Vera ve Arcas ırkları arasındaki savaş, Shou'ya rüyasını unutturmuştu. Ancak gece olup da yatmaya karar verdiğinde, hangi rüyayı göreceğini biliyordu. Fakat rüyasında kaç kişinin olacağını kestiremiyordu ve bunu öğrenmenin tek yolu uyumaktı.
Shou, rüyasında yine tek bir kişiyi görmüştü. Oysa üs savaşının yaşandığı günden itibaren rüyalarında hep iki kişi beliriyordu ve artık bundan sonra da hep iki kişi göreceğini düşünmüştü. Ancak yanılmıştı. Yanılmadığı tek şey ise, rüyasındaki kişinin yüzünü hâlâ göremiyor oluşuydu. Bu belirsizlik, içinde tarif edemediği bir korku uyandırıyordu. Neden rüyaları sürekli değişiyor, ama içindeki figürlerin yüzleri hep karanlıkta kalıyordu? Daha da garibi, hiç konuşmamalarıydı. Onları görebiliyor ama hiçbir şekilde yüzünü seçemiyordu.
Tam o anda, bir ses duyuldu.
"Sonunda uyandın, seni özledim. Uyanmayacaksın diye öyle korktum ki... Ama buradasın işte. Yine birlikteyiz ve sen uyandığın sürece birlikte olmaya devam edeceğiz."
Ses, belirgin bir şekilde bir kadına aitti. Ancak Shou hâlâ uyuyordu. O zaman nasıl birlikte olabilirlerdi? Uyanırsa, sesin sahibi yok olacaktı. Ta ki tekrar uyuyana kadar... Ve her uyuduğunda, onunla karşılaşmaya devam edeceğini artık biliyordu. Bu gerçeği uzun zaman önce kabullenmişti.
Başlangıçta rüyalarında yalnızca onu görüyordu. Daha sonra, yanında küçük bir çocuk belirmeye başlamıştı. Fakat bu gece çocuk orada değildi. Oysa son zamanlarda hep üçü birlikte oluyordu. Peki, o çocuk kimdi?
Sanki düşüncelerine cevap verircesine, ses bir kez daha yankılandı:
"Her şeyin bir zamanı var. Hâlâ uyanmadın. Uyandığında her şey ortaya çıkacak. Bunun için senin uyanman lazım. Doğru zamanda, doğru yerde..."
Shou, derin uykusundan silkinirken bir ses kulaklarında yankılandı.
"Shou, uyan! Öğlen oldu neredeyse."
Gözlerini yarı açık bir şekilde kırpıştırarak başını yastıktan kaldırdı. Karşısında Bruce'u gördü.
"Ne oldu?" diye sordu, sesi hâlâ uykulu bir tonda.
"Öğlen oldu neredeyse," dedi Bruce, yüzünde muzip bir gülümsemeyle.
Shou, göz ucuyla saate baktı ve kaşlarını çattı.
"Saat daha sabahın altısı. Ne öğleni?"
Bruce omuz silkerek kahkaha attı. "Biliyorum. Ama başka türlü uyanmazdın," dedi keyifle. "O yüzden kalk, kahvaltıya gidelim."
"Duş alıp geliyorum, sen bensiz git," dedi Shou derin bir iç çekti ve yorgun bir şekilde yataktan doğruldu.
"Kafeteryada görüşürüz o zaman," dedi Bruce ve kapıyı arkasından çekerek çıktı.
Shou bir süre daha oturduktan sonra nihayet ağır adımlarla banyoya yöneldi. Ilık suyun altında geçen birkaç dakika içinde kendine gelmeye başladı. Duştan çıkıp aceleyle üzerini giyindikten sonra kafeteryaya doğru yola koyuldu.
Kahvaltısını yaparken zihni tekrar rüyasına kaymaya başladı. Uyandığında, rüyasında gördüğü kadın yanında değildi. Elbette bunun böyle olacağını biliyordu ama içindeki garip his geçmiyordu. Kadının söyledikleri aklından çıkmıyordu: "Doğru zamanda, doğru yerde uyanmalısın."
Bu sözlerin anlamı neydi? Kafası gittikçe karışıyordu.
"Ne düşünüyorsun bakalım, Shou?" diye sordu Bruce.
Shou, gözlerini masadan kaldırarak arkadaşına baktı. Kısa bir duraksamanın ardından sordu: "Söylesene Bruce, en son ne zaman rüya gördün? Ve rüyanda gördüğün kişi sanki gerçekten karşındaymış gibi seninle konuştu mu?"
"Bu da ne demek şimdi?"
"Duydun işte," dedi, sesinde hafif bir dalgınlıkla.
"Hatırlamıyorum," dedi Bruce. "Bildiğim tek şey, rüyamda gördüğüm kişiyle asla konuşmam. Ama sana bir tavsiye verebilirim."
Shou, duyduğu bu sözlere önce şaşırdı, ardından yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti. "Gerçekten mi?"
"Evet, gerçekten. Bildiğin gibi artık rüyalarımızı kontrol edebiliyoruz yani, rüya merkezine gitmen yeterli. Böylece rüyanın ne anlama geldiğini çözebilirsin."
Shou kısa bir duraksamayla Bruce'a baktı. Ardından, "Bunu düşüneceğim," dedi, sesinde kararlı bir tonla. Ancak bu sadece bir sözden ibaretti. Çoktan kararını vermişti. Rüyasını beş ya da altı kez gördüğünde, rüya merkezine gitmemeye kesin bir şekilde karar vermişti ve bu kararın arkasında durmaya da kararlıydı.
Tam o sırada, Alice'in sesi konuşmalarını böldü.
"Ne oldu, ne konuşuyorsunuz bakalım?" diye sordu.
"Hiç, öylesine dünkü toplantı hakkında konuşuyorduk," dedi Shou, gözlerini Alice'e çevirerek. Ancak Bruce'un ona attığı bakış, sözlerinin pek de inandırıcı olmadığını gösteriyordu. Öyle ki, bir yabancı bu bakışı görse, Shou'nun rüyasında Alice'i gördüğünü sanabilirdi. İçten içe, Bruce'un bu konuyu açmamasını umdu, fakat yanılmıştı. Sonuçta, Bruce her zamanki gibi doğrudan konuşmayı seven biriydi ve tahmin ettiği gibi, Bruce hiçbir şey olmamış gibi rüyayı anlatmaya başladı. Shou'nun itirazlarına rağmen Alice de konuya dâhil oldu ve ikisi de onu rüya merkezine gitmeye ikna etmeye çalıştı.
"Size bir soru soracağım," dedi ve devam etti. "Rüyamda gördüğüm kişi, birlikte olmamız için uyanmam gerektiğini ve şu an aslında uyuduğumu söyledi. Ben de ona rüya gördüğümü ve bunun zaten uyumak anlamına geldiğini söyledim. Ama o, ikisinin farklı şeyler olduğunu ve asıl uyanışın bundan farklı olduğunu belirtti. Fakat uyandığımda yanımda yoktu. Sizce bu ne anlama geliyor? Hem uyuyup hem uyanık olmak nasıl mümkün olabilir?"
Shou'nun yüzündeki ciddiyeti gören Alice ve Bruce önce birbirlerine baktılar, sonra aynı anda kahkaha atmaya başladılar. Bruce, başını iki yana sallayarak, "Üs saldırısının şokundan hâlâ çıkamadın dostum," dedi, gözlerinde eğlenceli bir parıltıyla.
"Saldırıda başına darbe aldın mı, almadın mı?" diye sordu Alice ciddi bir ifadeyle. Ancak cümlesini tamamlamadan Bruce da aynı soruyu sormuştu.
Shou tam cevap vermeye hazırlanırken, ikisi aynı anda "Rüya merkezine git!" diye bağırarak konuşmayı noktalamışlardı.
"Rüyanı belki önce bize anlatmak istersin, ne dersin?" diye sordu Alice.
Shou bir an tereddüt etti. Aslında rüyasının ne anlama geldiğini kendi başına çözmek istiyordu. Fakat bunu yaparken rüya merkezinden biraz yardım almak fikri de cazip geliyordu. Sonunda, rüyanın bazı kısımlarını değiştirerek anlatmaya karar verdi.
"Bu rüyayı ilk kez üs savaşından sonra görmeye başladım," diyerek söze başladı. "Gördüğüm kişinin yüzü yoktu. Yüz yüze konuşuyorduk ama sanki boş bir boşluğa bakıyordum. İlk başlarda korktum, hatta rüyada ondan uzaklaşmak için koşmaya çalıştım ama her defasında aynı rüyayı tekrar tekrar gördüm. Ta ki düne kadar... Dün gece farklıydı. İlk kez rüyamdaki kadınla konuştuğumu hatırlıyorum." Konuşmasını bitirdiğinde, Alice ve Bruce'un tepkisini merak ederek gözlerini onlara çevirdi.
"Yani rüyanda bir kadın gördün, onunla konuştun ama yüzü yoktu? Bu bana biraz saçma geldi," dedi Bruce alaycı bir gülümsemeyle. Sonra Alice'e dönerek, "Sen ne düşünüyorsun?" diye sordu.
"Bence rüya merkezine gitmelisin," dedi Alice kararlı bir şekilde ve ardından devam etti. "Özellikle de bu kadının kim olduğunu bir an önce öğrenmeliyiz. Böylece rüyanın anlamını çözer ve bir daha bu rüyayı görmekten kurtulursun." ve sözlerini bitirir bitirmez, fazla beklemeden yanlarından ayrıldı.
Shou, bir an Alice'in arkasından baktı. Rüya merkezine gitmeye hiç niyeti yoktu, ama bu rüyanın ona bir şey anlatmaya çalıştığını hissediyordu. Peki, bu mesaj neydi? Bu rüya ona tam olarak ne anlatmak istiyordu. Özellikle doğru zamanda doğru yerde uyanmakla ne kastedilmişti ve daha da önemlisi 'onlar' kimdi asıl sorun buydu. Onlarla gitmesi gerekti ama kim olduklarını bile bilmiyordu. Tek bildiği vakti geldiğinde onlarla gitmezse başına kötü bir şeylerin geleceğiydi fakat her şeyden önce onlarla kastedilenler her kimse onları bulması gerekecekti.
"Rüyanda gördüğün kişinin Alice olduğunu düşünüyorum," dedi Bruce gülerek ve kendinden emin bir sesle. "Sonuçta sana âşık ve bir şekilde bilinçaltın onu rüyana taşıdı. Ama yüzünü göremediğini söyleyerek gerçeği bizden saklamaya çalışıyorsun. Her şey bu kadar ortadayken inkâr etmeye kalkma, bu hiç de iyi bir fikir değil."
"Rüyamda gördüğüm kişi Alice değildi," diye yanıtladı kararlılıkla.
"Sana inkâr etmemeni söyledim, hatırlarsan."
"İnkâr etmiyorum. Ama rüyamdaki kadın Alice değildi. Onun yüzünü görememiş olabilirim ama konuşmasından ve saçlarından bunu anlayacak kadar farkındaydım. Alice'in saçları siyah ve omuzlarına kadar uzanıyor, ama rüyamdaki kadının saçları beline kadar uzun ve beyazdı."
"Peki, öyle olsun," dedi. "O zaman basit bir çözüm var. Alice olduğunu kabul et ya da üçümüz birlikte rüya merkezine gidip bu kadının kim olduğunu görelim. Ne diyorsun?" diye sordu ve Shou bir yanıt veremeden Bruce, Alice'e seslendi ve onu masalarına geri çağırdı.
Üçü birlikte rüya merkezine doğru ilerlerken, Bruce ısrarla Shou'nun rüyasında gördüğü kadını sorgulamaya devam ediyordu. Konuya fazlasıyla takılmış gibiydi ve Alice'in bu durumdan hiç hoşlanmadığı her halinden belliydi. Yüzündeki hafif gerilim, konuşmalara katılmaktan çok dinlemeyi tercih etmesi ve zaman zaman Bruce'a attığı kısa bakışlar, hislerini açıkça ele veriyordu. Sonuçta Alice, Shou'ya âşıktı.
Shou ise geçmişi düşünmeden edemiyordu. Bir zamanlar Sylvia'yı sevmişti—ama bu sevgi hiçbir zaman karşılık bulmamıştı. Bunun farkında olması, üstelik Alice'in de bu durumu bildiği hâlde hiçbir şey olmamış gibi davranıp diğer çocuklarla oyun oynamaya devam etmesi, Shou'nun hoşuna gitmese de Alice'in bundan memnun olduğu açıktı.
Rüya merkezi, üs bölgesinin birinci bölgesinde yer alıyordu, bu yüzden yolculukları biraz uzun sürüyordu. Üçü de dördüncü bölgede kaldıkları için, mesafe düşündüklerinden daha fazlaydı. Yol boyunca Bruce, konuyu hiç değiştirmeden rüyadaki kadına dair sorular sormaya devam etti. Özellikle de kadının güzel olup olmadığını öğrenmek konusunda inatçıydı.
Shou, her seferinde yüzünü göremediğini söylese de Bruce buna inanmak istemiyor gibiydi. Her defasında daha farklı sorular sorarak konuyu deşmeye çalışıyor, Shou'yu sıkıştırıyordu. Alice ise bu konuşmaları sessizce dinlerken zaman zaman gözlerini devirmekle yetiniyordu.
Sonunda, Bruce'un bitmek bilmeyen soruları eşliğinde uzun süren yolculuk tamamlandı ve rüya merkezine ulaştılar.
Üçü rüya merkezinin devasa giriş kapısından içeri adım attığında, onları bir kadın hologram kaydı karşıladı. Kaydın zarif ve pürüzsüz sesi, mekânın içinde yankılanarak rüya merkezini anlatmaya başladı.
Lumina Nova, insanlığın hayal gücü ile mimari ve teknolojinin sınırlarını zorlayan bir tasarım harikasıdır. Dünya'nın yörüngesinde konumlanan, Aurora Sentinel adlı uzay üssü üzerinde yer alan bu merkez, rüya analizi ve zihinsel keşifler için en ileri teknolojiyi sunmaktadır.
Hologramın sesi yankılanırken, içerideki atmosferin ne denli etkileyici olduğu hemen hissediliyordu. Binanın dış cephesi, yıldız ışığını ve uzayın derinliklerini yansıtan özel bir camla kaplanmıştı. Bu camlar, hem kozmik radyasyona karşı koruma sağlıyor hem de güneş enerjisini toplayarak binanın kendi kendine yetmesini sağlıyordu. Ancak en büyüleyici özellik, cam yüzeylerin gerçek zamanlı olarak galaksilerin, yıldızların ve Dünya'nın görüntülerini yansıtmasıydı. Bu sayede, bina adeta kozmik boşluğun içinde süzülen bir sanat eserine dönüşüyordu.
Geceleri dış cephede beliren dönen galaktik desenler, ışık ve gölge oyunlarıyla etkileyici bir görsel şölen sunuyordu. Yapının tasarımında sert ve keskin hatlar yerine, akıcı ve spiral formlar tercih edilmişti. Bu aerodinamik yapı, bir gezegenin yörüngesinde süzülme hissini çağrıştırıyor, hem estetik hem de fonksiyonellik açısından kusursuz bir bütünlük oluşturuyordu.
Giriş kapısı, safir mavisi ışıklarla aydınlatılmış büyük bir cam kubbeden oluşuyordu. Kapının hemen önünde, galaksi formunda dönen holografik kapılar sürekli hareket ederek ziyaretçileri içeri davet ediyordu. Teknolojik zarafet ile kozmik görkemin birleştiği bu giriş, insanın Evren'in büyüklüğüne duyduğu hayranlığı pekiştiriyordu.
Shou, içeri adım attığında, zeminin altında ışıldayan yıldızları fark etti. Binanın zemini, altına yerleştirilen yüksek çözünürlüklü simülasyon panelleriyle donatılmıştı ve ayaklarının altındaki yıldızlar, sanki suyun yüzeyinde yüzüyormuş gibi hareket ediyordu. Bu optik illüzyon, ziyaretçilere derin bir boşlukta yürüyormuş hissi vererek, mekâna büyüleyici bir atmosfer katıyordu.
Duvarlarda sürekli değişen hareketli yıldız haritaları ve galaksilerin döngüleri sergilenirken, aynı zamanda Dünya'da yaşamış ve çoğu artık soyları tükenmiş olan canlıların holografik projeksiyonları beliriyordu. Bu dinamik görüntüler, yalnızca teknolojiyi değil, Evren'in ve yaşamın sonsuz çeşitliliğini de gözler önüne seriyordu.
Girişin merkezinde devasa bir üç boyutlu hologram yükseliyordu. Bu model, Lumina Nova'nın Dünya yörüngesindeki konumunu ve yapısını detaylıca gösteriyor, ziyaretçilere merkezin işleyişi hakkında bilgi veriyordu. Koridorlar tamamen şeffaf camdan yapılmıştı ve dışarıdaki yıldız manzarasını panoramik bir şekilde sunuyordu. Cam zeminlerin altında yer alan manyetik platformlar, yürüyüş sırasında hafif bir süzülme hissi sağlayarak, ziyaretçilerin kendilerini uzay boşluğunda süzülüyormuş gibi hissetmesine neden oluyordu.
Koridor boyunca, yapay zekâ destekli holografik işaretler ziyaretçilere rehberlik ediyordu. Tavanlarda ve duvar kenarlarında, yıldızların ışık hareketlerini taklit eden LED şeritler bulunuyordu. Bu detaylar, merkeze dinamik bir atmosfer kazandırıyor, ziyaretçilere Evren'in içinde kayboluyormuş hissini veriyordu.
Shou ve yanındakiler, bekleme salonuna ilerlerken doktorların odalarının ne kadar ileri teknoloji ile donatılmış olduğunu fark ettiler. Duvarlar, beyaz ve açık mavi tonlarında ışık yayıcı camlarla kaplanmıştı. Bu camlar, hem steril bir ortam sağlıyor hem de rahatlatıcı bir atmosfer yaratıyordu. İç mekânın her detayı, hastalar için huzurlu ve konforlu bir deneyim sunmak amacıyla tasarlanmıştı.
Odaların içindeki masalar ve koltuklar, kullanıcının tercihlerine göre otomatik olarak ayarlanabilen akıllı sistemlerle donatılmıştı. Masaların üzerinde yer alan ekranlar, hasta verilerini ve rüya analizlerini doktora anında ileterek iletişimi hızlandırıyordu.
Bir köşede yer alan biyosensör kabini ise dikkat çekiciydi. Hastaları yalnızca birkaç saniye içinde baştan aşağı tarayarak sağlık verilerini topluyor ve sonuçları holografik ekranlarda doktora sunuyordu. Bu ileri teknoloji tarama sistemi, teşhis ve tedavi süreçlerini oldukça hızlandırıyordu.
Odaların bir diğer ilginç özelliği ise şeffaf bir duvardan görülebilen sanal akvaryumdu. İçinde yüzen dijital deniz canlıları ve sakinleştirici ışık oyunları, hastaların rahatlamasına yardımcı oluyordu.
Shou, etrafına göz gezdirirken içerinin ne kadar kalabalık olduğunu fark etti. İnsanlar, gördükleri en önemsiz rüyayı bile analiz ettirmek için buraya geliyordu. Merkez her zaman doluydu ve bu yüzden hastalar uzun süre beklemek zorunda kalıyordu.
Shou, Bruce ve Alice bir süre sessizce bekleme alanında oturdular. Bruce, hâlâ Shou'nun rüyasında gördüğü kadını sorgulamaktan vazgeçmiş gibi görünmüyordu. Alice ise hâlâ huzursuzdu. Bekleme salonundaki insanlar holografik ekranlarda sırayla isimlerini beklerken, üçü de birazdan başlayacak olan görüşmeye hazırlanıyordu.
Hologram, sürekli aynı bilgileri tekrarlayarak Shou'yu ve diğer hastaları bekletiyordu. Zaman geçtikçe, ortam giderek daha fazla monotonlaşıyordu. Bir saat kadar süren bekleyişin ardından, nihayet sıra Shou'ya geldi. Shou, derin bir nefes alarak doktorun odasına adım attı.
Odaya girdiklerinde doktor uzun beyaz saçlarını geriye attı ve maskesinin arkasından mavi renk gözleriyle dikkatlice onlara bakıyordu. Yüzünde sabırlı ama profesyonel bir ifade vardı. Şeffaf koruyucu maskesi, her şeyi gizliyordu, ancak sesinden ve duruşundan ciddi bir yaklaşım sergilediği belliydi.
"Evet, kim?" diye sordu, oda bir an sessizliğe büründü.
Shou, hemen öne çıkıp kendini tanıttı, içindeki gerginliği bir an olsun yutkunarak bastırdı.
Doktor, birkaç saniye bekleyerek not defterini karıştırdı ve ardından soğukkanlı bir şekilde, "Tamam, o zaman, ben Doktor Cat. Şimdi rüyanı anlatmanı istiyorum, tüm ayrıntıları ile birlikte. Daha sonra seni makineye bağlayacağım ve rüyanı bir de o şekilde göreceğiz. Hazırsan başlayabilirsin." diyerek sözlerine devam etti.
Shou'nun gözleri hafifçe kısıldı, biraz tedirgin olsa da, bir anlık kararsızlığın ardından, derin bir nefes alarak rüyasını anlatmaya başladı. Oda, geleneksel tıbbi cihazlarla doluydu, her şeyin mantıklı ve titizlikle yerli yerindeydi. Ancak Shou'nun zihninde, rüyaların bilinçaltının derinliklerinde keşfedilmesi gereken sırlar vardı ve bu sırları açığa çıkarma süreci onu oldukça meraklandırıyordu.
Shou, rüyasını olduğu gibi anlatmış ardından rüya makinesine bağlanmıştı. Makine, her şeyin net bir şekilde görülebildiği bir şekilde rüyayı yansıtmaya başladı: Ekranda hiçbir şekilde kimliği belli olmayan bir kadın belirdi. Kadın, yalnızca Shou'yu izliyordu ve ona hiç cevap vermiyordu. Shou, sürekli olarak "Sen kimsin? Neden buradayım? Burası neresi?" gibi sorular soruyordu, ancak kadın tek kelime etmeden, sadece gözleriyle ona bakmakla yetiniyordu. Bu durum, Shou'nun sinirlerini bozuyordu. Her şeyin makineyle gösterildiği bu hali, rüyanın başka bir boyutunu ortaya koyuyordu; kadın hâlâ yüzü belirsizdi ve makine, kim olabileceğine dair sadece tahminlerde bulunuyordu.
Shou, kadının yüzünü merakla beklerken, birden ekranda kadının yüzü belirdi. O an Shou'nun kalbi bir an için hızla çarpmaya başladı çünkü yüzü oldukça tanıdık gelmişti. Kadın, tıpkı rüyasında konuştuğu kişi gibiydi ve bu yüz, Alice'e aitti. Shou'nun içinde bir yabancılaşma duygusu hızla büyüdü; oysa rüyasında gördüğü kadının Alice olduğunu kabullenmek ona zor geliyordu.
Doktor, makineden gelen verileri dikkatlice okuduktan sonra, rüyanın yorumunu okumaya başladı. Makine, Shou'nun anlattığı kişi ile fotoğrafındaki kadının yüzü arasında bir bağlantı kurmuştu. "Buna göre," dedi Doktor, "Anlattığın kişi bu fotoğraftaki kadındı. Yüzünü görememiş olman, bilinçaltının kadının kimliğini reddetme biçimi olabilir. Yüzü belirsizleştirmişsin çünkü bilinçli olarak onu başka biri olarak hayal etmişsin."
Shou, doktorun söylediklerine kulak verse de, içinde derin bir rahatsızlık hissi vardı. "Hayır," diye düşündü, "Bu doğru değil. Makinenin gösterdiği şey tamamen yanlıştı." Asıl rüya, bir şekilde kendini gizlemişti ve ortaya çıkan sadece bir yanılsamadan ibaretti. Shou, bu yanlış görüntünün ardındaki gizemi çözmek için daha fazla bilgiye ihtiyacı olduğunu hissediyordu. Gerçek rüyası bir şekilde kaybolmuştu ve bu gösterilen sadece bir yansıma, bir yanılgıydı.
Shou, gördüğü rüyadaki kadının saçlarının beyaz olduğunu ve beline kadar uzandığını tekrar etti. Ancak ne kadar uğraşsa da, söylediklerinin faydasız olduğunu fark etti. Doktor Cat, derin bir nefes aldı ve "Makinenin doğruyu gösterdiğini" ısrarla savunuyordu. Bunları söylerken kendisi de bir şeylerin ters gittiğini fark etmiş olacak ki zamanlarının dolduğunu ve artık gitmeleri gerektiğini belirtti. Bu yüzden, vakit kaybetmeden merkezden ayrıldılar.
Yolda yürürlerken, Bruce, Shou'ya dönüp sanki her şeyin en başından beri belliymiş gibi konuştu. "Haklıyım, rüyanın kadını kesinlikle Alice'ti," dedi. "Makinede de çıktı, sadece sen farklı anlattın. Artık inkâr etme, Alice'i sevdiğini söyle, bitsin gitsin." Bruce, Shou'yu bir anlamda köşeye sıkıştırıyordu; rüyadaki kadının Alice olduğu konusunda hala ısrarcıydı. Shou, Bruce'un söyledikleri karşısında bir an için duraksadı, ama doğruyu kabul etmek, içindeki karmaşayı daha da derinleştiriyordu.
Shou, rüyasının farklı olduğunu ve makinenin saçma sapan bir şey gösterdiğini düşündü. Gözlerini araladığında, Bruce ve Alice ile olan konuşmasının ardından yanlarından ayrılmaya karar verdi. Yavaşça etrafı dolaşarak düşüncelerinin içinde kayboldu. Bir süre sonra hastaneye uğradı, Atry'i görmek istiyordu ama ona iyileşip taburcu olduğunu söylediler. Umutsuzca danışmaya yöneldi ve orada, Atry'nin yeni bir üsse atandığını ve bu yüzden ayrılmak üzere olduğunu öğrendi. Shou, bir an için kendi görev yerinin belirlenip belirlenmediğini sordu fakat onlardan aldığı cevap aynıydı: henüz belli olmamıştı.
Kafasında karışık düşüncelerle tekrar etrafta boş boş dolaşmaya başladı. Rüyası ve makinenin gösterdiği şeyler arasında neden bu kadar fark vardı, bunu anlamaya çalışıyordu. Ama birden, rüyasında yanında bir çocuk olduğunu hatırladı. Çocuk bir süre yanındaydı, sonra birden kaybolmuştu. Kimdi o? diye bağırmaya başladı, sesini duyuran sadece bahçeydi. Kim? Kim? Kim? diye yineledi, her seferinde sesinin yankısı daha da derinleşiyordu. Bu kadının kim olduğunu ve kendisinden ne istediğini sorguladı. Neden böyle saçma bir rüya görüyorum? Kendini kaybetmiş gibiydi, her şeyin bir anlamı olup olmadığını çözmeye çalıştı.
Bir anda bir başka düşünce geçti aklından: Uyanmak ne demek? Gerçekten uyanmak ne anlama geliyordu? Her şeyin karmaşası arasında bir noktada tüm bu soruların saçmalığından yorulmuş hissediyordu. Kafasında dönen soru işaretleri, çözülmeyi bekleyen gizemlerle doluydu. Yine 'onlar' aklına geldi rüya tam bir karmaşaydı ve bunu çözmesi gerekti ama nasıl çözeceğini bir türlü bilmiyordu.
Odasına döndüğünde saat neredeyse gece yarısına gelmişti. Hızla duş alıp yatağına uzandı ve derin bir uykuya daldı. Rüyasında yine aynı kadını gördü, ancak bu seferki tek fark, kadının ona bakıp durmasıydı. Shou sürekli olarak sorular sormaya devam etti: "Neden konuşmuyorsun? Neden rüya makinesinde gözükmedin? Kimdi o küçük çocuk?" Ama kadın, hiçbir şey söylemeden sadece ona bakmaya devam etti. Shou, bu sessizliğin nedenini bir türlü çözememişti, rüyanın anlamını daha da karmaşık hale getiren bir hal aldı.
Sabah olduğunda, rüya merkezine gitmeye bu sefer tek başına karar verdi. Kaldığı bölümden ayrılıp etrafı dolaşarak rüya merkezine doğru yürümeye başladı. Amaç, Bruce ve diğerlerinin onu görüp takip etmemesiydi. Rüya merkezine gitmek için en direkt yolu seçmek yerine, adımlarını yavaşlatıp sanki amaçsızca dolaşıyormuş gibi hareket etti. Böylece, kimse fark etmeden merkeze ulaşmayı başardı.
İçeri girdiğinde, doktor hemen ona gece rüya görüp görmediğini sordu. İlk başta, görmediğini söylemek istedi fakat sonra bir an duraksadı ve "Evet," diyerek başını salladı. Doktor, ondan rüyasını tüm ayrıntılarıyla anlatmasını istedi. Tekrar rüya makinesine bağlandılar ve yine aynı sonuçla karşılaştı. Shou, makinenin gösterdiği görüntülerin çok saçma olduğunu, yanındaki kadının bu olmadığını tekrarlamaktan kendini alamadı.
Doktor, makinelerin doğru bilgi verdiğini söyledi ve Shou'nun sadece rüyasında gördüğü kadını farklı bir şekilde düşündüğünü belirtti. "Rüyanla ilgili daha fazla ayrıntı verebilirsen, bu durumu kolayca çözebiliriz. Bana yardımcı olman lazım," dedi doktor, daha fazla bilgi almak için.
Shou, söylediklerinde ısrar etti; kadın asla yüzünü göstermemişti, aynı şekilde küçük çocuk da. Yalnızca kadının uzun beyaz saçları vardı, ama kadın yaşlı değildi. Shou, kadının yaşının kendisiyle hemen hemen aynı olduğunu tahmin ediyordu. Ancak onu asıl endişelendiren küçük çocuktu. Kadından çok, "Tam olarak kimdi bu çocuk?" diye düşündü, onun kim olduğuna dair kafasında bir cevap bulamıyordu.
"Bir çocuk mu? Daha önce bana bu çocuktan bahsetmemiştin," dedi Doktor Cat, şaşkın bir şekilde.
"Unutmuşum sanırım," diye karşılık verdi Shou, gözlerini kaçırarak.
Doktor Cat derin bir nefes alıp devam etti:
"Şimdi seni makineye bağlamayacağım. Bu sefer senden rüyanı tüm gerçekliğiyle anlatmanı istiyorum. Hiçbir şey atlamadan, böylece rüyanın anlamını çözebilirim. Yani bana her şeyi olduğu gibi anlatmalısın. İlk gördüğünden itibaren, her rüyada yaşadığın olayları dikkatlice düşün ve anlatmaya başla."
Shou, doktorun söylediklerini sindirerek, rüyasını anlatmaya başladı ama tam olarak değil doktora güvenmiyordu bu yüzden de bazı kısımları değiştirerek anlatmaya başladı. Özellikle de bu rüyanın başlangıcı olarak üs saldırısını seçmişti ve ondan öncesi ile ilgili her hangi bir şey anlatmadı.
"Rüyayı ilk kez gördüğümde sadece kadın vardı. Ama bir kaç defa gördükten sonra, yanında küçük bir kızla ortaya çıkmaya başladı. Kızı yalnızca bir ya da iki rüyada gördüm," dedi, bir an duraksayarak. "Sonra kadın tekrar tek başına rüyalarıma girmeye başladı."
Shou, düşüncelerini toparlamaya çalışarak devam etti. "Gördüğüm tüm rüyalar da benimle sadece bir kez konuştu. O da, size geldiğimiz ilk günün gecesiydi. O gece bana nihayet uyandığımı söyledi."
Doktor, söylediklerine dikkatle kulak veriyordu. Shou, rüyasında yaşadığı o anı tekrar hatırlayarak devam etti:
"Ben de ona şu an uyanmadığımı, şu anda uyuduğumu ve rüya gördüğümü söyledim. O da bana hala doğru zamanda doğru yerde uyanmadığımı söyledi. 'Orada uyandığında her şeyi öğreneceksin,' dedi. Ama uyandığımda hiçbir şey öğrenemedim."
Shou derin bir nefes alarak, gözlerini odanın bir köşesine dikti. "Çok saçma, öyle değil mi?" diye ekledi, sesinde bir hüzün vardı. Rüyasının çözülmesi gerektiğini düşünüyor ama her şeyin hala karmaşık ve belirsiz olduğunu hissediyordu.
"Enteresan, yani konuşmanız bu şekilde mi oldu?" diye sordu Doktor Cat, dikkatle Shou'nun yüzüne bakarak.
"Evet, aynen bu şekilde oldu," dedi Shou, sesinde bir belirsizlik vardı. "Ama kafama en çok takılan şey şu: Hem uyuyup hem uyanık olmak nasıl bir şey?"
Doktor Cat, Shou'nun söylediklerine dikkatle kulak verdi ve biraz düşündükten sonra, "En çok bunu mu merak ediyorsun, yani kadın ve çocuğun kim olduğu seni ilgilendirmiyor sanırım," dedi, hafifçe alaycı bir tonla.
"İlgilendiriyor tabii ki de, kafama en çok takılan işte bu," dedi, elleriyle havada bir şeyleri anlatır gibi hareket ederek. "Hem uyuyup hem uyanık olmak... Nasıl bir şey bu? Uyuduğum zaman kadını görüyorum ve yanımda oluyorum. Kadın bana, 'Uyandığında yanımda olacağım,' diyor ama uyandığımda kadın yanımda yok. Yani, bu nasıl mümkün olabilir?"
Shou'nun sesi biraz titriyordu, kendisi de kafasında bu soruların cevabını arıyor, her şeyin bir şekilde mantığa oturmasını bekliyordu. Fakat her yeni rüya, daha fazla kafa karışıklığı yaratıyordu ve içinde bir türlü çözülemeyen bir boşluk vardı.
"Rüya makinesinde gördüğümüz kadın, yanında gelen Alice'ydi. Sen onun farklı biri olduğunu söyledin. Belki üs saldırısında aldığın bir darbeden dolayı gördüğün kişiyi hatırlamıyor olabilirsin," dedi Doktor Cat, yüzünde sorgulayıcı bir ifade ile.
"Hayır, gayet iyi hatırlıyorum," dedi, sesi net ve kararlıydı. "Rüyamda gördüğüm kişi kesinlikle Alice değil, bir başkası."
"Tamam, o zaman bana rüyanda gördüğün kişinin Alice olmadığı söyledin. Bunu sadece saçlarından anladığın anlamına mı geliyor?" diye sordu, her bir kelimesini dikkatle tartarak.
"Aynen öyle. Sonuçta o kadın Alice değil, başkası," dedi, sesinde hala kararlılık vardı, ancak içindeki belirsizlik de bir yandan yüzeye çıkıyordu. Yine de, gördüğü kadının kim olduğunu tam olarak çözmekte zorlanıyordu.
"O zaman rüyayı ona sormalısın, böylece sana yardımcı olabilir," dedi Doktor Cat, biraz daha yaklaşarak.
"Bu mümkün değil, sonuçta o uzun zaman önce öldü. Yani bu kişi kim, bilmiyorum," diye cevapladı, sesi biraz daha sertleşmişti.
Doktor Cat saçlarını düzelterek, derin bir nefes aldı ve bir öneride daha bulundu:
"O zaman ölen arkadaşındır rüyanda gördüğün. Olamaz mı?"
"Hayır, o olsa tanırım. Biz tanıştıktan sonra hep birlikteydik, sesi, bakışları her şeyi farklı. Rüyamdaki kişi tamamen farklı birisi, bundan eminim," dedi, sesindeki kararlılık hala devam ediyordu. "Anlaşılan siz de bana yardımcı olamayacaksınız, o yüzden bu buraya son gelişim."
Doktor Cat, Shou'nun bu kadar kararlı olduğunu görmekle birlikte, hala bir çözüm bulmak için uğraşıyordu. "Shou," diye seslendi.
Shou, başını hafifçe eğerek, "Evet, Doktor Cat." cevabını verdi, sesinde bir yorgunluk ve bir şeyleri sona erdirme isteği vardı.
"Şunu belirtmeliyim ki, son bir yıldır buraya gelen en farklı rüyaya sahip kişisin ve sana yardımcı olamadığım için üzgünüm. Yine de istediğin zaman gelebilirsin. Her ne kadar 'son gelişim' desen de, garip rüyan ile ilgilenmek güzeldi," dedi, sözleri hafif bir yumuşaklık taşısa da, Shou'nun kararlılığına karşı koyamıyordu.
"Neden en farklı rüya dediniz?" diye sordu şaşkınlık içinde.
"Rüyanda gördüğün kişi, makinede başkası çıktı. Çoğu kişi kendini düşerken görüyor, bunun için bile gelen var. Sonuçta düşerken kendini görürsen ya da buna benzer diğer rüyalar için paylaşım yapmıştık, insanlar yine de bu tür rüyalar için bile geliyorlar." O sırada, doktorun yüzünde bir anlam arayışı vardı, ancak Shou'nun tutumu, derin bir düşünceye dalmasına neden olmuştu.
Shou, bu açıklamaları kısa bir sessizliğin ardından kabul etti ve "İyi günler, Bayan Cat. Yardımlarınız için teşekkürler," dedi, yorgun ama teşekkürle dolu bir şekilde.
Doktor Cat, Shou'nun ayrılmasına biraz daha zaman tanıyarak başını salladı ve "Pek yardımım dokunmadı ama olsun. Size de iyi günler," diye cevap verdi, aslında yardım edemediği bir durumu bile, zarif bir şekilde sonlandırmaya çalışıyordu.
Rüya merkezinden çıkarken, Shou, Asuka'yı birisiyle konuşurken fark etti. Ancak ne konuşmalarını duyabilmişti, ne de konuştuğu kişinin yüzünü görebilmişti; zira o kişi tamamen ona sırtını dönmüştü. Ancak beyaz saçları, oldukça dikkat çekiciydi. Asuka, Shou'nun orada olmadığını fark etmeyerek, ya da ettiyse bile umursamadan konuşmaya devam etti. Shou, bir süre daha orada durup izledi, ama sonra merkezden çıkıp etrafta dolaşmaya başladı.
Biraz dolaştıktan sonra, Soax ve Aags ile karşılaştı. Bir süre geçmişteki görevlerden, üslerden ve deneyimlerinden konuştular. Sohbetleri bir süre devam ettikten sonra, öğle yemeği için kafeteryaya doğru yürümeye başladılar.
Kafeteryaya vardıklarında, Asuka dışında herkes oradaydı. Shou, diğerleriyle birlikte masaya oturdu ve geçen günkü toplantı hakkında konuşmaya başladılar. Özellikle Vera ırkı ile yapılan savaş ve yasak bölge ile ilgili üç yıl sonra bu şekilde bir konuşmaya tanık olmak onları oldukça etkilemişti. Üç bin yıl önceki savaşa ait görüntüleri izlemek de bir hayli etkileyiciydi. O an, masada geçen olayları sindirmeye çalışırken, Shou'nun zihninde karmaşık düşünceler beliriyordu.
"Üstteki arkadaşların için üzgünüz. Kurtulan sayısı oldukça az," dedi Tyuj.
"Evet, öyle. Neredeyse benim dışımda yaralı olanların hepsi taburcu oldu. Herkes yeni görevlerine atanmış ve yeni görev bölgelerine gitmek üzere buradan ayrıldılar. Ben ise hala benimle iletişime geçmelerini bekliyorum, ama bana sadece beklememi söylüyorlar. Bu çok can sıkıcı bir durum ve gerçekten canım sıkılmaya başladı," dedi, biraz yorgun bir şekilde.
"Yakında atanırsın, merak etme. Belki seni üs komutanı olarak atamak istiyorlardır ve bunun için bu kadar uzun süre bekletiyorlardır," dedi Jkail, ona cesaret verici bir şekilde.
"Evet, bence de bunun içindir," dedi Dave.
"Bu arada bir kişi eksiğiz. Farkında mısınız?" diye sordu Merve.
"Şu korkağı boş verin, gitsin. Hem neden onunla aynı bölgede ve katta kalıyoruz, onu bile anlamış değilim," dedi Alice, sinirli bir şekilde.
"Eskiden hepimiz aynı takımın parçasıydık, bu yüzden aynı bölgede ve katta kalmamız gayet normal. Ayrıca o korkak hangi üste görev alıyor, onu bile bilmiyoruz. Bu konuda ne söyleyeceksiniz?" diye sordu Soax yüzünden kocaman bir gülümseme ve merakla.
"Kim bilir, Asuka bile hangi üste görev yaptığını saklıyor. Duyduğuma göre, görev yapacağı üsse gitmek için gönüllü olmuş ve seçilmiş. Üstelik gönüllü olan sadece o değil, bizimle birlikte eğitim alan ve ilk yirmi içinde olan Yui de gönüllü olarak aynı üsse gitmiş. Acaba nasıl bir üs, doğrusu merak ettim," dedi Bruce, bu konu hakkında oldukça meraklı olduğu belli bir şekilde.
"İkisi de o üs hakkında hiç konuşmaz. Tek bildiğim, benim görev aldığım üssü kullanarak o üsse gittikleri. Yani benim bulunduğum bölgeden de ileride bir üs ama hangisi olduğu konusunda bir bilgim yok. Üstelik benim bulunduğum üsten sonraki üsler birbirine oldukça uzaklarmış. Mesela Dünya ana üssüne en yakın ara üslerden biri, 4.2 ışık yılı uzaklıktaki Alfa Centauri ama bulunduğum bölgeden sonraki üslerin birbirine olan uzaklıkları 15 ile 20 bin ışık yılı ve o üslere görevli personel dışında sadece yüksek rütbeliler için izin var. Onun dışındaki kişilerin gitmesi yasak," dedi Yiğit, sesinde belirgin bir merak ve şaşkınlık vardı.
"Bu garip. Senin görev aldığın üsten sonraki üsler ve araları bu kadar açık, öyle mi? Peki, Arcas saldırdığı zaman nasıl yardım istiyorlar? Ayrıca, yardım isteseler bile gelene kadar tüm üs yok edilir. Bu biraz saçma değil mi, Yiğit?" diye sordu Aags şaşkınlık içinde.
"Benim bildiğim bu," diye yanıtladı Yiğit, sesinde bir miktar endişe vardı. "Ayrıca, ben bile üs komutan yardımcısı olmama rağmen o bölgeye gidemedim ve o bölgede görev yapan personel, diğer üs komutanlarına asla 'komutanım' falan demiyorlar. Sadece kendi komutanlarına karşı askeri kuralları uyguluyorlar ve bu bize çoğu zaman sıkıntı yaratıyor..."
Onlar kendi aralarında konuşurken, Shou yanlarından ayrıldı ve tekrar etrafta dolaşmaya başladı. Önceliği, danışmadan aldığı "Bekle" cevabına rağmen, tekrar danışma alanına gitmek olmuştu. Yine aynı cevabı aldı: "Bekle." Bu yanıtın ardından dışarı çıktı ve parkta bir banka oturup, söylenenleri düşünmeye başladı. Beklemek... Ama nereye kadar bekleyecekti? Kendinden daha kötü durumda olanlar bile yeni görev yerlerine atandı, ama o sadece beklemeye devam ediyordu. Bir de şu saçma rüya meselesi vardı.
Tam bu sırada, Asuka arkasından geldi ve hafifçe seslendi:
"Burada kendi kendine konuşman oldukça şüphe çeker, Shou. Bence odanda yapsan iyi olur."
Shou, Asuka'nın söylediklerini duydu ama cevabını doğrudan vermek yerine biraz dalgın bir şekilde, "Ben sadece... neyse, boş ver. Gitsin. Yine tek başınasın ve ortalıkta boş boş dolaşıyorsun gibisin," diye yanıtladı.
"Boş boş dolaşmıyorum. Sadece ekibime yeni katılacak pilotu ikna etmeye çalışıyorum. Görünüşe göre, benimle çalışmak oldukça zor diye bir şeyler söylemişler ve ben onu bir türlü ikna edemiyorum," dedi ve gözlerini kaydırarak Shou'nun arkasına bakmaya başladı.
Shou, Asuka'nın sözlerine dikkatle kulak verdi ve ardından heyecanlı bir şekilde sordu:
"Rüya merkezinde konuştuğun kişiden mi bahsediyorsun, yoksa?" Gözleri merakla Asuka'ya odaklanmıştı.
Asuka kısa bir duraksamanın ardından kayıtsız bir şekilde cevap verdi:
"Evet, ben onu ikna etmek için toplantının olduğu günden beri uğraşıyorum ama o bir türlü ikna olmadı," dedi, sesindeki umursamazlık belirgindi.
"Belki senin korkak olduğunu duymuştur ve bu yüzden seninle çalışmak istemiyordur," dedi alaycı bir şekilde.
Bu sözler, Asuka'nın öfkesini tetikledi. Shou'ya hızla döndü ve bir tokat attı. Ardından, sinirli bir şekilde, "Kardeşim, sende ne buldu anlamadım," dedi ve yanından hızla uzaklaştı.
Shou, Asuka'nın söylediklerinden rahatsız olmuştu. Kafasında sürekli bu sözler dönüp duruyordu. "Kardeşim, sende ne buldu anlamadım ha?" Bu ne demek şimdi? Gerçi eskiden de ilişkilerini onaylamamıştı ama Sylvia'ya karşı gelmedi ve ilişkiye razı oldu, şimdi ise birdenbire böyle söylemesi sinirlerini iyice bozmuştu. Sonuçta Asuka bir korkak ve hep öyle kalacak, diye düşündü.
"Asuka oldukça zorlu bir kadın, öyle değil mi?" diye sordu Doktor Cat, her zamanki sakin tavrıyla. Shou, şaşkın bir şekilde doktora döndü ve doktorun yanına oturmasına izin verdi. Ardından biraz bekledi ve devam etti. "Asuka'yı nereden tanıyorsun?" diye sordu. Shou, kısa bir süre düşündü ve ardından, "Eskiden aynı ekipteydik," dedi, cevabında belirsizlik olmayan bir tonda.
"Aynı ekip demek... Asuka'nın bu akşam görev aldığı üsse gitmek için buradan ayrılacağını biliyor musun?" dedi. Doktor, biraz duraklayıp sonra ekledi, "Eski ekibinizin içinde ilk ayrılan o olacak sanırım."
Shou'nun kafasında bir anda Asuka'nın ayrılışı belirdi. Bir yandan onu düşünmek, bir yandan da eski takım arkadaşlarının arasındaki uzaklaşmayı hissederek, oldukça karmaşık duygular içindeydi. Asuka üç yıl önceki o olaydan sonra ekip arkadaşları ile tamamen arasına mesafe koymuştu ve onlardan uzaklaşmak için oldukça uzak galaksilerde ki üslerde görev almaya başlamıştı. Bir şekilde arkadaşları ile konuşma fırsatları bulsa da Asuka asla ama asla onlarla iletişime geçmemişti. Burada da durum aynıydı ve olabildiğince onlardan uzak duruyordu.
"Bu akşam mı, siz bunu nereden biliyorsunuz?" diye sordu, sesinde belirgin bir şaşkınlık vardı.
Doktor Cat, hiç acele etmeden yanıtladı:
"Nereden mi biliyorum? Bana bizzat kendisi söyledi oradan biliyorum," dedi ve gözlerini Asuka'nın baktığı yere doğru yöneltti. Shou, doktorun sakinliğine hayret ederken, asıl sorusunu sormak için sabırsızlandı.
"Bu arada Asuka, yanınıza neden geldi?" diye sordu.
Doktor Cat, Shou'yu dikkatle izlerken, konuya açıklık getirdi:
"Asuka da senin gibi bir rüyası için geldi. Onu muayene ettikten sonra, iki gün içinde tekrar gelmesini söyledim ama bana bu akşam ayrılacağını söyledi."
"Asuka rüya mı görüyor? Nasıl bir rüya acaba?" diye sordu, biraz da endişeyle.
"Asuka'nın rüyası oldukça garip bir konu, ama bunun için henüz net bir şey söylemek zor," dedi Doktor Cat, önceki sakinliğinden ödün vermeden. "Onun rüyası hakkında daha fazla bilgi edinmem gerek, ama rüyalar bu tür durumlar için bazen karmaşık olabiliyor."
Shou, Asuka'nın rüyası hakkındaki belirsizliği düşündü. Asuka'nın kendine ait sırları vardı, ama rüyası, Shou'nun kendi kafasında daha büyük bir merak uyandırmıştı. Bir şekilde rüyayı öğrenmek istiyordu ama bunun için doktoru bir şekilde kandırmalıydı.
Doktor Cat, sakin bir şekilde sözlerine devam etti:
"Üç yıl önceki bir olayla ilgili bir rüya. Bazen bu rüyayı görmemek için günlerce uyumadığını söyledi. Sen eskiden aynı ekipteydiniz, o yüzden ne olduğunu biliyorsundur ve gördüğü rüyayı da tahmin edersin sanırım. Ama bana pek detay vermedi ve makineye de bağlanmak istemedi."
"Kardeşleri üç yıl önce öldü sanırım, onları görüyordur," dedi. Ancak doktorun kafasında başka bir soru daha vardı ve bunu hemen dile getirdi. "Ama asıl merak ettiğim, bu nasıl bir rüya ki, günlerce uyumak istemiyor. Orasını anlamış değilim," diye ekledi, kafası karışmış bir şekilde ve oradan ayrıldı.
Shou, Asuka ve rüya hakkında daha fazla düşünmeye başladı. Acaba nasıl bir rüya bu? Gözlerinde bir merak parladı. "Kendisine sorsam mı?" diye düşündü, fakat ardından bu düşüncesinden vazgeçti. Soracak kadar cesur değildi belki de. Düşüncelerinin peşinden gitmek yerine, yeniden dolaşmaya karar verdi. Dünya daha fazla görmek istiyordu, bu yüzden ana üssün cam bölgesine gitmeye yöneldi.
Bölüm İçinde Geçen Bazı Kelimeler Hakkında Bilgiler:
Lumina Nova: "Lumina" "Işıklar" veya "parlaklık" anlamına gelir. "Nova" "Yeni" anlamına gelir, ancak astronomide "Nova" terimi bir yıldızın aniden parlamasını ifade eder. Bu nedenle "Lumina Nova", "Yeni Işık", "Yeni Parlaklık" veya "Yeni Doğan Yıldız" gibi anlamlar taşıyabilir.
Alfa Centauri: Alfa Erboğa, Rigil Kentaurus, 4.37 ışık yılı, yani yaklaşık 40 trilyon kilometre uzaklığı ile Güneş sistemimize en yakın yıldız sistemidir.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
169 Okunma |
81 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |