6. Bölüm

6. Bölüm

Shinoluna
shinoluna

Planın ikinci aşamasına geçilmişti ve şimdi, Jalv ırkının yaşadığı gezegene gitmek gerekiyordu. Birkaç gün sonra, planı devreye sokmak için gerekli adımları atmak üzere gezegene doğru yola çıktı.

"Gezegen hakkında bilgi edinebildik mi?" diye sordu, Remx'e bakarak.

"Evet, efendim," dedi Remx, hemen bir hologram cihazını çalıştırarak. Cihazın ışıkları yanmaya başladığında, bir Jalv üyesinin görüntüsü belirdi. Hologram, gezegenin özellikleri hakkında konuşmaya başladı, gezegenin yüzeyinden, atmosferinden, yerleşim alanlarından ve stratejik öneminden bahsediyordu.

Kordav, kara kütlelerinin baskın olduğu, sert ve dayanıklı bir gezegen olarak tanınıyordu. Yüzeyinin büyük bir kısmı, dağlar, vadiler ve geniş kayalık düzlüklerle kaplıydı. Okyanuslar gezegenin belirli bölgelerinde yer alıyor, ancak gezegenin ana ekosistemini oluşturan geniş karasal alanlar, Kordav'ın sert doğasının temelini oluşturuyordu. Atmosferi yoğun ve stabil olup, genellikle gri ve turuncu tonlarında gökyüzü manzaraları ile dikkat çekiyordu.

Gezegenin yapısı, volkanik kayaçlar ve yoğun minerallerle şekillenmişti. Bitkiler, hayatta kalabilmek için köklerini derinlere salabiliyorlardı. Ağaçlar neredeyse yoktu; yerine taş kök bitkileri, sert gövdeli kaktüs benzeri organizmalar ve yeraltına uzanan yosun kolonileri, gezegenin zorlu şartlarında hayatta kalabilen nadir canlılar olarak varlıklarını sürdürüyorlardı.

Her ne kadar gezegenin çoğu kara ile kaplı olsa da, okyanuslar oldukça önemli bir yer tutuyordu. Derin, koyu mavi renkteki okyanuslar, Kordav'ın sert kara yapısıyla güçlü bir kontrast oluşturuyordu. Okyanuslar genellikle büyük fay hatlarının çevresinde yer alıyordu ve birçok volkanik ada bu okyanuslarda bulunuyordu. Özellikle "Vayzren Denizi" adı verilen okyanus, genişliğiyle kıtaları aşan, tuz oranı oldukça yüksek bir su kütlesiydi. Sürekli değişen lav akıntılarıyla şekillenen adalar, bu okyanusu çok özel kılıyordu. Okyanusun derinliklerinde, ışık saçan mercan benzeri taşlarla kaplı mağara sistemleri vardı. Ayrıca yeraltı nehirleri gibi ilerleyen sıcak su akıntıları, bazı bölgelerde suyun rengini yeşilimsi bir tona dönüştürüyordu.

Gezegenin en büyük şehri olan Azka'Drav, karada ve denizin altında inşa edilmiş devasa bir yerleşim yeriydi. Şehir, tamamen bazalt ve obsidyen taşlarından yapılmıştı. Yüksek taş kuleler, büyük sütunlu meydanlar ve okyanusun içine kadar uzanan kanallar ve geçitler, Azka'Drav'ı benzersiz kılıyordu. Yerin altına doğru genişleyen mağara şehirleri de bu eşsiz yapının bir parçasıydı.

"Bilgileri alırken sorun olmadı değil mi?" diye sordu Rofs gülerek.

"Hayır, efendim," diye yanıtladı Remx. "Sonuçta, kral Dwagd onları tehdit ederken bizim yanımızda kalan askerlerden gerekli bilgileri aldık."

"Bu iyi," dedi ve gezegene iniş yaptılar. Hemen onları almaya gelen gemiye atladılar ve saraya doğru yola çıktılar. Her zamanki gibi, bir askeri kandırıp saray hakkında bilgi almaya çalıştılar.

Kordav'ın kudretli hükümdarlarının yaşadığı görkemli taş saray Gormal, ırklarının en büyük şehri Azkav'ın merkezinde, devasa bir dağın zirvesine inşa edilmişti. Bu kale, yerin altına doğru genişleyen devasa taş odaları, su altı geçitleri ve volkanik kayalardan oyulmuş muhafız kuleleriyle hem güçlü hem de etkileyici bir yapıya sahipti.

Sarayın tüm yapısı, siyah bazalt, obsidyen ve koyu gri granit taşlarından oyulmuştu. Dağın zirvesinde yer alıyor ve misafirler yalnızca şehirdeki taş merdivenlerle buraya ulaşabiliyordu. Dev kaya bloklarından oluşan duvarlar, oyma savaş sahnelerini ve eski tanrı figürlerini gösteren kabartmalarla süslenmişti. Sarayın iç bölümlerini birbirine bağlayan koridorlar, yüksek taş sütunlarla desteklenmişti ve bazı geçitler doğrudan okyanusun altına açılan su tünelleriyle bağlantılıydı. Saray, yeraltında bulunan ışık saçan minerallerle süslenmiş büyük taş fenerlerle aydınlatılıyordu. Geceleri, bu mineraller loş bir kırmızı-mavi ışık yayarak büyüleyici bir görüntü oluşturuyordu.

Sarayın en görkemli bölümü, taht odasıydı. Yeraltına doğru oyulmuş devasa bir mağara içinde yer alan bu oda, ırklarının hükümdarları ve ileri gelenleri ailesiyle birlikte yaşıyordu. Yüksek tavan, kayanın doğal katmanlarıyla devasa bir kubbe haline getirilmişti. Tavanda, ışık saçan ve su altından çıkarılmış özel obsidyen taşları bulunuyordu. Obsidyen taş levhalarla kaplı olan zemin, üzerinde mavi ve gümüş damarları olan koyu bir yüzeye sahipti.

Hükümdarların tahtı, göktaşından oyulmuş ve altın damarlarla süslenmiş devasa iki taş bloktan oluşuyordu. Tahtların iki yanında, ırklarının koruyucu ruhlarını simgeleyen taş oymalar yer alıyordu.

Asker konuşurken saraya vardılar ve bu sefer, Dwagd ile yapılan görüşmeden farklı olarak gizli bir geçitten geçerek kralların huzuruna götürüldüler.

Jaa, Jalv ırkının dikkat çekici bir temsilcisi olarak, soru karşısında gözlerini kısarak şüphe dolu bir ifadeyle bakıyordu. Mor teni ve kısa boyu, çevresindekilere farklı bir aura yayıyor, büyük, kırmızı gözleri ise keskin ve dikkatli bir şekilde etrafı süzüyordu. Uzun, kertenkeleyi andıran sivri yüz hatları, ona vahşi ve sinsi bir görünüm kazandırıyordu. Küçük burun delikleri, su altında kolayca nefes almasını sağlıyordu, karaya çıktığında ise iki ayağı üzerinde dengeli bir şekilde yürüyebiliyordu. Ancak hız gerektiğinde, ellerini de kullanarak inanılmaz bir çeviklikle hareket edebiliyordu.

Jalv ırkının tüm üyeleri gibi Jaa'nın da güçlü bir kuyruğu vardı; bu, denge sağlamanın yanı sıra savunma ve saldırıda da etkili bir araçtı. Doğal yetenekleri ve çevikliği sayesinde tehlikeli ve becerikli bir figür olarak öne çıkıyordu. Şimdi, gözlerini kısarak sorgulayıcı bir tonda, alçak sesle konuştu: "Yani, bizden Kraliçe Mirena'nın kızları Vita ve Perla'yı kaçırmamızı mı istiyorsun?" Sözlerinin arkasındaki kararlılık, onun ne kadar dikkatli ve stratejik bir lider olduğunu gösteriyordu.

"Sadece birisini hangisi olduğu size kalmış," dedi, sakin bir şekilde ama gözlerindeki kararlılıkla. Sözlerinin sonunda, karşısındakilerin yüzlerindeki ifadeleri dikkatle inceledi.

"Bu sana oldukça pahalıya mal olacak, anladın mı beni?" dedi Jaa derinden gelen, tehditkar bir sesle. Sesindeki sertlik, her kelimenin ardında bir uyarı barındırıyordu.

"Evet, merak etmeyin, siz görevi yerine getirin, bende sizlere istediğinizi vereyim." Cevabını verirken, gözleri hafifçe daralmış, ellerini sıkıca kavramıştı. İçindeki gerginliği dışarıya pek fazla yansıtmamaya çalışıyordu.

"Güzel, o zaman iki gün sonra gelip prensesi alabilirsin," dedi diğer lider Raa. Bu sözler, olayların hızlıca şekilleneceği ve her şeyin önceden planlandığı anlamına geliyordu.

"İki gün mü?" dedi Rofs, şaşkın bir şekilde. Gözleri, beklediği yanıtı alamamış gibi büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. Derin bir nefes aldı ve devam etti: "Şey, ben biraz daha fazla zaman alırım diye düşünmüştüm ama..." Sesindeki belirsizlik, işleri planlama konusunda yaşadığı endişeyi yansıtıyordu.

"Evet, iki gün bununla ilgili bir sorun mu var?" diye sordu Raa, sesinde herhangi bir telaş ya da acelecilik yoktu.

"Şey, ben biraz daha fazla zaman alırım diye düşünmüştüm ama..." dedi, sesinde bir belirsizlik beliriyordu. Ancak, gözleri sabırsızca karşısındakileri izliyordu.

"Biz işimizi hemen halletmek ile ünlüyüzdür, o yüzden iki gün sonra gel ve prensesi al," dedi Jaa. Sesindeki otorite, tartışmaya yer bırakmıyordu. Rofs ise, fazla beklemeden, sessizce geri çekildi ve bulunduğu odadan ayrıldı.

Tharaxia'ya döndükten sonra, Jalv ırkından gelecek haberi sabırsızlıkla beklemeye başlamıştı. Ancak üç gün geçmesine rağmen, herhangi bir geri dönüş almadı. Meraklı, bir şekilde onlara ulaşmaya çalıştı, ancak Jalv ırkının hiçbir üyesine erişim sağlayamadı. Bu sırada, Dwagd'ın yaptığı tehdit olayını kendi aralarında tartışıyorlardı.

Tam o sırada, Daxr'in koşarak odaya girdi ve "Kralım, kraliçe Mirena tüm Lux İttifakına acil bir mesaj iletti ve hemen tüm liderleri toplantıya çağırıyor," dedi sesindeki endişe bariz bir şekilde duyuluyordu.

"Sorun nedir, daha toplantıya birkaç gün var, üstelik yüz yüze olacaktı," dedi Dwagd durumu anlamaya çalışarak sert bir şekilde cevap verdi.

"Bilmiyorum efendim, sadece acil toplantı istediği söylendi, o kadar," dedi Daxr ve izin isteyerek odadan ayrıldı.

"Anlaşıldı," diye mırıldandı Dwagd. Ardından, hızla diğerleriyle birlikte toplantı odasına doğru ilerledi. Gerilim, her adımda artıyordu.

──────✧❅✦❅✧──────

"Sizce kraliçe ne istiyor olabilir?" diye sordu Dtru hafifçe başını eğerek. Derisi, saf bir gümüşi yüzey gibi ışıldıyor ve üzerine düşen ışığı kırarak sayısız renge dönüşüyordu. Gözleri, yeşil renkte parıldıyordu. Üzerindeki zırh, altın ve platin karışımından yapılan özel bir alaşımdan üretilmişti. Ancak bu, sadece bir giysi değil, adeta canlı bir organizma gibi işlev gören gelişmiş bir nanozırhtı. Zırh, ona olağanüstü dayanıklılık, hafiflik ve çeviklik kazandırırken, çevresel koşullara uyum sağlayarak kendini yenileyebilme yeteneğine de sahipti. Bu sayede, gezegen yüzeyinde rahatça yaşamayı mümkün kılıyordu. Göğsünün ortasında yer alan mavi obsidyen taşına dokunulduğunda ise zırh anında ortadan kayboluyordu.

"Kim bilir, bir şekilde ters giden bir şeyler var gibi," dedi Dwagd derin bir nefes alarak. Gözleri, etrafı dikkatlice süzerek, bir şeylerin farkında oluyordu.

"Evet, öyle," diye yanıtladı Dtru, yüzündeki gizemli ifadeyi koruyarak.

"Acaba ne oldu?" diye düşündü Rofs. Bir sessizlik anı yayıldı odaya giderken, herkesin kafasında aynı sorular dönüyordu.

"Toplantı olmadan bilemeyiz," dedi Dexr, sakin ama temkinli bir şekilde. Cildi, pürüzsüz ve gümüşi bir yapıya sahipti; üzerine düşen ışıkla sürekli renk değiştiriyor ve parıltıları, çevresindeki atmosferin enerji akışına göre şekil alıyordu. Gözleri, yeşil renkli bir parıltıyla ışıldıyor ve içlerinde devinim halinde dans eden ışık huzmeleri dolaşıyordu. Bakışları öylesine derindi ki, yalnızca bir anlık temas bile karşısındakini hipnotize edebilirmiş gibi bir his uyandırıyordu. Üzerindeki kıyafet sıradan bir giysi değildi, adeta canlı bir organizma gibi işlev gören gelişmiş bir nanozırhtı. Bu zırh, ona olağanüstü dayanıklılık, hafiflik ve çeviklik sağlarken, kendi kendini yenileyebilme yeteneğine de sahipti. Böylece gezegenin zorlu yüzeyinde rahatça yaşamayı mümkün kılıyordu. Göğsünün tam ortasında yer alan mavi obsidyen taşına dokunulduğunda, zırh anında ortadan kayboluyordu.

Toplantı odasına girdiler ve hemen hologram bağlantısı üzerinden sisteme bakıldığında, Jalv ırkının yeri boş olarak gözüküyordu. Onları saymazlarsa, tüm ittifak üyeleri toplanmıştı. Onların yerini boş görünce Rofs oldukça şaşırmıştı ve neler olduğunu biran önce öğrenmesi gerekliydi ama şuan ilk öncelik toplantıydı daha doğrusu Kraliçe Mirena'nın ne istediğiydi.

"Kraliçe Mirena, bu toplantının amacı nedir? Hemen bir cevap istiyoruz," dedi Dwagd, sesi sertti, gözleri kararlı bir şekilde parlıyordu.

"Evet, kraliçe Mirena, sorun nedir? Yoksa saldırı planımızla ilgili bir terslik mi var?" dedi Arm, biraz daha sert bir tonla. Gözleri, çevresindeki diğer liderleri süzerken, vücudundaki zırhlar her hareketiyle hafifçe parıldıyordu. Her biri, en küçük bir tehdit karşısında hızla harekete geçmeye hazır görünüyordu.

Kraliçe Mirena, Lorin ırkının zarif ve otoriter bir temsilcisiydi. Hafif esmer teni, uzun boyu ve duruşuyla bulunduğu ortama doğal bir asalet katıyordu. Derin, etkileyici kırmızı gözleri, bakışlarına keskinlik ve sarsıcı bir otorite kazandırıyor, karşısındakileri hemen etkisi altına alıyordu. Belirgin ve keskin yüz hatları, çıkık elmacık kemikleriyle birleşerek ona güçlü bir duruş sağlıyordu. Uzun, kırmızı renkli saçları, yaşının ilerlemesiyle daha koyu ve etkileyici bir hal almış, asaletiyle bütünleşmişti. Başında taşıdığı sade ama ihtişamlı kırmızı elmas taç, onun zarafeti ve kudretini simgeliyordu. Giydiği açık elbise ise tüm bu gururlu duruşu tamamlayan bir aksesuar gibiydi.

Kraliçe, iradesinin gücünü vurgulayan bir şekilde sessizce bekledikten sonra, durgun ve kararlı bir ses tonuyla konuştu. "Hayır, onunla ilgili değil, ancak benim için oldukça önemli bir konuyu görüşeceğiz," dedi. Sözleri odada yankılandığında, herkesin dikkatini bir an için tam anlamıyla üzerine çekti.

Laine, Koud ırkının asil bir temsilcisiydi. Beyaz teni ve etkileyici uzun boyuyla göz kamaştırıcı bir görünüme sahipti. Sarımsı gözleri, dikkatli ve sorgulayıcı bir ifadeyle parıldarken, uzun ve sivri kulakları ona farklı bir zarafet katıyordu. Başını tamamen saran, yere kadar uzanan uzun beyaz pelerini çenesinden başlayarak saçlarını gizliyor, ona gizemli bir hava katıyordu. Oval yüz hatları ve çıkık elmacık kemikleri, ifadesine belirginlik kazandırıyordu. Kafasında parlayan yeşil renkteki elmas, asaletini yansıtırken, boynunu saran beyaz elbisesi kırmızı bir elmasla birleşiyor ve elbisesinin yer yer sarı detayları bu görkemi tamamlıyordu.

Laine, tüm zarafetiyle odada duruyor ve hafifçe kaşlarını çatarak, gözlerinde sorgulayıcı bir parıltı belirdi. Yavaşça, fakat net bir şekilde, "Sizinle mi ilgili ne demek istiyorsunuz?" diye sordu. Sözleri, etrafındaki havayı keskin bir şekilde şekillendiriyor, herkesin ona odaklanmasını sağlıyordu. Gözleri, derin bir merakla ve titiz bir dikkatle karşısındaki kişiye odaklanmıştı.

"Sizde fark etmişsinizdir ki sistemde Jalv ırkının bağlanmadığı gözüküyor. O aptallardan birkaç kişi kızlarımı kaçırmaya çalıştı ama bunu başaramadılar ve onları sorgulamamıza rağmen kim tarafından tutulduklarını bir türlü söylemediler. Bende hepsini gezegenleriyle birlikte yaktım ve..." dedi Kraliçe Mirena, sesini daha da yükselterek.

"Bu savaş sebebidir, biliyorsunuz ki şu an barış içindeyiz," diye uyardı Edrk.

"Savaş sebebi mi? Kızlarımı kaçırarak bu barışı bozdular ve ben de onlara gereken cezayı verdim," dedi Kraliçe Mirena, sert bir şekilde gülümsedi, gözlerinde öfke belirirken, sözleri, her bir kelimenin altındaki acımasızlıkla odada yankılandı. "Sizlere gelecek olursak, bu işin arkasında sizlerden birisi olduğunu biliyorum ya da ırklarınızın önde gelenlerinden birisi ve ben onu bulunca, onları da aynı şekilde cezalandıracağım," diye bağırdı, sesi artık duyulmakla birlikte, tüm odadaki havayı kasvetli bir tehdit ile doldurdu. Gözlerinde belirgin bir kararlılık vardı; kimse onun bu tehdidi boşa söylediğini düşünemezdi.

Sewa, Syris ırkının zarif ve etkileyici bir temsilcisiydi. Mavi teni, bulunduğu ortamda hemen dikkat çekerken, uzun boyu onun zarafetini pekiştiriyordu. Mor renkteki gözleri, kararlılıkla parıldıyor ve her bakışı, etrafındakileri derinlemesine izliyordu. Uzun, açık pembe saçları omuzlarına dökülüyor, hareket ettikçe ipeksi bir şekilde savruluyordu. Yüz hatları oval ve zarifti, çıkık elmacık kemikleri ona yalnızca zarafet değil, aynı zamanda güçlü bir otorite de katıyordu. Alnının iki yanından başlayıp kulaklarının yanlarına kadar inen mavi pigmentler, vücudunun her bir parçasına zarifçe yayılıyor, ona hem doğaya bağlılık hem de eşsiz bir görsellik katıyordu. Çiçek desenli açık elbisesi doğayla olan derin bağını simgeliyor, başındaki çiçek şeklindeki taç ise liderliğini ve asaletini yansıtıyordu. Vücudundaki mavi pigmentler sayesinde okyanusta rahatça yüzebiliyor, derin sularda nefes alabiliyor ve bu özelliği onu diğerlerinden farklı kılıyordu.

Sewa, Syris ırkının temsilcisi olarak pek sık karaya çıkmazdı, fakat şimdi karşısında Kraliçe Mirena'nın ciddi suçlamaları vardı. Sesine sert ve uyarıcı bir ton katarak, odadaki havayı aniden ağırlaştırdı. "Kraliçe Mirena, bu çok büyük bir suçlama," dedi, gözleri kararlılıkla parıldayarak "Ve eğer söylediklerinizi kanıtlayamazsanız, hepimizi düşmanınız yaparsınız." Sewa'nın bakışları, sadece bir tehdit değil, aynı zamanda güçlü bir uyarıydı; her kelimesi, yüksek ihtimalle halkı için oldukça kritik bir anlam taşıyordu.

"Bu umurumda değil, anladınız mı beni?" diye bağırdı Kraliçe Mirena'nın gözleri, öfke ve kararlılıkla parlıyordu. Derin nefesler alarak, sesi daha da sertleşti, sözleri odanın her köşesinde yankılandı. Sesindeki tehdit ve kararlılık herkesin dikkatini çekmişti. "İçinizden birisi kızlarımın kaçırılmasını istedi ve ben onu bulunca... Ölmesi o kadar kolay olmayacak, onunla çok ama çok güzel bir vakit geçireceğim." Kraliçe'nin sesindeki soğuk, keskin ton, her kelimesinin ağırlığını hissettiriyordu.

Herkes sessizce dinlerken, Kraliçe Mirena bir anlığına derin bir nefes aldı ve devam etti. "Bu hepinize bir uyarı, anladınız mı beni?" Sesindeki tüyler ürperten tehdit, tüm odada bir donukluk yaratmıştı.

Son olarak, hiç beklemeden son cümlesini ekledi. "Ayrıca, olayın sorumlusunu bulana kadar toplantıyı erteliyorum," diyerek bağlantıyı kesip, hologram görüntüsünün aniden silinmesini sağladı. O an, etrafta ki herkes derin bir sessizliğe gömüldü; her birinin kafasında Kraliçe'nin sözleri yankı yapıyordu.

Herkes, birbirine suçlar gözlerle bakıyordu, fakat hiç kimse cesaret edip birbirini açıktan suçlayamıyordu. Sessizlik, odanın her köşesine yayılmıştı; gerilim o kadar yoğunlaşmıştı ki, hologram görüntüleri olmalarına rağmen herkesin soluk alışverişi bile fark ediliyordu. Kraliçe Mirena'nın tehdidi, her birinin içini karanlık bir korkuyla doldurmuştu. Kimse, birbirlerine doğrudan bakmaya cesaret edemedi; gözler, kaçamak şekilde kayarak birbirlerinin suratına odaklanıyordu.

Odanın içi, adeta bir buz gibi donmuştu. Havanın keskinliği, herkesin içinde bir kaçış hissi uyandırıyor gibiydi. Herkes, olayın sorumlusunu bulamamanın ve suçlamalardan kaçmanın huzursuzluğunu hissediyordu. Kraliçe'nin sesinin yankıları hala zihinlerde çınlıyordu. Kimse adını bile anmaya cesaret edemediği bu belirsizlik ortamında, aralarındaki güvenin tamamen sarsıldığının farkındaydılar. Birbirlerine bakarken, kimse kimseye güvenmiyordu. Kimi sessizce, kimisi ise titreyen elleriyle bu ağır atmosferi kabullenmeye çalışıyordu.

Zaman geçtikçe, odada kalan tek şey, gerilimin iç içe geçmiş derin nefesleri ve kimseyi açıkça suçlayamamanın yarattığı huzursuzluktu. Sessizlik giderek derinleşti öyle ki hologram görüntüleri olmasına rağmen herkesin korktuğu bile anlaşılıyordu ve bu derin sessizliği Saoko'nun sesi bozdu.

Saoko, Mhab ırkının zarif fakat güçlü bir temsilcisiydi. Esmer teni ve uzun boyuyla dikkat çekerken, gümüş rengi gözleri ve kabarık, uzun siyah saçları ona asil bir hava katıyordu. Yüz hatları oval, elmacık kemikleri ise belirgin ve çıkıktı, bu da ona hem zarif hem de güçlü bir duruş sağlıyordu. Kafasında, kraliçe tacını taşırken, tacın tam ortasında koyu mavi bir elmas yer alıyordu. Bu elmas, yuvarlak bir koruma içinde özenle korunuyordu ve tacın etrafına yerleştirilen mavi elmaslar, Saoko'nun soyluluğunu ve gücünü simgeliyordu. Boynundan göğsüne kadar uzanan kolyesi, turkuaz mavisi elmaslarla süslenmişti ve her iki kolunda da bilezikler vardı. Bu bileziklerde, mavi renkli küçük elmaslar parlıyordu, zarif ama dikkat çekici bir şekilde.

Üzerindeki beyaz elbise, zarafetin ve gücün mükemmel bir birleşimiydi. Yer yer mavi detaylarla süslenmiş olan bu tek askılı elbise, göğüs dekoltesiyle hem şık hem de etkileyici bir görünüm sunuyordu. Saoko, gözlerini keskin bir şekilde çevresindekilere dikip, sesini yükselterek, "Bunun sorumlusunun kim olduğunu öğrenmek istiyorum, hemen ortaya çıksın," diye bağırdı. Sesi, öfkeyle doluydu ve her kelimesi etrafındaki havayı geriyor, adeta bir tehdit gibi havada asılı kalıyordu. Saoko'nun gözlerindeki kızgınlık, ortamın gerilimini daha da arttırıyor, herkesin ruh halini etkiliyordu.

Poxm, Qtav ırkının zarif ama aynı zamanda etkileyici bir temsilcisiydi. Beyaz teni ve uzun boyuyla hemen dikkat çekiyordu. Ela renkli gözleri, etrafındaki tüm bakışları topluyor, herkesin dikkatini bir an için üzerine çekiyordu. Yüzünden göğsüne kadar olan kısmı, canlı bir mavi renkle boyanmıştı ve bu renk, üzerinde kırmızı ile sarı tonlarında şekillerle birleşerek dikkat çekici bir desen oluşturuyordu. Her iki gözünün etrafındaki mavi boya, sağ gözünden dudaklarının yarısına kadar devam ediyordu. Sol gözünün etrafındaki mavi renk ve yüzündeki şekiller ise keskin bir sarı ile ayrılıyordu. Burnunun üstünde de benzer bir sarı desen vardı. İki kaşının arasından saçlarına kadar uzanan kırmızı ve sarı renkli şekiller, taç şeklinde bir form almıştı ve bu da onun asaletini ve gücünü simgeliyordu.

Giydiği pelerin, vücudundaki desenle uyumlu bir şekilde mavi renkteydi ve pelerinin tasarımındaki kırmızı ve sarı renkler, üzerindeki detayları tamamlıyordu. Her bir detay, Poxm'un estetik anlayışını ve kültürünü yansıtırken, aynı zamanda onun güçlü bir duruş sergilemesini sağlıyordu.

"Dwagd, bu işin arkasında sen varmışsın gibi," dedi Poxm etrafına şüpheyle bakarak sessini yükseltti. Sözleri, çevresindeki havada gerilim oluşturdu ve bakışları, şüpheyle dolu, sert bir şekilde Dwagd'a yöneldi. Bu cümle, tüm odada bir anda tedirginlik yaratmıştı; herkes, söylediklerinin taşıdığı ağır suçlamayı hissedebiliyordu.

"Saçmalamayın, ben asla öyle bir şey yapmam," diye bağırdı Dwagd. Sesindeki kararlılık, söylediklerinin ardında durduğunun bir göstergesiydi. Ancak, odadaki gerilim, bu sözlerin bir an için bile havada asılı kalmasına engel oluyordu.

"Yapmaz mısın?" diye karşılık verdi Axix, hiçbir şekilde sakinleşmeden, gözlerinde bir nebze bile tereddüt yoktu. Sözleri, her bir kelimesiyle, ortamda daha da yoğunlaşan bir suçlama havası yaratıyordu. "Birkaç gün önce üç kişi dışında ki tüm Lux ittifakı üyelerinin gezegenlerine geldin ve bizleri tehdit ettin ama kraliçe Mirena, Laine ve Saoko'nun galaksilerine gitmedin. Laine ve Saoko'nun galaksileri kraliçenin galaksisiyle komşu ve onlara gitseydin, kraliçenin anında haberi olurdu ve sen, o üçü dışındaki diğer galaksilere gittin. Sonuçta, kraliçeye böyle bir tehditte bulunursan, seni orada anında öldüreceğini biliyordun. O yüzden de kızını ele geçirip, kraliçeyi istediğin gibi yönetebilecektin."

Axix'in sesi, her bir cümlesinde daha da sertleşiyor, söyledikleri adeta bir ipucu gibi havada kalıyordu. Gerilim, odada bir an için nefes almayı zorlaştırmıştı; Dwagd, gözlerini yere indirerek suçlamaların hedefinde olduğunu hissetti. Herkes, bu sözlerden bir anlam çıkarmaya çalışıyor, tartışmanın nereye varacağını merak ediyordu.

"Saçmalamayın, ben asla böyle bir şey yapmam," dedi Dwagd, nehrin derinliğindeki bir kayaya çarpmış gibi sert bir şekilde tepki gösterdi. Ancak, her bir kişinin gözünde, daha önceki tehditleri nedeniyle suçlu olan tek kişi oymuş gibi hissediyordu. Bu duyguyu, odadaki gergin havadan hissedebiliyordu. Çevresindeki herkes, onun suçlu olduğuna dair belirgin bir izlenim taşırken, Dwagd, kelimelerinin ardında gerçekliği savunmaya çalıştı.

"Her neyse, bunu yapan ırklarınızın önde gelenlerinden birisi ya da birileri, kim olduklarını bilmiyorum. Ama bir daha kraliçeye ve kızlarına bulaşmasalar iyi olur," dedi Laine ve durumu daha soğukkanlı şekilde ele aldı ve Dwagd'ın sözlerine hiç tepki vermeden bağlantısını kesti. Laine ile birlikte Saoko, Poxm, Nyra ve Sewa'da bağlantılarını kestiler. Laine'ın sözleri ve onunla birlikte bağlantılarını kesen diğer güçlü ırkların liderleri tartışmanın sona erdiği söylüyordu, ancak bu sessizlik, Dwagd'ı yalnızca daha fazla suçlu hissettirdi.

Bağlantı kesildikten sonra, ortamda bir boşluk oluştu ve herkes birbirini suçlamak için fırsat arıyordu. Bu suçlamalar çoğunlukla Dwagd'a yöneltilmişti; herkes, birbirini doğrudan suçlamaktan kaçınıyor, fakat suçlu olanın kendisi olduğu izlenimi derinleşiyordu. Böylece diğer liderlerde bağlantılarını kestiler.

"Bunun arkasındaki kişi ya da kişileri hemen bulmamız lazım. Aksi halde tüm suç bize kalacak," dedi Dtru ve sesi, karar verilmesi gereken bir anın yaklaşıyor olduğunu vurguluyordu. Tüm gözler, kaybolan bir suçluyu arayan bir grup gibi, birbirlerine ve şüpheliye odaklanıyordu. Gerginlik, çözülmesi gereken bir bulmacanın parçaları gibi dağılmakta, her an daha da keskinleşen bir sorumluluk hissi yaratıyordu.

"Belki bu olayın arkasında diğerlerinden birisi vardır ve suçu da bize attılar," dedi Rofs, kafasında bir olasılık belirmeye başlamış gibi.

"Kim var bilemem ama bir konuda haklısın. Eğer birkaç gün önce diğer ırkları tehdit etmeseydiniz, şu an suçlanan kişi biz değildik. Ayrıca, kraliçe hala bu olayı duymamış gibi. Eğer duysaydı, bu işin arkasında diğerlerinden birisi olsaydı bile, bizi suçlu görürdü ve biz daha ne olduğunu anlamadan Jalv gibi yok edilirdik," dedi Dexr, her kelimesiyle olayın ciddi sonuçlar doğurabileceğini vurguluyordu.

"Her neyse, bu olayı araştıracağız ve gerçek suçluyu bulacağız," dedi Dwagd. Oda bir an için sessizleşti, herkes birbirine bakıyordu.

"Nasıl bulacağız? Kraliçe tüm ırkı ve suçluları öldürmüş ve bu işin arkasında kim ya da kimler varsa, artık kim olduklarını asla öğrenemeyiz," dedi Dtru, umutsuzca gerçeğin peşinden gitmenin neredeyse imkansız olduğuna dikkat çekti.

"Şimdi, ne yapacağız?" diye sordu Rofs.

"Hiçbir şey yapmayacağız ve kraliçenin toplantıyı yapmasını bekleyeceğiz," dedi Dwagd, derin bir nefes alarak odadaki tüm gerilimi hissedebiliyordu. Cevabını verirken, soğukkanlılığını kaybetmemeye çalıştı. Ardından, herkesin çıkmasını işaret etti. Oda tekrar sessizliğe büründü, herkesin aklında aynı düşünceler vardı: Olan bitenin sorumluluğu kimin omuzlarında kalacaktı? Ve bu gerilimli bekleyiş, bir süre daha devam edecekti.

──────✧❅✦❅✧──────

Aradan birkaç gün geçtikten sonra, gizli ortaklar yeniden bir araya gelmeye karar verdiler. Bu kez toplantı, Yart ırkının yaşadığı gezegende yapılacaktı. Rofs gemisine hızla yöneldi ve yanında ki askerlerle birlikte Tharaxia'dan ayrıldılar. Yörüngeye çıktıktan sonra ışık hızına geçtiler. Bu sırada, gezegen hakkında öğrendikleri bilgileri dinliyordu.

Yart ırkının yaşadığı gezegen, güneşine oldukça yakın olan Solmire'di. Yüzeyi değerli madenlerle kaplı, aşırı sıcak ve zorlu bir gezegen olarak biliniyordu. Ancak, sahip olduğu doğal zenginlikler, pek çok uygarlığın ilgisini çekmişti. Burada yaşayan ırk, bu çetin koşullara uyum sağlamış ve güçlü, dayanıklı bir topluluk oluşturmuştu.

Gezegenin yüzeyi, devasa altın ve platin kayalarıyla kaplıydı. Eritilmiş titanyum nehirleriyle şekillenen manzara, göz alıcıydı. Koyu kırmızı renkte lav nehirleri gezegenin damarları gibi yüzeyi çaprazlıyordu. Gümüş tozuyla kaplı çöller, göz alabildiğine uzanıyordu. Zemin oldukça dengesizdi ve sıcaklık nedeniyle bazı alanlar sürekli olarak eriyor, yeniden sertleşiyordu.

Güneşe bu denli yakın olmasından ötürü, güçlü radyasyon dalgaları ve manyetik fırtınalar sürekli olarak meydana geliyordu. Havadaki gazlar, sürekli hareket eden bir plazma tabakası oluşturuyordu. Bu plazma katmanı, gece gökyüzünde dalgalanan ateşler gibi bir görüntü yaratıyordu. Solmire'nin bazı bölgeleri ise doğal bir enerji kaynağı gibiydi; buradaki değerli elementler kendiliğinden parlayan bir yüzey oluşturuyordu.

Gezegenin bu karmaşık ve tehlikeli doğası, burayı sadece dayanıklı bir ırkın yaşaması için uygun hale getirmişti. Bu yüzden, Yart ırkı burada güçlü ve hayatta kalmaya odaklı bir toplum kurmuştu.

"Gerçekten çok aptallar, her sorulan soruya cevap vermeleri gerçekten komik," dedi Remx, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle.

"Evet, yine her şeyi anlatmışlar," dedi diğerleriyle aynı görüşü paylaşıp, aralarındaki gerginliği hafifletmeye çalıştı.

"Her şeyi değil, yine de bizden sakladıkları bilgilerde var," diye ekledi Rofs, bir anlamda şüphelerini dile getirerek.

Bunları kendi aralarında konuşurken, Solmire'ye vardılar. Hemen gezegene iniş yaptılar ve saraya doğru ilerlemeye başladılar. Sarayın kapısına ulaştıklarında araçtan indiler. O anda, diğer liderler de oradaydı. Xolka, onların yaklaşmasını bekleyerek onlara doğru adım attı ve karşıladı. Sarayın içinde yürürken, gururlu bir şekilde sarayın tarihi ve yapısını anlatmaya başladı. Yüksek tavanlardan sarkan kristal avizeler, geniş ve ihtişamlı koridorlar, her bir köşe ve oda gururla sunduğu açıklamalara eşlik ediyordu. Saray, görkemli yapısıyla adeta bir zamanlar büyük bir medeniyetin izlerini taşıyor gibiydi.

Zihaal, Solmire'nin yanan toprakları üzerinde yükselen, altın ve platinle kaplanmış devasa bir saray olarak tanınıyordu. Bu saray, sadece ırklarının yönetim merkezi olmakla kalmıyor, aynı zamanda ateşin ve metalin kutsal birleşimi olarak görülen bir tapınak olarak kabul ediliyordu. Saray, yüzeydeki lav nehirlerinin üzerine inşa edilmişti ve bu lavlar, büyük taş ve metal köprülerle ana şehre bağlanıyordu. Her adımda yerin altındaki metal plakaların eridiği, yerden yayılan kızıl ışık huzmelerinin sarayın her köşesini aydınlattığı bir atmosfer hakimdi.

Sarayın yapısında saf altın, platin, titanyum ve obsidyen gibi değerli metaller kullanılmıştı. Devasa yapının yüzeyi, sürekli parlayan gümüş damarlarla işlenmişti ve dışarıdan bakıldığında göz kamaştırıcı bir parlaklık yayıyordu. Sarayın etrafında, kaynayan lav nehirleriyle çevrilmişti; bu nehirler, altındaki metal plakaları eriterek sarayı adeta bir eriyik metal kütlesi gibi hissettiriyordu. Devasa obsidyen kapılar, ırklarının tanrılarını tasvir eden platin kabartmalarla süslenmişti. Bu görkemli kapılar, saraya girmeyi bir anlamda kutsal bir geçiş olarak sembolize ediyordu.

Sarayın içi de dışı kadar etkileyiciydi. Tavan, ateşten bir gökyüzü gibi görünen uzun geçitlerle doluydu. Metalik duvarlar, içerilerindeki manyetik akımların etkisiyle sürekli olarak dalgalanan ışık huzmeleri yayıyordu. Herhangi bir odanın duvarları bile kendiliğinden ışık yayıyor, her köşe, içindeki enerji akımlarının etkisiyle başka bir dünyaya aitmiş gibi görünüyordu.

Taht Odası, sarayın en görkemli bölümünü oluşturuyordu. Oda tamamen saf altın ve obsidyenden inşa edilmiştir. Odanın tavanı, gökyüzündeki manyetik fırtınaları yansıtan bir enerji kubbesiyle kaplıydı. Gözle görülmeyen manyetik akımlar, her şeyin ışıldamasını ve titremesini sağlıyordu. Odanın zemininde saf titanyum plakalardan oluşan bir zemin vardı; her adım atıldıkça hafif bir titreşim hissediliyordu, sanki yerin altındaki enerjilerle birleşiyormuş gibi. Odanın dört bir yanında, ırklarının en büyük liderlerinin devasa taş ve metal heykelleri bulunuyordu. Bu heykeller, sarayın görkemine katkı sağlıyor, her birinin bakışları, zamanla uyum içinde şekillenen bu görkemli yapının bir parçası gibi hissediliyordu.

Taht, devasa bir metal bloğundan oyulmuştu; erimiş metal, yavaşça şekillendirilip bu formu almıştı. Arka planda, sürekli alevler içinde yanan devasa bir platin güneş sembolü yer alıyordu. Taht, manyetik alanla havada süzülüyormuş gibi görünüyordu, sanki fiziksel bir varlık değil, bir enerjinin somutlaşmış hali gibiydi. Parlayan damarlar tahtın etrafında dönen manyetik akımları simgeliyordu. Tahtın yanlarında, koruyucu muhafızların beklediği büyük lav sütunları yükseliyordu; bu sütunlar, sanki her an patlamaya hazırmış gibi bir hava yaratıyordu. Odanın aydınlatması tamamen doğal bir enerji sistemiyle sağlanıyordu. Metalik damarlar, manyetik fırtınaların etkisiyle sürekli titreşen ışıklar yayarken, odanın tavanındaki devasa obsidyen kubbe, manyetik enerji dalgalarını yansıtarak odada gizemli bir kızıllık oluşturuyordu. Bu ışık, bir yandan içsel bir ışıltı gibi parlıyor, bir yandan da karanlığın derinliklerinden çıkmış gibi bir etki yaratıyordu.

Xolka, sarayı anlatırken, bir süre sonra taht odasına ulaşmışlardı. Önceden hazırlanan masaya oturup, bir yandan yemek yerken bir yandan da konuşmalarına başladılar.

"Sizce kraliçe bu işin arkasında kim var, öğrenebilmiş midir?" diye sordu Arm, sessizliği bozan ilk kişi oldu.

"Kim bilir, söylediklerine bakılırsa suçlular, onları kimin tuttuğunu söylememişler," dedi Rofs.

"Evet, bunu hepimiz duyduk fakat kraliçe yalan söylüyor olabilir," dedi Xolka.

"Bu doğru," diye onayladı Rofs. "Evet, haklısın. Bir şekilde gerçeği bildiğini varsayalım ve bununla ilgili bir şey yapmamız lazım," diye ekledi.

Herkes, bu sözlerin ardından daha ciddi bir şekilde birbirlerine bakarak, durumun ciddiyetini tartışmaya devam etti. Tartışma uzakça herkes farklı farklı şeyler önerdiler ama kimse kesin bir şey söyleyemiyordu. Bu tartışmaların ardından uzunca bir süre kimse tek kelime konuşmadı ve ortam oldukça sessizleşti, öyle ki dışarıdan kuşların sesi bile duyuluyordu ve bu sessizliği en sonunda Rahko'nun sesi bozdu.

"Ne gibi bir şey?" diye sordu Rahko.

Rofs'tan cevap, aniden beklenmedik bir şekilde geldi:

"Kraliçe'yi öldürmek gibi," diye söylendi.

"Saçmalama," dedi Jocelyn, endişeyle başını sallayarak. "Eğer olur da bunu başaramazsak, yaptığımız her şey yerle bir olur ve bununla da kalmaz, kraliçe tüm ırklarımızı yok eder. Hepiniz biliyorsunuz," diye ekledi, sesi yükselerek.

"Tüm ırklara karşı bir şey yapamaz," dedi Rofs, ancak bu sözler bile, o odada artık her şeyin ne kadar kritik hale geldiğini ve kimseye güvenmenin ne kadar zor olduğunu herkese hatırlatıyordu.

"Nereden biliyorsun? Her ne kadar Dwagd bizi birleştiren kişi olsa da, asıl işi önceki kraliçe Almina ve Lorin ırkı yaptı. Irklar arasındaki savaşlara son vermeleri için yıllarca uğraştılar," dedi Edrk.

"Her neyse, ben kraliçeyi öldürmemiz gerektiğini düşünüyorum," dedi Rofs, oldukça otoriter ve kararlı bir ses tonuyla. Herkes bir an durakladı, bu açık fikri karşısında.

"Rofs, yine bildiğini okuyup duruyorsun. Saçmalama!" diye bağırdı Arm. Sesindeki öfke, gerginliği daha da artırmıştı.

"Merak etmeyin, bu seferki planım işe yarayacak," dedi Rofs, sakin bir şekilde, ama hala kararlı bir tonla.

"Neymiş şu planın, söyle bari de biz de bilelim o zaman," dedi Rahko ve şüpheli bir şekilde Rofs'a baktı. Bu cümleyle, grubun içinde bir başka tedirginlik dalgası yayıldı, herkesin kafasında aynı soru yankılandı: Bu seferki plan gerçekten başarılı olabilecek miydi?

Rofs, kararlılığını yine kaybetmeden sözlerine devam etti:

"Altımızda ırklarımızdan birer kişiyi seçeceğiz ve kraliçeyi öldürecekler. Olur, da başarısız olurlarsa, kraliçe bölgemizin en güçlü ırklarından bazılarını karşısına almak istemeyecektir ve bunu gizli tutacaktır. Sonuçta, diğerlerini açıkça suçlamak, onun ve ırkının sağlığı için hiç iyi olmaz."

"Çok komiksin. Keşke bunu birkaç gün önceki toplantıda da söyleseydin. Kraliçe hepimizi tehdit ettiğinde, sen de oradaydın ve izliyordun. Sen de farkındasın ki, kraliçe birisini ölümle tehdit ettiği zaman, o kişiyi kesinlikle öldürmekten çekinmez," dedi Xolka, ciddiyetle ve biraz da alaycı bir şekilde yanıt verdi.

Jocelyn de söze girerek, sesindeki sertliği artırdı:

"Evet, Xolka haklı. Eğer başarısız olursak, kraliçe anında bizlere savaş açacaktır. O yüzden saçma bir harekette bulunma. Anladın mı beni, Rofs?"

"Bu ittifakı ben kurdum ve lider de benim. Sen beni tehdit mi ediyorsun, Jocelyn?" dedi Rofs, kızgın bir şekilde bağırarak.

Jocelyn, hiç tereddüt etmeden ve oldukça sinirli bir şekilde karşılık verdi:

"Evet, öyle. Sen nasıl anladıysan, kraliçeyi illa öldürmek istiyorsan da, bunu tek başına yaparsın." diye bağırdı ve öfkeyle odadan çıkıp gitti.

Diğerleri, Rofs'a dönerek soğuk bir şekilde konuştular:

"Jocelyn bir konuda haklı. Eğer hedefin kraliçeyi öldürmekse, bu konuda sana yardımımız dokunmaz, Rofs. O yüzden bu işte tek başınasın."

"Kahretsin, sizler tam bir aptalsınız. Kraliçe ortadan kalktığı anda, tüm Lux İttifakı bizim kontrolümüze geçecek, siz aptallar bunun farkında bile değilsiniz," diye bağırdı Rofs, öfkesine hakim olamayarak.

"Bu çok tehlikeli, Rofs. O yüzden başka bir şeyler bulmamız lazım," dedi Edrk, sakin bir şekilde.

Tüm gün boyunca ne yapabileceklerine dair konuştular. Sonunda, Mirena ve kızlarına dokunmama konusunda hemfikir oldular. Ardından, Xolka dışında herkes gezegenden ayrılıp kendi gezegenlerine döndü.

Gezegene iner inmez, Rofs hemen saraya doğru yöneldi. İçeri girdiğinde, Dtru'nun soğuk bir şekilde, "Rofs, geç kaldın," dediğini duydu.

"Üzgünüm, kraliçe Mirena'nın kızlarını kaçırmaya çalışanlar ile ilgili bilgi toplamaya çalışıyordum, bu yüzden geç kaldım," diye yanıtladı Rofs başını eğerek.

"Ne bulabildin?" diye sordu Dwagd, dikkatlice gözlerini Rofs'a dikti.

"Hiçbir şey bulamadım, kralım. Sonuçta, kraliçe Jalv ırkının yaşadığı gezegeni yaktığı için, bu işi yapanlarla ilgili herhangi bir bilgi de yok," dedi Rofs, derin bir nefes aldı ve başını iki yana sallayarak.

"Anlıyorum, bu konuda yapabileceğimiz bir şey yok. O yüzden bir daha izinsiz gezegenden ayrılma, anladın mı?" diye söyledi, sesinde kararlılık vardı.

"Evet, kral Dwagd. Merak etmeyin, ben sadece sizi suçlayanların bu işin arkasında olduklarını düşündüğümden gizlice hareket etmek istemiştim," dedi.

"Anlıyorum ama...." diye başladı, ardından sözü kesildi.

"Lux ittifakının bir sonraki toplantısına kadar bir şeyler bulmalıyız," dedi Omr, biraz daha ileri giderek, toplantı hakkında konuştu.

"Toplantı ne zaman olacak peki?" diye sordu Rofs biran olsun Dwagd'ı kendinden uzaklaştırmaya çalışarak.

"Kimse bilmiyor. Kraliçe kızlarını kaçırmaya çalışanlar ile ilgili araştırma yapıyor ve bizim elimizden onun işlerini bitirmesini beklemekten başka bir şey gelmez," dedi Dexr.

"Evet, öyle ve umalım da kraliçe işini bir an önce halletsin," dedi Rofs. Sesindeki endişe ve belirsizlik, atmosferi ağırlaştırmıştı.

"Bu oldukça zor olacak, sonuçta Jalv tamamen yok edildi ve elinde bir iz ve kanıt olmadan bunun arkasındaki kişileri bulması imkânsız," dedi Kraliçe Ewas.

Ewas'ın teni, altın-bronz bir ışıltıyla parlıyor, ışığın açısına göre değişen metalik bir yumuşaklık barındırıyordu. Gözleri, derin uzayın en parlak nebulalarından kopup gelmiş gibi ışıldıyor, yıldız tozuyla doluymuş hissi veren yoğun bir yeşil renge sahipti. Uzun ve koyu renk saçları, başındaki elmas başlığın altından akarak ona daha da ihtişamlı bir görünüm katıyordu.

Başındaki taç, yalnızca bir hükümdarlık simgesi olmaktan öte, karmaşık ve organik tasarımıyla ışık oyunları sergileyerek sürekli değişen renkler yayıyordu. Giydiği obsidyen zırh, sert ve dayanıklı olmasına rağmen, bedeniyle mükemmel bir uyum içinde hareket eden esnek bir malzemeden yapılmıştı. Göğüs ve omuz bölgesindeki iridesan paneller, farklı dalga boylarında ışık yansıtarak ona neredeyse ilahi bir aura kazandırıyordu.

Üzerindeki kıyafet sıradan bir giysi değil, adeta canlı bir organizma gibi işlev gören gelişmiş bir nanozırhtı. Bu zırh, ona olağanüstü dayanıklılık, hafiflik ve çeviklik kazandırırken, çevresel koşullara uyum sağlayarak kendini sürekli yenileyebiliyordu. Bu sayede gezegen yüzeyinde rahatça yaşamayı sağlıyordu. Göğsünün üzerinde ki mavi obsidyen taşına dokunduğunda, zırh anında kayboluyordu.

"Evet, öyle. Yakında tüm Evren bizim olacak ve buna karşı koyacak kimsede yok," dedi Dwagd, sesi derin ve kararlı bir şekilde yankılandı. Biraz duraksadıktan sonra "Hepiniz çıkın," dedi, gözleri odadakilerin her birine anlamlı bir şekilde bakarak.

"Emrede..." dediler, hemen ve dikkatlice ayrılmaya başladılar.

"Rofs, sen kal. Seninle konuşmam gereken bir mesele var," dedi Dwagd, gözleri Rofs'a yönelerek, bir tuhaflık vardı sesinde.

"Emre..." diye cevapladı Rofs, ancak dudaklarında kararsızlık vardı. Bu konuşma, kesinlikle öncekiler gibi olmayacaktı.

"Her neyse, bu işin arkasında sen varsın değil mi?" diye sordu Dwagd, gözleri keskin bir şekilde Rofs'a odaklanmıştı. Sesindeki soğukluk, o anki kararlılığını daha da belirgin hale getiriyordu.

"Kral Dwagd, bu ne demek şimdi? Siz beni...." diye söze başladı Rofs, aniden gerildi ve kalbi hızla çarpmaya başladı. Ancak kelimeler boğazında düğümlendi, söylemek istediklerini tam olarak ifade edemedi.

Kraliçe, ellerini masanın üzerine koyarak vurgulu bir şekilde devam etti:

"Kraliçenin kızlarını sen kaçırtmak istedin, değil mi?" Sesindeki öfke, atmosferi neredeyse patlayacak bir hale getirmişti.

"Özür dilerim, efendim," dedi Rofs, başını öne eğdi ve derin bir iç çekişle boynunu bükerek yanıt verdi.

"Neden yaptın bunu?" diye sordu Kraliçe, artık sesindeki öfke yerine bir tür sorgulayıcı bir soğukkanlılık vardı.

"Kraliçenin kontrolü elimize geçerse, bu işimize yarar diye düşünmüştüm ama yanılmışım," dedi, sesi hafifçe titreyerek.

"Her neyse, bu olay aramızda kalacak," dedi Dwagd, sesi sert ve netti. "Ve ne olursa olsun, ne ırkımızdan diğerleri ne de kraliçe, bu olayın arkasında olduğumuzu öğrenmeyecek. Yoksa kraliçe bizi anında yok eder ve diğerleri de buna engel olmak için bir şey yapmazlar. Anladın mı beni?" Gözleri, Rofs'un gözlerine delici bir şekilde bakarken, her kelimesi bir tehdit gibi yankılanıyordu.

"Evet, efendim," dedi, sesindeki titremeyi kontrol etmeye çalışarak.

Dwagd, bir an duraksadı ve ardından sesi, keskin ve acımasız bir şekilde devam etti:

"O zaman çık ve bizi bu işten kurtarmanın bir yolunu bul."

"Ne gibi bir yol, efendim?" diye sordu, kafa karışıklığı belli oluyordu.

Kraliçe Ewas, gözlerinde öfke ve sabırsızlıkla yanıt verdi:

"Suçu diğer ırklardan birisine atmanın bir yolunu, anladın mı?" diye bağırdı, sesi odanın dört bir yanına yayılıyordu.

"Evet, efendim," dedi, bir an önce odadan çıkmak istiyordu.

"Güzel. Şimdi defol karşımdan," diye bağırarak, Rofs'un hemen çıkmasını emretti.

 

Bölüm İçinde Geçen Bazı Kelimeler Hakkında Bilgiler:

Perla: 1. İnci, sedef. 2. İnci gibi değerli. 3. Sedef gibi parıltılı ve beyaz.

Vita: Hayat

Almina: 1. Besleyen, büyüten. 2. Genç kadın (İbranice)

Lorin: Defne (defnegillerden, yaprakları güzel kokulu ve yaz kış yeşil olan bir ağaç)

 

Bölüm : 27.07.2024 11:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...