"Duydum bana sevgin dünya kadarmış
Anladım dünyanın dar olduğunu
Gel yalanlar söyle, seni sevdim de
Gidiyor olsan da sana geldim de
doğruyu söyleme günün birinde
söyleme ellere yar olduğunu..."
.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・
Selammmmm açıklamayı kısa tutuyorum bölüm ile ilgili yorumlarını ve oy atmayı lütfen unutmayın kocaman seviyorum öpüldünüz
Bölüm On Sekiz
Bahtsız Bedeviler ve Yüce İnsan
.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・
Denilene göre her şerde bir hayır vardır. Bizim şer olarak gördüklerimiz hayır, hayır olarak gördüklerimiz ise şerdir. Peki o halde bizim tabloyu inceleyelim. Evden Uğuru vurmak için çıktık, bu başlı başına bir şer. Ama Uğur yaralanmadı bu da onun için hayır. Kurşun Suay'ı yaraladı bu durum Suay için şer, Suay’ı öyle gören ve ortama ani bir giriş yapan Harun Suay için endişelendi ve onu apar topar revire yetiştirdi. E bu da Suay için büsbütün hayır. Yani elimizde şer olarak görülen bir silah ve iki hayır var o zaman bu hayrı işleyen Beyza da cennet ile mi müjdelenmeli?
Kafam fazlası ile karışmış durumdaydı. Bu durumu bir ara dedeme sormalıydım. Neticede imam torunuydum. Nihat Hatipoğlu’ndan hallice sorularımı ona sormayacaksam neden dedemdi?
“Nezaretteyiz” Diye fısıldadı yanımda oturan Beyza. Evet onun sayesinde girmediğimiz bir nezaret kalmıştı ona da bugün itibariyle girmiş bulunuyorduk. Aslında ben arkadaşıma eşlik etmek için girmiştim, neticede burada Duman timinin bir üyesiydim. Hadi canım tabii beni içeri almayı göze alamazlardı. Ama kimsede girmek istiyor musunuz diye sormamıştı. Bende hiç sorgulamadan girmiştim. Sahi benim burada ne işim vardı.
Aklımdan geçenlerle hızla ayağa kalkıp, hışımla demir parmaklıklara yeltendim. Elimi sert bir şekilde demire vurup,
“Ulan benim ne işim var burada “ diye son ses bağırsamda gelen giden olmamıştı. Hızla Beyza’ya dönüp
“Benim burada ne işim var Beyza” diye sordum. Beyza oldukça sakin bir tavırla sağ bacağını sol bacağının üstüne atıp, ellerinide bacakları üzerinde birleştirdikten sonra
“Silah senindi ya ondan aldılar herhalde “
Ha!
Silah benim miydi?
Bir saniye bir saniye bu kız benim silahımın yerini nereden biliyordu?
“Sadece senin gibi düşündüm İnci mercanım.” Beyzanın olağan dışı savunmasıyla derin bir nefes alıp parmaklığa sırtımı dayadım. Bazen beni çok yoruyordu. Yaramaz bir çocuk gibiydi, onunla hep bir kovalamaca halindeydik. Sorun şu ki ben neye ya da nereye koştuğumuzu hep sonra öğreniyor oluyordum. Tamam bazen Beyzayı benim de gazladığım oluyordu lakin, Beyza zaten gazlanmak için bahaneler arıyordu. Benim ne suçum vardı?
“Benim gibi düşünürken içinden ne geçiyor” diye sordum yere bağdaş kurup oturduktan sonra.
“Bir ses var senin yerine konuşuyor sanırım iç ses diyoruz buna” Beyzanın itirafıyla sol tarafımda ayaklarını sallaya sallaya oturan Beyza bana bir beşlik çaktı. Aynı derece şizofren olduğum bir arkadaş bana hayatın müjdesi değilde neydi?
“Ne diyor “ diye sordum. Kendimi Beyzanın gözünde merak etmiyor değildim. İç ses Beyza beni yapmamam gereken ne varsa hepsinde gazlıyordu. Ya ben ona ne söylüyordum.
“Ne kadar harika olduğumu söylüyor ne zaman düşecek olsam bunu hatırlatıyor” dedi büyük bir gülümsemeyle. Beyza sahiden de harika bir kadındı. Eşsiz bir aurası ayrı bir kişiliği vardı. O dümdüz Beyzayken bile harika olurdu. Çünkü Beyza olmak bunu gerektirirdi.
“Hah! Aptal ben sana asla harika olduğunu söylemem. “ az evvel düşündüklerime tezat sözlerim Beyzanın pek umurunda olmadı. Aksine arsız bir sırıtışla yanıma gelip benimle aynı yere çöküp oturdu. Siyah saçları beyaz yüzünü gölgelerken, bundan rahatsız olmuş olacakki saçlarını bileğinde ki tokayla sıkı sıkıya topladı.
“Biliyor musun ben hep içimdeki o sesten güç alıyorum” ortadaki sessizlik onun sesiyle bölünürken aldığım itirafla derin bir nefes aldım. Çünkü benim de ondan bir farkım yoktu. Beyza beni ayakta tutan nadir insanlardan biriydi. Yusuftan önce başı çektiğini bile söylerdim
“Nasıl yani” dedim anlamaz bir sesle. Dilini damağına vurup şaklattıktan sonra ayaklarını boylu boyunca uzattı.
“Yani o ses bana kim olduğumu hatırlatıyor. “ dedi tek solukta
“Kimmişsin” benim için eşi benzeri olmayan kıymeti hesap edilemeyecek kadar yüksek bir mücevherdi. Peki bunu o biliyor muydu?
“Ben İnci’nin kardeşiymişim, İnci için her şeyi yaparmışım” dedi bana sırnaşırken. Beyzanın zaafı beni gün geçtikçe tedirgin ediyordu. Ondan biraz uzaklaşıp,
“Senin için ilk kural neydi Beyza” diye fısıldadım. Gerginliğimi hemen anlamış olacakki yüzünü bana dönüp
“Kimse vazgeçilmez değildir. Zaaf duyma” dedi. Yıllar evvel benim ona söylediğim kelimeleri tek tek onun ağzından işitmek içimi bir nebze rahatlatıyordu. Ama yinede Beyza bizim için hep bir tehlike olacaktı.
“Ama sizden önce Vatanım var. Tabi sende mühimsin ama devletim daha önemli kusura bakma” duyduğum şeye suratımda yarım ağız bir gülüş beliriverdi. Beyzayı koltuğunun altına alıp, az evvel özenle topladığı saçlarını karıştırdım. Bundan nefret ederdi. Ama tepki vermedi onun yerine mayışmış bir sesle
“Annemsin” dediğini duydum. Artık saçlarını karıştırmıyor onun yerine bir anne edasıyla yavrumun saçlarını okşuyordum. Yani onun ihtiyacı olan şeyi yapıyordum.
“Başka” dedim mahmur bir sesle. Bilen bilir benim sesim sadece duygu dolu anlarda mahmurlaşır.
“Kardeşimsin “ dedi mayışmış ses tonuyla.
“Ya başka”
“Sırdaşımsın İnci mercanım kış ayında güneşimsin. Yaz ayında ılık yağmurumsun” art arda sıraladığı kelimelerle kafasına bir tane geçirip,
“Sen aşık mısın bana” diye alaya aldım. Pek umursamadan başını omuzuma koyup ayaklarını daireler çizerek sallamaya başladı.
“Ha bak bir o değilim çünkü yönelimim erkekler “ dudaklarımdan çıkan minik kıkırtıya mani olamayınca anlık gelen bir sevgi seliyle kendime iyice çektim.
“Gel kız buraya deli” Beyza benden gelen ilgiyle iyi ve şımarırken, gözleri yarı kapalı
“Oh anne gibi kokuyorsun” diye söylendi. Anne gibi mi kokuyordum? Anne nasıl kokardı? Herhalde Yeşim hanım gibi kokardı. İyi ama Yeşim hanım nasıl kokardı?
Bir keresinde dizlerine uzanmıştım. Lakin pek duygusal bir andı. Annemin kokusuna değil, güzel sesine odaklanmıştım.
Bir anne nasıl kokardı ki
Bir anne nasıl...
‘Elbette' dedi içimden bir ses küçümser bir edayla.
‘Elbette deterjan ve yemek kokar. Ev nasıl kokarsa annede öyle kokar. Çünkü esasında anne demek ev demektir “
İç sesimin duygu dolu metni beni pek etkilemezken kaşlarım çatıldı bizim ev çoğunlukla çamaşır suyu ve yemek kokardı. Yani bende mi öyle kokuyordum. Ulan anne buradan çıkayım ilk işim sana parfüm almak olacak.
“Çamaşır suyumu kokuyorum yani” dedim kendimle çekişmeyi bir kenara koyarak. Beyza ise omzumdan başını kaldırıp, sinirli bir ses tonuyla,
“İnci mercanım duygunun içine s*çmasan da bir kere de moda girsek olmuyor değil mi”
“Manitam var benim kızım, adamın yanına çamaşır suyu kokusuyla mı gideyim “ savunmama karşı pis pis sırıtıp
“Emin ol en sevdiği koku olacaktır” dedi. Bu doğruydu. Bana bu inancı verecek kadar çok seviyordu. Bazen onun sevgisinde kayboluyordum. Yusuf Asaf vana hiç yaşamadığım bir bağ vermiş, o bağa sıkıca sarmıştı. Kırmızı ince bir iple onun kalbine sıkıca düğümlenmiştim.
Öyleki başka bir şehirde onun canı yansa, burada ben ölürdüm.
Ama o neredeydi?
Sahi Yusuf neredeydi?
Ben burada neden onun olmayan acısına dertleniyorum. Ah hayır doğru soru bu değildi. Doğru soru ben buradayken Yusuf Asaf neden hâlâ gelmemişti.
Hışımla yerinden kalkıp, aynı hızla demir korkuluklara sağlam elimle vurmaya başladım.
“Yusuf komutanım hangi cehenneme girdin hayvan herif” avazım çıktığı kadar bağırıyor, aynı sertlikte korkuluğa vurmayı da eksik etmiyordum.
“Ne oluyor be”
Beyza beni delirmişim gibi süzerken işime kısa bir ara verip ona döndüm. Neticede onun üstüydüm ve delirdiğimi düşünmesi pek hoş değildi.
“İki saattir buradayız Beyza, Yusuf gelmedi”
Söylediklerime boş bir bakış attı Beyza. Anlaşılan bu tepkimi anlamsız buluyordu. Ama öyle değildi işte. Ben yaralıyken, tamam eskisi gibi yaralı değilim, ama hâlâ canım yanıyorken beni burada bırakması ne kadar hoştu? Üstelik az evvel bana olan sevgisinden ne kadar emin olduğumu söylerken?
Ah erkekler!
Ah erkekler!
Neticede hepsi çiğ süt içmişti hiç birine güven olmazdı.
“Eee”
“Beni buraya getirmelerine müsaade etti “
“Eeee”
“Eee'si beni tiye alıyor Allah’ın buruk beyinlisi”
Beyza bana gözlerini devirip gerisin geri otururken, bende sayıp sövmeye yeniden başladım. Bu defa korkuluğa vuramıyordum çünkü kolum bir tık ağrıyordu.
“Yusuf buraya gel dedim” en sonunda avazım çıktığı kadar bağırmış olacağım ki, nezarethanenin uzun holünden adım sesleri duydum. Tam Yusuf diye sevinecektim ki, Yahya içeri girdi. Yahya, babamın emrinde nezarethanenin güvenliğinden sorumlu bir askerdi. Onunla hep konuşur sohbet ederdik.
Evet onunla hep konuşur sohbet ederdik...
Evet beni buraya o tıktı.
“İnci amirim bir sorun mu var” dedi kibar bir ses tonuyla. Korkuluklara iyice yaklaşıp, yakasını tuttuğum gibi kendime çektim.
“Yahya sen az önce bana ne dedin” sesim adeta uyarır gibiydi. Yahya sesli bir şekilde yutkunup,
“Amirim...”diye savunmaya geçecekti ki yakasını bırakıp,
“Yani ben senden üst rütbedeyim öyle değil mi” diye kendimi hatırlattım. Neden insanlar bir türlü rütbeli fark etmiyorlardı. Amirdim ben... Heyyy duyun beni Amirim ben.
“Evet amirim”
“O halde benim burada ne işim var Yahya”
“Yusuf komutanım emretti Amirim”
Hay Yusuf komutanının çanağına... Demedim tabii. Sevgilim de olsa herif benden üsttü. Lakin yinede kuyruğu dik tutmak gerekirdi.
“Oo pekala Yusuf komutanın hangi cehennemde Yahya” diye sordum. Kibar bir ses tonuyla sorunca üstüme saygısızlık etmiş olmuyordur değil mi? Mesela burada Yusuf Asafın gelmiş ve geçmişlerine sövsem ama bunu
‘Ah ben senin gelmişini geçmişini s*keyim hayatım' desem başına ve sonuna koyduğum yumuşatma kelimeler cezamı da yumuşatır mıydı ki?
“Beni bu kadar özlediğini bilseydim emin ol daha erken gelirdim “ işte aranan kan buydu. İşte feraset işte nezaket.. Hayır hayır bu öyle değildi. Her neyse
En nihayetinde essahlı elemanım gelince derin bir nefes alıp,(tabiri caizse içlenip) yönümü ona döndüm.
“Yusuf! “
“İstiridye”
En sevdiğim lakapla sesleniyordu bana. Bu lakabı her duyduğumda içim bir tuhaf oluyordu. Gerçi lakabın yakanda aynı etkiyi bırakmıyor değildi.
“Ben neden buradayım” diye fısıldadım elimi korkuluğu doğru yaslarken, mayışık ses tonumu hemen anlayıp direkt yanıma geldi. Eli benim elimin yakınında bir yerde dururken, gözleri tüm yüzümü incelemeye almıştı. Özlemiş olmalıydı.
“Ruhsatlı görev silahın başka birinin elinde olduğu için İncim” dedi ismimin sonuna koyduğu iyelik eki kalbime halay show yaşatırken, derin bir nefes alıp biraz sonraki haykırışım için güç topladım. Çünkü kalbim halaya dursada sinirlerim hâlâ yerindeydi. Ve bu adamın benim sinirlerime hiç acıması yoktur.
“Ulan hayvan herif benim olduğundan haberim mi var” son ses söylediklerim onda minik bir gülümseme oluşturdu. Sanırım beni böyle görmeyi seviyordu. Yani ona karşı koymam hoşuna gidiyordu. Ah be paşam bunlar benim iyi günlerim.
“Yengen kızmış ha Yahya” dedi Yusuf, sağ köşede sessiz sedasız bekleyen Yahyaya dönerek.
“Öyle görünüyor komutanım” Yahya’nın yakasını tutarak söyledikleri ile bu defa ben sırıttım. Haşin ve hırçın bir insan olmak bazen kibar insanları da incitmeye yeltendirirdi. Yahyaya sağlam bir hediye ve özür şart olmuştu. E kabul ediyorum özünde iyi bir insanım.
“Halbuki konuşmadığı zaman ne kadar da naif duruyor” Yusuf kendine has ağzıyla konuşurken, gözlerimi devirdim. Herhangi bir zamanda herhangi bir evrede naif olmak gibi bir kaygım olmamıştı. Aksine beni güçsüz kılan her şeyden uzaklaşırdım. Duygularımdan bile...
“Aslan gibi komutanım” yanıtını veren Yahyaya minnetle gülümsedim. Bu cevabı az önceki tavrım için beni iyice pişman etmişti. Ulan Yahya şöyle essahlı bir küfür patlatsana ne diye beni övüyorsun.
“Utanikli bir aslan ha koçum, duyda inanma” Yusuf Asaf dün yaşananları hatırlatınca, yanaklarım yanmaya başlamıştı bile.
Uhuu vay be, ne geceydi
‘Seni görende bir şeyler oldu sanacak aptal'
İç sesime okkalı bir küfür yedirip, dün geceye geri döndüm. Ne vardı canım her ilişki öpüş konuş olmak zorunda mıydı? Mesela babam annemi kuytu köşede kıstırarak mı sevmişti, ya da dedem, ah pardon imam dedem, o ninemin kaşına gözüne mi sevdalanmıştı.
Şimdilerde eski vazolar, eski saatler, eski plaklar hatta eski giysilere bile antika damgası yapıştırıp değer kazandırıyorlardı. Ulan bende sevginin antikasına taliptim.
Hem ben her şeyin en temizine layıktım. Sevgide buna dahildi.
Yusuf benim için dünya üzerinde ki en temiz dağ olurdu. O halde onun tepesine damla damla karlanabilirdim. O da benimle süslü bir dağ olurdu.
Düşündüğüm şeyler yüzümde güller açtırsa dahi buradaki konumumu hatırlamamla, güllerimin yerini kaktüsler aldı.
Kaktüsler Yusuf’un canını bir hayli yakacağa benziyordu.
“Yusuf! “ diye fısıldadım en dikenli halimle. Yusuf bakışlarını Yahyadan çekip bana dikti. Kahve gözleri yeşile çalan ela harelerime değdiğinde, ortamızda bir orman oluştuğunu hayal ettim.
Pekala aşk beni fazla sempatik biri yapıyordu. Halbuki ben nede sevimsiz biriydim.
“Bugün adımı çok anıyorsun İstiridye en son bana kızgındın özledin mi yoksa” her zamanki gibi beni alaya almasıyla sinirli bir nefes alıp,
“Benim burada ne işim var Yusuf” diye sorumu yineledim. Ellerini ceplerine sokup, tüm yüzümü ilgiyle inceledi. Fazla essahlı bir elemandı.
“E az önce konuştuk “ verdiği cevaba karşılık okkalı bir küfür savuracaktım ki benden önce davranıp,
“Hasretimden kafayı mı yedin yoksa aptal İstiridye “ dedi. Yusuf ve gelenekselleşmiş aptal repliği...
Altta kalır mıyım hiç yapıştırdım cevabı
“Sensin aptal, salak”
“Bu güzel karşısında... “
Yusuf’un lafını bölen Beyzaya kocaman gülümserken içimden Kemal Sunal gibi kapak yapmak geldi lakin, bu adamı biraz evvel dağ olarak seçmiştim. Benden soğumasını istemezdim. Zaten benimle birlikte başı bir hayli üşüyecekti.
“Ooo yeter be ne zaman görsem kavga mı ediyorsunuz fingirdiyor musunuz anlamıyorum. Çıkar bizi enişte”
Beyzanın laf arası enişte demesiyle ikimizde avel avel sırıtırken, Yusuf Asaf anahtarları çıkarıp kapıyı açtı.
“Bende onun için geldim... “ cümlesi bitmeden dışarı çıkıyordum ki, bir el kafamı kavrayıp, ay pardon bildiğin avuçlayıp beni gerisin geri içeri soktu.
O nasıl bir eldi lan..
Tövbe haşa adamın tek eli benim kafam kadar mıydı?
Sanırım kendime dağ diye Everesti seçmiştim.
Eyvah eyvah işte şimdi s*çmıştım.
“Hop orda dur bakalım sen değil arkadaşın çıkıyor” deyiverdi Yusuf. Namı diğer koca adam. Kaçtı bunun boyu? Bana bir doksan küsürlü bir şey demişti,
Hah!
1.98
Cumhurbaşkanı yakın koruması gibi adamdı ha.
Bir dakika bir dakika olay tam olarak Yusuf’un boyu posu değildi ki. Ben burada niye kalıyordum. Hiddetli bir sesle,
“Ula niye “ diye çıkıştım. Gerçi benim sesim yukarı gitmiyor da olabilirdi.
“Sen biraz daha buradasın” dedi Beyzayı dışarı çıkarıp, kapıyı tekrar kitlerken. Beyza ise bana sahte bir hüzünle bakıp
“Allah kurtarsın bacım temiz don neyin getiririm ben dert etme” deyip gitmişti. Üstelik Yusuf hıyarı da kahkahayı basıp gözden kaybolmuştu. Resmen yalnızdım burada. Yakasına sarılacağım bir Yahyam bile yoktu.
O değilde o el benim kafamı nasıl sarmıştı öyle?
.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・
Nezarethanenin uzun holünden, dudaklarında büyük bir tebessümle çıktı Yusuf Asaf. İnciden önce bu kadar gülen biri miydi?
Asla sanmıyordu.
Öyle Efsunlu bir kadına meftun olmuştuki sevgisi bedenine ağır geliyordu. Koca adam İnci boncuk kisvesi altında bir süse tutulmuştu.
İşte söylemek istediği tam olarak buydu, İnci, Yusuf’un istiridyesiydi bu dünyada seçtiği dostuydu. Nasipse karısı olacaktı. Buna emindi.
“Komutanım” duyduğu sesle yüzündeki tebessümü silip gerisin geri arkasını döndü. Karşısında, Arifi görmesiyle derin bir nefes alıp, bir kaç saat önce görevde yaşanan şeylerin aklına getirmemeye çalıştı.
Ama bu nasıl mümkün olsundu?
Ulan milletin timi dağda it avında essah bir şekilde it avlıyordu, onun bulunduğu tim de askerleri kendini avlıyordu. İnanılır gibi değildi. Birde bölgedeki en yetenekli tim içindeydi. Muhtemelen bu timi seçenlerin Arif ve Zeynelden haberi yoktu. Eğer olsaydı bu başarının yetenekten değil, onların götünü kollarken kendi kendine geliştiğini anlarlardı.
“Ne” diye bir cevap verdi. Arif, Yusuf Asaf’ın sesindeki öfkeyi anlasana, biraz önce aldığı haberi vermek için yaklaştı.
“Komutanım bir iyi bir de kötü haberim var” Dedi Arif hafif muzip bir sesle. Yusuf Asaf derin bir nefes verip, kısa bir süre gözlerini yumdu. Ardından Arife dikti koyu kahve gözlerini,
“Kötü olan” diye mırıldandı ağzının içinde. Hâlâ bir kaç saat evvel yaşadığı travma etkisindeydi. Tamam Zeynel vurulmuştu ama en çok darbeyi o almıştı. Evet evet doğru duydunuz, bir kaç saat evvel çıktıkları operasyonda Zeynel vurulmuştu. Ama en büyük darbeyi kuşkusuz Yusuf Asaf almıştı.
“Zeynelin makatını kurtarmışlar” dedi Arif muzip sesini iyice yükselterek. Yusuf Asaf’ın yüzü buruştu. Tam olarak ne yaşanmıştı hatırlamıyordu ama, Zeynel denyosunun makatından kurşunu bizzat kendi çıkarmıştı. Ve tahmin edersiniz ki erkek kıçı görmek pekte sevdiği bir şey değildi.
“Arif” dedi uyarır gibi bir ses tonuyla. Orada yaşananlar bir müddet orada kalsa fena olmazdı. Bu görüntü aklına gelmese hatta Zeynel ücretli izne ayrılsa ve bir süre görüşmeseler daha iyi olurdu.
“İyi haber ne “ diye sordu gözü önündeki görüntüleri uzaklaştırarak.
“Tamar kendi eliyle koyduğunuz tuzağa düştü. “ Arif’in kısık sesle söylediği şeyler Yusuf Asaf'ı dumura uğratmayı başarmıştı. Bir kaç hafta önce Tamar görevini tamamen üstüne almıştı. İncinin tekrar aynı olaylarla sınanmasına müsaade etmeyeceğini söylemişti. Etmezdi de, İncinin burada kalıcı olması için çabalayanda oydu. Yılmaz komutan, İnciden çekindiği için böyle bir şeye kalkışamamıştı. Ama Yusuf Asaf tek saniye tereddüt etmeden, İstiridyesini yanına aldırmıştı.
Gülecek gibi oldu Yusuf Asaf, eğer başına gelenlerin çoğunu onun planladığını bilse kesin yaygarayı koparırdı.
Hâlâ inanamıyordu o kafedeki deli kadının yanında oluşuna... Bilhassa onun oluşuna
Yusuf’un istiridyesi oluşuna...
Kafasındaki düşünceleri bir kenara atıp toplantı odasına doğru hasret ederken Arife,
“Toplantı odasına gel” demeyide ihmal etmedi. Arife kendinden çok güvenirdi lakin bu bilgiyi nereden öğrendiği kafasını kurcalamıştı.
En nihayetinde Yusuf Asaf önde Arif arkada toplantı odasına girmişlerdi. Yusuf Asaf mesafeli bir sesle,
“Sen nerden biliyorsun “ diye ilk sorusunu yöneltti. Arif ise basit bir sorguda olduğunu anlayıp, omuzları dik bir şekilde,
“Komutanım sizin yanınızda bende görevlendirildim içimizdeki hainin kim olduğunu bilmediğimiz için her şey gizli tutuluyor. “ yanıtını verdi. Yusuf Asaf’ın ona olan tavrına hiç gücenmemişti. Eğer onun yerinde olsaydı aynı şeyi yapardı.
“Benden nasıl haberdar oldun” dedi Yusuf kuşkulu tutmaya çalıştığı sesiyle. Arif’i germek istiyordu lakin bu adam onun en yakınıydı, nefesinden anlardı düşündüklerini. Arif can dostuydu Yusuf’un. Bu yola çıkmadan önce söz vermişlerdi Arif’in değimiyle, Memati ve Polat olmaya.
Arif Mematiyi severdi ama ona tezat bir karakteri vardı. Yinede bozmamıştı arkadaşını. Gerçi bu hatırladıklarını Arif’in aklında tuttuğuda yoktu.
“Tamarın yanına yerleştirdiğiniz adam” dedi Arif tek düze bir sesle. Sesinde herhangi bir titreme yoktu. Gergin değildi, gerçekleri söylüyordu. Dürüsttü.
“Güney” dedi Yusuf. Tamarın yanına yerleştirdiği adam uzun yıllar haydutların içinde yer altı mafyalarının yanında ölmeden bugüne gelen yetenekli bir istihbaratçıydı.
“İki yıl evvel birlikte göreve çıktık. Göreve başlamadan önce gözetmenliğini yapmışsınız. Tamarın evinde görünce anladım. “ taşlar tek tek yerine oturunca Yusuf Asaf’ın sorgulayıcı bakışları çekildi. Onun yerine gururlu bir bakış attı dostuna. Uzun yıllardır Arifi bilirdi bu ekipte en eski dostu Arifti. Dışarıda dost olduklarını belli etmezlerdi. Ne söylerdi ne de Yusuf.
“Ne kadar saklansakta birbirimizden kaçamıyoruz ha Arif’im” dedi Yusuf Asaf arkadaşına sıkıca sarılırken.
Birbirlerinden ayrıldıkları zaman Arif,
“Birbirimizden kaçmamızı gerektirecek bir durum yok aslında “ dedi. Yusuf Asaf usulca salladı başını. Ekipten hain çıkmayacağını iyi biliyordu. Onun ekibinde çürük olmazdı. O Duman timindeydi. Duman timi’nin gölgesiydi. Kimsenin bilmediği ama herkesi bilendi. Eğer ekipte çürük olsaydı kokusu ilk Yusuf’a çalınırdı.
Bundan bir kaç yıl önce tim komutanı olmayı reddetmişti lakin üstler, onun üzerine fazlaca sorumluluk yüklüyordu. Ekibin bilmediği çok işin üstesinden geliyordu. Ama yinede itiraz etmiyordu.
“Komutanım İnci’nin yumurta hassasiyetini bilen onun çevresinden biri olmalı. Bizim içimizden kimse, hatta siz bile, bunu bilmiyordu. Yani... “ Arif’in sözünü kesti Yusuf Asaf. Ne söyleyeceğini anlamıştı.
“Çürük yumurta İncinin ekibinde öyle mi” deyiverdi. Öyle söylesede öyle olmadığını iyi biliyordu.
“Elimizde iki seçenek var ilki Beyza Eray... “ Arif’i tekrar susturdu Yusuf Asaf.
“Beyza’nın, İnciye zaafı var. Onu iki gün etkisiz hale getirecek bir şeyi asla üzerinde denemez. Ki bu durum ortaya çıkacak olsa İncinin bizzat ipini keseceğini iyi bilir “ dedi. İnci her ne kadar dostlarına bağlı görünse de hainlik yapanın gözünün yaşına bakmazdı. Bu konuda babasını bile tanımaz alnının çatından vururdu. Velhasıl kelam İnci biraz deliydi. Yusuf Asaf onu çok kızdırmasa iyi ederdi.
“Peki ya Uğur”
“Değil.”
“Ne Beyza ne de Uğur. İnci’nin ekibini yakinen araştırdım ekibi içinde biri dahi başkasına kazık atmaz. Beraber büyümüşler birbirlerine fazla düşkünler” bu durum Yusuf Asaf’ın içinde bir yerleri sızlattı. O çocukluğunu Yeşim teyzesinin sakladığı bebeklik albümünde geçirmişti. Yeşim teyzesine İnciyi bulacağım diye söz vermişti. Onun asker olmasının başlıca sebebi İnciydi. Yusuf Asaf şöyle bir düşündü, onun hayatında İncinin olmadığı adının anılmadığı tek bir gün olmamıştı.
Ama İnci Yusuf’u bilmeden yaşamıştı.
Olsundu, Yusuf onu tanımadığı zamanlara götürür bir bir tanıtırdı.
“Çıkarlar.. “ dedi Arif.
“Aile denince çıkarlar dışarıda, kapının önünde kalır Arif. Hiç hazzetmiyorum ama, Yiğit’in bile kazık atacağını sanmam”
Yusuf Asaf, İnci’nin vurulduğu gün tanımıştı Yiğit itini. İnciye dostane davranmadığınıda bizzat ondan duymuştu. Evire çevire dövemediği için, orada kendini suçlu hissedip oturduğu için hâlâ pişmandı.
“Komutanım çember daralmıyor. Ne bizden ne onlardan hain çıkmaz madem. O halde bizi ihbar eden kim” dedi Arif gergin bir sesle. Sinirleri iyiden iyiye geriliyordu. Haftalardır bir hainin adını anıyorlardı lakin adam ortada yoktu. Kimdi ulan kimdi?
“Hiç ummayacağımız biri olduğu kesin” dedi Yusuf sakın bir ses tonuyla. Kim olursa olsun herkesin şaşıracağı en az bir kişinin ah vah çekeceği aşikardı. Ellerini dizlerine vurup kalçasını yasladığı masadan kalktı. Kapıya doğru giderken,
“Tamarın rapolarını hazırla gece yoğun bir toplantı bizi bekliyor. “ diye komut vermeyi de ihmal etmedi. Tam çıkıyordu ki Arif’in,
“Komutanım” dediğini işitti.
“İnci yengeyi çıkarmamışsın”
Yusuf Asaf’ın yüzünde hin bir tebessüm belirdi. Onunla işi henüz bitmiş sayılmazdı. Cezai işlemleri bizzat kendisi uygulayacaktı.
“Cezası bitmedi “ dedi Arife yanıt olarak.
“Cezası yoktu ki”
Elbette yoktu. Her şeyden evvel İnci kendi timindeydi neden onu nezarete atsındı. Ama atması gerekmişti. Başka türlü onunla nasıl yalnız kalacaktı.
“Dediğimi yap Arif”
Arif, Yusuf’u başıyla onaylarken, Yusuf çoktan İncin yanına doğru yola koyulmuştu bile. Nezarete girmeden önce ikide çay kaptı. Hatta elinde simitle servis yapan bir askerin ikramıylada iyice keyiflenmişti. Derin bir nefes alıp hılzı adımlarla koştu sevdiği kadının kaldığı yere.
İşte şimdi her şey onun istediği gibiydi.. Tabi mekan farklılıkları dışında
.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・
Bütün sabahlar benim için alarm kurmuş olmalıydı. Neden mi? Çünkü her sabah istisnasız bir şekilde bir şeyler yaşıyordum. Ve günün sonunda hakkedilmiş bir uykuyla ödülleniyordum. Ulan günün sonunda ki uyku için sabah neden yoruluyorum ben.
Üstelik Yusuf Asaf’ta gitmişti. Bana olan sevgisi beni burada yalnız bırakacak kadar azdı öyle mi?
İşte bu acıtırdı.
Neydi o şiir
Hah!
“Duydum ki bana olan sevgin dünya kadarmış
Anladım dünyanın ne kadar dar olduğunu.
Gel yalanlar söyle, seni sevdim de
Gidiyor olsan da sana geldim de
Doğruyu söyleme günün birinde
Söyleme ellere yar olduğunu…”
Burnumu çekerek içli içli söylediğim şiirle tam moda giriyordum ki, bir kahkaha sesi yükseldi. Kafamı kaldırıp karşıma baktığımda, elinde simit ve çayıyla boylu poslu nayinomu gördüm.
“Ula ne içlendin iki saniyede” şu an benimle alay ediyor oluşu asla umurumda değildi. Buradaydı..
Dünya yeniden tıpkı ilk günki gibi genişlemişti.
O an dünyanın sandığım kadar dar olmadığına ikna olmuştum. Benim dünyam boylu posluydu mübarek. Bu dünya bana yeterdi.
“Bıraktın beni” dedim içimdekilere tezat bir duruşla. Yusuf Asaf ilgiyle kapıyı açıp yanıma geldi. Elindekileri ortamıza bırakıp, yaralı koluma hüzünlü bir bakış atmayı da ihmal etmedi.
“Ben seni bırakır mıyım kurban olduğum” eridim. Evet kelimenin tek anlamıyla yüreğimin orta yerinde bulunan buz kütlesi, ılık ılık aşağı doğru aktı. Ve yine evet tuvaletim geldi.
“İyi de adam beni burada hasta halimle niye bıraktın” Yüzü yeniden sitemli bir hâl alırken elini saçından geçirip, aynı sitemli sesiyle
“Yalnız kalamıyoruz ki istiridye” diye mırıldandı. Ama ben bu adamı yerdim. Kurban olurdum. Severdim. Kocam yapardım. Evlensemiydik acaba biz. Ne duruyorduk?
“Yusuf Asaf sen çok minnoş bir adam oldun ha” kaşları sistematik olarak iki yandan çatılınca gülümsemeden edemedim. Hep o mu benimle uğraşacaktı? Hayır hayır bugün de kesinlikle Yusuf olacaktım.
“Ne oldum ne oldum” dedi kaşları halen çatıkken. Ciddi duruşumdan ödün vermeden
“Minnoş işte böyle marşmelov gibi bir şey” diyiverdim. Tek kaşı havalanıp sorgular gibi bakmaya devam edince, kahkahamı bastırıp,
“Yumuşak ayol yumuşak” diye çıkıştım. Yusuf Asaf’ın yüzündeki ifade anında, önünden şekeri alınmış çocuk moduna girince tebessüm etmeden duramadım. Çok tatlıydı bu adam. Nasıl ciddiye alıp komutanım diyorlardı acaba?
Mesela ben tanımasam yanaklarını sıkmak gelirdi içimden...
Tanıdığım için yanaklarını sıkmıyordum. Neticede belindeki beylik tabancası da benim canımı sıkabilirdi.
“Hadi oradan ne yumuşağı” Atarlı atarlı söylediklerine daha fazla dayanamayıp, elimi saçına daldırdım. Yumuşaktı işte, marşmelov gibi...
“Oy kızma kızma ormantik komutanım “
“İnci ikinci bir emre kadar bana lakap takma kurban olduğum”
Sitemine aldırış etmeden başımı omuzuna yasladım. O sırada elindeki simitten bir parça bölüp ağzıma tepiştirsede, anın büyüsünü bozmaya yetmemişti
“Bal porsuğum” simiti çiğnerken söylediklerime omzu kalkıp inince güldüğünü az çok anlamıştım. Bir yandan hoşuna gittiğini biliyordum lakin o bunu iyi gizliyordu. Ne kadar saklasada içindeki marşmelovu bana sakladığını ve sadece benimle paylaştığını bilmek güzeldi.
“Neyin neyin” diye bir ses duydum sistemden ziyade mayhoş bir sesti bu. Çenesini saçlarıma yasladığını, o sırada derin nefesler aldığını hissediyordum.
“Bal porsuğum” dedim aynı mayhoş sesimle.
“Nayinodan devam edelim biz bunu da sakın ekibin yanında söyleme” sözlerini bitirir bitirmez kafamı omzundan kaldırıp,
“Ama bal porsuğum” diye itiraz moduma girmiştim ki tek kaşı havada
“İnci” demesiyle ufak ufak yerime sinsemde söylemeyi eksik etmezdim. Neticede ben İnci Saraldım. O..hayır İnci Duman, ya da İnci Özdemir...
Pekala sonuncusu ismimin yanına pek bir yakışmıştı.
“Aman be iki güzel laf ettirmiyorsun” deyiverdim sitemli sesimle.
“İnci güzelim bak bu ilişkide eril olan benim anlaşıldı değil mi? Bana sürekli prenses muamelesi yapıp durma” dedi aynı gıcık sesiyle. Peki bu benim umurumda mı? Tabiki değil ben ki İnci Saral, Duman, Özdemir.. Bana koyar mı? Ama yinede uzatmamaya karar verip, aklımda ki soruyu pat diye soruverdim
“Siz görevden niye erken döndünüz” suratındaki ekşimsi ifadeyle sağlam bir sohbetin bizi beklediğini anlayıp ayaklarımı bağdaş kurup merakla suratını seyre durdum. Bu halim onu biraz keyiflendirsede, adamcağız ne yaşadıysa yüzündeki ekşi ifade gitmemişti.
“Zeynel vuruldu “ söylediği şeyle suratındaki ifadenin tutarsızlığına şaşırmadan edemedim. Zeynel vuruldu diyordu ama tiksinti doluydu. Zeynel vurulduysa üzüntü içinde olması gerekmez miydi?
“Zeynel vuruldu ve sen rahatsın... Anlat bakalım şu Zeynelin başına gelen şeyi” dedim merak ve dedikodu kokan sesimle. Karşımda Beyza var gibiydi lakin o benim çocuklarımın babası olacaktı.
‘Hoy maşallah önce nikah hayalî şimdi çocuk’ dedi içimdeki Beyza. Ah Beyza ah, bu adam bana gelinlik hayali bile kurdurur.
“Beynine tükürdüğümün andavalı, güya beni koruyacak ya önüme atladı. Ama bildiğin atladı ha bir ara makatıyla göz göze geldim. “ sesinde ki tiksintiye daha fazla kayıtsız kalamazdım kahkahayı koyardım lakin, ciddiyeti bozulsun istemediğimden dudaklarımı birbirine bastırmakla yetindim.
“O sıra vuruldu tabii makattan” dedi tekrardan. Gülmemek adına sesli bir şekilde yutkunup,
“Ee” diye sordum titrek sesimle.
“Ee'si Onur yoktu yaraya ben müdahale ettim... İnci gülme da zaten gördüğüm şeyin etkisindeyim hâlâ” Evet Onur da yoktu kısmından sonra tuttuğum kahkahayı koyvermiştim. Çünkü Onur da yoktu dedikten sonra suratı tekrar buruşmuştu o yarayı tekrar temizlediğini hayal ediyor olacakki bir dehşet vardı suratında. Artık Zeynele eskisi gibi bakamayacağı aşikardı. Neticede aralarında duygusal bir bağ vardı. Şu devirde kim kimin kıçına kadar bilirdi..
“Görüyorum aslanım görüyorum” dedim zor durdurduğum kahkahamla
“Neyi”
“Baya etkilendiğini” tek kaşı yeniden havalanıp ardından muzip bir şekilde sırıtınca anınca sustum. Çünkü bu adam ne zaman böyle sırıtsa benim yanaklarım alev alıyordu.
“Umarım bu görüntü yerini daha güzeline bırakır” Dedi ağır ağır ima dolu bir sesle. Ardından beni boylu boyunca süzüp,
“Mesela...” diyecekti ki ağzına simit tepiştirip,
“Bebek poposu” diye haykırdım. Ağzındaki simiti yuttuktan sonra yine aynı sırıtışla bakmaya devam edip,
“Bebeği sen doğurduysan ona da varım. Zaten ondan önce bir şeyleri görmüş.... “ diyordu ki, ağzına tekrar simit tepiştirdim. Bu adam her defasında beni utandırmanın bir yolunu buluyordu. Ulan ben bu adamdan önce utanç duygusu olmayan rezil bir insandım. Beni nasıl bu haya ve edebe sokmuştu.
'Tabii ki senden daha edepsiz olarak' dedi iç ses Beyza. Valla haklıydı edepsiz fena bir şeydi bu adam.
“Simit ye simit baya taze” dedim ağzındaki bitince. Ne zaman konuşsa yanaklarım alev topuna dönüyordu. Ne yaptığımı anlayınca beni kendine çekip alnıma bir öpücük kondurdu. Bu hallerim onu oldukça keyiflendirsede, aşkta cahil oluşumdan bir o kadar memnundu. Yusuf Asaf benim ona oluşumu seviyordu. Ondan öncesinin olmayışına meftundu. En çok buna.
Bende seviyordum onu, tüm dünyam diyecek kadar. Dünyamı onunla büyütecek kadar. Onsuz olamayacak kadar. Çok seviyordum işte, öyle böyle değil.
Başımı omuzuna iyice yaslayıp bir kaç dakikanın keyfini belkide bir ömür kazıdım kafama. Hayat bir kaç dakikadan ibaretti. Bir kaç dakika sonrasına değil.
Çünkü kocaman dünyada bir kaç dakika vardı sonrası büyük meçhule girerdi.
.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・
Uyku ve uyanıklık arasındaki o evre... Hayır hayır bahsettiği şey fiziksel bir uyku süreci değildi. O hiç bir zaman büsbütün uyumazdı. Efsaneye göre satranç tahtasında piyonlar asıl askerlerdi ve asker uyumazdı. Peki o nerenin askeriydi? Türkiye’de doğup büyümüş, ömrünü Türk milletinin emri altında geçirmiş, daha doğrusu öyle görünmüş bir piyondu. Evet onun için esas olan askerlik değildi o emir askeriydi yani bir piyondu. Sevgili arkadaşının da deyimiyle o bir köstebekti.
Halbuki ne de çok hayalî vardı. Şimdi hangi hayalin peşinden koşsa ölümdü. Nereden batmıştı bu batağa? Hatırlamıyordu, irice yaşlı bir adamın emirleri altına girdiğini hatırlıyor o adamın bu ülkenin sonu olacağına yemin ettiği gün korkudan bayıldığını seziyordu.
Tüm hayatı karanlıktan ibaretti, o aydınlığını sekiz yaşında kaybetmişti. Kışlanın bahçesinde usul usul dolanırken aklına üşüşen düşünce yığınından gördüğü simalarla kurtuldu. Derin bir iç çekti. Çünkü gördüğü şey büsbütün bir sanrıydı. Sekiz dokuz yaşlarında iki çocuk yani o ve dostu...
“Bu vatanda hain olmak...” Diye geçirdi içinden, üstelik kutlu bir davanın kutlu yolcularına savaş açmak... Hain olmak zorunda kalmak, dostunu satmak.. Hangisi daha acıdır diye düşündü. Arkadaşını riske atmak mı, arkadaşın tarafından riske atılmak mı? Üstelik onun hiç bir şeyden haberi yokken..
Cebinde çalan telefonu usulca çıkarıp kimin aradığına bakmadan cevapladı. Arayanın bir önemi yoktu, arayan her kimse onun üstüydü.
“Kardelen “ diye fısıldadı telefonun öteki ucunda ki ses, Kardelen, bu isim onun kod adıydı. Çünkü o bu karanlık yüzlü adamların Kardelen çiçeğiydi. Yani karı delip açan bir umut çiçeği.
”Efendim” sesi adeta bir robottan farksız çıkıyor, sanki yapay zeka yönlendirmesi gibi tek düze konuşuyordu. Tıpkı eğitimini aldığı gibi...
“Hedefe olduğundan daha da yakınsın. “ dedi duymayı istemediği lakin en çok duyduğu ses.
“Öyle” diye mırıldandı
“Bu ânı on senedir bekliyoruz sakın yumuşak yüzünü gösterme zaaflarına yenik düşme” yumuşak yüz tabirini duyunca gülecek gibi oldu Kardelen. Onun yüzü nasırlıydı... Yumuşak bir alan kalması mümkün değildi.
“Zaaflar? “ diye fısıldadı sanki kendi kendine konuşur gibi bir hali vardı. Uzaktan gören kafayı yediğini düşünürdü.
“Zaaflar Kardelen aydınlığa olan zaaflar”
“Ben karanlıkla bütünleştim efendim artık güneş tepede değil”
“Güzel... Kışlayı boş bırakma hainin içlerinde olduğunu sanıyorlar. Sen içlerine sonradan dahil oldun senden şüphelenmeyeceklerdir. Yakınlık kur, aradaki bağı kullanmaktan çekinme. Birde... “
“Dinliyorum “
“Savcıyı tek parça istiyorum”
“Emrederersiniz”
Kapanan telefonu ağır ağır cebine sokuşturdu. Ve derin bir nefes alıp usulca başını göğe kaldırdı. Sahi güneş kaç zamandır doğmuyordu. Kaç zamandır ufak bir ışığın hayaliyle yanıp tutuşuyordu. Kaç zamandır bugünün hayalini kuruyordu.
Hayalini kurduğu şey intikam mıydı?
İşte onu zaman gösterecekti.
“Güneş tepede doğmayı bıraksada sana ihanet etmeyeceğim... “ dedi küçük kız elleri ile güneşi örtmeye çalışırken.
“Canın pahasına olsada mı” diye cevap verdi en bir sevdiği arkadaşı. Bu masum soruya karşılık başını sallayıp havada olan ellerini söz verir gibi havada salladı.
“Uğrunda ölüm olsada... “
“Güneş tepede doğmuyor artık. Ben bu dostluğun hainiyim... “
.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・
En yalın zamanların bir katili olur. Ve ben o katilleri en yakın mezarlara gömmek için para alıyorum. Bu defa katil kim mi?
Tanıştırayım efenim...
Karşınızda sevgilerimle...
Sevgilim Nayino.
“Ya Yusuf niye gidiyoruz suçluyum ben hadi biraz daha kalalım burada” dedim cilveli bir ses tonuyla. Lakin Yusuf paşa bu duruma pek aldırış etmeden elimi tutup, beni de kendisiyle birlikte kaldırdı.
“İncim, istiridyem, kurban olduğum biraz sonra baban gelirse ne diyeceğim “ art arda sıraladığı kelimelerle, uçak modumdan çıkıp sevgi moduma girmiştim. Beni hep böyle sevse ne olurdu ki? En fazla şımarık bir kadın olurdum.
“İnci Suay'ı vurdu de” Yusuf kapıyı açarken ani bir baş hareketiyle bana dönüp, saçmalama temalı bir bakışla aklımı başıma getirdi. Suay adamın her şeyiydi. Onu ben vurdum desem yakardı çıkarımı. Eyvah eyvah Beyza yandı.
“Ay yok öyle deme bende Suayın yanında olmak istemiyorum “ dedim tetiklenmiş bir ses tonuyla. Nedendir bilmem Yusuf’un gözlerinden anlık bir hüzün geçti. Ne demiştim sanki. Bunlarda fazla duygusallar anacım.
“Sana kıyamaz ama beni morga bile sokar“ sesindeki homurtuya gülerek cevap versemde,
“Allah korusun deme şöyle” demeyi ihmal etmedim. Nayinomu morgda hayâl etmek pek tercih ettiğim bir şey değildi.
“Korusun ya istiridyem. Seninle olayım diye korusun” en nihayetinde açtığı kapıdan önce kendi çıkıp daha sonra vakit kaybetmeden elime sarılınca gülmeden edemedim. Sanırım bana aşıktı. Yani bende essahlı bir hatundum bana aşık olmasında kime aşık olsundu.
Uzun koridorda usul usul yürürken koluna asılıp elini iyice kavradım. Bu İnci dilince ‘Eleman benim göz değdireni yerim' temalı bir hareketti. Yani herkesler yerini bilsindi. Essahlı elemanım yalnızca banaydı.
“Komutanım” dedim Nazlı bir sesle. Ona böyle seslenmem hoşuna gitmiş olacak ki, dudağında minik bir tebessüm yakalamıştım. Bu adam neden hâlâ heykel müzesinde değildi?
Bana küçük bir bakışla ne söylediğimi sorar anlamda başını sallayınca,
“Yolsuzluk yaparsam beni tekrar buraya atar mısınız “ naçizane sorumu duyunca suratındaki tebessüm iyiden iyiye büyüdü.
“Sen iyice fena bir şey oldun ha” dediğinde mayhoş bir sırıtışla,
“Aşktan herhalde” deyiverdim. Ne deyiverdim?
‘Aşk dedin inci mercanım'
“Neyden neyden” diye bir soru yükseldi Yusuf’un dudakları arasından. Lakin ona istediğini vermek benim inat yapıma hep aykırı kalırdı.
“karga geçti ben bir şey söylemedim “ sözlerim üzerine sesli bir kahkaha ile içimi eritirken, bana doğru dönüp, çenemi baş ve işaret parmağı ile sıktıktan sonra
“Bülbül olmasın o” dedi. Tam cevap veriyordum ki kulağıma çalınan sesle, Yusuf Asafa iyice sokuldum.
“Sizi birlikte görmek ne güzel “ diyen kişi tabiki de Simyanın ta kendisiydi. Zaten iki yakınlaştık demeye kalmıyor biri bize engel oluyordu. Hayır acaba bu ilahi bir mesaj mıydı? Neticede dedemin anlattıklarına göre günahtı. Ay Allah’ım vallahi alacağım bu oğlanı sen günah yazma.
“Savcım”
Yusuf’un homurtu sesine aldırış etmeyen Simya ellerini arkasında birleştirip, gözlerimin içine doğru bakarak adeta meydan okuyordu. Lakin ben onunla aynı kefede değildim. Aşkım aşkına çarpmaya tenezzül etmezdi. Benim aşkım horoz muydu ayol, ne diye el itinin tavuğuyla dövüşe tutuşacaktı
“Yeni asistanımın tayinini buraya aldırdım. Belgeler için geldim.” Simya eliyle bir yere işaret edince usul usul bakışlarımı oraya çevirdim. Uzun boylu sarışın kehribar gözlü bir kızdı karşımızda duran. Oldukça neşeli bir tipe benziyordu. Çaylak olacak kadar ufak olduğu ise yüz hatlarından belliydi. Tatlı bir suratı vardı lakin Simya bu tatlı kıza gölge düşürdüğü için bir baş selamı verip bakışlarımı ondan çevirdim.
Kız onunla ilgilenmediğim için dumura uğrarken Simyanın yanından ayrıldı. Hadi ama ilgi bağımlısı çaylakları neden alıyorlardı buraya? Her olayda böyle küsüp gidecekse Simyanın bu kızdan çekeceği vardı.
O halde bu kız pekte fena bir tip değildi.
Simya için yeni anahtarım açılmıştı işte
Ula Simya yedim seni...
.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・
oy atın lütfen 🙌
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
20.16k Okunma |
2.43k Oy |
0 Takip |
19 Bölümlü Kitap |