BEBEKLERİM SINIR DOLMAMIŞ AMA BUGÜNLERDE HEPİMİZİ MOREL VE MOTİVASYONA İHTİYACI OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM.
BU YÜZDEN SİZE BU BÖLÜMÜ ATMAYA KARAR VERDİM.
YİNE SINIR 250 OKUNMA 100 OY VE 230 YORUMDUR.
SİZİ SEVİYORUM. ASLINDA 21:00-22:00 ARASINDA ATACAKTIM NAMAZ FALAN KILDIM UNUTTUM.
SİZİ SEVİYORUM RABBİM TÜRKİYEMİZİN HER TAŞINI TOPRAĞINI HER ŞEHRİNİ DEPREM, SEL, YANGIN, AKLIMA ŞUANDA GELMEYEN TÜM DOĞAL AFETLERDEN KORUSUN🩷🩵
İSTANBULDA YAŞAYAN VE BENİM GİBİ KORKUP PSİKOLOJİSİ ALT ÜST OLAN TÜM OKURLARIMA GEÇMİŞ OLSUN DİLİYORUM.
SINIRI ÖYLESİNE RUTİN OLDUĞU İÇİN KOYDUM. ÖNEMLİ OLAN SİZİN OKURKEN AKLINIZI BÜR NEBZE OLSUN DAĞITMAK.
YORUMLARDA VE OYLARDA BULUŞALIM BEBEKLER🫶🏻💜♥️
Karasu son şarjörlerini yerleştirdiklerinde hepsi ölümü kabullenmişti. Tek istedikleri yanlarında daha fazla terorist götürmeleriydi.
“Ömer, sağındakini indir!” Tuna Yüzbaşı, Ömer Üsteğmene bağırmıştı. Ömer Üsteğmen doğruldu ve teroriste doğru silahını ateşledi. Onun doğrulmasıyla aynı anda onun tarafına yönelen yoğun atışla Ömer Üsteğmen korunmak için hızla yere eğilirken ayağının altından kayan taş parçalarıyla dengesini sağlayamadan aşağıya doğru yuvarlanmaya başladı.
“Ömer!” Tuna Yüzbaşı doğrularak teroristi indirip yeniden bağırdı.
“Ömer Komutanım yuvarlandı!” Kerim Başçavuş konuşmuştu.
“Aşağıya uçtu adam!” Murat Teğmen konuştu.
“Yakında olan biri baksın Ömer Komutanıma!” Baran Astçavuş konuştu.
“Komutanım durumunuz nedir?” Karan Asteğmen bağırdı.
“Komutanım aşağıya uçtu. Yuvarlanmaya devam ediyor!” Hakan Asteğmen telaşla konuştu.
“Ben bakmaya gideyim beni koruyun!” Biran Teğmen aceleyle bağırdı.
“Beni koruyun, Ömer’e bakacağım!” Tuna Yüzbaşı telaşla ilerlemeye başladığında yoğun ateş saldırısına maruz kalmıştı.
“Komutanım durun, durun Komutanım!” Ahmet Başçavuş bağırmıştı.
“Komutanım, ben gideyim!” Uzman Çavuş Yuşa konuşmuştu.
“Ömer’i gören var mı!” Tuna Yüzbaşı telaşla bağırdı.
“Gözden kayboldu Komutanım!” Kıdemli Üstçavuş Mehmet konuştu.
“Onu almamız lazım!” Tuna Yüzbaşı konuşmuştu.
“Komutanım başımıza mermi yağıyor. Şuanda çıkarsanız Allah muhafaza!” Murat Teğmen aceleyle konuşmuştu.
ÖMER KARLIDAĞ
Dengemi sağlayamadığım için aşağıya doğru düşüyordum. Ellerim tutunacak bir yer arıyordu. Ama etrafımda taştan başka bir şey yoktu. Sırtım alev almış gibi yanmaya başladı. Ensemden aşağıya bir şeylerin aktığını hissediyordum.
Durmaya çalışmayı bırakıp kendimi saldım. Ölüme çare yoktu. Kendimi kasmayı bıraktım. Başımı kaldırmaya çalıştım. Ama başım dönüyordu. Sert bir şeye çarptığımı hissettim. Gözlerimi açmaya çalıştığımda gözlerimin içine taşların oluşturduğu toz doldu.
“Yakaladım kardeşim” Tanıdık bir ses tüm zihnimi yeniden çalıştırdı. Teroriste denk geldiğimi düşünmüştüm.
“Caner yardım et de kaldıralım.” Hızlanan ayak seslerini duydum. Ardından kollarımdan tutup doğrulmama yardımcı oldular.
“İyi misin?” Beynim alev alıyordu. Başımı yerinde zor tutuyordum.
“İyiyim.” Güçlükle konuştum.
“Sırtın kötü, hadi yukarıya çıkartalım seni” Başımı hafifçe salladım. Ayaklarımda derman kalmamıştı. Eldivenlerim yere sürtmekten yırtılmıştı. Yırtılan yerler morarmış ve kesilmişti.
YAZARIN KALEMİNDEN
“Karasu 3, sesimi alabiliyor musun!” Yavuz Albay bağırıyordu.
“Yuva 1 konuşuyor Karasu 3, sesimi alıyor musun!” Karşı taraftan ses çıkmıyordu.
“Komutanım” Tuna Yüzbaşı aceleyle konuşmaya başladı.
“Komutanım pusu yedik. Etrafımız çevrildi. Mühimmatımız bitti bitecek. 4 askerim yaralı, ne durumdalar bilmiyorum. Ömer kayalıklardan aşağıya yuvarlandı. Nerede bilmiyoruz. Acil destek lazım!” Tuna Yüzbaşı cızırdayan telsize doğru aceleyle konuştu.
“Bulunduğunuz bölgeye 2 SİHA yola çıktı. Az daha day…..” Telsiz konuşması kesildiğinde Tuna Yüzbaşı sinirle elini taşa vurdu.
“Destek yolda, dayanabildiğiniz kadar dayanın!” Yoğun atışa karşılık veremeyecek duruma gelmişlerdi. Öncelikle mühimmatları tamamen bitmişti. Teroristler sağ, sol, arka ve ön taraftan tamamen köşeye sıkıştırmışlardı.
“Komutanım, yaklaştılar. Ne bomba kaldı ne mermi, Ömer Komutanımın durumunu hâlâ bilmiyoruz.” Biran Teğmen konuşmuştu.
“Esir düşmek yok!” Emrin ne anlama geldiği hepsi için gayet açıktı.
“Vatan sağ olsun.” Murat Teğmen konuşmuştu.
“İnşallah sadece sayıdan ibaret tutmazlar bizi, adımızı anarlar umarım Komutanım.” Ahmet Başçavuşun bunu söylerken gözleri dolmuştu.
“Haberlerde 13 şehidimiz var demezler inşallah Komutanım, adımızı tek tek anarlar mı?” Karan Asteğmen söylemişti.
“Kim bilir adını duymadığımız kaç yiğit geçti bu dağlardan aslanım, varsın bizimde adımız anılmasın. Türk milleti var olsun, Vatan, sağ olsun da gerisinin bir önemi yok.” Tuna Yüzbaşı başını gökyüzüne çevirdi. Gülümseyerek konuşmuştu. Üniformasından çıkardığı bıçağını ellerinin arasında sıkıca tutuyordu.
“Eskerde mermi kalmadı!” Teroristin yaklaşam sesini duydular. Çoşkuyla geliyordu.
“Hakkınızı helal edin, sizinle ölmek bana şereftir.” Hepsi helalleşerek kendilerine doğru yaklaşan teroristleri bekledi.
“Tuna Komutanım, ben Hürkuş, Üsteğmen Emir Timur Türkoğlu, duydum ki keyfiniz pek bir yerindeymiş” Tuna Yüzbaşı kulaklığından duyduğu sese şok içinde cevap verdi.
“Uzun zaman oldu Emir Timur, bu sefer hızlı geldin.” Üsteğmen Emir Timur gülerek cevap verdi.
“Sizi çakal sürüsünün kokusunu aldım. Kanım hızlı aktı. Avlamam lazım.” Tuna Yüzbaşı gülmeye başlayınca Karasu timi de gülmeye başladı.
Gökte süzülen iki Siha büyüleyici bir şekilde onlara yaklaşıyordu. Siha’ların sesini duyan teroristler çil yavrusu gibi kaçmaya başlamıştı. Hayatlarında duydukları zaman korkudan titredikleri tek ses bu olmalıydı.
“Gökyüzünün kuşlarına bak be.” Kerim Başçavuş hayranlıkla izliyordu.
“Aseletine kurban” Murat Teğmen konuşmuştu.
“Gökte ne güzel süzülüyor.” Kıdemli Üstçavuş Mehmet konuşmuştu.
Gökte hızla ilerleyen iki Siha belirledikleri terorist noktalarına bombaları bırakmıştı. Teroristler kaçışmaya başlarken bombaların düştüğü her yer gürültülü bir patlamaya yol açmıştı. Havada parçalanan teroristlerin bedenleri büyük bir hızla yere çakılıyordu. İki Siha, gökte süzülürken patlatılan yerlerden acı dolu sesler duyuluyordu. Teroristler hızla etkisiz hale getirilirken Karasu ve Aren hayranlıkla izliyordu.
“Hürkuş, önünüzü açtı Komutanım, dilediğiniz gibi ilerleyebilirsiniz. Size helikoptere binene kadar eşlik edeceğiz.” Tuna Yüzbaşı büyük bir minnetle konuşmaya başladı.
“Sağ olun yiğitler, Allah sizi başımızdan eksik etmesin.” Üsteğmen Emir Timur Türkoğlu gülümseyerek konuşmaya başladı.
“Yerde Bozkurtlar, gökte Hürkuşlar olduğu sürece bu Vatana bir şey olmaz Komutanım.” İki Siha bir gölge gibi gökyüzünde süzülüyordu.
“Yardım edin!” Aren’in sesiyle birlikte Baran Astçavuş ve Karan Asteğmen, Ömer Üsteğmeni yukarıya çekti.
“Siz binmediniz mi?” Tuna Yüzbaşı şaşkınlıkla sormuştu.
“Yolda pusu yedik. Yila helikoptere binsin diye onları oyaladık. Daha sonra size doğru gelirken Ömer Üsteğmene rastladık.” Tuna Yüzbaşını sallayarak Ömer Üsteğmenin yanına doğru ilerledi.
“Sende bir şey var mı, durumun nedir?” Ömer Üsteğmen başını iki yana sallayarak konuştu.
“Ben iyiyim, artık gidelim.” Tuna Yüzbaşı başını sallayarak önden ilerlemeye başladı.
İki Siha onları gölgesi gibi takip ediyordu. Gelen helikoptere yakınlaşmışlardı. Hepsi oldukça yorgundu.
“Umarım yeniden karşılaşırız Emir Timur.” Tuna Yüzbaşı gülümseyerek konuştu.
“Komutanım, bu şartlar altında olmasın ama” Karasu gülümseyerek gökte süzülerek kendilerine şov yopan iki Siha’ya baktılar.
“Hürkuş, emanetini teslimi etti. Geri dönüş için izin bekliyorum.” Üsteğmen Emir Timur Türkoğlu konuşmuştu.
“Geri dönüş uygundur.” Karasu helikoptere binmişti.
Helikopterle birlikte gelen emirler Siha’lar da ilerlemeye devam etmişti. Yolculuk bir süre daha devam etti.
🚁
Helikopter karargaha iniş yaptığında Yavuz Albay ve yanındaki askerler onları bekliyordu. Yanlarında sağlık ekipleri vardı. Karasu ve Aren teker teker helikopterden indiğinde Yavuz Albay’a selam vermişlerdi.
“Yaralılarla ilgilenin.” Yavuz Albay’ın emriyle sağlık ekipleri Karasu’ya doğru yaklaştı. Uzman Çavuş Yuşa, Baran Astçavuş, Kıdemli Üstçavuş Mehmet ve Kerim Başçavuş sağlık ekipleriyle birlikte hastaneye doğru ilerlemeye başlamışlardı. Tuna Yüzbaşı, Yavuz Albay’a yaklaşarak yeniden selam verdi.
“Görev başarıyla tamamlandı Komutanım.” Yavuz Albay başını sallayarak konuşmaya başladı.
“Görevin detaylarını yarın konuşacağız. Şimdi gidip dinlenin, aranızda başka yaralı varsa hastaneye götürelim.” Tuna Yüzbaşı ekibine baktı.
“Ömer, sen git.” Ömer Üsteğmen hızla konuştu.
“Bende bir şey yok Komutanım.” Tuna Yüzbaşı kaşlarını çatarak baktı.
“Emin misin?” İnandırıcı bulmamıştı.
“Ben iyiyim Komutanım” Tuna Yüzbaşı başını sallayarak onayladı.
“Başka yaralı var mı?” Sorgulayıcı bir ses tonuyla konuştu.
“Yok Komutanım.” Murat Teğmen sözcü olarak konuşmuştu.
“Başka yaralımız yokmuş Komutanım, dinlenmek için izninizi istiyoruz.” Yavuz Albay başını sallayarak onaylamıştı. Ardından Karasu hızla askeri araçlara binerek kışlaya doğru ilerledi.
Karasu teker teker evlerine dağılırken Tuna Yüzbaşı Sare’yi görmek için annesinin ve babasının evine giderken Aren ise hastaneye götürülmüş olan Yila’nın yanına gidiyordu.
“Geldim geldim.” Hannan hanım telaşla vurulan kapıya doğru ilerledi.
“Oğlum!” Tuna Yüzbaşı’yı görür görmez ağlayarak sarılmıştı. Tuna Yüzbaşı gülümseyerek annesine sarıldı.
SARE LİA SARUHAN
“Tuna mı geldi?” Sare heyecanla kapıya doğru koştu.
“Dönmüş bizimkiler.” Hannan hanım aradan çekilerek gülümseyerek içeriye girdi.
“Tuna” Tuna Yüzbaşı etrafı kontrol ederek Sare’yi kendisine çekti. Saçlarından öperken gözlerini kapatmıştı.
“Abim nerede, o da geldi mi?” Tuna Yüzbaşı’nın göğsündeki başını kaldırdı.
“Yaralımız var. Onlara bakmaya gitti. Bende gideceğim birazdan.” Sare yüzünü düşürerek kaşlarını çattı.
“Kim, durumları nasıl?” Tuna Yüzbaşı ellerini yanaklarına koyarak alnından öptü.
“Bir şeyleri yok. Sadece kontrol amaçlı, ben yanlarına gidiyorum şimdi, sen burada kal ben gelene kadar.” Sare aceleyle konuşmaya başladı.
“Bende geleyim.” Tuna Yüzbaşı başını iki yana salladı.
“Gerek yok güzelim, geldiklerinde ziyaret edersin.” Sare daha fazla itiraz edemeden Tuna Yüzbaşı yanından hızla ayrıldı.
YAZARIN KALEMİNDEN
🏥
“Ciddi bir şey gibi görünmüyor. Ama haliyle bir kaç gün sızlar.” Erkek hemşire Yila’nın ayağını tedavi ederken Yila tepkisiz bir şekilde yere bakıyordu.
“Kimle geldiniz. Ayağınızı bir süre basmasanız iyi olur aslında?” Yila hala tepki vermiyordu.
“Beni duyuyor musunuz?” Yila Teğmen önünde sallanan elle kendisine gelmişti.
“Sorun değil ben hallederim.” Erkek hemşire tereddütlü bir şekilde baktı.
“Emin misiniz? Size yardımcı olabilirim.” Yila Teğmen başını iki yana salladı.
“Hazırsa ben gideyim artık.” Sedyeden inerken yanlışlıkla yaralı olan ayağıyla yere basmıştı. Acıyla yana doğru eğilirken erkek hemşire koluna girmişti.
“Böyle olmaz, ben sizi buraya getiren askerlere haber vereyim.” Yila Teğmen kolundan çıkacak olan erkek hemşirenin aceleyle kolunu tuttu.
“Ben hallederim dedim. Gerek yok.” Erkek hemşire içi elvermese de onaylamak zorunda kalmıştı.
“Üzerinizdeki üniformayla size hayır demek zor.” Yila Teğmen söylediği sözü anlamlandıramamıştı.
“Hayırdır, ne oluyor burada, bu samimiyetin sebebi nedir?” Aren, erkek hemşirenin kolunu kibar olmaya çalışır bir hareketle Yila Teğmen’den ayırıp Yila Teğmen’i sedyeye geri oturttu.
“Yardımcı oluyordum.” Aren kaşlarını çatarak bakmaya başladı.
“Bu yakınlık bundandı yani?” Erkek hemşire ne diyeceğini şaşırmıştı.
“Ne demek istediğinizi anlayamadım.” Erkek hemşire sert bir tavırla söylemişti.
“Tedavisi bittiyse ben ilgilenirim.” Erkek hemşire başını sallayarak oradan uzaklaştı.
“Niye tersliyorsun yardımcı olmaya çalışıyordu.” Bu sefer çatık kaşların hedefi Yila Teğmen’di.
“Yardımcı olmak ne zamandır dip dibe olmak oldu?” Yila Teğmen bıkkınlıkla baktı.
“Zaten morelim bozuk, üstüme gelme.” Aren bakışlarını yumuşaltarak Yila Teğmen’e eğildi.
“Ne oldu, canın mı acıyor?” Teğmen başını iki yana sallayarak bilekleriyle gözlerini kapadı. İstemsiz bir şekilde hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
“Beni artık hiç almaz.” Aren ne demek istediğini anlamamıştı.
“Yaptığım hata yüzünden beni asla Karasu’ya almaz.” İstediği time giremediği için ağlıyordu.
“Belki de göreve bir daha çıkamam. Hakkımda ne karar verilir bilmiyorum.” Aren hiçbir şey diyememişti.
“Tuna Komutan beni asla Karasu’ya almak istemez bundan sonra.” Aren boğazı düğüm düğüm olmuş bir şekilde karşısında ağladığını gizlemeye çalışan kadına baktı.
“Bu üniformayı hakkıyla taşıyamadım.” Aren kendisini bir şeyler söylemeeye zorladı.
“Öyle söyleme, senin yaptığının onda birini yapamayacak çok insan tanıyorum, ve bunların hepsi kadın değil.” Teğmen nerede olduğunu unutmuş gibi bir şaşkınlıkla Aren’e baktı.
“Çok amatörce davrandım.” Aren istemsizce iki elini saçlarına yerleştirdi.
“İnan bana gördüğüm en savaşçı ikinci kadınsın, neler yaptığını, neleri feda ettiğini unutma. Pes edecek biri değilsin. Olmuyorsa zorla baktın yine olmadı. Başka şeylerde dene şansını, bu üniformayı giymek, bu ülke için savaşmak herkesin harcı değildir.” Teğmen dikkatle Aren’i dinlerken, aklına takılan tek şey ‘ikinci’ olmuştu.
“Birincisi kim?” Aren şaşkınlıkla baktı.
“Gerçekten siz kadınlar çok şaşırtıcı varlıklarsınız. Onca söylediğim sözden buna mı takıldın?” Aren kendi kendisine gülmeye başlamıştı.
“Sare’den bahsediyorum. Çok tanıma fırsatın olmadı. Ama kardeşim diye söylemiyorum. Çok dişli kadındır, benim bile pes ettiğim zamanlar yaşadım. Ama onun bir kez bile pes ettiğine şahit olmadım.” Yila Teğmen gülümseyerek baktı.
“Sare için her zaman aranacak başka yollar vardır. Her zaman aynı yolda yürümez illa o yolu değiştirir. Sende öyle yap, olmuyorsa yolunu değiştir. Belki olmamasının sebebi hala o yolda yürüdüğündendir.” Bu söz Yila Teğmen’in içinde bir şeyler uyandırmıştı. Sanki az önce pes ederken şuan da devam edecek umudu bulmuştu.
“Bu kadar konuşma yeter. Dinlenmen lazım.” Aren, Yila Teğmen’e sormadan kucağına alarak acilinin çıkışına yöneldi.
Hava karardığında yaralı olan askerler hastaneden evlerine dönmüştü. Tuna Yüzbaşı ve diğer Karasu üyeleri ise dinlenmek için kendi evlerine gitmişlerdi. Aren, sessizce çaldığı kapıda beklemeye başladı.
“Abi, sen bi kardeşin olduğunu hatırlar mıydın ya?” Sare Lia somurtarak kapıda bekliyordu.
“Meleğim tribini sonra atarsın, hadi eve gidelim.” Hanan hanım kapıya doğru yaklaşıp gülümseyerek baktı.
“Oğlum geç içeri buyur.” Aren hoşgörülü bir ifadeyle gülümsedi.
“Teşekkürler, saat epey geç oldu. Ben kızları alıp geçeyim, yarın yola çıkacağım.” Hannan hanım ısrar etmeyerek kabul etmişti.
“Beni hatırladın yani?” Aren bıkkın bir ifadeyle konuştu.
“Hatırlamadım meleğim, aklımdan hiç çıkmıyorsun zaten” Somurtarak bakmaya devam etti.
“Belli, kardeşini görmeden gitmişsin, sordum Yuşa abi, Baran abi, Mehmet abi ve Kerim abiyi de görmemişsin, kiminleydin?” Aren gözlerini ovalayarak bıkkın bir tavırla konuştu.
“Aren, lütfen söyle, yoksa sabaha kadar aynı soruları sorup ikimizi de delirtecek.” İmre, yorgunlukla çantasını sırtına attı.
“Yila da hastanedeydi ona yardımcı oldum.” Sare yeniden somurtarak bakmaya devam etti.
“Bakma öyle, yaralı mı bıraksaydım?” Saçlarını savurarak abisinin önünden geçerken saçları Aren’in yüzüne çarpmıştı.
“Yüzüme çarptı yüzüme.” Tavırlı bir ses tonuyla konuştu.
“Sanırım kıskandı, gelim görümce savaşları başlayacak gibi.” İmre kahkaha atarak ilerliyordu. Aren ise ters ters bakıyordu.
“Nece nece?” İmre gülmeye devam etti.
“Tamam anlamadık.” Aren sabırla gökyüzüne baktı.
“Hasbinallah ya harbi insan sizin içinizde delirir.” İmre gülerken Sare’nin yüzü tabiri caizse mahkeme duvarı gibiydi.
“Yorgunum güzeller, vallahi çekemeyeceğim.” Arabaya binerek binmeleri bekledi. İmre binerken Sare kapının yanında duruyordu. Aren arabadan inip Sare’ye baktı.
“Sare, abicim otobüs bekliyorsan bu güzergahtan geçtiğini sanmıyorum.” Sare omuz silkerek abisine baktı.
“Sen şimdi binmiyor musun?” Sare omuz silkmişti.
“İyi, ben bindireyim.” Aren, kardeşini kucaklayarak askeri araca yöneldi. Kapıyı açan asker neredeyse zafer kazanmış gibiydi. Yüzünde vatan gülüşü vardı.
“İmdaaaaattt, kız kaçırıyorlar!” Aren şaşkınlıkla arabanın içine hızla Sare’yi oturtmuştu.
“Kusura bakmayın kardeşim, sizide beklettik.” Asker yüzündeki vatan gülüşünden ödün vermeyerek konuştu.
“Kusura bakmayın ama bizde abisinin ve Komutanımın nasıl başa çıktığını düşünüyorduk. Bizi perişan etti.” Aren istemsiz bir tavırla gülmeye başladı. Ardından hemen konuştu.
“Vallahi kusura bakmayın, kendimi tutamadım.” Aren gülerek askeri araca bindi.
1 GÜN SONRA
Ertesi sabah Yavuz Albay, Karasu, Yila ve Aren’i odasında toplamıştı. Hepsinde belli başlı bir tedirginlik vardı.
“Şimdi siz diyorsunuz ki Ahad çatışma sırasında öldü.” Hepsi başlarını onaylar anlamda salladı.
“Ahmet, nasıl oldu oğlum bu?” Ahmet Başçavuş tedirginlikle yutkundu.
“Komutanım, Ahad’ı yakalamaya çok yakındık. Ahad silahını Murat Komutanıma doğrultunca onu da.” Ahmet Başçavuşun sözünü hızla Ömer Üsteğmen kesti.
“Ben vurdum. Görüşümdeydi, vurmasam Murat’ı vuracaktı.” Hepsi yeniden onaylar bir biçimde başını salladı.
“Ahad öylece öldü yani?” Sorgu dolu bakışlarını Tuna Yüzbaşı’ya çevirdi.
“Tuna, sana onu Türkiye’ye sağ getir demiştim.” Sert bir ses tonuyla konuştu.
“Şartlar malesef bu şekilde gelişti Komutanım, bir askerimi kaybedemezdim. Vur emrini zaten ben verdim.” Yavuz Albay sert bakışlarını bu sefer Yila Teğmen’e yöneltti.
“Sen nasıl yaralandın Yila, ve niye onlardan önce helikoptere bindin?” Yila Teğmen kendinden emin bir ifadeyle konuştu.
“Ayağım kaydığı için aşağıya sürüklendim Komutanım, Ahad ile yüzleşince Ahad’ın ölümünün ardından adamları beni öldürmek istedi. Sağ olsun Komutanım sağ salim çıkmam için elinden geleni yaptı.” Yavuz Albay keskin bakışlarını hepsinin üstünde gezdirdi.
“Siz beni salak mı sanıyorsunuz!” Yavuz Albay’ın sesiyle birlikte ortam daha da gergin bir hal aldı.
“Estağfirullah Komutanım.” Tuna Yüzbaşı söylemişti.
“Kendine gel asker, Komutanınıza yalan söylemeye utanmıyor musunuz!” Hiçkimseden çıt çıkmıyordu.
“Şimdi bana doğruları söyleyin, yoksa hepinizi sorumlu tutarım.” Yine kimseden ses çıkmamıştı.
“Emrimdir, eğer ki ne olduğunu anlatmazsanız sizi açığa alırım.” Yine kimseden ses çıkmadı.
“Üzerinizde Türk Silahlı Kuvvetlerine ait ne varsa masaya bırakın.” Karasu ve Yila masaya eşyalarını bırakırken Aren sadece izliyordu.
“Şimdi son kez soruyorum. Gerçeği söyleyin, yoksa hepinizi tek tek açığa alırım. Bir daha üniformanın yüzünü göremezsiniz.” Hiçbirinden yine ses çıkmadı. Tuna Yüzbaşı keskin gözlerini ekibinin üstünde gezdirdi.
“Komutanım.” Dediği sırada Ömer Üsteğmen araya girdi.
“Olayı olduğu gibi aktardık Komutanım, malesef canlı ele geçiremedik.” Tuna Yüzbaşı belli etmemeye çalışarak sinirle baktı. Hiçbirinin açığa alınmasını istemiyordu.
“Aren peki ya sen, sende mi aynı fikirdesin?” Aren bir adım öne gelerek konuştu.
“Malesef Ahad’ı canlı ele geçirmeyi elbette isterdik. Ama Teğmenimizin canını korumak zorundaydık. Eğer dilerseniz bende bırakırım. Başkanım öyle istiyorsa buna uyarım.” Aren, Mit’e bağlı olduğu için ona gelecek emirlerden sadece Başkanı sorumluydu.
“Karasu dışarı çık. Konuşma bitmiştir.” Yavuz Albay sinirle onlara kapıyı gösterdi.
“Aren, Yila siz kalın.” İkiside son anda durmuştu.
“Devletin kestiği parmak acımaz Komutanım, bunca yıldır hizmet ettik. Devlet dur derse dururuz. Savaş derse savaşırız.” Tuna Yüzbaşı kapıdan çıkmadan önce konuşup ardından kapıyı kapadı.
“Yıllar sonra seni yeniden aramızda göremek güzel Yila, sanırım görev seni mutlu etti.” Yila Teğmen tedirginlikle bakmıştı.
“Evet Komutanım.” Yila Teğmen göz teması kurmaya çekiniyordu.
“Gördüğün üzere Karasu açığa alındı. Akibeti belli değil.” Yila Teğmen yutkunarak başını salladı.
“Siz nasıl uygun görürseniz Komutanım” Sesi keskin ve netti.
“Ama senin bir şansın var.” Yila Teğmen anlamsız bakışlarını Yavuz Albay’a çevirdi.
“Aren buraya operasyon için gelmedi. Bu aniden gelişen bir şeydi, asıl amacı Mit’in sana sunacağı teklifi söylemekti. Aren’in önderliğinde sahada görev yapacak bir ekip kurulacak. Ekibi Aren kuruyor. Bunun için seçtiği ekipte sende varsın, Vahit Başkanla görüşme sağladım. Ben buna olumlu bakıyorum. Elbette seninde görüşün önemli, burada kalsan bile hemen göreve çıkacağın bir tim olur mu henüz belli değil. Hazır olana kadar Karargahta duracaksın. Karasu desen bir süre olmayacaklar. Olsalar da duyduğuma göre Tuna seni timine almamış, bu durumda iyi düşünüp taşın, eğer Mit’e geçmek istersen yarına kadar zamanın var.” Yila Teğmen istemsizce gözlerini Aren’e çevirdi. Aren ise Yavuz Albay’a bakıyordu. Yila Teğmen hiçbir şey söyleyemedi. Ansızın kendisini dışlanmış gibi hissetmişti.
“Biraz düşünmek için izin istiyorum Konutanım.” Yavuz Albay başını salladı.
“Dediğim gibi Aren yarın yola çıkacak. Eğer kabul edersen sende onunla gideceksin. Kabul etmezsen seninde akıbetin belli olmayacak.” Başını sallayarak selam verdi. Ardından odadan dışarıya çıktı.
“Sana bir şey söylemedi?” Kısık bir sesle söyledi.
“Vahit Başkan fazlasını diyeceğinden.” Yila Teğmen başını salladı.
“Buraya ait değilmişim, herneyse ben dinleneyim.” Yila Teğmen güçlü duruşunun ardındaki kırılgan yapısını saklamakta zorlanıyordu.
“Bu taraftan bakma, bir bakıma sana şans verdi. Açığa alınabilirdin. Büyük ihtimalle Ahad konusundaki görevini başarıyla tamamladığın içindi. Dışlanmışsın gibi gelebilir. Ama sonuçta Karasu açığa alındı. Yine de şanslı olduğunu düşün. Aslında bugün yola çıkacaktım. Biraz düşünmek için vaktinin olmasını istedim. Yarın görüşürüz.” Yila Teğmen hiçbir şey söyleyemeden Aren’in arkasından bakakaldı.
🪖
“Bir devrin sonuna geldik gibi” Murat Teğmen sırtını banka yasladı.
“Hemen karamsar olmayalım.” Biran Teğmen söylemişti.
“Öyle de Komutanım, Albay bizi resmen açığa aldı.” Hakan Asteğmen konuşmuştu.
“Ömer, ne diye beni engelliyorsun?” Tuna Yüzbaşı sinirle konuştu.
“Biz adam satmayız kardeşim, eğer bir hata yaptıysak, gerçi ben buna intikam diyorum. Hepimiz yaptık. Hepimiz istedik. Ben pişman değilim. Yine olsa yine arkanda dururum.” Ömer Üsteğmen’in sözüyle diğer Karasu üyeleri de onaylar gibi konuşmaya devam etti.
“Komutanım, yanacaksak bende yanayım, ne değişir. Elbet bir iş bulur çalışırız.” Ahmet Başçavuş konuşmuştu.
“Valla biraz zorlanırız. Ama elimiz armut toplamıyor ya buluruz yatkın olduğumuz bir iş.” Kıdemli Üstçavuş Mehmet konuşmuştu.
“Be avukatlığa geri dönerim herhalde, biraz birikmişim var. Ofis falan açarım. Artık kanunla döverim birilerini.” İstemsizce hepsi gülmüştü.
“Eee Komutanımın da mesleği var. Kayınçosu ayarlar olan mimarlık işi.” Murat Teğmen konuşmuştu.
“Valla bende köyüme giderim. Anama babama yardımcı olurum. Şehirde barınmak zor.” Uzman Çavuş Yuşa konuşmuştu.
“Elin ekmek tuttuktan sonra Allah büyüktür.” Kerim Başçavuş konuşmuştu.
“Harbi adamlarsınız, valla nasıl denk geldiniz bilmiyorum ama harbi adamsınız yani.” Tuna Yüzbaşı başı eğik gözleri ellerindeyken konuşmuştu.
“Komutanım, siz böyle iltifat edip gururumu okşarsanız ben alışırım. Hep isterim.” Ahmet Başçavuşun sözüyle yeniden hepsi gülmüştü.
“Oğlum Ahmet, her durumdan kendine nasıl pay çıkarıyorsun?” Ömer Üsteğmen gülerek söylemişti.
“Komutanım.” Yavuz Albay’ın yanındaki askerlerden biri konuşmuştu.
“Yavuz Albay 15 günlük açığa alınma sürenizin yarından itibaren başlayacağını söyledi. Boşuna Karargahta kalabalık yapıp asabımı daha fazla bozmasınlar dedi.” Tuna Yüzbaşı, başı öne eğilmiş mahçup bir ifadeyle konuşan askerin omzunu sıktı.
“Sen emri uyguluyorsun asker, utanma, boynumuz Albayımıza kıldan incedir. Hadi gidelim.” Karasu hızlı bir şekilde toparlanarak Karargahın çıkışına yöneldi.
Ertesi gün öğle vaktine doğru Aren, Yavuz Albay’ın odasına gelmişti. Ardından Yavuz Albay, Yila Teğmen’i odasına çağırdı.
“Neye karar verdin Yila, şimdiden söyleyeyim, Karasu’nun akibeti belli değil. Kahramanlık yapıp kendini yakma. Ayrıca süreleri bittiğinde kararım değişirse yine açıkta kalacak olan sen olacaksın.” Yila Teğmen kendisine giderek seçenek bırakmayan Yavuz Albay’a yutkunarak baktı.
“Ben” Hiçbir şey söyleyemedi. “Siz en doğrusunu düşünmüşsünüz Komutanım.” Yavuz Albay başını sallayarak masasının üzerindeki evrakları incelemeye devam etti.
“Vahit Başkanı bekletmeyin o halde.” Başka bir şey söylememişti. İkiside kapıya yöneldi.
“Eşyalarını hazırlamak.” Aren’in sözünü keserek konuştu.
“Eşyam yoktu zaten, sırt çantamı alıp geleceğim.” Aren başını sallayarak hiçbir şey söylemedi.
SARE LİA SARUHAN
Abim ve Yila yaklaşık 2 saat önce köyden ayrılmışlardı. Açıkçası Yila’nın neden onunla gittiğini anlamamıştım. Abim sadece görev yeri değişti demişti. Fazla sorgulamamı istemiyordu. Bende tercihine saygı duymuştum.
Hava karardığında mutfağa geçip yemek yapmaya başladım. İmre’nin bugün kaçta geleceğinden haberim yoktu. Umarım çok gecikmezdi.
Yemekleri yapmıştım. Sofrayı kurmuştum. Ama İmre hala gelmemişti. Ve can sıkıntısından bunalmıştım.
“İmre, neredesin, nöbetim yok demiştim?” Dayanamayıp aramıştım.
“Acil bir hasta geldi. Bir kaç saatr gelmiş olurum.” Fazla konuşamadan kapatmak zorunda kalmıştık.
Saatler geçti. Yemekler soğudu. Ve ben artık masada değil yatağıma geçmiştim. Artık deli gibi meraklanıyordum. Saat gece 00:30 olmuştu. Yanında ne olur ne olmaz diye askerler vardı. Ama yinede endişeleniyordum. Kapının kilidini duyduğumda telaşla koşturdum.
“Sonunda, aklım çıktı.” Koşup sarıldım.
“Yanımda askerler vardı ya güzelim, niye korktun.” Kollarını bana sararak yanağımdan öptü.
“Yemekleri ısıtayım. Tatlı da yaptım.” Birlikte keyifli bir gece yemeği yemiştik. İmre çok yorgundu. Ama belli etmemeye çalışıyordu. Duşunu alıp yatağa uzandı. İkimiz aynı yatakta yattığımız için yorganın uzun kısmını ona sardım. Üşümüştü.
“Sare, seni çok seviyorum canım kardeşim.” Uyku sersemi bana sarıldığında gülümseyerek ona sokuldum. Ne zaman onlara gitsem ayrı yataklardan hiç yatmazdık. Yatakları birleştirir birliktr yatardık. Onun kokusuyla yavaş yavaş uykum gelmeye başladı ve ben uykuya teslim oldum.”
ÖMER KARLIDAĞ
Gece sırtıma saplanan ağrıyla yataktan neredeyse fırlayarak uyanmıştım. Tişörtümü çıkarmaya çalıştım. Ama yarama yapışmıştı. Doğru dürüst dinlenemediğim için sadece uyuyordum. Hastaneye gidecek dermanı bile bulamamıştım. Sabah karargahtan gelir gelmez duş alıp uyuyakalmıştım. Duşun ardından hissettiğim o yanma hissi daha da alevlenmişti. Vücudumu ateşe vermişler gibi hissediyordum. Kimseye belli etmemek için hareket dahi etmiyordum. Çoğu zaman dışarıya çıkmamıştım. Zaten dışarıya sadece bu sabah açığa alındığımı öğrenmek için çıkmıştım.
Salonda dört dönüyordum. Daha önce çok yaram oldu. Ama bu kurşun yarası gibi değildi. Yanmasından ne uyuyabiliyordum ne de nefes alabiliyordum. Hastaneye gidecek gücü bulamadım. Aklıma birden bir seçenek geldi. Saat gece 03:45’di bu saatte rahatsız edip etmeme konusunda kararsız kaldım. Nihayet rahatsız etmeye karar vermiştim.
Telefon bir süre çaldı. Açan olmayınca umudum tükenmeye başlıyordu. Son bir kez daha aramaya başladım. Üçüncü çalıştan sonra uykulu naif bir ses duydum.
“Efendim.” Yutkunarak konuşmaya başladım. Sesin acı dolu çıkmıştı.
“İm…re şey ben, rah…rahatsız ettim kusura bakma.” Bir hışırtı sesi duydum. Ardından uykulu naif ses yeniden konuştu.
“Ömer, sen miydin? Yok ne rahatsızlığı.” Biraz da olsa rahatlamıştım.
“Benim sana bir şey söylemem lazım.” Nefes alamadım.
“İyi misin? Sesin kötü geliyor?” Anlayacağını tahmin etmiştim.
“İmre ben bi yara aldım da, yorgunluktan hastaneye gitmedim. Biliyorsun yol 3 saat hiç çekecek halim yok. Duş aldım. Aldıktan sonra açık yaram daha da kötü oldu sanırım, sırtımı ıslak ve yapış yapış hissediyorum.” Hızlı bir toparlanma sesi duydum.
“O halde nasıl durursun gerçekten anlamıyorum.” Sinirli ses tonu istemsiz hoşuma gitti.
“Sakıncası yoksa bi bakar mısın?” Nefes nefese konuşurken kelimeler ağzıma dolanıyordu.
“Tabiki evdeyim, bekliyorum hemen gel!” Sesi yüksek çıkmıştı. Kızar gibi bir hali vardı.
“Seni de bu saattr uykundan ediyorum.” Mahçup bir ifadeyle konuştum.
“Hastaneden bir saat önce geldim sayılır. Daha uykuya kanmadım.” İçime kötü bir şey düştü.
“Seni uykundan ettim.” Yüzümü buruşturdum.
“Ömer oyalanmayı bırakıp hemen eve gel, kim bilir yaran ne halde!” Bu sefer gerçekten kızmıştı.
“Tamam geliyorum.” Aceleyle yeniden konuştu.
“Sakın yalnız gelme, bayılacak gibi konuşuyorsun. Yaran iltihap kapmış olabilir.” Başımı salladım ama o görmedi. Daha fazla cevap vermeye takatim yoktu.
“Olur.” Güçlükle konuştum. Üzerime gömleği ve pantalonumu zar zor geçirdim. Ayakkabılarımı giymeye çalıştığımda başım dönüyordu. Hafifçe sendeleyerek geri doğru yalpaladım. Kapıyı çekip Tuna’nın evine doğru yürüdüm. Zaten aramızda fazla mesafe yoktu.
Eve geldiğimde elimi zor kaldırmıştım. Kapıya vurmaya başladım. Ama duyulduğundan haberim yoktu. Düştüm düşecektim.
“Kim bu saatte” Tuna’nın sert sesini duydum. Kapı sinirle açıldı. Kapıya yaslandığım için onunla birlikte öne doğru savruldum. Tuna şaşkınlıkla bakıp tuttu.
“Ömer neyin var kardeşim.” Sırtımdan tuttuğu için nefesim kesildi.
“İmre’ye götür.” Şaşkınlıkla baktı.
“Anlamadım?” Yeniden konuşmaya çalıştım.
“Yaralıyım, haberi var. Götür.” Nefesim kesiliyordu.
“Ben sana yaralıysan hastaneye götüreyim diye defalarca dedim. Sen illa bana dert olacaksın dert, şu sürekli yaralı olduğunu saklamaların yüzünden bir gün nedenini bilmediğimiz şekilde öleceksin aptal.” Başım ağrıyorken sesi daha da ağrı yapıyordu.
“Azarlaman bittiyse, ölmeden götür.” Başım omzuna düştüğünde kendi bedenimi artık kontrol edemiyordum. Kolumu omzuna atıp yürümeye başladı. Ayaklarım birbirine dolanıyordu.
İMRE KUZGUN
Kapıyı açtığımda onu bu haldr görmeyi beklemiyordum. Tuna’nın desteğiyle eve girdiler. Aceleyle salondaki koltuğa oturttum.
“Gerçekten bu hale gelene kadar ne diye hastaneye gelmezsin!” Ömer’in gömleğini açarak sıyırmaya başladım. Sırtı berbat durumdaydı. Başı öne eğik duruyordu.
“Off off, sen beni delirteceksin. Ulan sırtın ne hale gelmiş, ne diye söylemiyorsun!” Tuna’ya hak veriyordum.
“Ömer, cidden acısına nasıl dayandın?” Sare sormuştu. Ansızın ona baktım. O da yapılan işkencelerin acısına nasıl dayanmıştı? İstemsiz gözlerim dolunca havaya baktım.
“Tuna, Sare’yi kan tutar. Rica etsem odaya götürür müsün? Ya da mutfağa falan gidin.” Sesim çatallaşınca boğazımı temizledim. Tuna, Sare’yi odaya götürünce Ömer’in sırtına yoğunlaştım. Derisine batmış olan küçük taşları vardı. Derisi iyice aşınmıştı. Kanaması çok yoktu. Ama ufak ufak sızıyordu. Yarayı sarabilmem için önce temizlemem gerekiyordu.
“Biraz acıyacak, hatta çok fazla acıyacak.” Ömer sadece başını salladı.
“Ağrı kesici vuracağım.” Başını sallayarak konuştu.
“Şu acıyı kessin de ne yaparsan yap kabulüm.” Sesi öyle güçsüz geliyordu ki sarmak istedim.
“Niye bana söylemedin? Olmadı ben gelirdim.” Ömer nefes nefese konuşmaya başladı.
“Bu görevde, bilmiyorum çok yordu beni.” Normalde şen şakrak, hiçbir şey olmamış gibi davranan adamı bu halde görmeye alışkın değildim.
“Zaten bir daha gider miyim o da belli değil.” Yarasını temizlerken bir anlığına durdum.
“Nasıl yani?” Acısını istemsizce almak istedim.
“Açığa alındık.” Şok içinde kalakaldım.
“Nasıl, niye, başarılı olmadınız mı zaten?” Ömer’in belli belirsiz gülümsediğini gördüm.
“Görev hakkında konuşamam.” Başımı salladım.
“Kesin mi peki?” Ömer ellerini iki yana açarak konuştu.
“Bilmiyorum. Ama sorun değil, yine olsa yine yaparım.” Yarasını temizlemeyi bitirmiştim.
“Sağ ol İmre, uykumdan nasıl uyandığımı hatırlamıyorum bile.” Hüzünlü bakışlarımı sırtına çevirdim.
“Bir dahakine lütfen, kaç olursa olsun ara ya da gel, fazla bekletme, ya kan kaybediyor olsaydın. Uyuyordun da kim nereden bilecekti?” Başını salladı.
“Öyle yorgundum ki gözümü açamadım. Bir de sabahki olaya biraz içerledim. Yani haketmiyorduk. Neredeyse şehit verebilirdik. Esir düşebilirdik. Allah muhafaza Yila’yı ele geçirebilirlerdi. Ama biz açığa alındık. Haksızlığa gelemiyorum ben, bak biz neyse o kız açığa alınsa daha çok üzülürdüm. Yıllarca Ahad gibi birinin yanında, neyse işte en azından o görevine devam ediyor. Başka şekilde olsa da.” Anlatmak istiyordu. Ama anlatmaya da çekiniyordu. Gizliliğe uymak zorunda hissediyordu.
“Aren’le birliktr gittiğine göre, onun yaptığı işe göre bir şey yapacak sanırım.” Başını salladı.
“Detaylarını bilmiyorum ama Yila iyi bir Teğmen’di, açıkçası onunla çalışmak isterdim.”. İstemsizce göğsümde bir şey oluştu. Yutkundum. Sessiz kalmayı tercih ettim.
“Yani iyi eğitimli bir asker olduğu için, sağlam insanlara ihtiyacımız oluyor görevde o bakımdan dedim. Yanlış anlaşılmasın da” Bana açıklama mı yapıyordu? Cevap vermeyince başını çevirip bana baktı. Alnından yüzüne doğru terler akmaya devam ediyordu.
“Bir şey mi oldu?” Şaşkınlıkla sordum.”
“Yok, yani öyle işte, o bakımdan dedim. Yoksa kardeşim yani.” Dudaklarımı birbirine bastırdım. Çok tatlı görünüyordu.
BÖLÜM SONU
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
152.78k Okunma |
14.51k Oy |
0 Takip |
166 Bölümlü Kitap |