Kuzey Karademir
Bileklerine bir ip bağlı olan filin hikayesini hepimiz çok iyi biliriz. Daha çok küçük ve güçsüzken onu tutsak eden zincirlerden kurtulamayışı, bir ömür onu tutacak olan ince bir ipe evrilir. Zincir bir ipe dönüşür, fil ise kocaman bir hayvana ama tutsaklık hep aynı kalır. Tutsaklık zihinde ise, hep aynı kalır.
Bazen bir şey yapmak hayatını mahveder, bazense yapamamak. Kızgın bir demir tenini yakarken, sözler onurunu hiç ederken ve belki hayatın boyunca ilk kez korumak istediğin bir kadın kollarından koparılıp götürülürken, bileklerine ip bağlı bir hayvan gibi kalırsın. Çünkü senin tutsaklığın zihnindedir. Çünkü benim tutsaklığım zihnimde.
Kırıp döktüğüm eşyaların ortasına çökmüştüm. Avuçlarımla yüzümü örtmüştüm. Bu, görülmekten mi yoksa görmekten mi kaçmaktı? Defalarca sordum kendime, yapmamış olmak mı yoksa yapamamış olmak mıydı beni mahveden?
Ellerimi yüzümden çektim, berbat bir his içimde gezindi. Şüphesiz sırtımda ki yanıktan daha çok yaktı canımı. Mert’in ağladığını henüz fark etmiştim. Bora onun yüzünü avuçlamıştı.
“N-ne oluyor Bora? B-babam-“
“Bana bak” Dedi Bora hala Mert’in yüzünü avuçlarken. “Sana her şeyi anlatacağım tamam mı? Biliyorum çok kötü şeyler gördün ama anlatacağım.” Ellerini bu kez omuzlarına götürdü ve sıktı. “Sadece dışarı çık, arkadaşlarınla otur kafanı dağıt, git bir deniz havası al-“
“Ne denizinden bahsediyorsun sen Bora? Az önce olanların farkında mısın? Nasıl gidip arkadaşlarımla takılmamı bekliyorsun?”
Bora geri çekildi ve derin bir nefes aldı. Göz ucuyla bana baktığında yardım istediğinin farkındaydım ama yardım edebilmekten çok uzaktaydım. Mert’e döndü, onun 18 yıllık hayatının yarım saat kadar önce tepetaklak olduğunu biliyordu. Toz pembe görünen her şey dağılmıştı. Gerçekler her zaman can yakardı.
“Baban bildiğin baban değil, kardeşlerinde bildiğin kardeşler değil. Sana şimdi bunların hepsini nasıl anlatayım?” Çaresizce ellerini saçlarından geçirdi. “Emir’i bulmam lazım, Kuzey’i toparlamam lazım. Senden sadece bir gün istiyorum Mert.” Mert’in kafasını tutup anlını yasladı sertçe. “Hadi koçum, biliyorum bombok şeyler gördün ama gidip birazcık kafanı topa sonra sana her şeyi anlatacağım.”
“Her şey yoluna girecek mi?” Dedi mert safça. Bir çocuk gibi savunmasızdı, korkuyordu, üstelik daha hiçbir şey görmemişti.
“Her şey yoluna mı girer, yol bize mi girer bilmiyorum ama biz hep yan yana olacağız. Önemli olan bu tamam mı?”
Mert kafasını salladı ve yerde ki çantasını alıp sırtına taktı. Bana çekingen bir bakış attıktan sonra çıkıp gitti. Onun ardından Bora bana doğru geldi fakat bir şey demeden telefonunu çıkarıp Emir’i aradı. Telefon cevaplanmadığında sinirle bir küfür mırıldandı. Ayağa kalkıp yanından ayrılacağım sırada kolumdan tuttu.
“Nereye gidiyorsun?”
“Gökçe’yi bulacağım.”
“Sen bana kafayı mı yedirtmek istiyorsun? Gökçe defteri kapandı! Onu babamın elinden alamazsın Kuzey. Elinden geleni yaptın.”
“Gökçe’yi İhsan’ın eline bırakmam!”
“O fahişeyi neden bu kadar çok önemsiyorsun?”
Tek bir kelime ile kan beynime sıçradı. Oysa en başında onu bir fahişe olarak gören bendim. Yine de öfkeme engel olamadım ve Bora’nın üzerine yürüdüm.
“Ona bir daha fahişe dersen seni gebertirim!”
“Kuzey…” Dedi yüzüne an be an oturan dehşetle. ”Hayır Kuzey sakın bunu yapma. Sakın bunu yapayım deme.” Gözlerimi kaçırdığımda omzumdan tutup ona bakmaya zorladı. “Bana bak.” Bir adım atıp önümde durdu. “Babamın varisisin sen. Emir gibi annesi belli olmayan piçi değilsin. Benim gibi bir sike yaramayan bela çocuğu değilsin. Onun varisisin! Her şeyi en doğrusu ile yapan çocuğusun. Sırtında ki ilk yanık o Kuzey! Aç bak bizim sırtımıza kaç tanesi var onlardan.”
“Emir’in vekiliyim ben onun varisi olamam zaten.”
“O masayı o kurdu, tüm düzeni değiştirir soyadı için. Ne istiyorsun Mert’in o masaya oturmasını mı? Elini bizim gibi kana mı bulasın?” Öfkeyle nefes aldı. “Acıyor musun ona?”
Bir an bile Gökçe’ye acıdığımı hissetmemiştim. Bu başka bir şeydi, acımak değildi, gücüne hayran bile olabilirdim ama acımıyordum. Kafamı salladım usulca.
“Güzel diye mi? Daha güzel onlarca kadın görmedin mi sen?”
“Gördüm Bora.”
“Ne o zaman kuzey? Niye bu kadar önemsiyorsun onu?”
“Bilmiyorum! Bilmiyorum Bora sorup durma!”
Avucunu kafasına vura vura odada dönmeye başladı. Benden çok daha öfkeliydi. Bastığı yerlerdeki cam parçalarını ayakkabısıyla eziyordu. Bir an kafasına vurmayı bırakıp bana döndü. “Onu önemsediğini anlarsa ne olacağını biliyor musun sen?” Kafasını sallayarak kendi söylediklerini onayladı. “Gözünü kırpmadan öldürür onu!”
“izin vermem buna.”
“Bak ben toplumun tabularını sikime takmam. Gökçe bu hayatı değil zorla kendi isteğiyle bile yaşamış olsaydı umurumda olmazdı Kuzey biliyorsun. Ama babam varisinin bir…Gökçe ile olmasına izin vermez. Bunu kendine yapma. Durdur her ne sikim oluyorsa! Durdurmak zorundasın.”
“Olmuyor! Durduramıyorum!” Öfkeli sesim giderek güçsüzleşti. “Aklımdan çıkmıyor…bir an bile.”
Kapı sesi konuşmamızı böldü, bölmesinden zerre rahatsızlık duymadım. Bora’nın kendime bile sebepler sunamadığım bir konuda benden sebep istemesi, bunca olayın içinde yapabileceğim bir şey değildi. Emir yorgun adımlarla içeri girdiğinde yüzünde beklediğim şaşkınlık yoktu.
“Neredesin sen Allah aşkına?” Bora’nın öfkesi tazeydi bu yüzden konuşmaya devam etti. “Babam ağzımıza sıçtı.”
“Gökçe’yi götürdü.” Dediğimde Bora öfkeyle nefes aldı.
“Biliyorum.”
“Ne demek biliyorum?”
“Sen üstünü giyin.” Bora’ya döndü.” Sen de biraz sakinleş sonra çıkalım.”
***
Annem kansere yakalandığında 12 yaşındaydım. Bir hücrenin durmadan çoğalmasının annemi nasıl öldüreceğini düşünür dururdum. Gözle görülemeyecek olanların çoğaldıkça insanı nasıl mahvedebildiğini gözlerimle izledim. Önce rengini, saçlarını, ışığını, gücünü sonra ruhunu nasıl alacağını gördüm. Gözle görülmeyen bir hücre fakat annemin ölüm sebebi.
‘Düşünceler de hücreler gibidir’ demişti babam. ‘Düzene aykırı ufak bir düşünce yer edindiğinde zihninde, önce büyür sonra seni öldürür.’ Bu sözler annesini kaybetmiş bir çocuğun zihnine atılan ilk kelepçeydi. O iyi bilirdi düzene ayak uydurmayı ama daha iyi bildiği şey asıl düzeni yaratmaktı.
Şimdi ise onun yarattığı bu düzene aykırı bir his vardı içimde. Küçüktü fakat çoğaldıkça ölüme yol açacağı kesindi. Belirsiz olan, bu hissin kimin ölümüne yol açacağıydı.
Araba durdu, Emir ve Bora indi fakat ben bir süre yerimde kaldım. Durduğumuz bu bahçe Amcamın bahçesiydi. Karışık düşünceler içinde evi izlerken Emir’in cama tıklaması ile kendime geldim. Üçümüz yan yana çocukluğumuzun geçtiği eve baktık.
“Buraya niye geldik?”
“Gökçe’yi bulmak istemiyor muydun?”
“Amcamda mı?” Derken hayretle Emir’e baktı Bora. “Çoktan ihsan’a vermiştir diye düşünmüştüm.”
“İhsan Gökçe için deliriyor.” Sözleri ile gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. “Doğan da öyle. Çağdaş Karademir elindeki kozu kolay kolay kullanmaz. Aklında bin tilki dönüyordur. O yüzden şimdilik en güvendiği adamın yanına bıraktı.”
“Peki sen nereden biliyorsun burada olduğunu?”
O an Emir ile göz göze geldik. Soru Boradandı fakat cevap bendeydi bunu biliyordu. Saniyeler içinde anlayacağımı biliyordu, bu yüzden bana baktı ve yarım ağız güldü.
“Siktir.” Diyebildim başlangıçta. Gülümsemesi genişledi. “Masanın yerini sana söyleyen amcamdı.” Kafasını salladı. “Ama neden? Bunu neden yapsın?”
“Bilmiyorum, masayı istiyor olabilir veya başka bir şey şimdilik sadece elimdeki imkanı kullanıyorum.”
Aramıza bir sessizlik girdi, herkes kendi sorularının cevabını aradı. Yağmur yağmaya başladı fakat hiçbirimiz rahatsız olmadık. Yağmur sesi düşüncelerime karıştı. Sesler karışık bir hal aldı ve bana eziyet etmeye başladı. Su damlaları ile ıslanmış olan ellerimi yüzümde gezdirdim. nemli saçlarımı arkaya ittim.
“Gökçe’yi buradan götüreceğim” Emir kafasını salladı, bu reddedişe öfkelendim. “Burada bırakamam onu.”
“Onu tutacağım en güvenli yer babamın ellerinde olduğunu düşündüğü yer.” Kaşları çatıldı. “En başından beri olduğu gibi.”
“Buraya getireceğini biliyordun.” Dedi Bora şaşkınlıkla.
“Sonunu bilmediğim yola girmem. Evimize misafir diye getireceğimiz kızı araştıracağını biliyordum, gerçekleri öğrendiğinde ne yapacağını da.”
“İhsan’a gideceğini de tahmin etseydin aptal gibi kalmazdık orada. Canımızı zor kurtardık.” Emir kafasını eğip sırıttğında Bora’nın gözleri açıldı. “Dalga geçiyorsun değil mi? Biliyor muydun? Neden gittik o zaman lan biz?”
“Ufak bir sadakat testi diyelim.”
“Ezra eğer İhsanla işbirliği içinde ise babamın da orada olacağını bilecekti.” Emir kafasını salladı söylediklerime. “Demek ki gerçekten amcasını öldürmek istedi.”
“Ezra konusunda hala şüphelerim var, yine de amacının seni öldürmek olmadığını biliyorum.” Derin bir nefes aldı. “Sen git Gökçe’yi gör, henüz yanına kimse gitmedi korkuyor olmalı.”
Onu reddetmeden evin yolunu tuttum. Etrafta kimse yoktu. Bahçenin cam kapısından girip içeri bakındım. İlk katın sessizliği adımlarımı merdivenlere çevirmeme neden oldu. Her bir adımda hızlanan kalbim kaşlarımı çatmama neden oldu. Son basamakta durdum ve elimi göğsüme götürdüm. Kelimesiz bir konuşma geçti kalbimle aramda. O bana ne olduğunu sordu, ben de ona ne olduğunu sordum. O durmamı istedi, ben de durmasını istedim. Ne o durdu ne de ben istedim. Gözlerimi yumdum, garip bir çaresizlik hissiydi beni merdivenlerin son basamağında durduran. Elim göğsümde, gözlerim kapalı öylece durdum bir süre. Sonra ben anladım durmayacağını, kalbimde anladı durdurmayacağımı. İkimiz de sustuk.
Koridorun ilerisinde bir adamın bekçilik yaptığını gördüm. Oraya vardığımda bana hiçbir şey sormadan anahtarı çevirdi ve kapıyı açtı. İçeriye attığım ilk adımda müthiş bir korku hissettim. Ne için korktuğumu bile anlayamadım. Sonra onu gördüm. Yatağın köşesinde, dolapla yatak arasında ki o küçük yere oturmuştu. Kendini öyle toplamıştı ki ufacık görünüyordu. Henüz beni görmemişti fakat adımlarımı duymuş ve gözlerini sımsıkı kapatmıştı. İlk kez adım atmaktan nefret ettim, insan hiç adım atmaktan nefret eder miydi? Her adımda çıkan o ufacık sesle bedeninin nasıl irkildiğini gördüm. Dizlerim üzerinde yere çöktüm.
“Gökçe.” Diye fısıldadığımda gözleri hızla açıldı. Sesimi tanıyor oluşu bile beni mutlu etti. Bembeyaz teni ağlamaktan kızarmıştı. Kahve gözlerindeki rahatlamanın sebebi olacağımı hiç düşünmezdim. Sonra ağlamaya başladı, kurtulacağını bilmenin ağlayışıydı bu. Ağlamasına izin verdim, ona hiç yaklaşmadım, teselli etmek için bile dokunmayı düşünmedim. Biraz sonra rahatlayarak yüzünde ki yaşları sildi ve köşesinden çıktı. Benim gibi oturduğunda aramızda birkaç kişilik mesafe vardı.
“Canın çok yanıyor mu?”
Yaşadığı onca şeye rağmen sırtıma değen kızgın bir demirin acısını soruyordu bana. Kafamı sağa sola salladım, acımadığını göstermek istercesine gülümsedim.
“Benim babam böyledir.”
Gözleri zemine kaydı, bir süre yeri izledi. “Bilirim öyle babaları.” dedi burukça.
“Seninki de canını yakar mıydı?”
Sustu, bu sessizlik canımı sıktı. Defalarca yutkundum, gerginliğimi ona hissettirmemek için çabaladım. “Gökçe?” Sesim korkuyla çıktı. Gözlerindeki acıyı fark etmemek imkansızdı.
“Bana dokundu.” Sıradan bir şeyi söyler gibiydi fakat yüzünde müthiş bir acı vardı. Nefesimi tuttum. “Ama bir babanın evladına dokunduğu gibi değil.”
Gözlerimi sımsıkı yumdum. Boğazıma bir ip sarıldı nefes alamadım. Bu oda, bu ev, bu bahçe, bu şehir hepsi dar geldi. Nefes alamadım, Gökçe’nin yaşadığı gerçekle ben nefes alamadım. Sonra iğrenç bir düşünce sızdı beynime. Yarasını gördüğüm o gün geldi aklıma. Söylediklerini düşündüm. Gözlerim açıldığında en azından bu kadarı olmaması için dua ettim.
“Doğana o mu?” Devamını getiremedim fakat o anladı. Başını salladı yavaşça.
“Nasıl? Nasıl Gökçe nasıl? Nasıl yapar bunu? Bir insan evladına nasıl yapar bunu? Geceleri nasıl uyur?”
Sadece başını sağa sola salladı. İçini her düşündüğünde yaksa da, dışına akıtacak gözyaşı bırakmamıştı belli ki. Kabuk tutmuştu artık yaraları.Başım öne eğildi, utandım. Onu kaçırdığım ilk güne gittim, daha çok utandım. “Özür dilerim Gökçe.” Dedim zor duyulacak bir sesle. Çekinerek baktım ona. Burukça gülümsedi.
“Bana yaptığından daha ağır şeyler yaşadım ben. Özür dileme boşver, belki bir işe yaramış olacaktım bu sayede. Başına daha büyük bir bela aldın.”
“Başıma daha önce hiç böyle güzel bir bela almamıştım sanırım.”
Sözlerimin onu rahatsız edebileceği ihtimali geç geldi aklıma, pişman oldum. Tedirgince ona baktım fakat korktuğumun aksine gülümsüyordu. Ben de gülümsedim. Birbirimize bakıp gülümsediğimiz ilk andı. O hatırlamazdı belki fakat ben unutmayacaktım.
“Bir süre burada kalman gerekiyor Gökçe. Sana bir zarar gelmesine bu kez izin vermeyeceğim. Bana güveniyor musun?”
Başını salladığında gülümsemem genişledi. Bu kez iplerin beni tutmasına izin vermeyecektim. Bahçeye döndüğümde Emir ve Bora bıraktığım yerde konuşuyorlardı. Yağmur durmuştu fakat ikisi de çoktan ıslanmıştı. Yanlarına yaklaştığımda beni fark ettiler.
“Şimdi ne yapıyoruz?”
“Masayı toplayacağız.” Gülümsedi. Tek kaşını kaldırarak bana baktı. “Babamın canını biraz daha sıkalım.”
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.98k Okunma |
2.18k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |