Derin Asu Aldinç
Kalın, sarı bir kağıt. Üzerinde daha önce hiç duymadığım bir adres. Çağdaş Karademir'in odasında gördüğüm kağıtla aynı fakat bunu bulduğum yer Kuzey'in pantolonun cebiydi. Bir değeri olduğunu anlamam için babasının odasında ki tarih yazılı kağıdı görmem gerekmişti. Şimdi o adresin önündeydim. Garip bir yapı, etrafta kimse yok. Şehirden oldukça uzak ve tekinsiz.
Evin bahçe kapısına doğru adımladım. Sessizlik, ağaç yapraklarının kıpırtısını duyabileceğim kadar ağırdı. Bir adres ve bir tarih. Adres şüphe uyandıracak kadar garipti. Hepsinin o gece burada olduğuna emindim fakat neden? Bu malikaneye benzeyen yapı Karademirlere mi aitti yoksa işin içinde başka şeyler mi vardı emin olamadım. Bahçe kapısının gerisinde bir güvenlik olduğunu fark ettim. Aklımda sormak istediğim birkaç şey vardı, hangi sırayla soracağımı, nelere dikkat etmem gerektiğini düşünürken bir anda önüme çıkan adam ile irkilerek geri çekildim. Yüzünde geniş bir gülümseme vardı.
"Sen kimsin?" Dememle elini bana doğru uzattı. Sözlerim bir tanışma arzusunu yansıtmıyordu elbette.
"Adım Ezra ama siz bana kısaca hayatımı kurtaran adam diyebilirsiniz."
Kaşlarım çatıldı bir şey demeden yüzüne baktım. O sırada gözleri üzerimde gezindi ve saniyeler içinde elimde tuttuğum kağıdı çekip aldı. İleri doğru atıldım fakat çoktan kağıdı okumuş ve tek kaşını kaldırıp bana bakmıştı.
"Ver şu kağıdı!" Eline uzanmaya çalıştım fakat alamayacağım kadar yükseğe kaldırmış ve geri doğru bir adım atmıştı. "Ver diyorum!"
"Kağıdı veririm elbette." Hafifçe eğildi. "Fakat öncesinde bana bu kağıdı Karademirlerden nasıl aldığınızı söylerseniz."
Yabancı bir yer, yabancı bir adam ve Karademirler. Şaşkınlık hissetmekten uzaktaydım, hissettiğim tek şey endişeydi. Üst üste yutkundum.
"Bu seni zerre ilgilendirmiyor." Gülümsedi. Telefonunu çıkardı. Ekran bana döndüğünde gördüğüm isim 'Emir Karademir' di. "O zaman arayıp onlara ait bir kağıtla burada olduğunuzu haber vereyim. Ne dersiniz?"
Elini ekrana götürdüğü an ileri atıldım. "Dur!" Derin bir nefes aldım. "Kötü bir niyetim yok meraktan geldim."
"Öyle bir şey söylemedim." Telefonu ceketinin iç cebine koydu. "Yalnızca bu kağıda nasıl eriştiğinizi soruyorum." Bir an arkama baktı, kaşlarını çattı. "İsterseniz arabama geçelim. Sizi gitmek istediğiniz yere bırakayım. O sırada bana kağıdı nasıl bulduğunuzu ve belki adınızı söylersiniz."
"Tanımadığım bir adamın arabasına binecek değilim."
Gözleri arkaya tekrar kaydığında omzumun üzerinden geriye baktım. Tıknaz bir adam gözlerini dikmiş bize bakıyordu. Kim olduğunu konusunda bir fikir yürütmek zordu. Kısa boyuna rağmen ellerini cebine koyuşu, dimdik duruşu tehlikeli bir adammış gibi hissettirmişti.
Ezra bana doğru eğildi. "Arkanızda duran o adamın ismi İhsan Kulaç." Bir ürperti bedenimden geçti. Korkuyu gözlerimden okuyabilirdi, okumuştu da. "Onu tanıyorsunuz." Dedi sonra yarım ağız güldü. "Dilerseniz onunla baş başa bırakabilirim sizi. Ya da arabama binip istediğiniz yere gitmenize yardımcı olurum."
"Ya da bir taksi çağırırım."
"Hayatınızı kurtarıyorum derken ciddiydim. Burada olmanızı arkanızda ki adama açıklamanız imkansız. Ama benimle olduğunuzu varsayarsa size bulaşmayacaktır."
"Sana neden güveneyim?"
"Belki başka şansınız yoktur."
Bir an düşündüm, Gökçe'nin kabusu olan İhsan Kulaç'la değil baş başa kalmak aynı havayı solumak dahi istemiyordum. Bir tarafta iğrençliklerini bildiğim bir adam vardı diğer tarafta ise yabancı biri. Şüphesiz yabancı biri daha akıllıca bir seçim olurdu. Yine de iki ucu boklu değnek olduğu aşikardı. Omzumdan geriye baktım yine, İhsan Kulaç'ı canlı görmek midemi tepetaklak etti. Serin havayı birkaç kez içime çektim.
"Araban ne tarafta?"
Ezra denen adam gülümsedi ve eli ile yavaşça arkasını işaret etti. Bir centilmen edasında ceketini ilikledi, arabaya yanaştığımızda aynı şekilde kapımı açtı. Gerginliklik avuç içlerime kadar terlememe neden oldu fakat bunu yansıtmadım. Araba yola çıktığında çekinmeden adamı izlemeye başladım. Bir şekilde onu görüp görmediğimi düşündüm fakat daha önce görmediğime, adını duymadığıma emindim.
" Dilerseniz bir anlaşma yapabiliriz." Bana kısa bir bakış attı. "Siz bana isminizi söyleyin ben de Emir'e sizle olan bu karşılaşmamızdan bahsetmeyeyim."
"Bu kadar basit mi?"
"Öyle demeyin isimler insana dair çok şey gizler."
Bir süre yola baktım. Geldiğim yoldan farklı bir yol üzerindeydik. Rehberimi açtım ve canlı konum paylaşabileceğim birini aradım fakat elimde ki tek seçenek Can'dı. İstemeyerek de olsa konum attım, başıma gelebilecek her hangi bir şey için aldığım tek önem buydu.
"Beni taksi bulabileceğim bir yere bırakır mısın?"
"Elbette."
Aralık bıraktığım camdan içeri giren hava nefes almama yardım etmiyordu. Adamın keskin parfüm kokusu başımı ağrıtmıştı. Gerginlik bedenime eziyet etmeye devam ederken araba durdu. Etrafıma bakınca gördüğüm insanlar rahat bir nefes almamı sağladı.
"Yeterince düşündünüz mü?" Dedi gözleri ilgi ile yüzümde gezerken. Oldukça genç duruyordu, yaşını tahmin edemedim. "Anlaşmamızı." Diyerek dikkatimi topladı.
"Adımı öğrenince bu karşılaşmadan bahsetmeyecek misin yani?"
"Anlaşmalarıma her zaman sadık bir adamımdır."
"İçimi çok rahatlattı bu durum." Alayıma karşılık gülümsedi. Bu cana yakın gülümsemenin altında ne denli tehlikeli işler olduğunu tahmin etmek zordu. "Adım Yasemin."
Kafasını sağa sola salladı. "Fakat anlaşmaya uymuyorsunuz. İnsanların yalan söylediğini çok iyi anlayacak bir işim var. Bu yüzden boşuna uğraşmayın. Eğer kimseye bir şeyden bahsetmemi istemiyorsanız bana adınızı söyleyin sadece."
Bir isim, yalnızca isim.
"Derin."
Yine genişçe gülümsedi. İstediğini almıştı. "Derin hanım inanın çok memnun oldum." Kağıdı yavaşça bana uzattı. "Bilmediğiniz bir adres yazılı kağıt görürseniz oraya gitmeyin. Hele de bu kağıdı Karademirlerin evinde bulduysanız." Başını hafifçe eğdi. "Size tanışmamızın şerefine bir dost tavsiyesi."
Caddeye çıktığımda araç bir süre yerinde kaldı daha sonra hızla gözden kayboldu. O esnada omzuma dokunan bir el ile irkildim. Bora'yı görmeyi elbette beklemiyordum fakat karşımdaydı ve dikkatle yüzüme bakıyordu.
"Kimin arabasından indin Derin?"
Bu soru normal şartlarda hemen cevaplayacağım ve açıklama dürtüsü hissetmeyeceğim bir soruydu ama işin özünde gerçekten bir şeyler karıştırıyorsanız tedirgin olmamak zordu.
"Arkadaşımın." Derken söylediğime kendim bile inanmıyor gibiydim. Pekala Bora da kaşlarını havalandırarak bana baktığında onun da inanmadığını anladım.
"O araba kaç milyon biliyor musun sen?"
"Benim zengin arkadaşlarım olamaz mı?"
Bora sırıttı. "Güzel kadınların her zaman zengin arkadaşları olur." Telefonunu çıkarıp kısa süre ilgilendi. "Eve geçiyorsan beraber gidelim."
"Olur."
Birkaç adım ilerimizde duran arabaya binip yola çıktık. Bora birkaç gün önce trajik şeyler yaşamamış gibi açtığı müziğe eşlik ediyor, eli ile direksiyonda ritim tutuyordu. Bir süre sessizce gittik. Sonra -muhtemelen Kuzey'den- gelen telefonla müzik kapandı. Bora gerildi ve yolumuz değişti. Soru sormadım, o da bir şey demedi.
Bir süre sonra araba durduğunda kapım açıldı ve öfke ile kapıya eğilen Kuzey daha konuşmaya başlamadan beni görmenin şaşkınlığını yaşadı.
"Derin?"
"Caddenin ortasında durdum arkaya geç sonra şaşırırsın."
Kuzey bindiğinde yine yola çıktık. Fakat benimle ilgili soru sormadı, başka bir derdi vardı.
"Babam arabamı aldırmış!"
"Nereye aldırmış?" Derken aynadan Kuzey'e bakıyordu Bora.
"Ne bileyim nereye aldırmış. Kartlarımın hepsini kapattırmış. Dahası şirketten çıkışımı vermiş."
"Yuh!"
Kuzey sinirle yüzünü sıvazladı.
"Tüh ünlü ve yakışıklı iş adamı profilin zarar görücek."
Alayımla birlikte Bora güldü. "Burada bir laf sokuş sezdim." Omzunun üstünden Kuzey'e baktı. "Ve tipine bakılırsa sokulmuş."
"Sağ ol ya Derin. Kindarlıkta Çağdaş Karademir ile yarışırsın."
Omuz silktim. Eve dönene kadar aralarında ki konuşmalara bir daha katılmadım. Yol çok uzun sürmedi ama vardığımızda daha uzun sürmesini arzulamıştım. Bahçe kapısından çıkarılan saksılar kış bahçesinindi. Yıkılmış olmalıydı. Çağdaş Karademir dediğini yapmıştı. Oysa bir noktada annemin o haline acıyabileceğini bile düşünmüştüm.
Gözlerime biriken yaşlar içimden atamadığım cenazenin yasıydı. Akıp giderken acımdan bir parçayı da götürsün isterdim ama her göz yaşı daha fazla yaktı içimi. Beni elimde bir saksıyla annemin kapısına kadar götüren şey bir enkaz gibi duran kış bahçesiydi. Onun bu evde tutunduğunun aşk olduğunu sanıyordum fakat annemin tutunduğu şey çiçekleriydi. Şimdi onlardan geriye bir enkaz kalmıştı.
Annemden geriye ne kalmıştı?
Kapısını aralamadan önce defalarca göz yaşlarımı kurutmak istedim ama elimdeki saksıya her baktığımda yerini başka yaşlar doldurdu. Sonra bu savaştan vazgeçtim. Emir haklıydı, kalbimi ezip yok sayamazdım. Lale'nin acısını, anneme duyduğum özlemi yok sayamazdım.
Annem öylece oturuyor, aynanın karşısında saçlarını tarıyordu. Hareketleri yavaştı, yüzü donuktu fakat yaşına rağmen çok güzeldi. Mavi gözleri aynadan beni görene kadar oldukça sönüktü.
"Derin?" Ayağa kalkıp yanıma yaklaştı. Elimdeki saksıyı görünce yüzü acıyla kasıldı. "Lale'min ektiklerinden..." Bana baktığında çoktan gözleri dolmuştu. "Bana getirdin.."
Kafamı sallarken yanağımı ıslatan yaşları göz ardı ettim. Saksıyı ona uzattım, sarıp sarmaladı. Kelimeler boğazıma dizildi, defalarca yutkundum. "Bu kez" Dedim tekrar yutkunma ihtiyacı hissederek. "Bu kez terk etmediğine emin ol. Solup gitmesine izin verme...Bizim gibi."
Öfke benim için ardına gizlenebildiğim kalın bir duvardı. O duvar yıkıldığında gizlemek istediğim her şey tüm çıplaklığı ile gözler önüne serilirdi. Duvarı örmek kolaydı, yıkmak zordu. Fakat bazı anlarda örmek yıkmaktan daha zordu. Anneme Lale'nin saksısını uzattığım an, o anlardan biriydi. Öfke duvarı öremediğim, kendimden kaçamadığım bir andı.
Adımlarım o kapıdan yenilgi ile uzaklaşmış ve yine aynı duyguların etkisiyle hızla aşağı kata inmiştim. Göz yaşlarımı henüz silmiş, boğazımda ki yumruları yeni yutmuştum.
"Asu?"
Emir'i en son kış bahçesinde görmüştüm. Birkaç gündür eve uğradığı yoktu. Yine nasıl becerdiyse en savunmasız anlarımdan birinde tam karşımdaydı. Gözlerimin kızarmış olduğunu henüz merdivenlerin başındayken bile görebilirdi, tenim bu kızarıkları saklamayacak kadar düşmandı bana. Yine de bu konuda ilk kez bir şey demedi.
"Biraz konuşabilir miyiz?" Derken cevabımın olumlu olacağına kanaat getirmiş olmalıydı ki yakın olduğu ilk kapıyı açarak içeri girdi.
Onu takip ederken bir şey düşünmüyor gibiydim fakat odaya girdiğimde aklıma Gökçe geldi.
"Gökçe iyi mi?"
"Endişelenme, güvenli bir yerde. Onu koruyacağım sana söz verdiğim gibi."
Kafamı salladım. Aramıza bir sessizlik girince odaya göz gezdirdim, Mert'in odası olmalıydı. Kitaplığında diğerlerinin odasında rastlanmayacak kadar çok kitap vardı. Emir duvara yaslı masanın hemen önünde kollarını birbirine bağladığında dikkatim kitaplardan uzaklaştı.
"Onu görebilir miyim?" Dedim içeri doğru birkaç adım atarken.
"Şimdilik görmesen daha iyi." Bıkkın bir nefes aldı. "Güvenlik açısından yani."
Yalnızca başımı salladım.
Kollarını çözdü ve masaya yaslandı. "Seninle başka bir şey konuşacaktım."
Emir benimle konuşurken gözlerini bir an bile gözlerimden ayırmıyordu. Normalde rahatsız hissettirecek bir davranıştı fakat onunla sürekli bir mücadeleye girmeye çalışan garip yanım, rahatsız olmak yerine onun gibi gözlerimi dikmeme neden oluyordu.
"Babamın odasına neden girdin?"
"Ne?"
Sesim titredi.
Kahretsin.
"Annenin o odaya girmeyeceğini biliyorum Asu. Bu evden kimse onun odasına girmeye cesaret etmez." Kaşlarını kaldırdı. "Senin dışında."
Yaptığınız bir şeyi inkar etmeniz gerekiyorsa ve karşınızdakini ikna edemeyeceğinize eminseniz yapacağınız en mantıklı şey orayı terk etmektir.
"Saçmalıyorsun."
Odadan çıkmak için adım attığımda Emir ileri atılarak bileğimden yakaladı. Parmakları canımı acıtmayacak kadar gevşek, kurtulamayacağım kadar sıkıydı.
"Bileğimi bırak Emir."
"Odaya neden girdin?"
Vazgeçmeyeceğini anladığımda kafamı salladım kabullenerek. "Merak ettim. Oldu mu?"
Emir zaferle gülümsedi fakat yine de başını olumsuzca salladı. Atik bir hareket ile yer değiştirdik. Şimdi ben masaya yaslıydım o ise hemen önümdeydi. Ellerini masanın iki yanına yerleştirdi ve eğilerek göz göze gelmemize yardımcı oldu.
"Meraklı insanları tanırım." Diye fısıldadı. "Gözleri seninkilerden farklı bakar. Seninki daha çok.." Başını eğdi, maviliklerimden içini görüyor gibi bakıyordu. "Öfkeli gibi."
Bana biraz daha yaklaşırsa kalbimin sesini duyabilirdi. Bu açıkça eziyetti. Emir Karademir baştan aşağı eziyetti benim için.
"Nasıl bakmalı? Annemi aldatan bir adam için öfkeden başka ne hissedilir?"
"Öfkeli olduğun için mi girdin oraya?" Yarım ağız güldü. "Ne arıyordun peki?"
"Emir Karademir." Dedim oynadığı oyunu anlayarak. Ona yaklaşıp aramızdaki son mesafeyi kapattım. Şimdi bir nefeslik mesafemiz vardı. "Psikolojiden biraz anlıyordun değil mi?" Ellerimi üzerine tam oturan beyaz gömleğinin yakalarına gitti. Açık düğmelerinden görünen teninde gezdirdim gözlerimi. Gülümsemesi yavaşça silindi yüzünden. "Bana yaklaşıp gerilmemi istiyorsun. Çünkü biliyorsun insanlar gerginken söylenmemesi gereken şeyleri söylerler." Dudaklarına yaklaştığımda kapıldığını fark ettim. Dudaklarımız neredeyse birbirine değecekken gözlerine baktım. "Hiç korkmuyor musun kazdığın kuyuya düşmekten?"
"Belki düşmek istiyorumdur?"
Nefesi dudaklarıma değdi. Yutkundum, bunu fark etti. Üst dudağı hafifçe yükseldi, o an gözlerimi ondan ayırmayı akıl etmeseydim çok yanlış şeyler olabilirdi. Aslında o an kitaplığın üstüne konulmuş kitabı, içinden sarkan fotoğrafı görmeseydim kesinlikle yanlış şeyler olurdu. Ama gördüm. Emir'in yanından geçip kitaplığa yaklaştım. Fotoğrafı çekip elime aldığımda başım döndü.
Bir fotoğraf karesi.
Lale'nin fotoğrafı.
Mert'in yanağını öperken çektiği bir fotoğraf.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.98k Okunma |
2.18k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |