Derin Asu Aldinç
Bora Karademir.
Dördüncü şüpheli.
Diğerlerinin aksine umursamaz, eğlenceye düşkün ve bunun kimseyi rahatsız edip etmemesi önemsiz. Lale hakkında bu kadar detaylı konuşan ilk kişi ve sözleri hayranlık dolu. Henüz tanıdığı birine basit bir şeymişçesine hap uzatan bir adamın, hayranlık duyduğu genç bir kızı kandıramayacağı ne malumdu? Ondan faydalanmak istemeyeceğinin garantisi var mıydı?
Böyle umursamaz bir adam için birinin onun yüzünden canına kıyabilme ihtimali önemli olur muydu?
Bora, şu an için Çağdaş Karademir'den sonra ki en şüpheli isimdi. Çoğu zaman kafamda bu iki isim yer değiştiriyor olsa da, babasından duyduğum rahatsızlık daha fazlaydı.
Lale, güne sağlıklı bir kahvaltı ile başlayan, yediği her şeyin içinde neler olduğuna dikkat eden biriydi. Tükettiğimiz yanlış besinlerin yavaş yavaş bizi öldürebileceğini söylerdi. Haklılığını kabul ederek, onun aksine tüm bunları önemsemezdim.
Yine de ölen oydu ve yaşayan bendim.
Ekmek seçimini bile titizlikle yapan birinin uyuşturucu kullanmasını elbette beklemiyordum. Tabii sağlıklı yaşamı bu denli önemseyen birini bir gün bilekleri kesik bir şekilde bulmayı da beklemezdi insan. Bu yüzden beklentilerin ve ön sezilerin her zaman için bize doğruyu gösterdiği söylenemezdi. İki isim zirveyi korusa da Karademir'lerin her biri hala şüpheliydi.
Gece yarısını geçeli çok olmuştu ve Gökçe huzurlu bir uykudaydı. Her nedense bugün Mert dışında Karademir erkekleri evde değildi. Bu yokluk sorgulanabilirdi fakat daha iyisi faydalanmaktı. Odanın dışı da içi kadar karanlık ve sessizdi, çalışanların ve diğerlerinin uyuduğuna emindim. Kontrol etmeye Emir'in odasından başladım. Yakalanma korkusundan uzakta müthiş bir rahatlık hissiyatıylaydım. Odanın içine attığım adımlar hiç yabancı değildi. Düzenli yatak ve masada önemsenecek bir şey yoktu. Gardırop müthiş bir düzen içindeydi, gözden bir şey kaçırmak imkansızdı. Kazaklar ve pantolonlar kusursuzca katlanmıştı, asılı gömlek ve ceketler de aynı şekildeydi. Çekmecelerde de yalnızca kravatlar ve iç çamaşırları vardı. Bu odanın bir aidiyeti yoktu, Emir'e ait kişisel hiçbir şey yoktu.
Kuzey'in odası Emir'in aksine dağınıktı, bir çok eşyası vardı fakat çoğu şirkete ait anlamadığım raporlardan ibaretti.
Bora'nın çekmecelerinde sigara ve küçük alkol şişleri vardı. Cam kapaklı bir dolaba dizdiği figür koleksiyonu mavi kırmızı ışıklarla aydınlanıyordu. Buraya bir servet yatırdığına emindim. Diğerlerinin aksine odasında bir televizyon vardı fakat bulmayı arzuladığım hiçbir şey yoktu.
Çağdaş Karademir'in çalışma odasına girmek ise nedense beni germişti. Kalbim garip bir tedirginlikle atıyordu. Adımlarım, odada biri varmışçasına dikkatliydi, oysa her yeri görebileceğim bir büyüklükteydi. Kapının tam karşısında duran masa ve iki yanında duvara monte kitaplık düzenliydi. Masanın ardında ki camın stor perdesi çekilmemişti ve bahçenin ışıklarını görebiliyordum. Masanın önünde duran karşılıklı iki deri koltuğu es geçip ardında ki koltuğa oturdum yavaşça. Masa da kalem, kapalı duran diz üstü bilgisayar ve hareket edip duran dekoratif bir masa süsü vardı. Çekmecelerde duran dosyaları alıp göz gezdirdim, Kuzey'in odasında gördüklerimde benzerdi. Aslında dosyaların arasından yere düşen zarfı fark edene kadar ilgimi çeken pek bir şey olmamıştı. Sarı, küçük bir zarf. Kalın dokusu normal olanlardan çok farklı, içerisinde yalnızca bir tarih yazılı kağıt var.
Bugünün tarihi.
Bir başkasında nasıl bir hissiyat uyandıracağını bilemezdim fakat ben de uyandırdığı tek şey endişeydi. Zarfı dosyaların arasına sıkıştırıp odadan çıktım hızlıca. Biri ile karşılaşacakmış gibi tedirgince merdivenleri tırmanıp odama girdim. Gökçe yatakta oturuyordu. Beni görünce uykulu gözlerini kıpıştırdı.
"Derin? Neredeydin?"
"Ben-" durup titrek bir nefes aldım. "Hava almaya çıkmıştım sadece. Sen iyi misin? Kabus mu gördün yine?"
Yanına yaklaşıp oturduğumda kafasını salladı usulca. "Boktan bir hayat yaşayınca kabuslar kaçınılmaz oluyor." Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Alıştığımı sanıyorum ama sonra gördüğüm ilk kabusta hala ilk gün ki gibi hissettirdiğini hatırlıyorum."
"Alışabileceğin şeyler yaşamadın."
"Sen de öyle."
Ona döndüğümde Lale'den bahsettiğini anladım. Geçtiğimiz haftada onunla konuşacak bolca vaktimiz olmuştu. "Senin aksine buna alışmak zorundayım. O geri gelmeyecek ama senin bunları geride bırakma şansın var."
"Doğan ve İhsan'ın kolay kolay ardımı bırakmayacağını biliyorum. Özgür olmamdansa ölmemi tercih ederler." Sırtını yatakla buluşturduğunda ben de onun gibi uzandım. "Adi herifler."
"Eh bunlarında onlardan pek eksik yanı yok." Gökçe bana baktığında ben de ona döndüm. "Adi olmak konusunda yani." Güldü, ben de güldüm. Sonrasında ben birkaç sigara yaktım, o içmedi fakat dumanından da rahatsız olmadı.
***
Uykumun tatlı bir yerinde -ki uzun süredir tatlı bir uyku bir yana uyumak bile çok güçtü benim için- kaldırıldığımda endişe ve öfke karışımı bir duygu hissettim. Evin hizmetçilerinden biri ile göz göze geldiğimde öfke yerini yavaşça endişeye bıraktı.
"Çağdaş Bey 10 dakika içinde herkesi salonda bekliyor."
Hizmetçi odadan çıktığı anda yataktan kalktım. Gökçe hızlıca üzerini değiştirdi fakat ben altımda bir eşofman ve üzerimde kısa bir tişörtle odadan çıktım. Uykulu gözlerimin gördüğü ilk şey tek sıra halinde dizilmiş aile üyeleriydi. Kuzey ve Bora'nın geceden kaldığı belli olan takımlarının aksine Mert düzgün giyinmişti. Annem ise sabahlığını üzerine geçirmiş endişe ile kocasına bakıyordu.
"Geçin." Dedi Çağdaş Karademir. Sırayı işaret ederek.
Karşı çıkma arzuma zıt bir şekilde yavaşça geçtim. Dudaklarımı hemen yanımda ki Bora'ya çevirdiğimde fısıltımı babasının duymadığına emindim. "Ne oluyor?"
Bora sorumu duydu fakat bana dönmeden cevapladı. "Sıçtık Derin. Fena sıçtık."
"Bugün konuşacağımız iki konu var. İlki canımı sıktı, ikincisi canınızı sıkacak." Şömineye yaklaştı ve yanan ateşin içinde ki demiri bir tur çevirdi. "Biri odama girmiş, yetmemiş eşyalarımı karıştırmış."
Nefesimi tuttum, tepkisiz durmak için verdiğim savaş epey büyüktü. Büküp avuçlarıma batırmak istediğim tırnaklarıma karşı koydum. Her şeyi yerli yerine koymuştum. Odasına girdiğimi nasıl anlamıştı?
"Bu evde soruları bir kez sorarım ve cevabını alamazsam hepiniz için çok kötü olur." Sesi önemsiz bir şeyi söylüyor gibiydi ama bakışları tam tersini bağırıyordu. "Odama kim girdi?"
Korkunç bir sessizlik kol gezdi odada, bir cevap gelmesini elbette beklemiyordum fakat böylesine bir sessizlik kalp atışlarımı hızlandırdı.
"Baba biz-" Kuzey'in sessizliği bölen sesini babası sertçe kesti.
"Odaya sen mi girdin Kuzey?" Kafasını sağa sola salladı. "O zaman çeneni kapat!"
Damağım kurudu, kaçıp gitmek istedim ama tek bir adım dahi atamadım. Çağdaş Karademir'in karşısında böyle savunmasız hissetmek, yaşamak için elimde tuttuğum tek amaçtan utanmama neden oluyordu. Bu öyle bir utançtı ki, bir an yerin dibine girmek istiyor, diğer an ise her şeyi yakıp yıkmak istiyordum. Birbirinden uzak bu iki hisle boğuşurken annem bir adım öne çıktı. Gözleri kimsenin fark edemeyeceği bir hızda bana değdi. "Ben girdim." Dediğinde odaya benim girdiğimi anladığını biliyordum. Garip bir hisle doldum fakat buna bir isim veremedim.
Çağdaş Karademir şüpheyle anneme baktı. Yanına doğru bir adım attı ve elini çenesine koydu. Bu nazik bir hareket gibiydi fakat annemin daha şimdiden dolan gözleri hiç nazik olmadığını fısıldıyordu.
"Güzel Açelya'm." Eli çenesinden yanağına kaydı ve işaret parmağı ile okşadı. "Beni kızdırıyorsun." Sesi sertleştiğinde parmakları da sertleşti ve annemin çenesini kavradı. Bu sıkı tutuşun geride morluklar bırakacağına emindim.
İleri atılmak istedim fakat Bora kolumdan tuttu ve beni yerimde durmaya zorladı. "Yapma Derin, her şey daha kötü bir hale gelir." Fısıltısı beni yerimde tutacak güçte değildi. Göğsüm hızla kalkıp iniyordu ve biraz sonra patlayıp lavlarını Çağdaş Karademir'e atacak bir volkan gibi hissediyordum.
"Canını yakıyor."
"Ona zarar vermeyecek. Müdahale edersen bunu aptal bir ego savaşına çevirir. Beni dinle ve yerinde dur tamam mı?" Bu kez durdum, yanlış bir hareketimle daha ileriye gitme ihtimali göze alacağım bir şey değildi.
"Ben söyleyene kadar odandan çıkmayacaksın!" Annem kafasını salladı, ses çıkaramayacağı kadar sert kavranmıştı çenesi. Gözünden akan yaşları görmek ona olan öfkeme rağmen canımı acıttı. "Bir daha odama giremeyeceğini yeterince anlayabilmen için senden bir şey almam gerekiyor biliyorsun."
"G-girmeyeceğim söz veriyorum."
"İstediğim sözlerin değil Açelya'm. Kış bahçesini yıkacağız ve özenle ektiğin her çiçeği söküp atacağım." Gülümsediğinde annemin başını sağa sola sallayışından duyduğu hazzı anlamamak mümkün değildi. Yanağını okşadı ve saçlarına derin bir öpücük kondurdu. "Odamıza git."
Annem hızlı adımlarla yanımızdan ayrıldığında gözlerim hala kapıdaydı. Bu evlilikte neler yaşıyordu? Ne kadarına susuyordu? Çağdaş Karademir gerçekten kış bahçesini yıkacak mıydı?
"Gelelim diğer konuya."
"Açıklamama izin ver baba."
"Önce hangisinden başlamak istersin Kuzey? Emir ile yaptığınız planla varisliği reddedişini mi yoksa şu fahişenin evimde ne işi olduğunu mu?"
Hızlı bir şok dalgası Gökçe ile birbirimize bakmamıza neden oldu. O benden daha tedirgindi ve bu yüzden saniyeler içinde yüzünü kireç kesmişti.
Kuzey sertçe yutkundu. Bir adım öne çıktı. "Emir beni korumaya çalışıyordu sadec-" Yüzüne yediği sert bir tokatla sözü kesildi, başı yana düştü.
"Önce bu pervasızlıklarının cezasını çekeceksin. Sonra bu fahişeden kurtulacağız-"
"Baba-" Yüzüne yediği ikinci bir tokatla sözü tekrar kesildi. Babası bu kez çok daha öfkeliydi.
"Sonra Kuzey bu varislik işini konuşacağız." Geri birkaç adım attı ve gömleğinin düğmesini açıp kollarını yukarı doğru katladı. "Öne çık ve dizlerinin üstüne çök!"
Kuzey'in babasına olan bakışları dediklerinde ciddi olup olmadığını anlamak ister gibiydi fakat babasının dalga geçmeyeceğini iyi biliyordu. Bir adım öne çıkmadan önce Mert'e baktı. "Bırak Mert okuluna gitsin baba. Zaten onun hiçbir şeyden haberi yok."
"Artık olacak."
"Baba bırak gitsin lütfen."
Çağdaş Karademir keskin bakışlarını Kuzey'e dikti. "Mert hiçbir yere gitmeyecek Kuzey. Madem varislikten vazgeçtin o zaman senin yerini alacak biri gerekiyor öyle değil mi?"
"Baba ne oluyor?" Mert'in sesi tedirgindi. Yüzünde biriken teri görebiliyordum. Ev sıcaktı fakat böylesine terleyecek kadar değildi, gergindi hem de çok. Ben ve Gökçe de en az onun kadar gergindik ve şimdilik yaptığımız tek şey el ele tutuşmaktı. Başlangıçta bu tutuşu Gökçe'yi rahatlatmak için yaptığımı düşündüm fakat şimdi benim de en az onun kadar ihtiyacım olduğunu biliyordum.
Kuzey Babasına karşı başka bir şey söylemeden öne çıkıp dizlerinin üzerine çöktü.
"Gömleğini çıkar."
Çağdaş Karademir ateşin içinde tuttuğu demire yöneldiğinde bunu gerçekten yapacağına inanmak istemedim, istemeyişime zıt bir şekilde demiri kavradı ve oğlunun yanına döndü. Kuzey önce ceketini çıkardı yavaşça sonra düğmelerini çözmeye başladı, gözleri yerdeydi ve boynu garip bir mahcubiyetle eğikti. Gömleği de ceketinin yanında yer aldığında iki kolu mağlubiyetle kucağına düştü. Çok kısa bir an gözleri Gökçe'yi buldu sonra tekrar yere döndü. Kızgın demirin geniş ağzı sırtına değdiğinde tüm vücudu kasıldı. Dudaklarını hiç aralamadı fakat inledi. Etinin yanarken çıkardığı o aesi işittim, midem tepetaklak oldu ama gözümü bir dakika bile ayırmadım. Gökçe elimi sıktığında onun da en az benim kadar dehşet içinde olduğunu anladım.
"Acı her zaman doğru yolu bulmana yardım eder." Dedi Çağdaş Karademir geri çekilirken. "Bilirsin Kuzey, bazen yanlış kaynayan kemiği bile kırmak gerekir düzeltmek için. Kemik senin diye kırmamayı seçebilir misin? İyileşmek için önce yaralanmak gerekir. Anlamak için önce yaşamak gerekir."
Demiri ateşe bıraktı ve gözlerini bize çevirdi. Bora'nın yere diktiği öfkeli bakışlarını saymazsak, dehşetle ona bakan üç çift göz vardı. Elini kaldırıp geride duran adamlarını çağırdı.
"Kızı götürün."
Sadece iki kelime yerde acı içinde kıvranan Kuzey'i ayağa kaldırmaya yetti. "Baba cezam neyse çekerim, vekillikten çıkarım, o parayı bulurum ne olur onu bırak."
Sesi hala çektiği acının izlerini taşıyorken Gökçe için çabalaması beni şaşırttı. Onun aksine henüz çıtımı bile çıkarmamıştım ama çoktan Gökçe'yi küçük bedenimin arkasına almıştım.
"Dediklerinin hepsi olacak zaten Kuzey. Fahişe de olması gerektiği gibi İhsan'a gidecek."
Sonrası büyük bir arbededen ibaretti. İki adam Gökçe'yi kollarından kavrayıp götürürken o çığlık çığlığa karşı koymaya çalışıyordu. Onun kolunu inatla bırakmayan ben de en az onun kadar bağırıyordum. Kuzey'i tutan Bora'ydı ve Mert ise yerine çakılı kalmıştı. Gelen başka adamlardan biri beni kolumdan tutup yere attı, Gökçe'yi hızla evden çıkardılar. Çağdaş Karademir de onların ardından evden çıktığında Kuzey öfke ile eline geçen her şeyi sağa sola fırlattı. Bora artık onu tutmuyordu, Mert'i bir koltuğa oturtmuş sakinleştirmeye çalışıyordu.
"Emir nerede?" Dedim kalçamda ki şiddetli ağrıyı görmezden gelerek. "Kahrolası Emir nerede?" Bu kez Bağırmış ve hepsinin dikkatini çekmiştim. Yerimden kalkıp merdivenleri koşar adım çıkarken aklımda ki tek şey annemden Emir'in numarasını almaktı.
Annem.
Kapısına vardığımda onun nasıl olduğunu düşünmeden edemedim. Öfkem yerini kaygıya bıraktı. Tahmin ettiğimden çok daha berbat bir halde öylece odanın ortasına uzandığını gördüm. Cenin pozisyonu almış ağlıyordu. Göğsümden boğazıma doğru yükselen tarifi imkansız hisler içinde boğulacak gibi oldum.
"A-" ona seslenemedim. Yanına doğru gidip yere çöktüğümde ancak beni fark edebildi. Doğruldu ve göz yaşlarını silmeye çalıştı.
"Seni bu eve getirmemeliydim. Ama sen gelmesen ben sana gelemezdim. Ben gelemezdim Derin, b-ben gelemezdim."
"Neden gelemezdin? Onu sevdiğin için mi? Kocanı bırakamayacağım için mi?"
Sözlerim sert değildi sadece söylesin istiyordum. Gelemeyişinin sebebi her ne ise bunu söylesin istiyordum. Aşk olmadığını bilecek kadar tanımıştım o adamı.
"Kocam değil." Dedi. Başını sağa sola salladı. Gözleri donukça duvara bakıyordu. "O benim hiç kocam olmadı ki, hiç...hiç bana dokunmadı. " Bana döndü, söylediklerine şaşırdı. "Bana hiç dokunmadı biliyor musun? Bunca sene..."
"Neden?" Diyebildim sadece. Onun gözlerinde ki şaşkınlığın çok daha fazlasını yaşıyordum.
"Ben sadece ona benzediğim için buradayım. O kadına, Emir'in annesine benzediğim için. Fanusa konulmuş bir çiçek gibiyim...Çiçek." Kafasını sağa sola salladı hızlıca. "Kış bahçemi yıkacak. Orada Lale ile ektiğimiz çiçeklerimiz vardı bizim. Benden onları alacak Derin. Ondan bana kalan son şeyi alacak. Lale öldü...Çiçekleri de ölecek."
Bu dünyada ki en güçlü şeyin hep fiziksel bir şey olduğunu düşünürdüm. Güçlü bir insan, ölümcül bir zehir, büyük bir silah, bir tsunami. İnsanı öldürecek olan mıydı en büyük güç yoksa ölmeyi arzulatacak olan mıydı?
Tüm bunlar fiziksel değildi, hissettiğim şey çok güçlüydü ama fiziksel değildi işte. Onu asla affetmeyeceğimi kendime hatırlattığım onca andan sonra şimdi kollarımı ona sarıyor olmam fiziksel değildi.
Gözlerimden yaşlar akıtan şey Lale'nin ölümü müydü yoksa Annemin bu kendinden geçmiş hali miydi?
Ona sarılıp hiç konuşmadan ağlayışlarının iç çekişlere dönmesini bekledim. Ona en son ne zaman sarıldığımı düşünüp durdum. Kollarımda uyuyup kalmasının nedeni muhtemelen komodinin üzerinde duran sakinleştiricilerdi. Zayıf bedenini yatağa taşımak zor olmadı. Bir süre ağlamaktan kızarmış yüzünü izledim.
Yıllarca bize ulaşmamasının tek suçlusu Çağdaş Karademir miydi? Peki ya terk edişinin suçlusu kimdi?
Odadan çıktığımda omuzlarıma binmiş olan onlarca yük vardı. Atıp kurtulmak istediğim, belki de kucaklamak istediğim, Lale'den geriye kalan bir saksı çiçekti bu yüzden adımlarımı kış bahçesine çevirdim. Kapının önünde dikilen adam bir çiçek bahçesini değilde tehlike arz eden bir şeyi koruyormuş gibiydi. Adımlarımı takip edem dikkatli bakışları, belinde ki silahı gözüme sokmak istercesine ceketini geri atışı beni korkutmadı.
"İçeride alacağım bir şey var." Dedim tam önünde dikilirken.
"Çağdaş Bey'in kesin emri var kimse içeri girmeyecek."
"Sadece bir saksı alıp çıkacağım."
"Bir yaprak dahi alamazsın."
"Sen çekilmezsen ben camları kırar yine girerim içeriye."
Belinden silahını çıkardı ve bana uzattı. "Dene bakalım."
Oğlunu kızgın bir demirle yakan adamın bana acıyacağını düşünmüyordum fakat Lale'den bana kalacak olan tek bir saksı için yapmayacağım şey yoktu. Ölmek bunlardan biri olabilirdi ama o zaman katili bulamazdım.
"Ben o silahı bir tarafına sokmadan sen beline sok Tahir." Emir'in sesini işittiğimde hızlıca arkamı döndüm. Keskin bakışları kısa bir an bana kaydı sonra yine adama döndü. "Çekil kapının önünden."
"Babanız kimse girmeyecek dedi. Beni zorda bırakmayın lütfen Emir Bey."
"Kimse girmedi zaten Tahir." Gelip kapıyı açtığında adam istemeyerek sola çekildi. Duraksamadan içeri girdim, kapıyı ardımızdan kapattı.
"Neredeydin?" Dedim karanlıkta gözlerini seçmeye çalışırken. Nerede olduğu önemsizdi, nerede olması gerektiğiydi asıl önemli olan.
"Gökçe'yi koruyacağım Asu." Bir şey dememe izin vermeden devam etti konuşmaya. "Verdiğim sözü tutarım."
"Kuzey'i de koruyacağını söylüyordun, baban onu yakarken ortalıkta göremedim seni." Sesim çok can sıkıcıyı, sözlerim de öyle. Mesele Kuzey değildi, verilen sözlerin karşılığını görebilmekti.
Emir bana yaklaştı. Bahçenin buraya zorlukla ulaşan ışıkları yüzünü az da olsa görmemi sağladı. Onu kendi evinde bir adam öldürürken bile bu kadar gergin görmemiştim. Canı sıkkındı, canı fena halde sıkkındı.
"Hepsini." Bir adım attı. "Öldüreceğim." Bir adım daha attı, geri gitmeden başım dik bana yaklaşmasına izin verdim. "İhsan'ı, Doğan'ı-"
"Babanı?" Durdu. "Gökçe'yi götüren babandı, onu da öldürür müsün verdiğin söz için?"
"Ne yapmaya çalışıyorsun Asu? Ne söylemek istiyorsun? Neyi söylememi istiyorsun?"
"Bir katilin sözüne ne kadar sadık olabileceğini tartmak istiyorum. Bunun için neye bakmalıyım? Vicdanına mı?"
"Sen mutsuz bir kadın olduğun için suçlu musun Asu?" Dedi söylediklerimden alakasız. "Bunları yaşadığın için, seçimleri sana ait olmayan şeylerin sonuçlarını yaşarken suçlu musun?"
Annen sizi terk ettiği için.
Baban erken yaşta öldüğü için.
Lale intihar ettiği için.
"Ben bu hayatın içinde büyüdüm. Doğrularım ve yanlışlarım seçimini yapmadığım şeylerin sonuçlarından ibaret. Bunun için kendimi suçlu hissetmiyorum, hayır. Bir vicdanım var ama ancak sevdiklerime yeter."
Aramızda ki mesafeyi kapattığında gözleri yüzümde gezindi. Kısa bir an dudaklarımda oyalanması tırnaklarımı avuçlarıma batırmama neden oldu.
"Gözümden sakındıklarımı korumak için gözden çıkardıklarım vicdanımı sızlatmaz." Sesi fısıltı gibi çıkmıştı ama kendinden emindi. "Bunun için bir katil olabilirim, hayal edemeyeceğin kadar kötü olabilirim."
"Ve vicdanın sızlamaz." Dedim aynı onun gibi fısıltıyla.
"Bu seni korkutur mu?"
"Korkutmamasını mı isterdin?"
Dudakları kıvrıldı.
"Asu" dedi şiir okur gibi, sesinde gülümsemesinden bir parça vardı. "Ne istediğimi duymak istemezsin."
Sertçe yutkundum. Zorlukla geri çekildim ve çiçeklere yaklaştım. Üzerimde ki gözleri yok sayarak Lale'nin ektiği çiçeklere baktım. Köşede duran beyaz çiçeklere eğildim ve yavaşça kucağıma aldım. Kucağımda ki çiçeklerle beraber koltuğa oturdum. Emir'in aksine ona bakmıyordum.
"Baban bir saksı çaldığımı anlar mı?"
"Kontrolü sever ama buraya bir kere bile girmediğine eminim."
"Annemden ne istiyor?" Bu kez ona döndüm. Benim gibi gelip koltuklardan birine oturdu.
"Ne gördün bilmiyorum Asu ama hep gördüklerimizden daha fazlası vardır. Bazen duyduklarımızdan ve bildiklerimizden."
"Daha fazla acı olduğuna eminim. Baban normal bir adam değil."
Emir derin bir nefes aldı. Biraz önce ki gergin haline dönmüştü. "Onun yoluna çıkma Asu." Öne doğru eğilip dirseklerini dizlerine yasladı. "Konu ne olursa olsun."
Sözlerinde tehdit yoktu, uyarı yoktu. Bu bambaşka bir şeydi, gerçekten yoluna çıkmamam gerektiğini hissettirecek kadar güçlü bir şey. Fakat ben çoktan bir şeyler bulmuştum ve şüphesiz o yola çıkacaktım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.98k Okunma |
2.18k Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |