GÜZELLER NASILSINIZ İYİ MİSİNİZ?
ÇOK GÜZEL BİR BÖLÜMLE GELDİM UMARIM BEĞENİRSİNİZ. OLDUKÇA GERGİN BİR BÖLÜM OLDU.
YORUMLARDA BULUŞALIM BEBEKLER🫶🏻🫀
OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM 🫶🏻🫀
Bugüne kadar bir çok şeyin hayal kırıklığını yaşadım. Bir çok kez yüzüstü bırakıldım. Bir çok kez kaybettim. Bir çok kez kazandım. Kendimi çoğu zaman kaybettim. Toparlanmak için hep bir umudum olmuştu. Arkamda bırakacaklarımı düşündüm. Annemi, ağabeyimi, İmre’yi, Cesur abiyi, Hannan ablayı, sevdiklerim bunlardan ibaretti. Ben bu listeye tek bir kişiyi almayı reddediyordum. Babamı bu listeye hiç almamıştım. Çünkü onun yerine bana baba olan ağabeyim listenin en başındaydı. Çocuklar her daim babalarını, annelerini gururlandırmak için yaşarlardı. Çünkü bu bize verilmiş, bir yükte olabilirdi ya da motivasyon kaynağı da, ama bir şey var ki ben hayatım boyunca tek bir kişiyi gururlandırmak istemiştim. O da bana babalığı sonuna kadar yapan ağabeyimi, gururlandırmak için neyim varsa son gücüme kadar uğraşmıştım. Ona kendi hakkımda tek bir hayal kırıklığı bile yaşatmamıştım. Ama bugün gözlerime bakan adamın ne kadar hayal kırıklığı yaşadığını gözlerinden anlıyordum. Bugün ağabeyim değildi. Sanki farklı bir adamın gözlerine bakıyordum.
“Abi” Dudaklarım titrediğinde ağabeyim benden gözlerini çekmişti.
“Sen kendini ne zannediyorsun?” İmre’nin sesini duymuştum. Şuan Haze’yi gerçekten cevap verecek kadar önemsemiyordum. Asıl önemsediğim ağabeyim bana güvenip buralara yollarken, benim hakkımda böyle bir şey duymuş olmasıydı.
“Anlamadım?” Haze sırıtarak baktı.
YAZARIN KALEMİNDEN
“Şuan Sare’yi abisinin önünde küçük düşürmeye mi çalışıyorsun?” İmre’nin sesi alaycıydı. Sırıtarak Haze’ye yaklaştı.
“Zaten küçük düşmüş birinden söz ediyorum.” İmre sinirle gözlerini Haze’ye kilitledi.
“Burada küçük düşmüş birisi varsa, kendisiyle ilgilenmeyen bir adamın, hala ilgisini çekmek için kendisini paralayan senden başkası değildir. Sen Aren’i ne sanıyorsun. Senin sözlerine bakarak kardeşini yargılayacağını mı?” Haze sinirle İmre’ye bir adım attı. İmre geri çekilmemişti. Konuşmasına izin vermedi.
“Sare bir şeyi söylemişse bir sebebi vardır. Bunu koz olarak kullanacağını düşünüp, aptalca bir oyun oynamana gerek yok. Biz senin gibi değiliz, her gördüğümüze, duyduğumuza yargısız infaz yapmıyoruz.“ İmre’yi hayretle dinliyordu. Bunları söylerken beklediği tepki kesinlikle bu değildi.
“Sen kimsin de benimle böyle konuşabiliyorsun. Hastaneye bakışlarınızı, küçümseyişlerinizi görmüyor muyum sanıyorsun. Tiksindiğiniz hastaneden bir an önce defolup gidin!”” İmre kahkaha atmıştı. Ama bu soğuk bir gülüşten ibaretti.
“Ben bir doktorum, bana nerede yaşat derlerse orada hastalarımı yaşatmak için çalışırım. Yer, mekan, ya da insan seçmem. Herkesi kendin gibi sanmayı bırak. Seni uyarıyorum eğer bir daha benim kardeşimin canını sıkacak bir şey yaparsan, seni bedelini ödeyemeyeceğin şeylere mahkum ederim. İnan bana seninle uğraşmamı istemezsin. Belli ki bu hastanede, tek olmak, ulaşılamaz olmak, hoşuna gidiyor. Bunu elinden aldırtma bana!” İmre’nin sert sözleri Haze’yi germeye başlamıştı. İmre keskin gözlerini Haze’den çekerek önüne döndü. Sare’yi omzundan tutarak önüne döndürdü. Ardından Aren’e işaret yapmıştı. Birlikte koridorda ilerlerken İmre başını Haze’ye çevirip sırıtarak konuştu.
“Sare, bir dahakine lütfen nişanınızdan bizi de haberdar et. Düğünümüz ne zaman bizde bilelim.” Haze’nin yüzü kireç gibi olmuştu. Ardından İmre, Sare ve Aren uzaklaştığında öylece onların gittiği koridora bakıyordu.
“Gerçekten merak ediyorum. Babanın öğrenmesini istemediğin ya da senin söylemeyi isteyeceğin şeyin birinin senden önce davranıp babana her şeyi anlattığını duysaydın. Ne hissederdin?” Murat Teğmen sert sesiyle Haze’yi daldığı yerden çıkarmıştı.
“Gerçekten acınası olurdu. Düşünsene sen söylesen baban sana belki de çok büyük bir tepki vermeyecekti. Ama başkası senden önce davranıp senden duyması gereken şeyleri söylediğinde onun karşısında tam da kendini acınası bir halde bulurdun.” Haze yutkundu. Belki de çok ileriye gittiğinin o da farkında değildi.
“Yazık. Gerçekten kadın kadının düşmanıymış, umarım bir gün o kıza hissettirdiklerini yaşarsın. Bunu beddua olarak algılama. Gerçekten insan bazen yaşattığını yaşamadan bazı şeylerin nasıl hissettirdiğini öğrenemiyor.” Ardından yanından geçip giderek, Haze’yi koridorda öylece bırakmıştı.
SARE LİA SARUHAN’IN AĞZINDAN
Ağabeyimin yüzüne bakamıyordum. Sessizce arabaya ilerleyip arka koltuğa oturdum. İmre ön koltuğa oturduğunda aynadan göz göze geldik. Bana cesaretimi toplamam için cesaret verir gibi bakıyordu.
“Abi ben,” Sustum utanıyordum. “Abi ben şey Tuna Yüzbaşı hakkında kötü bir kabus görmüştüm. Rüyamda yaralanıyordu. Bende dayanamadım karargahı aradım. Yakını olmadığınız için bu haberi veremem deyince, rüyamdan korkarak endişelendim. Bende ben nişanlısıyım bilgi alabilir miyim demiştim. Evet kulağa saçma geliyor farkındayım. Hastanede kaldığımda, beni yalnız bırakmamıştı. Bende karşılıksız bırakmak istemedim. Bunları duymak zorunda kaldığın için özü……” Beni sonuna kadar dinlemişti. Özür dileyeceğim sırada sözümü kesti. Ben bana kızacak sanarken beklemediğim bir şey olmuştu.
“Orada sana kızdığımı mı sanıyorsun?” Neyden bahsettiğine anlam veremedim.
“Sana hayal kırıklığı ile bakma nedenim, yıllarca seni kendini savunabilmen için her anlamda eğitmeme rağmen, susup sadece onun seni soktuğu kalıpları dinlemendi.” Ağabeyim bana nişanlılık yalanı için kızmamıştı. Aksine Haze bana laf söylerken kendimi savunmamama kızmıştı.
“Abi ben” Sözümü kesti.
“Ben seni ne üdüğü belirsiz bir tipin aşağılaması için büyütmedim Sare!” Haklıydı. Üzerimde babamdan çok hakkı vardı.
“Ben seni kendini savunamayacak kadar aciz ol diye, eğitmedim Sare!” Asla benim konuşmama izin vermeyecekti. Dinlemeyi seçtim.
“Ben seni birileri küçümsesin diye bu yaşa kadar okutmak için çabalamadım Sare!” Gözlerimin dolmaması için çabaladım.
“Ben seni kendini savun, kimseye kendini ezdirme diye, seni her anlamda eğitmedim mi Sare? Ne diye ne üdüğü belirsiz bir tipin seni hastanenin ortasında ezmesine sesini çıkarmazsın. Her zaman yanında ben ya da İmre olamaz. Kendi gücünü kendin bulacaksın Sare!” Başımı eğmiştim. Ağabeyim daha çok sinirlendi.
“O başın eğilmesin diye ben kimlere eğildim Sare, Bunların hiçbirinden zerre haberin yok!” Bu sefer bana daha da çok bağırdı. Direksiyona sertçe vurmuştu. Sonuna kadar haklıydı. Ağlamamak için kendimle savaştım. Berbat biriydim. Küçük korkak ve aptal kız çocuğundan ibarettim.
“Bir daha eğer seni bu şekilde kendini ezdirdiğini izlersem, hiç düşünmeden seni alır giderim Sare, bunu yapacağımı biliyorsun. İnan bana hiçbir şey beni kalman için ikna edemez!” Dudaklarımı bastırdım. İmre hiçbir şey söylememişti. Asla ağabeyimle arama girmezdi. Tabi gerekmediği sürece, bu sefer ağabeyimi haklı buluyordu.
“Aren, karışmak istemiyorum. Haddim değil, kızgın olmana da hak veriyorum. Lütfen artık yolumuza devam edelim. Bence Sare gerekeni anladı.” Başımı hızla salladım. Demek istediklerini anlamıştım.
“Gülçöhre hanım, burada sizi gördüğüme şaşırdım.” Arabanın açık camından içeriye gelen sese aşinaydım. Ağabeyim henüz aracı hareket ettirmediği için sesleri duyabiliyorduk. Konuşan kişi Caner’di.
“Evet, Tuna’yı görmek istedim. Müsait mi?” Tuna’yı mı, Tuna, ne demek Tuna, ben bile Tuna demeye yeni başlamıştım. Hakkından o kadar çok söz ettiler ki iti an çomağı hazırla mı desem, yoksa iyi insan lafın üzerine mi geldi desem bilemedim. Bu samimiyet neydi? Caner abinin gözleri etrafta dolaşırken bizim aracı gördü. Camı sonuna kadar açmış gözlerimi kısmış bakıyordum. Kız ağabeyimin dediği gibi güzeldi. Ama bende güzeldim. Hiç kendimi aşağıda göremeyeceğim. Caner abi beni fark edince tereddüt etti. Daha sonra gözleri ağabeyime kaydı. Ardından konuştu.
“Bilmiyorum, siz kendisine sorun isterseniz” Sinirlenmiştim. Tuna onun yüzünden vurulmuştu. Nasıl hiçbir şey yokmuş gibi gelebilirdi?
“Tuna o kız seni neden görmeye geliyor?” Yazarken ellerim titriyordu. Ağabeyim aracı çalıştırdığında neredeyse gitme diye yalvaracaktım ama yapamadım.
“Anlamadım. Hangi kız?” Sinirden gözlerim doluyordu. Bundan nefret ediyordum.
“Gülçöhre geldi” Yazmamla aniden cevap almıştım.
“Gülçöhre burada yok?” Gerçekten hala anlamamıştı.
“Birazdan yanına gelecek. Neden geliyor dedim?”Acaba fazla mı hesap sorar gibi oldum?
“Bilmiyorum, buraya geldiğinden haberim yok. Çoktan ülkesine dönmüş olması gerekiyordu.” Sinirlendim. Gerçekten tüm sinirimi çıkaracak gibiydim.
“İyi, birlikte sohbet edersiniz. Nasılsa gizli görevinizi ben dışında duymayan kalmamış, geçirdiğiniz günleri yad edersiniz. Neyse daha fazla tutmayayım seni konuşucak konularınız birikmiştir.” Hızlı hızlı tuşlara basarken, sinirden çatlayacaktım.
“Az bas şu tuşa az kıracaksın.” Ağabeyimin yeniden imalı ses tonunu duydum. Onda bir tuhaflık vardı. Neyi biliyordu?
“Saçma sapan konuşma Sare, kızı kurtardığımız günün akşamında vuruldum zaten, kızla doğru dürüst konuşmadım bile, haberlerde çıksa bile görev hakkında konuşmam yasak.” Gerçekten çok sinirim bozulmuştu. Doğru zamanlama kesinlikle değildi.
“Anladım. Her neyse bir şey demek istemiyorum. İstediğini yapmakta özgürsün, Gülçöhre ile konuşmak istersen konuşursun. Bende benimle konuşmak isteyen olursa, ki olacaktır eminim. Bende onunla konuşmakta özgürüm.” Yaptığım imanın son anda farkına varmıştım. Yani mesajı yolladıktan sonra, geri çekmek istedim ama görmüştü. O özgürce onunla konuşabilirse, bende Aykut’la konuşabilirim anlamında söylemiştim. Ama umarım o anlamda anlamazdı.
“Neyi ima ediyorsun?” Anlamıştı. Hiçbir şey yazamadım. Ama Tuna mesaj atmaya devam ediyordu.
“Sare”
“Ne saçmalıyorsun?”
“Kızı buraya ben çağırmadım.”
“Bana niye söyleniyorsun. Ayrıca neyi ima ediyorsan onu aklından bile geçirme, tavsiye etmem.”
YAZARIN KALEMİNDEN
Tuna sinirle mesajları gönderirken, çıldıracak gibiydi. Sare mesajlarına cevap vermiyordu. Kızı buraya o çağırmamıştı ama ona laf geliyordu. Bu ikinci olmuştu. Geçenki gibi anlamadan dinlemeden cevap vermeyi reddetmişti. Bu da onu öfkelendirmişti.
“Selam Tuna” Kıza çatık kaşlarla baktı. Bunu yaptığının farkında değildi.
“Nasılsın, umarım iyisindir. Bence çok iyi görünüyorsun?” Tuna, elini karnına uzatmaya çalışan Gülçöhrenin elini sertçe tuttu ve engelledi. Gülçöhre şaşkınlıkla bakıyordu.
“Bana temas edilmesinden hoşlanmam. Ayrıca sizin çoktan ülkenizde olmanız gerekmiyor mu?” Gülçöhre inatlaşarak, bileğini tutan elinin üstüne elini ekledi. Tuna Yüzbaşı sertçe çekti.
“Bana temas edilmesinden hoşlanmam. Ağrım var dinlenmem gerek, lütfen çıkın dışarı.” Ardından sedyede hafifçe kayarak uzandı ve gözlerini kapadı. Gülçöhre neye uğradığına şaşırmış vaziyette şok içinde kaldı. Elindekileri koltuğa bırakarak odadan dışarı çıktı.
SARE LİA SARUHAN’IN AĞZINDAN
Telefonu elimden bırakıp yolu izlemeye başlamıştım. Mesaj zil sesim arabada yankılandığında yutkundum. Keşke sesini kapatsaydım.
“Bana yaptığın imayla neyi kıyasladığını gayet iyi anladım. İstersen gidip konuşabilirsin. Evet sende özgürsün, Kızı buraya ben çağırmadım. Onu gelir gelmez yolladım.” İçime bir kuşku düştü. Kendime kızdım keşke bu kadar bodoslama konuşmasaydım.
“Bu imanı unutmayacağım. Seni uyarma nedenim tehlikede olmaman içindi. Madem kıyasladın bundan sonra bunu önemsemeyeceğim.” Tehlike çanları başımda çalmaya başlamıştı. Kalbime ağrı girdi. Neyden bahsettiğini anlamadım elim ayağım titredi.
“Anladım biraz fazla kaba oldum. Kusura bakma.” Tek bir yanıt gelmişti. Bir daha da yazmamıştı.
“Baktım.” Bu kadardı. Ne diyeceğimi bilemedim.
“Tuna kusura bakma gerçekten, müsait bir zamanda aramada konuşabilir miyiz?” Mesaja bakmadı. Bir kaç saniye bekledim yine bakmadı. Bir kaç dakika geçti. Hala bakmadı. Kalbim sıkışmıştı. Ne olmuştu şimdi tamamen bitmiş miydi?
1 GÜN SONRA
O günden beri Tuna’nın mesajıma bakmasını bekledim. Modum, morelim düşüktü ama ağabeyim anlamasın diye gülmek için çaba gösteriyordum. Hiçbir şekilde yazmamıştı.
“Tuna”
“Tuna, tamam biraz kabaydım kabul ediyorum.”
“Sende defalarca kaba davranıp özür diledin ben affettim.”
“Gerçekten yine soğuk mu davranacaksın?”
“Eskiye mi döndük anlayamıyorum.”
“Bana neredeyse bir gündür hiçbir şey yazmadın.”
“Anlıyorum, imada bulunmam hoş değildi. Yinede özür dilemem için şans verebilir misin?
“Peki bir şey diyemem, iyi günler”
Bunları bir kaç saat önce yazmıştım ama yine cevap alamadım. Onu görmeye ihtiyacım vardı. Bende hastaneye gelmek zorunda kaldım. Ağabeyimi İmre oyalamıştı. Bende ihtiyaçlarım var diye arabayı alıp çıkmıştım. Hastanenin önüne geldiğimde, korkmuştum. Ya beni görmek istemezse?
Tuna’nın odasına gidip camdan bakmadan hızla kapıyı açtığımda, içeride farklı bir hastanın olduğunu gördüm. Özür dileyip çıkmıştım. Neler oluyor böyle?
“Merhaba, Tuna’yı başka bir odaya mı aldılar?” Kız hemen yanıtladığında yutkunamadım.
“O 2 gün önce taburcu oldu.” Bizim geldiğimiz gün mü taburcu olmuştu. Olacağını neden söylememişti? Bana taburcu olduğunu yazma gereğinde bile bulunmamıştı. Taburcu olmamı bekle demişti. Belki de fikrini değiştirmişti. Ama ben her hatasını defalarca affetmiştim. Kendimi enayi gibi hissediyordum. Her şeyi sineye çekiyordum. Kimse onlarca doğruma rağmen beni tek hatamda silmemeyi beceremiyordu. Ben bu kadar kolay vazgeçilen kişiydim işte, tam olarak buydum ben.
Ağabeyimin o gün söylediği sözler beynimde çalkalandı. Hayır ben ezilmek için büyütülmedim, eğitilmedim, okutulmadım. Ben şuanki Sare olabilmek için geçmişte her türlü savaşın esiriydim. Beni bu kadar kolay umutlandırıp bir çırpıda öylece silemezdi. Beni bekle değip öylece ortalıktan kaybolamazdı. Arabamı askeriyenin kışlasına doğru sürdüm. Kışka köye 30 40 dakikaydı ama ben merkezden gittiğim için elbette bu dakika artmıştı.
Kışlanın önüne geldim. Ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemedim. Ardından önünden geçip gittim. Cesaret edememiştim. Sonra yeniden cesaretlenip geri dönüp kışlanın az ilerisine park ettim. Koca bir araziyi kaplayan kutu kutu evler vardı. Ne yapacağımı düşünürken, hayatımda bir kez şansım yaver gitmişti. Tuna kışlanın çıkışındaydı ve askerlere selam veriyordu. Yava adımlarla ilerliyordu. Gerçekten istesem bu zamanlamayı tutturamazdım. Arabadan inip sertçe kapıyı kapadım. Sesi duymasıyla benim olduğum yöne bakması bir olmuştu. Onu şoka uğrattığım doğruydu. Şaşkınlıktan öylece bana bakıyordu.
“Sare?” Ayaklanmıştı. Ama yine de yavaş adımlar atmaya gayret ediyor gibi görünüyordu. Buz gibi sesimin derinlerden çıkmasını bekliyordum. Gözlerim daha önce ona bakmadığı gibi bakıyordu.
“Sare, kullanmak için güzel bir isim gibi görünüyor değil mi?” Sesim düşündüğüm gibi çıkmıştı. Kaşlarını çattı.
“Beni defalarca kırdın. Kendi içinde savaştın. Yine benim yanıma geldin. Bende tam bir enayi gibi her seferinde senin yaptıkların karşısındaki özrünü kabul ettim. Bir kez hatam oldu. Evet, gerçekten bu imayı yapmamam gerekiyordu. Bunda hatam olduğunu kabul ediyorum. Ama bugüne kadar seni kıracak hiçbir şey yapmadım ama sen yaptın. Mesajlarıma hiç geri dönmedin. Taburcu olduğunu söylemeye gerek bile duymadın. Dün seni bu halde dağın başına yollamadılarsa, muhtemelen evde dinleniyordun. Bu süre içinde de telefonu eline alamayacak kadar meşgul olduğunu zerre düşünmüyorum.” Artık susmayacaktı. İçimde biriken bir zehir varsa onu akıtacaktım. İsterse bitsin isterse devam etsin. Umrumda değildi.
“Sare” İlk defa onun bana Sare demesinden nefret ettiğimi hissettim.
“Sare!” Kendi adımı tekrarladım.
“Yeniden soğuk davranmaya başlayacağını hiç düşünmemiştim. Bu sefer bende de bir şeyler değişti dediğinde gerçekten bu konuda rahatladığımı hissetmiştim!”
“Sen gerçekten oyunbazsın, bende oyun oynayıp daha sonra sıkılınca geri bıraktığın bir oyuncaktım!”
“Gerçekten ne yapmaya çalışıyorsun?” Aklım almıyordu artık, konuşmasına fırsat vermeden konuşuyordum.
“O kızın orada olmasından rahatsızlık duyma nedenim” Hiç konuşmamıştı. Bende nedenini söyleyeceğimi sanmıyordum.
“Her neyse ya ben kime laf anlatıyorum ki, canı isteyince gelen, istemeyince giden. Birine neyi anlatıyorum?”
“Gerçekten bir daha sakın karşıma çıkma!”
“Sen” Sustum. Kalbim acıyordu.
“Sen gerçekten çok acımasızsın!” Bana yaklaşmaya çalıştığında geriye adımladım.
“Sesini yükseltmeyi bırak. Doğru düzgün konuşalım.” Ellerimi önüme siper ettim. Sinirden ağlama huyumdan nefret ediyordum. Ne diye sinirden ağlanırdı ki zaten.
“Neyi konuşalım ya yine özür dilediğinde, enayi rolünü oynayıp kendimi küçük mü düşüreyim!” Bağırıyordum. Birinin duyup duymayacağına dair fikrim yoktu. Bu zaten şuan umrumda da değildi.
“Bana sesini yükseltme Sare, bağırmayı bırak konuşalım.” Dişlerini sıkıyordu. Tam karşımda durdu. Eğer sinirli olmasaydım. Kendimi tutamaz sarılırdım.
“Ne istediğin belli değil. Ne düşündüğün belli değil. İstiyor musun istemiyor musun belli değil, ne yapmaya çalıştığın belli değil. Bana bak ben senin oynayabileceğin biri değilim. İçinde her neyin savaşını veriyorsan ver. Artık bu umrumda değil. Ben seni beni kırdığın her hatanda affetmişken, yaptığım tek hatada beni silmen çok acımsızcaydı.” Gözüm dönmüştü. Sanırım artık mantıklı olan her tarafımı kaybetmiştim. Şiddet yanlısı tarafımı kullanacaktım.
“Beni saçma sapan kalıplara sokmayı bırak. Sinirlenmeye başlıyorum.” Umrumda değildi. Gözüm bir kere kararmıştı. Geri dönüşü olmayacaktı.
“Ne düşündüğünü söyle artık, seviyorsan da sev sevmiyorsan da bir daha karşıma çıkma. Vallahi Yüzbaşı müzbaşı dinlemem bir tane çakarım yumruğu suratına neye uğradığına şaşırırsın.” Sözlerime bende şaşırmıştım. Bunları söylerken elimi yumruk yapıp havada sallamıştım. Tuna elime şaşkınlıkla baktığında, ister istemez gülmemek için kendimi tuttum. Galiba artık kesinlikle kafayı yemiştim. Kahkaha sesi duyduğumda Ömer Üsteğmen katıla katıla gülüyordu. Onlar ne zamandır oradaydı?
Tuna çatık kaşlarla arkasına döndüğünde Ömer Üsteğmen, neredeyse kahkahadan boğulacak gibi gülüyordu. Hayır mecazi anlamda söylemiyorum. Gerçekten adam gülmekten öksürük krizine girmişti. Onun arkasındaki, Murat abi, Biran abi, Hakan abi, Karan abi, Ahmet, Baran abi, Caner abi, Kerim abi şaşkınlıkla bize bakıyordu. Hepsini duymuşlar mıydı?
“Timimin yanında ne yaptığının farkında mısın Sare?” Dişlerini sıkarak konuşmuştu. Ben farkında değildim. Onların orada olduklarını hiç farketmemiştim.
“Ben nereden bileyim izlediklerini, bilsem bunu zaten burada konuşmazdım. Sinirliydim görmedim orada olduklarını.” Sesim yumuşamıştı.bTuna Yüzbaşı dişlerini sıkıyordu. Bana gerçekten sinirliydi.
“Ne işiniz var burada, tiyatro mu çekiyoruz. Neyi izliyorsunuz!” Bağırmıştı. İster istemez irkilip geriye adımladım.
“Vallahi kusuruma bakmayın, ben yeni geldim zaten, bir an Sare öyle söyleyince boşluğuma geldi.” Ömer gülmemeye çalışarak konuşmuştu. Ömer dışında diğer Karasu timi hiç ses çıkarmamıştı.
“Nereye gidiyorsan git Ömer, çıldırtma adamı!” Ömer hızla arabasının yanına ilerlediğinde, sadece onlar değil, tanımadığım bir kaç askerde bize bakıyordu. Karasu timinden bazıları içeriye girmişti.
“Sende bir susta beni dinle!” Bağırmıştı. Korkuyla geriye adımladım. Bana hiç böyle öfkeyle bakmamıştı.
“Bana yaptığın imada kimden bahsettiğimi anlamadığımı mı sanıyorsun?” Cevap vermedim.
“Sen Aykut’la Gülçöhreyi kıyaslayıp, bana karşı ben ne yapıyorsam onu yapacağının imasında bulundun. Sen basit bir kıskançlık yüzünden mi sana onunla konuşma dediğimi sanıyorsun?” Hayır bunu kıskançlıkla ilişkilendirmemiştim. Hiçbir zaman bu aklıma gelmemişti. Çünkü beni kıskandığını hiç düşünmedim. Neden kıskansın ki aramızda hiçbir şey yoktu.
“Böyle bir şey hiç düşünmedim. Beni kıskanacağın hiç aklıma gelmedi. Böyle düşünmedim.” Buna şaşırmış gibi kaşlarını çattı.
“O zaman neyin imasında bulunup ikisini kıyaslıyorsun. Kız geldiyse de benim haberim yoktu. Ne diye saçma sapan konuşup canımı sıkıyorsun.” Onun kıskandığını hiç düşünmemiştim. Ama ben onu kıskanmıştım.
“Bir anlık oldu. Her neyse şuan konuşmamız gereken sadece bu değil. İki gün önce taburcu olmuşsun, biz hastaneye geldiğimizde o gün içinde taburcu olacağını söylemedin. O günden beri bana cevap bile vermedin. Gerçekten merak ediyorum. Sadece bir kez yanlış anlamadan dolayı sana kaba davrandığım için mi hemen böyle soğuk davranmaya başladın. Madem ki bunu yapacaktın. O zaman sadece bana söyleyebilirdin. Bir daha seninle konuşmak istemiyorum deseydin, aptal gibi bana cevap verecek misin diye beklemezdim.” Gözlerim ilk defa bana ihanet etmemişti. Karşısına dikilerek yüzümü sert tutmaya çalışarak konuşuyordum.
“Bir dakika, ben iki gün önce taburcu olmadım. Bugün sabah saatlerinde taburcu oldum. Ayrıca sana sinirliydim. Çünkü aptal bir adamla konuşmayı ima ettin. O imayı okuduğumdan beri sana olan sinirim geçmedi. Biz seni o dağdan mahfolmuş halde aldık. Günlerce hastanede yattın. Sana ne kadar tehlikeli olduğunu bilerek söylemedim. Korkarak yaşama diye, sen onunla konuşmayı ima ettiğinde, ne kadar sinirlendiğimi tahmin bile edemezsin. Zaten bir de bu sabah Haze’nin asistanı değerlerimin iyi olmasına rağmen, Haze’nin bilerek beni hastanede tutmaya çalıştığını ağzından kaçırdığında öğrendim. Ne kadar sinirlendiğimi tahmin bile edemezsin. Ortalığı birbirine kattım.”
Şok içinde ona baktım. Soru sorduğum kişi, Haze’nin asistanıydı. Bana yalan söylemişti. Sadece bana değil, Tuna’ya da yalan söylemişlerdi.
“Sana cevap vermedim çünkü eğer sinirle sana cevap verseydim kalbini kırardım. Şimdi de köye geliyordum. Abin olduğunu bilmeme rağmen seni görmek için yanına geliyordum!” Bunu bağırarak söylemişti. Ona söylediğim sözlere anında pişman olmuştum. Ama geri adım atmadım.
“Sinirli olduğunu anlıyorum. Ama her sinirli olduğunda beni cevapsız mı bırakacaksın, ya da bana soğuk mu davranacaksın?” Susmama sırası bendeydi.
“Sana soğuk davranmadım Sare, cevap verseydim o sinirle kalbini kıracaktım!” Keşke kırsaydın, ama beni senin soğukluğuna maruz bırakmasaydın. Bunun beni kırmadığını mı sanıyorsun?
“Neyse ne keşke kırmış olsaydın. Çünkü hiçbir şey bu soğukluğun kadar kırmazdı beni, ne olursa olsun beni cevapsız bırakman gerçekten çok kırıcıydı. Bunu önemsediğini de düşünmüyorum zaten, bence sen artık bir şeylere karar ver.” Konuşacak gibi oldu ama hızla konuşarak buna müsade etmedim.
“Çünkü ben artık Tuna şuan da ne yapmaya çalışıyor ya da ne düşünüyor. Neden bunları yapıyor diye düşünmekten yoruldum. Bence bir karar verelim. Ne istediğine karar ver. Çünkü ben kararımı çoktan verdim. Ben yanında kalmaya çalıştıkça sen beni soğukluğuna mahkum etmeyi bir türlü bırakmadın. Bir karar verene kadar lütfen karşıma çıkma. En azından beni kırmayı bırak. Olumlu ya da olumsuz neye karar verirsen, bunu bana açıkça söyle çünkü belirsizlik, olumsuzluktan daha kırıcı”
Bu sefer gözlerim bana ihanet etti. Akmaya başlamışlardı. Canım deli gibi yanıyordu. Gözlerinden gözlerimi çektim. Arabaya doğru ilerlediğimde, beni durdurmadı. Durdurmasını isterdim. Bana seslenmedi. Seslenmesini isterdim. Ama hiçbir şey yapmadı. Bir şeyler yapmasını isterdim. Arabaya bindim. Son bir kez gözlerine baktım. Belki de sonsuza kadar bakamayacaktım. Yüzü ifadesizdi. Ne durdurmak ister gibi bir hali vardı. Ne de konuşmak ister gibi. O an neye karar verdiğini anladım. Kalbim kasıldı. Kulaklarım uğuldadı. Beni yanında istemiyordu. Arabayı geriye doğru çekip, ileriye sürdüm. Arabayı döndürüyordum. Bir kez daha ona bakmamıştım. Beni istemeyen bir adamın yanında gurursuzluk yapıp kalmaya çalışacak kadar onursuz değildim. Benim onurum her şeyden önemliydi. Hissettiğim her şeyden önemliydi. Aşık olabilirdim. Ama onursuz olamazdım.
Arabayı hızla döndürüp yola devam ettiğimde, gözlerimin bulanık olmaması için savaşıyordum. Gözlerimi kollarıma sildim. Ağabeyime bunu belli etmeyecektim. Kardeşinin ezildiğini görmesini istememiştim. Beni güçsüz görmesini istememiştim.
Bir süre sonra eve geldiğimde, hiçbir şey demeden, odama geçtim. Ağabeyim soru sormadı. Konuşmaya çalışmadı. Sanki her şeyi benden daha iyi biliyor gibiydi. Odamdan çıkmak istemedim. İmre benimle konuşmaya çalışmadı. Çünkü konuşursam hıçkıra hıçkıra ağlayacağımı biliyordu. Sadece odada onunla konuşmam için yanımda bekliyordu. Ben konuşmadan asla konuşmayacağını biliyordum. Bana sarılmak için can attığını, gerginlikten yerinde duramadığını da biliyordum. Camın kenarında oturmuş cama yaslıydım. İmre’nin yatakta oturmuş, beni izlediğini camdan yansımasına bakarak anlamıştım.
“Bana bilerek cevap vermemiş, sinirli olduğu için, sözde kalbimi kırmak istememiş, konuşmadığında konuştuğundan daha çok kalbimi kırdığını bilmeden, bir karar verelim dedim. Ben kararımı çok verdim dedim. Yanında kalmak istediğimi açıkça belirttim. Bana hiçbir şey söylemedi. Kal ya da git demedi. Öylece gidişimi izledi. Sanırım onun yanında bir yerim yok İmre, ben aptal gibi kapılıp gitmişim.” İmre hareketlenerek yanıma geldi ve tam karşıma oturdu. İkimizde camın önündeydik.
“Kendine hakaret etme. Ne olursa olsun, yanlış bir şey yapmadın güzelim, biz insanız istemeden birilerini sevebiliriz ya da bağlanabiliriz. Bu bizi aptal yapmaz bebeğim.” Kollarını uzatıp sarıldığında ağlamaya başladım. Elimde değildi kendimi aptal gibi hissediyordum. Kulaklarımız büyük bir gürültüye eşlik ettiğinde ikimizde sıçrayarak kalktık.
Camdan dışarıya baktığımızda evimin biraz ötesindeki askerlerden birinin başından vurulduğunu gördük. Dehşet içinde İmre’yle gözlerimizi birbirine kenetledik ve camdan uzaklaşarak ağabeyimin yanına gittik.
Az önce bir asker şehit olmuştu.
Az önce bir silah sesi bir askeri şehit etmişti.
Bu düşünce tüm kanımı dondururken, gelen silah sesine bir sürü ses eklendi ve köyde akılmaz silah sesleri duyulmaya başladığında, nabzım dehşetle atmaya başladı.
BÖLÜM SONU
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
152.78k Okunma |
14.51k Oy |
0 Takip |
166 Bölümlü Kitap |