BU BÖLÜMÜMÜZÜN HEDEFİ 250 OKUNMA 100 OY VE 230 YORUMDUR.
3619 KELİMELİK BÖLÜMÜ BURYA SALDIM BEBEKLERİM UPUZUN BİT BÖLÜMLE GELDİM.
BEBEKLER SİZLERE BOMBA BİR BÖLÜMLE GELDİM. UMARIM ÇOK SEVERSİNİZ.
SİZİ SEVİYORUM LÜTFEN SINIRI PZT GÜNÜNE KADAR DOLDURALIM BEBEKLERİM.
YORUMLARDA VE OYLARDA BULUŞALIM AŞKLAR , GÖRÜYORUM OKUYUP YORUM YAPMAYANLARI ÜZÜLÜYORUM. GELİN SOHBET EDELİM.🥺
“Yanımdan ayrılma” Helikopter belirlenen bölgeye geldiğinde hepsi teker teker inmişti. Aren ise kaçıncı söylemi olduğunu bilmediği bir cümleyi yeniden dile getirmişti.
“Ben bir askerim Aren, Rebecca değilim, ayrıca beni koruma görevin çoktan bitti.” Aren kaşlarını çatarak baktı.
“Sen yinede yanımdan ayrılma.” Yila onu dinlememesine sinirlenmişti. Aren resmen duymazlıktan geliyordu.
“Herkes temkinli olsun. Buradan sonrasını yaya devam edeceğiz. Kimse emrimden çıkmaya çalışmasın.” Son sözünü söylerken Aren’e bakmıştı.
“Yila, merak etme biz buradayız.” Yila gülümseyerek Murat Teğmen’e baktı.
“Biliyorum Teğmenim, size güveniyorum.” Karasu kendi arasında hafifçe bir tebessüm etti.
“Birazdan sınırı geçeceğiz. Buradan sonra oldukça dikkatli olmak zorundayız. Her an her şey olabilir. Ahad’ın bulunduğu bölgeyi bulduğumuzda onun dikkatini Yila ile dağıtacağız.” Yila istemsizce gerilse de tepki vermedi.
“Ben hala bunun riskli olduğunu düşünüyorum.” Aren kendi kendine söylendi.
“Aren, artık hepimiz buna gönlünün olmadığını anladık. Şimdi yapmanız gerekeni yapın.” Tuna Yüzbaşı’nın sert sesi ortamı daha da germişti.
Bir kaç metre sonrasında sınırı geçmişlerdi. Saat artık gece 03:15’i gösteriyordu. Kış ayına yavaş yavaş girildiğinden hava buz gibiydi.
“Komutanım, kısmetse evlilik ne zaman?” Ahmet Başçavuş, Tuna Yüzbaşı’ya sormuştu.
“Sare’ye sormadım. Sorduğumda söylerim.” Tim bir anda gülmeye başladığında Tuna Yüzbaşı kaşlarını çatarak onlara bakıp yola devam etti.
“Komutanım, iyice hanımköylü oldunuz. Yengeye sormadan tahmin bile yapamıyor.” Hakan Asteğmen boş bulunup konuşmuştu.
“Hakan, görev yerini konuşalım ister misin aslanım?” Hakan Asteğmen boğazını temizleyerek konuştu.
“İstemem Komutanım, kusura bakmayın.” Aren gülerek söz aldı.
“Ne o Tuna, ayarlarındaki değişkenlikten mutlu değil misin?” Yila hafif bir tebessümle Aren’e vurdu. O sırada bastığı yere odaklanamadığı için ayağının altındaki taş kaydı ve geriye doğru yalpaladı. Gözleri Tuna Yüzbaşı’da olan Aren, hiç Yila’nın olduğu tarafa bakmamasına rağmen elini uzatıp Yila’yı dirseğinden yakaladı.
“Düşmezdim.” Yila doğrularak öne doğru adım attı.
“Düşerdin, sen daha ayağını oraya basmadan kayacağını anlayıp elimi uzattım.” Yila, şaşkınlıkla baktı.
“Sizde işler böyle yürüyor demek.” Aren sırıtarak baktı.
“Çay kahve ister misiniz Aren bey, yoksa farklı bir servis mi açalım?” Aren göz ucuyla Tuna Yüzbaşı’ya baktı.
“Açarız servisi sen dert etme hanımköylü” Tuna Yüzbaşı omzunu silkerek yürümeye başladı.
“Tabi hanımköylü olacağım, bir tane hanımım var.” Kendi kendine söylenirken Ömer Üsteğmen krize girmiş gibi gülmeye başladı.
“Dönünce Sare’ye hediye alalım. Odundan pamuk yaptı.” Tuna Yüzbaşı, Ömer Üsteğmen’e kaşlarını çatarak baktı.
“Dua et de bende, hazır yabancı topraklardayken seni uçurumdan aşağıya atmamayım, kim vurduya gitti deriz.” Ömer Üsteğmen sırıtarak baktı.
“Turna kuşum ya, az hasbial ediyoruz şurada, hemen şiddet, bak söylerim yengeye” Ahmet Başçavuş belli etmemeye çalışarak kıs kıs gülüyordu.
“Oraya basma.” Aren, Yila’nın basacağı yere ondan önce basmıştı. Taş ayaklarının altından kayarken Yila’ya yan tarafı gösterdi.
“Burası taşlı, Ömer’in oradan ilerle.” Ömer Üsteğmen adının anılmasıyla onlara baktı.
“Aren, bilmem farkında mısın ama bu kız Te…. yani asker, bu dağlarda çok yürümüşlüğü var.” Ömer Üsteğmen sırıtarak bakıyordu.
“Bunlar ne iş?” Biran Teğmen sormuştu.
“Valla zannımca ince iş, bilemedim. Dönünce bestimin ağzından alırım lafı, çok iyi dedikodu dönüyor. Hele bi Türk kahvesini yap öff” Tuna Yüzbaşı, Ahmet Başçavuşa baktı. Ahmet Başçavuş, Tuna Yüzbaşı’ya kedi yavrusu gini bakmaya başladı.
“Yengem iyidir, benim yengem delikanlı kadındır. Yengelerin hası.” Biran Teğmen, Ahmet Başçavuşun değişen üslubuna kahkaha atınca, Ahmet Başçavuş’u duyanlar bir anda kahkaha atmaya başlamıştı.
“R demek Ahmet?” Murat Teğmen gülerek sordu.
“Bizde R olmaz Komutanım, ilerden U yaparız.” Tuna Yüzbaşı hafifçe bir tebessüm ederek yoluna devam etti.
“Komutanım sizde hiç uyarmıyorsunuz, az daha kaportayı çizdiriyorduk.” Ahmet Başçavuş kısık bir sesle Biran Teğmen’e söylenmişti.
“Sen yırttığını sanma, Valla kartal gibi dikti gözlerini, Sare deyince radarları açıyor adam” Ahmet Başçavuş gülmeye başladı.
SARE LİA SARUHAN
“Kuzularımın ikisinin de yataklarını odaya hazırladım. Hadi geçin dinlenin.” Beynim zar zor Hannan anneyi algılıyordu.
“Yavuz abiye de rahatsızlık verdik. Adamcağız kendi evinden oldu.” İmre hüzünlü bir ses tonuyla konuştu.
“Ne rahatsızlığı kuzum, o bulmuştur kendisine bir yer.” Yavuz baba, Tuna’ında öz babası değil ama bir baba gibi koruyup kollayan biri, ya benim babam, bir babanın yapmaması gereken her türlü iğrençliği yapıyor.
“Sabah kahvaltıya çağıralım Hannan teyze, vallahi içim hiç rahat değil.” Hannan teyze gülerek İmre’yi öptü. Hafifçe tebessüm ettim.
“Ne zaman gideceğiz.” Tuhaf bir ses beynimin hücrelerine doldu.
“Sare içme onları.” Sirel’in sert sesi duyuldu.
“Hayır Sare, bizden kurtulmak zorundasın.” Elimle koltuğu sıktım.
“Lütfen Sare, o ilaçlar bizi mahfediyor. İçme onları, farkında değil misin? Hiç tanımadığın sesler duymaya başladın.” Korkuyla etrafıma baktım. Elimi enseme götürüp sıktım.
“İçme onları Sare” Sirel yeniden uyardı. Ama bu sefer sesi çok yumuşaktı.
“Sirel, yeter artık biz gitmek zorundayız. Bak Sare evlenecek onunla olamayız. Mutlu olmaya hakkı var!” Lia bağırmıştı.
“Kes sesini Lia, anlamıyor musun farklı sesler duymaya başladık!” Sirel haklıydı. Sürekli ölmeyi dileyen bir ses vardı. Kim olduğuna anlam veremiyordum.
“Sare” İmre’nin sesi tüm sesleri bastırdı.
“Efendim” Sesim cılız çıkmıştı.
“İyi misin ilaçlarını getireyim?” Sirel içimde büyük bir öfkeyle köpürdü.
“İçme onları!” Başımı iki yana salladım.
“İçtim ben” İlk defa Sirel’in tarafındaydım. Onları sadece bir kez kullandım ve tüm dengemi bozmuştu.
“Bizden kurtulmak istediğini anlıyorum Sare, ama kurtulurken yerimize başkalarını getirmemelisin.” Sirel’den aldığım ilk ve tek tavsiyeydi.
“Biraz dinlenelim mi canım?” İmre ellerini belime koydu. Koltuktan kaldırıp odaya götürdü. Yatağıma uzandığımda başımı yastığa koydum. Tuna’yı hayal ederek yavaş yavaş uykuya daldım.
✨
İmre’nin erkenden hastaneye gittiğini hayal meyal hatırlıyordum. Şuanda saat öğle saatleriydi. İmre’nin arkasından evden çıkarak okula gelmiştim. Kapıda beni bekleyen askerleri gördüğümde şaşırmıştım. Yavuz baba güvenliğim için her türlü önlemi almıştı.
“Evet, bunları yazdınız mı bebeklerim.” Hepsi hepbir ağızdan evet demişti.
“Öğetmenim.” Masum bir ses işittim.
“Efendim güzelim?” Ayaklarını sandalyede sallıyordu.
“Sizi özledik. Annem dedi ki öğetmenimiz bizi bırakmadı.” Gözlerime hücum eden gözyaşına direndim.
“Evet, niye bırakayım, sizde artık benim çocuklarımsınız, insan çocuğunu bırakır mı?” Hepsi yerlerinden kalkıp koşarak bana sarıldılar. Beni bu kadar özlediklerini bilmiyordum.
“Ben size neler getirdim biliyor musunuz?” Onlara eğilip fısıldadım.
“Bir sürü çikolata” Neşeyle söylediğimde hepsi yerlerinde zıpladı. Yanımda getirirken ağırlığından taşıyamadığım çantamı açtım. Hepsinine 10’ar tane çikolata verdim. Uzanıp yanaklarımı öptüler.
“Bir sürü de oyuncak aldım.” Diğer çantamı açtığımda, kızlara sevdikleri barbie bebeklerinden, erkeklere ise araba çeşitlerinden hediye etmiştim.
“Öğetmenim, biz sayenizde çok şey öğendik.” Uzanıp yanağını öptüm.
“Benimde buraya geldiğimde öğrendiğim şey ne oldu biliyor musunuz?” Hepsi dikkatle beni dinledi.
“Mücadele etmeyi öğrendim. Herkese, herşeye karşı, dik durmayı, kimsenin beni yıkmasına izin vermemeyi öğrendim. Sizler de büyüdüğünüzde size dayatılan şeylere karşı dik durun diye buradan ve sizlerden vazgeçmiyorum.” Gözlerim istemsizce doldu. Bunu farketmelerine şaşırdım. Çünkü hepsi bana sarılmak için yeniden geldiler.
“Burada sadece size dersler konusunda bir eğitim vermiyorum bebeklerim, büyüdüğünüzde de irade sahibi biri olup, güçlü durmanızı istiyorum.” Hepsi o kadar küçüktü ki bu köyde sıkışıp kalmış çok zeki çocuklardı.
“Babam sizin artık gelmeyeceğinizi söyleyince annem çok kızdı Öğetmenim, bizim köyümüzdeki kadınlar, erkeklerinden korkarlardı. Siz gelince onlarda artık korkmamaya başladı.” Büyümüşte küçülmüş dediğim erkek öğrencim konuşunca çok şaşırdım.
“Buna çok sevindim, demek mücadele etmeyi tek ben öğrenmemişim.” Öğrencimin karnını hafifçe gıdıkladım. Kıkırdayarak geri çekildi.
“Hadi bakalım, neleri tekrar etmişsiniz onlara bir bakalım, daha sonra hızlıca derslere geçelim.” Onlara ders anlatmak benim içimi ısıtıyordu.
👩🏻🏫
“Yavaş yavaş, boyundan büyük çanta takmışsın yine” Kıkırdayarak öğrencimin çantasını omzundan aldım.
“Babama çanta alalım dedim büyük almış.” Dudaklarını büzdü.
“Seni yerim” Yanaklarını öpüp önüme kattım.
“Hoşgeldiniz Öğretmen hanım.” Veliler çocuklarını alırken omzumdaki çantayı öğrencimin velisine uzattım.
“Hoşbuldum nasılsınız?” Hanımlar bana beklemediğim bir anda sarıldıklarında şaşkınlıkla onlara sarıldım.
“Valla ilk başta gelmenize hiç sevinmedim ama şimdi sanki bir parçamız oldunuz.” Bu beni çok mutlu etmişti.
“Allah sizede hayırlı evlatlar nasip etsin Öğretmen hanım” Duygulanmamak için kendimi zor tutuyordum.
“Amin sağ olun, ben size bir şey sormak istiyorum. Ahmet’i göremedim de bugün bir sorun mu var?” Korkuyla sormuştum.
“Onlar şehre taşındı. Artık orada okuyacakmış, bu köyün derdinden bıktım deyip tası tarağı topladı gitti adam” Ahmet’i seviyordum. Çok zeki bir çocuktu, umarım gittiği yerde okuyabiliyordur.
“Tamamdır teşekkür ederim. Hoşçakalın.” Yavaş yavaş ayrıldıklarında arkalarına dönüp öpücük atan öğrencilerimr gülümseyerek el salladım.
“Sare hanım” Arkamda seslenen askere baktım.
“Başka bir işiniz yoksa gidelim isterseniz.” Dalgınlıkla ne dediğini pek anlayamadım.
“Aaa doğru kusura bakmayın unuttum sizi” Asker hafifçe tebessüm etti.
“Önce evime uğrayabilir miyiz?” Asker başını sallayarak arabayı işaret etti.
“Teşekkürler.” Hızla arabaya binmiştim. İstemsizce evimi özledim. Oraya bakmak istiyordum. Araba evimin önünde durduğunda hızla içeriye girdim. İmre anlaşılan yeni temizlik yapmıştı. Evimiz mis gibi kokuyordu. Bir kaç eşyayı çantama koydum. Daha sonra fazla bekletmeden dışarıya çıktım. Askeri araca ilerlerken arkamdan duyduğum tanıdık ses beni durdurdu.
“Vay vay vay, kimleri görüyorum.” Aykut pişkin bir ifadeyle bana sırıtıyordu. Elimdeki çantayı askere uzattım.
“Nasılsınız Sare hanım?” Yüzüne bir tane geçirmek istedim.
“Nasıl olduğum seni hiç ilgilendirmez.” Kollarımı göğsümde kavuşturdum. Aykut bana doğru bir adım atınca askerlerden biri kolunu aramıza uzattı. Aykut ilk önce aramıza uzattığı koluna ardından askere baktı.
“Kendine koruma mı tuttun?” Kahkaha atar gibi güldü.
“İstediğin gibi algıla, kimsenin ne düşündüğünü önemsediğini sanmıyorum. Ama bence koruma tutması gereken sensin, sonuçta hem benden hem de Tuna’dan bir ton dayak yiyen sensin.” Gülüşü yüzünde solarken keyifle sırıttım. Bir adım atınca asker de bir adım öne gitti.
“Seninle işimiz bitmedi.” Gözlerimi ona diktim.
“Tehdit mi ediyorsun?” Askerin sert sesiyle bir adım geri çekildi.
“Yok sadece konuşuyoruz öyle değil mi Öğretmen hanım?” Yeniden sırıtmaya başladığında istemsizce yumruklarım kaşındı.
“Senin tehdit edebilecek cüretin yok. Ondan dolayı seni ciddiye alamadığım için kusura bakma Aykut.” Aykut dişlerini sıktı. Bir adım öne gelerek aradaki mesafi kapatmak istedi. Asker aramızdaki kolunu Aykut’un göğsüne bastırarak onu geriye savurdu.
“Albay’ın gelini, pişman olacağın hareketler yapma!” Aykut yutkunarak sadece bakmakla yetindi.
“Boşluğuma geldi Komutanım, kusura bakmayın.” Kaçar adımlarla uzaklaştı.
“Teşekkür ederim.” Fısıltıyla söylemiştim.
“Teşekküre gerek yok Sare hanım, biz görevimizi yapıyoruz.” Ardında askeri aracı işaret ettiğinde daha fazla bekletmeden hızla bindim.
“Sizinde bir işiniz yoksa, yani var mı bilmiyorum, beni merkeze götürür müsünüz?” Asker bana bakmadan başını salladı.
“Merkeze sür.” İletişimi yarıda tutuyorlardı. Bunun neden olduğunu anlayamadım. Belki de saygıdandı.
Merkeze geldiğimde Tuna ile daha önceden alışveriş yaptığımız markete girdim. Sonuçta Hannan anneyle kalıyorduk. Eve alışveriş yapmam gerekiyordu. Kahvaltılık ve yemeklik bir sürü şey alıp market arabasına koydum. Kasaya doğru ilerlediğimde garip görünümlü bir kadın dikkatimi çekti. Benim bir kaç mesafe ötemdeydi. Başını çevirip bana baktığında içim istemsiz ürperdi. Bakışlarımı kaçırıp kasaya ürünlerimi koydum. Bunu yaparken askerlerden biri yardımcı olmuştu.
“Teşekkür ederim.” Sadece başını sallamakla yetinmişti. Beni korurken aynı zamanda ben yokmuşum gibi de davranıyorlardı. Açıkçası bunu nasıl başardıklarını merak ettim.
“3560 tl” Kartımı çıkartıp pos cihazına tuttum. Parayı onaylamak için yeniden şifre yazmam gerekiyordu. Ardından fişimi alıp çantama koydum. Askerler çoktan poşetleri arabaya yerleştirmeye başlamıştı.
“İmre, nasılsın, çıkacak mısın ben merkezdeyim seni de alalım?” İmre aceleyle konuştu.
“Canım bendr otoparktayım, siz giderken arkadan takip ederim.” Buna çok mutlu olmuştum.
“Tamamdır bekliyoruz o zaman” Telefonu kapatıp askerlere söylemiştim. Yeniden sadece başlarını sallamakla yetindiler.
Aracın önünde durup etrafı izliyordum. Herkes hayat gayesi için telaşla bir yerlere girip çıkıyordu. Başımı başka yöne çevirdiğimde markette gördüğüm garip görünümlü kadının beni izlediğini gördüm. Bakışları sanki bir büyünün tesiri altına alıyormuş gibiydi, huzursuzca bakışlarımı kaçırdım.
“Senin aklında çok gürültü var.” Şok içinde başımı çevirdiğimdr kadının yanımda olduğunu yeni farketmiştim.
“Anlamadım?” Yumuşak bir sesle söyledim. Kadın beni süzdü. Gözleri yüzüğümün olduğu parmağımda oyalandı.
“Evlenecek misin?” Sorduğu soruya ne diyeceğimi şaşırdım.
“Evet” Sadece bunu diyebilmiştim.
“Beyninin içinde çok gürültü var. Çok fazla ses duyuyorsun.” Yutkunarak kadına baktım. Ardından askerlere baktım. Kaşlarını çatmış kadını izliyorlardı.
“Abla hadi uzaklaş.” Askerlerden biri önümr geçip kadına yolu işarete etti.
“Bir yıkım olacak. Bir şehit vereceksiniz evladım.” Asker bir anlığına durdu. Onun önüne geçerek kadına baktım.
“Sen o yıkımın kurbanı olacaksın kızım.” İçime süzülen korku beni dehşete düşürdü.
“Ne demek istiyorsun?” Şaşkınlıkla sordum.
“Yüzüğün parmağında gevşek duruyor.” İstemsizce parmağıma dokundum. Hayır, tamamen parmağıma göreydi.
“Ablacım hadi, uzatma ilerle.” Askeri sabrı tükenmişti.
“Çok acı çekeceksin, düşecek o yüzük, kaybolduğunu sanacaksın, ama seni yeniden bulacak.” Söylediği hiçbir şeye anlam veremiyordum öylece olduğum yerde kalakaldım.
“Ne demek istediğini anlamıyorum.” Kadına yaklaştım.
“Sare hanım, başka bir yerde bekleyelim arkadaşınızı, araca binin lütfen” Kadın önce bana daha sonra askere baktı.
“Susturulamayan bir ses, değiştirilemeyen bir irade. Henüz bilmiyorsun. Ama taşıyacaksın. Toprak, bir asker ve bir öğretmenin izini taşıyanı bekliyor. Sen daha bilmiyorsun, ama içinden gelen, bir denge olacak. Kurşunla sınanacak, kelimelerle büyüyecek. Ne savaş onu tamamen şekillendirecek, ne barış onu tamamen susturacak.” Şok içinde kadını dinledim. Kadın o kadar ciddiydi ki sanki geleceğimi görüyor gibi bakıyordu. Korkudan istemsizce titremeye başladım.
“Ablacım hadi uzatma ilerle.” Askerin önüne geçtim.
“Bana bu söylediklerini açıkla” Sesim biraz sert çıkmıştı.
“Yedi kuşağın bedelini taşıyan o çocuk, anasının kalbinden değil, kaderin yarasından doğacak. Ve onun adımları, hem sonbahar kadar hüzünlü hem ilkbahar kadar yenidir.” Dehşetle onu dinledim. Benimle dalga mı geçiyordu.
“Ne demek istediğini anlamıyorum. Artık saçmalamayı bırak!” Arkamı döndüğümde askerlerde benimle birlikte yürüdü. Kadın yeniden konuştuğunda olduğum yerde kalakaldım.
“Aklını kaybedeceksin güzel kızım” Korkuyla ona baktım.
“Sare hanım, bunlar boş lakırdılar siz takılmayın, hadi gidelim.” Yerimden kıpırdayamıyordum.
“Kollarında taşıdığın sıcaklık kalbini ısıtırken, zaman sinsice ileri sayacak. Altı damla zaman sonra, bir el, gölgelerin içinden uzanacak. Çok şeyi anlayacaksın ama çok geç kalacaksın.” Asker önüme geçerek kadının kollarından tutup gitmesini işaret etti.
“Kollarında tuttuğunu sanacaksın, ama kader kollarını başka yöne çevirecek. Altıncı ayda bir sessizlik olacak, önce fark etmeyeceksin. Sonra o sessizlik, çığlık gibi yankılanacak!” Kadın bağırmaya başladığında beynimde bir sürü ses yankılanmaya başladı. Korkuyla başımı tuttum. O seslerin susması gerekiyordu.
“Sare hanım, binin araca” Asker kapıyı açarak içeriyi işaret etti. Ama ben hızla önüme dönerek kadına yürüdüm.
“Gerçekleri duymaya zorlanıyorsun ama yaşayacaksın.” Gözlerim dolmuştu.
“Sen kimsin?” Hafifçe gülümsedi.
“Aklını bul güzel kızım, kaybedeceğin aklını bul.” Yanımdan uzaklaşıp arkasına dönüp hızla ilerledi. Ben ise bir sürü soru işaretiyle orada kalakaldım.
“Sare hanım” Askerlerden birinin sesini duydum.
“Kızım sen bakma ona, buraların delisidir o” Söylenen kadına baktım. Güler yüzüyle bana bakıyordu.
“Gidelim lütfen” Arkamı döner dönmez anlık bir baş dönmesi yaşadım. Hücrelerime kadar korkmuştum. Askerlerden biri hızla kolumu tuttu.
“Sare hanım, arabada bekleyin, hem hava soğudu.” Başımı sallayarak beni araca götürmesine izin verdim.
YAZARIN KALEMİNDEN
Tepeye ulaştıklarında rüzgarın sert sesi kulaklarında uğulduyordu. Biraz dinlenmek ve yemek yemek için yürümeye ara vermişlerdi.
“Duymuş olabilirler mi?” Soruyu soran Murat Teğmendi.
“Bilmiyorum, umarım elimizden kaçırmamışızdır.” Ömer Üsteğmen konuşmuştu.
“Aramaya devam, bu sefer kaçamayacak.” Tuna Yüzbaşı, timinin konuşmasına kulak misafiri olmuştu. Belirledikleri noktada Ahad ve beraberindekilerin orayı terk ettiği izlerini görmüşlerdi.
“Karnınızı iyice doyurup dinlenin, bir daha durmayacağız.” Tuna Yüzbaşı sert sesiyle yeniden konuştu.
“Yila, ben hepsini yiyemem zaten, yarısını sen al.” Yila hafifçe tebessüm ederek Biran Teğmen’e baktı.
“Sağ olun, ben zaten çabuk doyarım. Lütfen siz yiyin.” Biran Teğmen başını salladı.
Yemeklerini yediklerinde Tuna Yüzbaşı üniformasının cebinden çıkardığı haritayı yere koydu.
“Geldiğimizi duymuş olduklarını sanmıyorum. Ama diyelim ki duydular, kaçmak için buradaki kestirmeyi kullanacaklar, burası tehlikeli bir dar geçit, daha sonra buradan karşıya geçmek zorunda kalacaklar. Biz bu nehire varmadan onları yakalamamız gerek. Diyelim ki yakalayamadık. Nehiri geçip sağ tarafta kalan Konaç dağlarına ilerleyecekler, o dağı geçmelerine izin veremeyiz. Çünkü sınıra oldukça yakınlaşmış olacaklar. Suriye’de kendilerini KKV’ler olarak tanımlayan terorist birliği ile buluşacaklar. O birlikle buluşmadan yakalamak zorundayız.” Hepsi Tuna Yüzbaşı’yı dikkatle dinliyordu.
“KKV nedir?” Yila Teğmen sormuştu.
“Yeni bir terorist birliği, kendilerine Kara Kuvvet Vahşeti adını vermişler. Bunu da Mit duyurdu.” Yila Teğmen başını salladı.
“Şimdi diyelim ki bulduk, çatışmaya başladık. Ahad’ın orayı terk etmemesi lazım, bu noktada Yila, Rebecca olarak dikkatini dağıtacak.” Aren istemsizce gerildi.
“Ahad’ın Rebecca’ya körü körüne inanacağını sanmıyorum. Sorgulamaya başlayacaktır.” Aren konuşmuştu.
“O halde sorgulatmayacağız.” Tuna Yüzbaşı kesin bir dille konuşmuştu.
“Aklında ne var Tuna?” Aren sordu.
“Ortamın koşullarına göre söyleyeceğim. Hadi devam edelim.” Tuna Yüzbaşı kalktığında herkes ayaklanmaya başladı.
SARE LİA SARUHAN
“Çok acı çekeceksin, düşecek o yüzük, kaybolduğunu sanacaksın, ama seni yeniden bulacak.” Neyden bahsediyordu.
“Yedi kuşağın bedelini taşıyan o çocuk, anasının kalbinden değil, kaderin yarasından doğacak. Ve onun adımları, hem sonbahar kadar hüzünlü hem ilkbahar kadar yenidir.” Ne demek istediğine anlam veremiyordum.
“Aklını kaybedeceksin güzel kızım, aklını bul.” Korkuyla kalbimi tuttum. Göğsüme sancı girmişti.
“Kızım” Yavuz babanın sesiyle aniden arkamı döndüm.
“Hava soğudu, camı kapatalım mı?” Havanın soğukluğunu yeni farketmiştim.
“Olur” Gülümseyerek camı kapadım. Mutfakta pencereden dışarıyı izliyordum.
“İyi misin güzel kızım” Aklını kaybedeceksin güzel kızım, bir an korkuyla titredim.
“Sare” Yavuz babanın ciddiyet dolu sesiyle kendimi toparlamaya çalıştım.
“Haber var mı baba?” Yavuz baba, gülümseyerek bana baktı.
“Yok, ama merak etme gelecekler.” Başımı salladım.
“Gel, oturalım şöyle, kahve de yapacağım. Baba kız içeriz ne dersin?” Baba kız, bu tanım hoşuma gitmişti.
“Ben yapayım, sen zahmet etme lütfen” Yavuz baba beni sandalyeye geri oturttu.
“Yok ben yapacağım, Hannan annene sor bakayım, benim kahvemi çok sever.” Gülerek sandalyeye oturdum. Üniforma giymediği zamanlarda tam bir aile babasıydı.
“Bu makineler çıktı çıkalı kahvenin tadı da kalmadı. Ben hala cezvede yaparım.” Gülümseyerek konuştum.
“Biraz daha pratik oldu sadece, ama evet bazı tatlar eskisi gibi kalmalı.” Babam kahveyi yaptıktan sonra fincanlara koydu. Ardından masaya koyarak beni karşısına oturttu.
“Tuna, benden bir şey saklamaz kızım, az çok biliyorum bazı şeyleri, İstanbul’a neden gitmek zorunda kaldığını” Yutkunarak Yavuz babaya baktım.
“Yanlış anlama sana bir şey sormayacağım. Sadece ne olursa olsun arkanda bi baban olduğunu bilmeni istiyorum. Ne derdin varsa söyleyebilirsin. Seni dinlerim, tavsiye veririm.” Bu konuşma içimi ısıtmıştı. İstemsizce gözlerim doldu.
“Bu konuşmayı babamla hiç yapmadık. 16 yaşımdan beri ondan uzak tutuluyordum. Abim yanına yaklaşmamı istemezdi. O zamanlar göremediğim baba sevgisine muhtaçtım.” Yavuz babanın gözleri doldu. Onu üniforması üzerindeyken asla böyle göremeyeceğimi anladım.
“Bazı babalar var evlat kıymeti bilmez, bazıları ise evlat hasreti çeker. Ben çok çektim. Ama Allah büyük, şimdi bir sürü evladımın babasıyım.” Kendimi bile şaşırtarak sandalyede ona doğru eğilip sarıldım. Bir babanın kokusu vardı üzerinde, hiç tatmadığım o babalık duygusu, baba olmadan bahşedilmişti ona.
“Teşekkür ederim.” Fısıltıyla söyledim.
“Beni kızın olarak gördüğün için teşekkür ederim.” Bana sarıldığında saçlarımı okşadı. Hiçbir şey söylemedi.
“Ben en çok kız babası olmayı istedim.” İtirafı içimi burkmuştu.
“O zaman şimdi oldun.” Hafifçe güldü.
“Ama biraz baş belasıyımdır.” Gülerek söylemiştim.
“Aman sen hep var ol da nazını çekeriz.” Bu söz çok hoşuma gitmişti.
“Ay, neler oluyor burada, baba kız hasbial ediyorsunuz.” İkimizde Hannan anneye baktığımızda, İmre ve Hannan anne gözlerini siliyordu.
“Siz ağlıyor musunuz?” Yavuz baba başını başka yöne çevirdi.
“Yok hanım ne ağlaması, koskoca adama yakıştırdığın şeye bak, neyse ben hava alayım.” Kaçar gibi sandalyeden kalkıp uzaklaşmıştı.
“Yaa çok tatlıydınız.” İmre gözlerini saklamaya gerek duymamıştı.
“Hemen Hannan teyzeyi çağırdım.” Gülerek onlara baktım.
“Yavuz baba bana kahve yaptı.” Kahvemi yudumlarken onlara baktım.
“Bende ikimize yapayım Hannan teyze ne dersin?” Hannan anne başını sallayarak sandalyeye oturdu.
YAZARIN KALEMİNDEN
“Gece sert geçiyor.” Ömer Üsteğmen, Tuna Yüzbaşı’ya söylemişti.
“Evet, soğuk.” Tuna Yüzbaşı kısa bir cevap vermişti.
“Aklın Sare de değil mi?” Tuna Yüzbaşı başını sallayarak Ömer Üsteğmen’e baktı.
“Yavuz Albay, emanetini korur kollar.” Tuna Yüzbaşı başını salladı.
“Korkum ondan değil, korkum hiçbir şey olmamış gibi davranmasından, sanki 3 hafta önce bir mezara gömülmemiş gibi davranıyor.” Kendisini tedirgin eden şeyi ilk defa dile getirmişti.
“Sare güçlüdür.” Tuna Yüzbaşı başını iki yana salladı.
“En güçlü iradeye sahip olan insan bile bunu kolayca atlatamaz. Benim korkum ileride içine attığı şeylerin kendi içinde bir yıkıma sebep olması, tamamen aklını kaybedecek düzeye gelmesinden korkuyorum.” Ömer Üsteğmen yutkunarak Tuna Yüzbaşı’ya baktı.
“Sence neden tedaviyi reddediyor?” Tuna Yüzbaşı başını öne eğdi.
“Bu işte içime sinmeyen bir şeyler var. Dönünce ilgileneceğim.” Ömer Üsteğmen başını sallayarak söze girdi.
“Uzatmayın bence, hayırlı şeyler uzatılmaz derler, evlenin gitsin.” Tuna Yüzbaşı hafifçe bir tebessüm etti.
“Allah nasip ederse en kısa sürede.” İkiside yolun geri kalan kısmını sessizce yürümeye devam ettiler.
SARE LİA SARUHAN
Okul 14:00’da bitmişti. Ve bende bazı teşekkürlerim için hastaneye gelmiştim. İlk önce Haze’nin odasının kapısını tıkladım. Kendimi gösterdiğimde Haze şaşkınlıkla bana baktı.
“Gel lütfen” İlk defa bana karşı nazik olmasına şaşırdım.
“Alçın çıkmış, nasılsın?” Gülümseyerek yanıtladım.
“İyiyim sen nasılsın, hastalarını çok bekletmeyeyim, ben teşekkür etmek için geldim.” Haze ayağa kalkarak elimi sıktı.
“Ne içersin bir şeyler söyleyeyim?” Nazikçe gülümsedim.
“Yok teşekkür ederim.” Haze gülümseyerek yeniden konuştu.
“Ne için teşekkür etmek istedin?” Şaşırmıştı.
“Yani ameliyatıma sende girmişsin, teşekkür etmek istedim. Lütfen diğer doktorlara da ilet. Çok memnun olurum.” Haze gülümseyerek konuştu.
“Ben doktorum Sare, yine de kabul ediyorum. İyileşmene sevindim.” Belki de en baştan böyle olabilirdik.
“Teşekkür ederim. Biraz yoğunluk var sanırım.” Ne diyeceğimi bilemiyordum.
“Hayırlı olsun, umarım ikinizde mutlu olursunuz.” Geldiğimden beri saklamaya çalıştığım parmağımın varlığını hissettim.
“Aaa, teşekkür ederim. Ben daha fazla oyalamamayayım en iyisi, tekrardan ellerine sağlık teşekkür ederim.” Kaçar gibi odadan çıkınca Haze arkamdan gülmüştü. Niye utandığımı anlamamıştım.
“Sare hanım?” Doktora gülümseyerek baktım.
“Merhaba Göktuğ bey” Tuna’nın adama dalacak gibi bakan bakışlarını hatırladım. Sandalyemi kendisine çekmişti.
“Maşallah yine ışıl ışılsınız.” Yanımdaki askerlerden birine bakmıştım. Kaşlarını çatmış doktora bakıyordu.
“Teşekkür ederim.” Tam gidecekken yeniden konuştu.
“Valla sizin gibisini henüz görmedim. Naif, güleryüzlü, güzel ve hoş bir kadın kolay bulunmuyor.” Şaşkınlıkla adama bakakaldım. Gerçekten hiç çekinmeden flört etmeye çalışıyordu.
“Bi kahve ısmarlasam?” Şaşkınlıktan cevap veremedim.
“Ben size ısmarlasam, ama bu kahve olur mu emin olamadım.” Arkamdaki askerlerden biri konuşmuştu.
“Anlamadım?” Doktor şaşkınlıkla baktı.
“Komutanımın nişanlısına mı yürüyorsun sen, hayırdır aslanım, kahvaltıda yürekle mi beslendin?” Doktor pişkin pişkin güldü.
“Dostça bir kahvenin nesi yanlış.” Nesi doğru?
“Neyse, biz gidelim hadi” Daha fazla olay büyümeden oradan uzaklaştırmaya çalıştım.
“Sare hanım, sıkılırsanız ararsınız?” Şok içinde adama baktım. Numaram kendisinde yoktu. Onun numarası da bende yoktu. Neyi ima ediyordu?
“Siz ne saçmalıyorsunuz?” Sinirlenmeye başlamıştım.
“Sizin için dedim.” Sinirle adım attım.
“Sen benim için hiçbir şey diyemezsin, nişanlı olduğunu öğrendiğin bir kadına saçma sapan sözlerde söyleyemezsin. Kendine gel, benim canını sıkma.” Doktorun yüzü asıldı.
“Sare han…” Asker yakasından tutarak kendisine çekti. Ne dediğini duyamadım ama hızla uzaklaşmaya başlayınca şaşkınlıkla baktım.
“Ona ne söylediniz?” Asker yolu işaret etti.
“Size soru sordum?” Önünde üç asker ilerlerken şaşkınlıkla onlara doğru koştum. Onların bir adamı benim 5 adımım gibiydi.
“Ona ne söylediniz?” Askerlerin önüne geçtim.
“Sare hanım, uğrayacağınız bir yer yoksa eve bırakalım?” Söylemeyeceğini anladığımda pes edip arkamı döndüm.
“Bende Tuna’ya bana hiçbir şey söylemediğinizi söylerim.”
“Ya da Yavuz babanın yanına gidip benden bir şey sakladığınızı söylerim.
“Karargaha gidelim Yavuz babayı göreceğim.”
“Bak söylerim.”
“Size diyorum beni dinlemiyor musunuz?” Bana garip garip bakan askerlere baktım.
“Size söylüyorum.” Ayaklarımı istemsizce yere vurdum.
“Biz gerekeni Komutanımıza izah ederiz Sare hanım.” Surat asarak askerlere baktım.
“Hepiniz gıcıksınız, başta da Tuna.” Tuna’nın ilk zamanlardaki gıcıklığı aklıma gelince ona da söylendim.
“Komutanımızın haberi bile yok, Sare hanım.” Askerlerden biri arkamdan seslendi.
“O da en başında gıcıktı. Kendini beğenmiş ukala gibiydi. Neyseki şuan pamuk gibi” Askerler kendi aralarında gülmemeye çalışıyordu. Dudaklarını bastırıp bakışlarını kaçırdılar.
“Yumuş yumuş peluş gibi oldu.” Askerler istemsiz gülmeye başlayınca bende güldüm.
“Yakaladım.” İşaret parmağımı onlara uzattım. Bir anda ciddileştiler.
“Siz Komutanınıza mı gülüyordunuz?” Hepsi aniden başlarını iki yana salladı.
“Gördüm güldünüz. Hadi bana söyleyin bende Komutanınıza hiçbir şey söylemeyeyim.” Kollarımı göğsümde kovuşturdum
“Sare hanım, amma inatçısınız, bizi oyuna getirdiniz.” Saçlarımı savurdum.
“Sizi dinliyorum.” Pes ettiler. Bunu yüzlerinden anladım.
“Araca binelim Sare hanım” Kapıyı açarak içeriyi gösterdi. Oflayarak koltuğa oturdum.
“İyi, bende sizinle bir daha konuşmam.” Başımı cama çevirdim.
“Sağlığımız için en iyisi Sare hanım, Tuna Komutanım başka türlüsünü hoş karşılamazdı.” Suratımı asarak onlara baktım.
“Karargaha gidebilir miyiz Yavuz babayı görmek istiyorum.” Arabayı süren asker başını salladı.
“Tuna’yı tanıyor musunuz?” Az önce konuşmam diyen ben değilmişim gibi sordum.
“Tuna Komutanım iyidir.” Bakışlarımı askerlere çevirdim.
“Bunun doğruluğu şüpheli sonuçta kötüleyecek değilsiniz.” Askerler hafifçe tebessüm etti.
“Yok Sare hanım, harbiden iyidir, kimseye gereksiz üstünlük taslamaz. Görevinin niteliklerini bilir ona göre işini yapar.” Ayy beyimle gurur duydum.
“Onunla hiç göreve çıktınız mı?” Askerler hüzünle baktı.
“Nasip olmadı. Umarım bir gün olur.” Gülümseyerek baktım. Onu çok özlemiştim. Sarılmak istiyordum. Yüzüğünü öpen yüzü hiç gözlerimin önünden gitmiyordu.
BÖLÜM SONU
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
152.78k Okunma |
14.51k Oy |
0 Takip |
166 Bölümlü Kitap |