtü altında, sarı ışıkları ile bir filmden çıkmış halini görmüştüm. Sonbaharın kurumuş yapraklarıyla süslenmiş avlusunu görmüştüm. Her mevsimde ayrı sevdiğim bu bahçeye hayran oluşum 30 yıl sonra bugündü. Meşe ağacında tek bir yaprak yoktu, kar yoktu, sarı ışıkları, çiçekleri yoktu fakat eski bir sandalyeyi bahçenin ortasına koyup oturmuş olan Gökçe vardı. Gördüğüm tüm tablolardan daha güzeldi.
O topladığı dizlerine yanağını yaslayıp derin bir hüzünle bahçeyi izliyordu. Bense hislerin dolup taştığı, battıkça batmak istediğim ve nefeslerimi kesen o bataklıktaydım. Durabilirdim öylece, o beni fark edene kadar izlerdim güzelliğini.
Fakat durmadan sorardım kendime neden diye? Neden duruyorsun Kuzey? Neden nefesin kesiliyor? Batıyorsun, batmak istiyorsun.
Sen bu hislerin yabancısı değil misin? Bu bahçe hep oturduğun bahçe. Ağaçlar aynı, çimenler kuru, ışıklar yok artık. Sen hep kaçıp gitmez miydin buralardan? Bu bahçe dar değil miydi sana? Söylesene o sandalyeyi hiç görmüş müydün orada? Oturmuş muydun eskimiş tahtalarına? Sen yabancısı değil misin eskilerin?
“Gökçe?”
İri kahve gözler gözlerime değdiğinde birkaç adım atıp yaklaştım ona. Sandalyeden yavaşça kalktı.
“Amcan bahçeye çıkmamda bir sakınca olmadığını söyledi. Özgürce bahçede oturmayalı epey olmuştu. Bazı tutsaklıklar bazılarından daha iyi sanırım.”
“Özünde her tutsaklık bizi, biz olmaktan alıkoyar.” Dedim ona biraz daha yaklaşırken. Elimde ki çantayı yavaşça ortamıza bıraktım. “Zor olan bedenimize mi yoksa ruhumuza yapılan mı?”
Saçları rüzgarla uçuştu. Gördüğüm kadın kendini korumak için silahlarını kuşanan Gökçe değildi. İçinde ki yaralı kadındı. Onun gördüğü adam ise…Onu ben bile tanımıyordum.
“Zor olan inancını yitirmek. Kurtuluşa, mutluluğa, iyiliğe…insanlığa.”
Derin bir nefes aldı ve eğilip yerde ki çantayı aldı. Biraz önce ki savunmasız halinden kurtulmuş gibiydi.
“Bunlar ne?” Derken çantanın içindeki kıyafetlere bakıyordu. “Siyah takım elbiseler ne için?”
“Sana hangisinin olacağına emin olamadığım için birkaç farklı beden aldım.”
Oysa vücudunun her kıvrımını görmüştüm. Belki aklımı kaçırmama neden olacak o yara izi olmasaydı hangi bedeni giydiğini tahmin edebilirdim.
“Katılmamız gereken bir toplantı var. Hiç hoşuna gitmeyecek Gökçe ama biraz mecburuz diyebilirim.”
***
Daha net bakıldığında üzerinde oldukça titiz işlenmiş desenler vardı. Konuşulanların bile günlerce travma etkisi yaratabileceği bir masanın böylesine ince işlemelere sahip olması ironikti. Daha ironik olanı ise bu masanın İhsan Kulaç’a ait olmasıydı.
Bahsettiğim bu topluluk değildi, İhsan Kulaç ahşapla ilgilenmeyi seviyordu. Özünde bir şeyleri kesip biçmekten aldığı zevkin eserlerinden biri olabilirdi. Nitekim bazı bıçak darbeleri hayranlık uyandırırdı, bazıları ise dehşet.
Kendi tasarladığı bu masanın bir üyesi değildi artık. Amcam dışında herkes yerindeydi. İhsan Kulaç’ın koltuğu ise boştu. Biraz sonra varisi Ezra yerini alacaktı ama benim için önemli olan bu değildi. Onun yanında duran küçük sandalyeydi tüm derdim.
Kapı açıldığında susmak için ettiğimiz o sözsüz yemin bozuldu. Ezra içeri doğru bir adım attığında kasıldım. Üç adım attı ve hemen ardında yüzünde tiksinti taşıyan Gökçe göründü. Omuzları dikti, gözlerinin taşıdığı tek duygu bahsettiği inançsızlık olabilirdi.
“Geciktiğim için kusura bakmayın. Bir hanımefendinin hazırlanması tahmin ettiğimizden uzun sürebiliyor.”
Ezra sandalyesine oturmadan önce Gökçe’nin sandalyesini çekti ve oturmasına yardım etti. Üzerinde siyah, pantolonlu takım, saçları yalnızca arkadan toplanmış olmasına rağmen öyle güzeldi ki, kanlarında tek damla şeref olmayan bu adamlarla aynı masaya oturduğu için öfkelendim. Fakat o belki hayatı boyunca bir kez bile şerefli bir adamla bir masaya oturmamıştı.
“Masanın toplanmasını vekilimi değiştirdiğini söylemek için talep ettim.” Genişçe gülümsedi. “Vekilim Gökçe.”
Ayaklarımı huzursuzca sallamaya başladım. Gözlerim Babama kaydığında beni gördüğü andan çok daha öfkeli olduğunu anlamam saniyeler sürdü. Öyle ki masada ki herkes şok içindeydi ve tek kelime edememişlerdi.
Bir anda ayağa kalkan babam masaya sertçe vurdu, gelişi güzel dizilmiş olan birkaç su bardağı devrildi.
“Dışarı!” Diye bağırdığında kime dediğini anlamaya çalıştım. “Oğullarım dışında herkes dışarı!” Tekrar bağırdı. Onu böyle öfkeli görünce Doğan bile bir tepki vermeden odanın çıkışına yöneldi.
Ezra ve Gökçe de ayaklanınca hızlıca Ezra’nın kolunu tuttum. “Doğan’ın ona yaklaşmasına izin verme.” Diye fısıldadım. Başını hafifçe salladı.
Gökçe çıkmadan bana kısa bir bakış attı. Herkes odadan ayrıldığında babam Emir’e yaklaştı. Loş ortama rağmen yüzünün kırmızı kesildiğini, gözlerinin ateş saçtığını görebiliyordum.
“Oyun mu istiyorsun Emir? Benimle! Benimle oyun mu oynamak istiyorsun?” O hep korktuğum sesini duyunca irkilen bedenim bana düşmandı. “Ne yapacağım biliyor musun?” Öfkeyle güldü. “Önce sırayla bu odadaki herkese siktireceğim o kızı.” Gözlerim öfkeyle kapandı başım yana düştü fakat Emir elini kaldırıp bir adım atacağımı tahmin etmiş gibi göğsüme koydu.
“Bence o kadar vaktin yok baba.” Emir kolunu kaldırıp saatine baktı. “Belki sorunsuz bir şekilde Gökçe’nin vekilliğini kabul edersen karına yetişebilirsin.”
“Seni öldürürüm Emir! Seni bir an bile düşünmeden öldürürüm!”
Çağdaş Karademir evlat katili olabilirdi fakat bu oyun böyle oynanmıyordu.
“Hala yaşıyorken beni öldürebileceğini söylemiştin. Birini kalbi atıyorken nasıl öldürürsün biliyor musun baba? Ondan en sevdiğini alarak.” Babama yaklaştığında artık her şey buz kesmişti. “Sen iyi bilirsin öldürmeyi…Almayı. Ama daha iyi bilmen gereken bir şey var.” Emir ruhsuzca güldü. “Eğer geride kaybetmekten korkacak bir şey bırakmazsan kalbi atan o ölü adam senin kabusun olur!”
####
Herkese merhaba yorumlarınızı çok merak ediyorummm. Bu arada sizce hangi Karademir Lale'nin intiharından sorumlu? Tahminlerinizi yazın lütfen.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.99k Okunma |
2.18k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |