4. Bölüm

4.Bölüm-Saldırılar ve Savaş

Shinoluna
shinoluna

Hyuki bu konuda son kararını vermişti. Saldırıya uğrayan üs, onun sorumluluk sahasındaydı ve saldırı şekli, son yapılan tüm saldırılarda olduğu gibi, aynıydı. Askerlerden bu durumu gizlemek, onları daha fazla tehlikeye atmak anlamına gelirdi. Bu yüzden de bu toplantıyı yapmaya karar vermişti. Ne olursa olsun, bu çocukların gerçeği bilmeleri gerekiyordu. Ancak sadece saldırı hakkında değil, savaşa dair de bir şeyler anlatmak istiyordu. Artık onlardan bu bilgiyi gizleyemeyeceğini hissediyordu. Üstelik düşman, giderek daha fazla saldırmaya başlamıştı. Eskiden, üsleri hedef almazlardı; sadece gemilere saldırırlardı. Ancak son birkaç yıldır, üsler de sıkça saldırıya uğramış ve bu durum devam edeceğe benziyordu.

"Saçmalama, Hyuki. Bu bilgi gizli ve çok eski. Ayrıca o savaş binlerce yıl önce oldu. Ondan bahsetmenin bu çocuklara bir yararı olmaz. O yüzden de saldırılar dışında çok önemli bir bilgi vermemeliyiz," dedi Peax, sesinde kararlı bir ton vardı.

"Orası öyle ama bunları bilmeliler. Sonuçta, bu çocuklar Evren'in umudu. Artık onlardan bir şey saklamamalıyız. İtirazı olan yoksa... anlaşılan o ki yok," dedi Hyuki. Ardından, "O zaman, iki gün sonra toplantıda savaş da dahil her şeyi anlatıyorum," dedi, kararlılıkla.

"Evet, anlatmamız en iyisi olacak," diye onayladı Yown. Sonrasında hepsi bağlantıları kestiler.

İki gün sonra toplantı salonuna gittiğinde, herkes kendi arasında konuşuyordu ve Hyuki, salonun sessizleşmesi için bağırmak zorunda kaldı.

Toplantı odası, uzay mimarisinin etkileyici bir şaheseri olarak tasarlanmıştı. Çelik ve camın kusursuz uyumuyla inşa edilen bu yapı, sağlamlığı zarif bir şeffaflıkla birleştiriyordu. Oda, uzayın sonsuzluğunu ve yıldızların görkemini içeridekilere yansıtacak şekilde büyük kamera panelleriyle çevrelenmişti. Çelik çerçevelerle güçlendirilmiş olan bu paneller, hem estetik hem de işlevsel bir ortam sunuyordu.

Oda, yarım küre şeklindeki bir yapının içinde yer alıyordu. Bu tasarım, modern ve minimalizmi yansıtan detaylarla donatılmıştı. Her şey, içerideki on bin kişinin rahatlığını ve toplantılara odaklanmalarını sağlamak üzere planlanmıştı. Gerektiğinde oturma yerlerinin sayısı daha da artırılabiliyordu.

Yarım daire şeklinde basamaklı bir tiyatro düzeniyle inşa edilen oda, tüm salona genel olayları ve ayrıntıları net bir şekilde izleme imkanı sunuyordu. Koltuklar ergonomik bir yapıya sahipti ve her birinde bireysel bilgi ekranlarıyla donatılmıştı. Bu ekranlar, toplantılar sırasında not alma ve erişim gibi olanaklar sağlıyordu.

Tavan, yarı şeffaf bir kubbe ile kaplanmıştı. Kubbe, uzayın yıldız manzaralarını sunuyor ancak gerektiğinde karartılarak holografik bir tavan sistemine dönüşüyordu. Holografik tavan, toplantının temasına uygun görsellerle süsleniyor ve odada etkileyici bir atmosfer yaratıyordu.

Odanın tam merkezinde, salonun ana odağını oluşturan devasa bir holografik ekran yükseliyordu. Bu ekran, çelik bir platform üzerinde yer alıyordu ve üç boyutlu görüntüler sunabilen gelişmiş teknolojilere sahipti. Genişliği sayesinde toplantıdaki sunumları ve uzayda gerçekleşen olayları detaylı bir şekilde gösterebiliyor, salonda oturan herkes tarafından rahatça görülebiliyordu. Ekranın görüntüleri, holografik olarak odanın farklı köşelerine yansıtılabiliyordu.

Ekranın arkasında, ana liderlerin yer aldığı çelik bir platform bulunuyordu. Burada, üssün sorumlu ana lideri fiziksel olarak yer alırken, diğer liderler hologramlar şeklinde beliriyordu. Hologramlar, nesnelerin sanki fiziksel olarak oradaymış gibi görünmesini sağlıyor ve toplantının ciddiyetini pekiştiriyordu. Platform, geniş, ince ışık halkaları ve holografik ayrıntılarla süslenerek, bu alanın en önemli nokta olduğunu vurguluyordu.

Bilindiği gibi, iki gün önce eğitim üslerinden biri saldırıya uğramıştı ve kurtulan sayısı yirmi kişiyle sınırlıydı. Bu kişilerin sadece ikisi hafif yaralıydı; geri kalanlar ağır yaralanmış ve aşırı kan kaybı yaşamışlardı. On iki kişi, aşırı kan kaybı nedeniyle hayatını kaybetmişti. Ayrıca, üsten yardım için ayrılan dört pilottan sadece biri Dünya'ya dönebilmişti; diğer üçü hayatını kaybetmişti. O son hayatta kalan pilot, yardım için en yakın üsse doğru ilerlerken peşindeki dört ana gemiyi yok ettiği biliniyordu. Pilotu da katarsak, toplamda yirmi bir kişi kurtulmuştu. Dünya ana üs bölgesine bağlı üslere yapılan bu son saldırı, yıl içerisinde gerçekleşen beşinci saldırıydı ve bu beş saldırıdan sadece kırk üç kişi sağ olarak kurtulabilmişti. Saldırıların tam olarak nasıl gerçekleştiği bilinmemekle birlikte, tahminler, üsse giden gemilerin ele geçirilip, bu şekilde üslere saldırıldığı yönündeydi.

Gemilerin nasıl ele geçirildiklerini hala bilemiyorlardı, zaten düşmanın teknolojisini de tam olarak anlamış değillerdi. Bu yüzden, bugünden itibaren üslere giden gemilerin, üsse yaklaştıkları anda belli bir sinyal göndermeleri gerekecekti. Bu sinyal ile geminin kaptanlarına bir kod verilecekti. Eğer bu sinyal gönderilmez ve kod doğru değilse, gemi düşman olarak kabul edilecek ve anında yok edilecekti. Şu anda, alabilecekleri önlemlerden yalnızca birkaçı uygulanıyordu. Yakın zamanda başka önlemler de alınacak ve üs komutanları bu konuda bilgilendirilecekti.

Ancak, bu toplantıyı düzenlemelerinin daha önemli bir konusu vardı. Ana liderler dışında salonda bu konuyu bilen kimse yoktu. Konuya geçecek olursak, Arcas ve Vera ırkları arasındaki savaş, bugünkü toplantının asıl konusu olacaktı.

Herkes kendi arasında konuşmaya başlamıştı ve onları susturmak için tekrar bağırması gerekti. Sessizlik sağlandığında, bu iki ırk arasındaki savaşı anlatmaya başladı. Dediği gibi, ana liderler dışında bu konuda bilgi sahibi olan kimse yoktu, bu yüzden "Sessizce dinleyin," dedi.

Vera, bir zamanlar evrende yaşayan en yaşlı ve en güçlü ırktı, ancak artık böyle bir ırk yoktu. Arcas tarafından başlatılan bir savaş sonucunda tamamen ortadan kaldırılmışlardı.

Şu an gördükleri kişi, savaşta öldürülene kadar ırkını yöneten kraliçe Elvira'ydı. Yan taraftaki prenses ise, savaşta annesi öldüğünde yerine geçip kraliçe olan Vera'nın son kraliçesi Eliana'ydı. Bu fotoğraftaki kişiler, savaşta öldürülene kadar tüm askerleri yöneten General Lorena ve yan taraftaki fotoğraftaki kişi, general olmak üzere yetiştirilen ve savaşta annesi öldüğünde yerine geçip general olan Vera'nın son generali Leila'ydı. Haklarında bilgi sahibi oldukları tek kişiler bunlardı ve bu kişilerin dışında Vera'dan başka kimse hakkında bilgileri yoktu.

Vera ırkının en belirgin özelliklerinden biri, gözlerinin mavi ve saçlarının doğuştan beyaz olmasıydı. Ufak farklar dışında birbirlerine benzemeleri de dikkat çekiciydi, ancak bu benzerliğin nedenini bilmemekteydi. Teknolojileri öylesine gelişmişti ki, sadece gezegenlerinin ve güneşlerinin değil, yaşadıkları galaksinin enerjisini de kullanabiliyorlardı. Ayrıca, tüm savaşçıları kadınlardan oluşuyordu. Erkekler, soyun devamı ve diğer işler için kullanılır ve bu yüzden hep geri planda kalırlardı. Kadınlar cinsel hayatları konusunda serbestti, ama bu yalnızca kadın kadına olacak şekildeydi. Bir kadın evli olmadığı sürece asla bir erkekle birlikte olamazdı ve evlilikten sonra bile birlikte yaşamazlar, ayrı ayrı yaşarlardı. Bu durum, tüm erkekler için geçerliydi.

Vera, Arcas ile yaptıkları savaşta tamamen yok olmuştu, fakat onların sistemlerine, daha doğrusu yaşadıkları galaksiye girmek imkânsızdı. Yok, olsalar bile, teknolojileri sayesinde galaksileri hala korunuyordu. Galaksinin etrafı devasa bir kalkanla çevrilmişti ve bu kalkanın içinde bulunan silahlar, yaklaşan her gemiyi anında yok ediyordu.

Hepinizin bildiği gibi, gemilerde yasaklı bir bölge bulunmaktadır. "Aranızdan bazıları bu yasak bölgeyi çok iyi biliyor, orası ayrı." Bu yasak bölge, "Kızıl Kan" olarak adlandırılır. Bu, Vera'nın yaşadığı sistemin adıdır ve aynı isimle galaksi de anılmaktadır. Ayrıca, bu ırk, üyelerini küçüklüklerinden itibaren savaşçı olarak yetiştirdiği için bir zamanlar evrenin en güçlü ırkı olarak kabul edilmişti ancak Arcas ile yaptıkları savaşta yenildiler ve tamamen yok oldular.

Bu savaş, üç bin yıl önce yaşanmıştı ve savaşın gerçekleştiği galaksi, yaşayanlar dışında evrenin geri kalanına tamamen tarafsız bir şekilde izledi. Sonuçta, evrenin en güçlü iki ırkı savaşıyordu ve aralarına girmek, yapılabilecek en büyük hatalardan biri olarak kabul ediliyordu. Arcas'ın bu savaşı tam olarak nasıl kazandığına gelirsek, Vera'nın kraliçelerinin gemileri yok edildi ve bunun sonucunda Vera ırkı dağılmaya başladı ve savaş alanında tamamen yok oldular. Arcas tarafından kazanılan bu savaş, evrenin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya gelmesine yol açtı.

Herkes şaşkınlık içinde kalmıştı. Bunun en büyük nedeni, böyle bir savaşı daha önce hiç duymamış olmalarıydı. Şimdiye kadar Arcas ile yapılan tüm savaşlar hakkında dersler almışlardı, ancak bu savaşı ilk defa bu salonda duyuyorlardı.

"Bu savaş neden bu zamana kadar gizlendi ve neden şimdi açıklandı?" diye sordu, ön sırada oturan ara liderlerden Korm, Arnari ırkından. Derisi, metalik bir parlaklığa sahipti ve ışığın açısına göre renk değiştiren özel bir yüzey dokusuyla kaplıydı. Genellikle yeşil, mor ve mavi tonları arasında değişen bu yüzey, onun gelişmiş çevresel kamuflaj yeteneklerine sahip olduğunu düşündürüyordu. Gözleri iri ve parlaktı, içlerinde titreşen minik ışık huzmeleri vardı. Bu özellikleri, yüksek spektrumda görme yeteneklerine sahip olduğunu ve kızılötesi ile ultraviyole ışınlarını algılayabildiğini gösteriyordu.

Vücudu uzun, ince ve zarif bir yapıya sahipti, fakat bu narinlik aldatıcıydı. Biyolojik kas dokularıyla entegre olmuş yarı-organik zırh plakaları, hızını ve dayanıklılığını artırıyordu. Omuzlarında ve kalçalarında bulunan çıkıntılı enerji plakaları, enerji akışlarını düzenleyerek hareket kabiliyetini destekleyen doğal iletkenler olarak işlev görüyordu. Geleneksel anlamda kıyafet giymeyen Arnari'ler, vücutlarına entegre edilmiş biyolüminesan mücevherler ve enerji damlacıkları taşıyan zincirler kullanıyorlardı. Bu süslemeler yalnızca estetik bir detay olmanın ötesinde, toplumsal statülerini ve bireysel kimliklerini temsil ediyordu. İnce zincirler ve ışıldayan kristal taşlarla süslenmiş vücut aksesuarları, ırkın kültürel ve sanatsal anlayışının bir yansımasıydı.

"Bu soruya ben yanıt vereyim."

Ses, ittifakın en yaşlı üyesi olan Purw'dan gelmişti. Purw, sakin bir şekilde devam etti:

"Bu savaşı gizlememizin nedeni, Arcas'ın yenilemeyeceğini düşünmemenizi istedik." Bu nedenle, bu savaşı gizledik, dedi.

Bir süre sessizlik hâkim olduktan sonra, Korm endişeyle sormaya devam etti:

"Arcas ırkı ölümsüz mü, yani kimse onları yenemez mi?"

"Hayır, ölümsüz değiller," dedi Hyuki. Ardından derin bir nefes aldı ve "Savaşlarda görüyorsunuz, onlar da öldürülebilir. Yani ölümsüz değiller, sadece yarı makineler ve çok uzun bir ömre sahipler. Bunun da teknolojileri sayesinde olduğunu düşünüyoruz."

Bir an sessiz kaldı, sonra devam etti:

"Sonuçta teknolojileri çok ileri ve söylediğim gibi, hala bu teknolojiyi çözebilmiş değiliz. Bu teknolojiye nasıl ulaştıklarını bilemiyoruz ama bir tahminimiz var. Buna göre, Vera ile yaptıkları savaş sonucunda ele geçirdikleri gemilerden yararlanarak teknolojilerini daha da geliştirdikleri düşünülüyor."

Hyuki sözlerine devam etti:

"Her neyse, artık Arcas'ı yenmenin yolu yasak bölgede. Eğer sisteme girebilirsek, oradaki teknolojiyi kullanarak Arcas'ı tamamen yok edebiliriz ve evren barış içinde yaşamaya devam eder." Bir an durakladı, sonra cümlesini tamamladı: "Tabii bu o kadar kolay değil, sonuçta sistem bir kalkanla korunuyor. Kalkanı aşmak mümkün değil ve onun dışında, kalkanın içindeki silahlar, sisteme belli bir mesafeye kadar yaklaşan gemileri anında ateş altına alıyor ve yok ediyor."

Soru, ön sırada oturan Monlit ırkının üyesi olan ara lider Moye'den gelmişti. Moye'nin teni porselen gibi pürüzsüzdü ve neredeyse ışığı yansıtan bir solukluğa sahipti. Genellikle gümüş, inci veya hafif mavi tonlarında parlayan bu cilt, etrafına mistik bir aura yayıyordu. Gözleri derin okyanus mavisi, ay ışığını yansıtan parlak gümüş ya da hafif altın rengindeydi ve irislerinde titreşen küçük ışık tanecikleri vardı. Saçları ipeksi ve akışkan bir yapıya sahipti, rüzgârda süzülen sıvı bir ışık şeridi gibi görünüyordu. Renkleri genellikle gümüş, platin sarısı veya çok açık buz mavisiydi. Hareket ettiğinde saçları etrafına parıltılı bir hale oluşturarak ona neredeyse ilahi bir görünüm kazandırıyordu. Yüzü son derece zarif ve dengeliydi, estetik olarak neredeyse kusursuzdu. Kulakları hafifçe uzun, uçlarında ise altın gibi yansıyan doğal bir ışık bulunuyordu. Uzun ve ince parmakları, dokunduğu her yüzeye hafif bir ışık izi bırakıyordu.

Moye zarif kıyafetler içindeydi. Kumaşları su gibi akışkan, neredeyse saydam bir görünüme sahipti ve yürüdüğünde üzerinde minik ışık dalgaları beliriyordu. Elbiseleri genellikle gece göğü, okyanus veya yıldızları andıran desenlerle süslenmişti. Takıları organik görünümlü altın tellerden ve göksel kristallerden oluşuyordu. Göğüs ve boyun bölgesini saran zarif altın işlemeler, ona kutsal bir hava katıyordu. Mavi, beyaz ve altın renklerinde parlayan kristaller, kıyafetlerinin ve mücevherlerinin ayrılmaz bir parçasıydı. Başında büyük, dallanmış altın taçlar veya su damlası gibi süzülen mücevherli bir baş süsü vardı. Bu zarif süslemeler yalnızca estetik bir unsur değil, aynı zamanda Monlitler'in toplumsal statüsünün bir göstergesi olarak kabul ediliyordu.

Moye, sorduğu soruyu tekrar etti:

"Vera yok olduysa, sistem silahları hâlâ nasıl çalışır durumda olabilir?"

Bunu hâlâ anlayabilmiş değillerdi, bildikleri tek şey sistemin otomatik olarak yönetiliyor olmasıydı. Vera'nın yok olmasıyla birlikte sistem kendini korumaya almıştı. Böylece galaksiye kimse yaklaşamıyor ve yaklaşmaya cesaret dahi edemiyordu.

"Arcas galaksiye girmeyi denedi mi? Sonuçta ellerinde gemiler vardı," diye sordu Alice.

Elbette ki denemişlerdi, ancak galaksiye girmeyi başaramamışlardı. Sistem, kendi gemilerine de ateş açarak onları da yok etmişti. Yani, Vera ırkı yok olduktan sonra sistem tamamen otomatiğe geçmişti ve kendi gemilerinin de düşman gemisi olduğuna karar vermişti. Bu durumu deneyen başka kimse olmamıştı ve Arcas da sisteme girmekten vazgeçmişti.

Laex, Luari ırkından, sesini yükselterek soru sordu:

"Yasak bölge olduğunu biliyoruz. Peki, galaksiye yaklaşma mesafesi tam olarak ne kadar?"

Laex'in teni, soluk metalik mavi ile ışıltılı beyazın birleşiminden oluşuyor, sanki içsel bir enerjiyle parlıyordu. Başının her iki yanından yükselen büyük, yarı saydam kanat benzeri uzantılar tamamen estetik bir fonksiyon taşıyordu. Gözleri derin ve bilgeydi, neredeyse bir galaksinin ışıklarını yansıtan büyüleyici bir yapıya sahipti. Göz çevresini saran ince çizgiler, biyolojik sinir ağlarını ya da içsel enerjisini dışa vurmasını sağlayan bir mekanizma gibi görünüyordu.

Cildi pürüzsüzdü; organik dokusuna rağmen aynı zamanda sibernetik bir his uyandırıyordu. Laex, biyoteknolojik bir formdu—hem organik hem de enerji tabanlı bir yapıya sahipti. Giydiği zarif ve akıcı tasarımlı zırh benzeri elbisesinin göğüs kısmında, varlığının yaşamsal gücünün bir odak noktası olan merkezi kristal veya enerji kaynağı bulunuyordu. Bu kaynağın ne işe yaradığını yalnızca ırkının? üyeleri biliyordu.

Şimdiye kadar denenen en yakın mesafe dokuz yüz bin kilometreydi. Bu mesafe, Arcas galaksiye girmeyi denedikten bir yıl kadar sonra ittifak tarafından gerçekleştirilen bir denemeyle ulaşılabilen mesafeydi ve o zamandan sonra en fazla yaklaşılan noktayı temsil ediyordu. Daha yakın bir mesafeye gidenler, Arcas'tı. Onlar, ele geçirdikleri gemiler sayesinde üç yüz bin kilometreye kadar yaklaşmayı başarmışlardı.

Kalkanın etki ettiği en uzak mesafe ise neredeyse iki ışık yılıydı. Bu bilgi, bir yıl kadar önce yapılan bir deneme sonucunda elde edilmişti. Yani sistem, kendini otomatik olarak güncelliyor ve giderek daha geniş bir alana yayılıyordu. Kim bilir, belki gelecekte bu kalkan tüm evreni içine alabilir, diye düşünüldü. Tabii, bu sadece bir varsayımdı. Araştırmalar, sistemin kalkanının en fazla beş ışık yılı mesafeye yayılabileceğini ve sekiz ışık yılı uzaklıkta bulunan gemileri hedef alıp yok edebileceğini gösteriyordu. Yine de, kalkanın genişlemeye devam etmesi ve zamanla bu varsayımın gerçek olması ihtimali vardı.

Tabii ki, bu tamamen başka bir sorunun çözülmesine bağlıydı: Eğer bir yolunu bulup yasak bölgeye girmeyi başarırlarsa, kalkanı etkisiz hale getirebilirler. Bu da, Arcas'ı tamamen yok etmek ve bu savaşa bir son vermek anlamına geliyordu.

"Peki, iki ırk arasındaki savaş tam olarak nasıl başladı?" diye sordu önde oturan ara lider Sorx, Xawr ırkından. Cildi, derin metalik yansımalar içeren soğuk mavi tonlarında olup, yarı mat bir görünüme sahipti. Ancak belirli açılarda ışığı yansıtan pürüzsüz bir dokusu vardı. Gözleri, ateşin parıltısını andıran turuncu ve kehribar tonlarında ışıldıyordu; bu, düşük ışık koşullarında mükemmel görüş sağlayan gelişmiş gece görüşüne işaret ediyordu. Saç yerine, dallanan ve bükülen organik çıkıntılara sahipti. Keskin ve zarif bir estetik anlayışını yansıtan yüz hatları, güçlü bir çene yapısı ve belirgin elmacık kemikleriyle tamamlanıyordu. Göz kenarlarında derinleşen organik damarlar ve biyolojik çatlaklar bulunuyordu. Üzerinde, karanlık, organik görünümlü bir zırh ve kıyafet vardı. Boynunu ve omuzlarını saran bu zırh, biyolojik kökenli olup vücuduyla bütünleşmişti, sanki kendi varlığıyla bir uyum içinde yaşamını sürdürüyordu.

Vera, Arcas'ın yaptıklarını biliyordu ama onlara müdahale etmiyordu. Ancak, Arcas, Vera'ya ait gemilere saldırana kadar bu durum değişmedi. Bu saldırı sonucunda, kraliçe Elvira'nın savaş gemisi Nora tarafından Arcas'ın içinde liderlerinden Huty'nin da içinde bulunduğu bin savaş gemisinden oluşan kuvveti tamamen yok edildi. Savaş, birkaç gün içinde patlak verdi. Geriye kalanlar ise, savaşın Arcas tarafından Evren'e yapılan canlı yayın görüntüleri ve yok edilen galaksiden geriye kalanlardı. Bunun dışında elde başka bir bilgi bulunmamaktaydı.

"Nasıl yani, koca bir galaksi savaş yüzünden yok mu oldu? Bu çok saçma değil mi? Binlerce ışık yılı genişliğindeki bir galaksi bir savaş yüzünden nasıl yok olabilir ki?" diye sordu Asuka, şaşkınlıkla.

Hyuki, sakin bir şekilde açıklamaya başladı:

"Bu savaş sıradan bir savaş değildi. Evrenin en güçlü iki ırkı savaşıyordu ve savaş tüm galaksiye yayılmıştı. Bu nedenle galaksi, savaşın şiddetiyle yok oldu. Savaş, ilk olarak Arcas'ın saldırısıyla başladı. Ancak, çoğu kişinin görüşü tam aksi yöndeydi. Eğer Vera, Arcas'ın liderini ve gemilerini yok etmeseydi, böyle bir savaş yaşanmazdı ve Arcas'ın teknolojisi de bu kadar gelişmiş olamazdı."

Keuh, Hron ırkından olan ara lider, kafatası şeklindeki yüzünü ve parlak kırmızı gözlerini kısarak sordu: "Savaşın görüntüleri var dediniz, savaşı izleyebilecek miyiz yoksa hâlâ gizli mi kalacak?"

Keuh, tehditkâr bir varlıktı; ince diş benzeri çıkıntıları ve parlak metalik yeşil renkteki derisi, ona bir yandan biyolojik bir görünüm verse de, aslında sert bir dış kabuk ve gelişmiş biyoteknolojik maddeydi. Geniş ve mor iç yüzeyli kulakları, farklı ses frekanslarını algılayabilen gelişmiş sensörlerle donatılmıştı. Başındaki antenler ve çıkıntılar ise yakın mesafede telepatik iletişim sağlayabiliyordu. Tamamen mekanik bir gövdeye sahipti; ağır zırh plakalarıyla kaplanmıştı, fakat tasarımı oldukça işlevsel ve hareketliydi. Kolları ve bacakları, güçlendirilmiş mekanik eklemlerle donatılmıştı ve bu, ona yüksek hızda hareket edebilme kabiliyeti tanıyordu. Göğsündeki parlak enerji kaynağı, vücudunun yaşamsal fonksiyonlarını destekliyor ve entegre silah sistemlerine güç sağlıyordu.

"Savaşın görüntülerini izlemeye başlayacağız," dedi Hyuki derin bir nefes alarak, fakat uyarısını yapmayı ihmal etmedi. "Baştan söyleyeyim, bu, daha önce izlediğiniz savaş videolarına pek benzemiyor. Çok şiddetli ve kanlı bir savaş. Gördüklerinizin hoşunuza gitmeyeceğini düşünüyorum." Ardından, savaş görüntülerini açtı. Görüntüler ekranda belirirken, herkesin dikkatini vermesi gereken anların geldiği açıktı.

Tüm salon, sessizce iki ırk arasında gerçekleşen savaşı izlemeye başladı. Yüzlerine bakıldığında, savaşın korkutuculuğunu ne kadar hissettikleri net bir şekilde anlaşılabiliyordu. Nasıl korkmasınlardı ki? Evrenin en güçlü iki ırkı birbirine karşı savaşıyordu ve kimse teslim olma çağrısında bulunmamıştı; direk olarak savaşa başlamışlardı. Atılan her silah atışıyla bir savaş gemisi yok oluyordu ve savaşın başladığı güneş sistemi, savaşın etkisiyle hızla yok olmaya başlamıştı. Savaş ilerledikçe, her geçen dakika daha da şiddetli hale geldi; iki ırk da birbirini yok etmeye o kadar kararlıydı ki etraflarına hiç dikkat etmiyorlardı. Savaş, başlangıçta sadece güneş sistemiyle sınırlıydı, fakat zamanla tüm galaksiye yayılmaya başlamıştı.

Gemiler patladıkça, galaksi de savaşın şiddetiyle yok oluyordu. Başlangıçta galaksinin kenarlarında başlayan savaş, yavaşça merkeze doğru ilerledi. Galaksinin sakinleri bir yandan kaçmaya çalışırken, bir yandan da galaksilerini korumak için mücadele ediyorlardı, fakat savaş gemileri anında yok oluyordu. Savaşın ilerleyen dönemlerinde, Vera ırkı daha fazla kayıp vermeye başladı ve üstünlük, giderek Arcas'a geçti.

Hyuki kaydı durdurdu ve ekranda yok edilen geminin, Vera Kraliçesi'ne ait olduğunu belirtti. Kraliçe öldükten sonra, Vera, yeni kraliçeleri önderliğinde savaşmaya devam etti. Ancak savaş şiddetlendikçe, kayıpları da arttı. Sonunda, tüm ırk yakalanıp yok edildi. Kimse teslim olmadı ve kimse teslim olmak istemedi; sadece iki kişi hayatta kaldı, geriye kalan herkes öldürüldü.

Kaydı tekrar başlattı ve görüntüleri izlemeye devam ettiler. Anlattığı yere kadar izledikten sonra, kaydı tekrar durdurdu ve şunları söyledi: "En son ölen kişiler, şu an gördüğünüz bu kişiler. Kendileri Vera'nın yeni kraliçesi ve generaliydiler. Tüm Evrene bir mesaj vermek için ölümleri canlı yayınlandı. Bu mesajı bizler, 'Karşımızdaki Evren'in en güçlü ırkı da olsa, biz istediğimizi alırız' şeklinde yorumladık."

Bir grup, şiddetle bağırarak sormaya başladı:

"Vera nasıl oldu da bir galaksiyi yok etti? Sonuçta, Evren'de yaşayan ırklarla dostlarmış!"

Vera, Evren'deki diğer ırklarla dost değildi; aslında, onlar için Evren'deki diğer ırklarla ilgilenmek bir öneme sahip değildi. Yok, olan galaksi, onlara göre pek değerli bir şey değildi; zira bu galaksi, daha birkaç gün önce ortaya çıkmıştı ve yok olması, onların gözünde hiçbir anlam taşımıyordu. Üstelik bu galaksi, Arcas'ın yaşadığı galaksiye en yakın olan galaksiydi ve Vera'nın gözünde, Arcas'tan hiçbir farkı yoktu bu yüzden düşman olarak görülmüş ve savaş sırasında yok edilmiştir.

Buna göre, Vera, Arcas'tan bile daha tehlikeli bir varlıktı. Evren'de ilk yaratılan ırk olmaları, her istediklerini yapabilecekleri anlamına gelmezdi. Ayrıca, Evren'de başkaları da vardı. Bu yüzden, yaptıkları şey, onları Arcas'tan farklı kılmıyordu. Sonuçta, her iki ırk da benzer şekilde hareket ediyordu. Birisi Evren'i sömürerek, diğeri ise Evren'le ilgilenmeden varlıklarını sürdürüyorlardı.

Fakat bu iki ırk karşı karşıya geldi ve biri hayatta kaldı. Hayatta kalan ırk ise, ne yazık ki, evrenin en tehlikeli ırkıydı.

"Evren'in en güçlü ırkı bile Arcas'ı yenemediyse, biz nasıl yeneceğiz?" diye bağıranlar oldu.

"Size söylediğimiz gibi, Arcas'ı yenmenin yolu yasak bölgede. Eğer bir şekilde kalkanı aşmayı başarırsak, oradaki teknolojiyi kullanarak Arcas'ı rahatlıkla yok edebiliriz ve Evren barış içinde yaşamaya devam eder," diye yanıtladı Hyuki.

"Arcas yok olsa bile, Evren'in barış içinde yaşayacağından nasıl emin olabiliyorsunuz? Sonuçta, Arcas'ın oldukça fazla müttefiki var ve Arcas yok olsa bile, onlar ittifak ile savaşmaya devam etmezler mi?" diye sordu. En arkalarda oturanlardan biri, yüzünde maskesi olduğu halde ve salonda başka ırklarda olmasına rağmen dikkatleri üzerine çeken iki kişiden birisiydi ve sesindeki endişe, salondaki herkesin dikkatini çekmişti.

"Arcas yok olduktan sonra, müttefikleri ittifak karşısında çaresiz kalacaklar. Sonuçta, onların teknolojisi çok gelişmemiş durumda. Arcas ile müttefik olsalar da, aslında onların gelişmesine asla izin verilmiyor. Yani, teknolojileri, Arcas'ın izin verdiği ölçüde gelişmiş durumda. Bu da Arcas yok olursa, bizim karşımızda duramayacakları anlamına geliyor," dedi Hyuki, kendinden emin bir şekilde.

"Bundan nasıl emin olabiliyorsunuz?" diye sormaya devam etti. Sesindeki kaygı, sadece onun değil, tüm salondaki diğerlerinin de zihninde birçok sorunun belirmesine neden olmuştu.

"Arcas'ı ve müttefiklerini sürekli izliyoruz, ayrıca müttefikleri hakkında oldukça fazla bilgimiz var," dedi Hyuki sakin ve emin bir şekilde. "Sonuçta, Arcas'ın içinde onların müttefiki gibi davranan ırklar var ve onlar bize pek çok konuda bilgi sağlıyor. Bunun yanında, Arcas müttefiklerini hep yeni ırkları aramaları için kullanıyor. Yani, müttefik ırkların teknolojisinin büyük çoğunluğu Arcas tarafından sağlanıyor. Arcas bu teknolojiyi sürekli elinde bulunduruyor ve müttefikleri asla o teknolojiyi kendilerini geliştirmek için kullanamıyor. Sonuçta, müttefik gibi davrananlar sayesinde bunu denedik ama başarılı olamadık."

Eimi, liderin söylediklerine kayıtsız kalamadı ve şüpheyle bir soru sordu:

"Yasak bölgedeki teknoloji ne kadar gelişmiş durumda ki Arcas bile ondan çekiniyor?" diye sordu ve soru, tüm salonda derin bir sessizlik yarattı.

"Söylediğim gibi, Vera teknolojisi sayesinde yaşadıkları galaksinin tüm enerjisini kullanabiliyor, tıpkı Shnk galaksisinde yaşayan ırklar gibi. Arcas bile şu an bunu tam olarak başarabilmiş değil. Yani, o teknoloji Arcas'ın sahip olduğu teknolojiden çok daha ileri."

Önde oturan ara liderlerden biri, Cood, Zyron ırkından olan, sözlerini kesmeden soru sordu: "Teknolojileri bu kadar ileriyse, nasıl oldu da Arcas tarafından yok edildiler?" Cood'un sesi keskin ve dikkatle dinlenen bir ton taşıyordu. Bedeni adeta canlı bir ağaç kabuğunu andıran, damar damar dokularla kaplı biyolojik bir zırh gibiydi. İnce ve uzun vücut yapısına rağmen kasları belirgindi, fakat tüm bu sert yapılar, onu güçlü ve korunaklı kılıyordu. Cildi koyu yeşil ve siyah tonlarındaydı, içinde ışıldayan enerji akıntıları varmış gibi hafif bir parıltı yayıyordu. Gözleri büyük ve parlaktı, adeta ışık saçıyordu. Bu özellik, onun karanlık ortamlarda ve farklı ışık spektrumlarında gelişmiş bir görüş yetisine sahip olduğunu gösteriyordu. Kafatası uzun ve geriye doğru çekilmiş, aerodinamik bir yapıya sahipti. Başındaki çıkıntılar ve organik uzantılar, duyusal antenler ve enerji alıcıları gibi işlev görüyordu. Zyron ırkı, kadın ve erkek bireyleri arasında yalnızca ufak fiziksel farklılıklar bulunan bir ırktı, fakat her biri kendi özellikleriyle dikkat çekerdi.

Vera çok güçlü olsa da, bu savaşı kaybetmelerinin nedeni kibirlerinden başka bir şey değildi. Kendilerini herkesten ve her şeyden üstün görüyorlardı ve bu da onların sonlarını hazırlamıştı. Eğer diğer ırklardan yardım isteselerdi, şu an Evren'de Arcas adında bir ırk olmayacaktı ve Evren barış içinde yaşayacaktı. Ancak Vera, kendisine o kadar güvendi ki savaş sırasında hiçbir şeye dikkat etmediler ve bu da onların felaketi oldu.

En önde oturan üs komutanlarından Vaort, Torlith ırkına ait bir lider, "İttifak neden bu zamana kadar kalkanı geçmek için çalışmalar yapmadı peki?" diye sordu. Cildi, suyun yüzeyinde dalgalanan ışıklar gibi hafifçe yansıyan, ince pürüzlü bir yapıya sahipti. Açık yeşil ve turkuaz tonları arasında değişen bu doku, biyolüminesan özellikler taşıyordu. Gövdesinde küçük, kabarcık benzeri oluşumlar vardı; bunlar, duyusal organlar olarak işlev görüyordu. Baş yapısı geniş ve yukarıya doğru hafifçe kavisliydi, yüzeyinde ise çok sayıda göz yer alıyordu. Gözleri büyük, siyah ve cam gibi parlaktı; bu, onun geniş bir ışık spektrumunu algılayabildiğini gösteriyordu. Çoklu göz yapısı, aynı anda birden fazla noktaya odaklanmasını ve çevresel tehditleri çok daha hızlı algılamasını sağlıyordu. Ağız yapısı küçük ve nötr bir duruş sergiliyordu. Boyun bölgesi ise uzun ve organik liflerden oluşan ince, akıcı bir dokuya sahipti. Bu yapı, hareket sırasında denge sağlamaya veya çevreden gelen titreşimleri algılamaya yardımcı oluyordu.

Vaort, bu soruyu sorarken, tüm salonun dikkatini çekmişti. Duyusal organları sayesinde, soru bitmeden birkaç kişi cevabını düşündü, ancak herkes, Vaort'un bakışlarında ve yumuşak hareketlerinde bir anlam arıyordu.

Kalkan, etki alanına giren tüm gemilere anında ateş açıyordu, bunu daha önce söylemişti. İttifak şu an kalkanın etki alanını kontrol etmek için bile insansız gemiler kullanıyordu, fakat her seferinde, gemiler kalkan etki alanına girdiği anda yok ediliyordu. Aynı anda pek çok insansız gemi gönderilmişti, ancak hepsi aynı anda yok olmuştu. Özellikle en son yapılan denemede, galaksiye farklı yönlerden, belli bir rotayı izlemeyen ve sürekli manevra yapabilen binlerce gemi gönderilmişti; böylece silahların atışlarından kaçabilmeleri bekleniyordu. Ancak, o gemiler bile yok edilmişti. Sistem bir şekilde, gemilerin bir sonraki manevralarını tahmin edebiliyor ve gemiler o alana ulaştıklarında anında yok oluyordu. Yani, yapılan tüm denemeler her seferinde başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Bu durum, tüm salonu derin bir sessizliğe boğmuştu. Bu kadar güçlü bir sistemle karşı karşıya geldiklerinde, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, hiçbir şeyin işe yaramayacağını kabullenmek zor oluyordu.

"Gemiler ışık hızında hareket etseydi bir şekilde içeri girmeyi..." diye sorarken, Hyuki sorusunu bitirmeden cevap verdi 'Tüm bu denemeler ışık hızında yapılmıştı. Yani, ışık hızında hareket eden gemiler bile galaksiyi koruyan silahlardan kaçamadı ve yok oldular,' demişti.

Salonun farklı köşelerinden "Işık hızındaki gemileri de mi?" şeklinde şaşkın sesler yükseldi.

"Arcas neden bir daha hiç böyle bir girişimde bulunmadı peki?" diye sormuştu Merve. Salondaki herkesin dikkatini bu soruya odakladığı an, birkaç saniye boyunca derin bir sessizlik hâkimdi.

Bunu tam olarak bilmiyorlardı, ancak ele geçirdikleri gemiler sayesinde teknolojilerini daha da geliştirebilmişlerdi. Bu yüzden, kalkanın içindeki teknolojiyle ilgilenmeyi bırakmış olabilirler, fakat bu, denemedikleri anlamına gelmiyordu. Kendileri doğrudan bir girişimde bulunmasalar da, müttefikleri zaman zaman bu denemeleri yapmıştı, fakat onların gemileri de anında yok edilmişti ve bu yüzden bu denemelere son vermişlerdi. Sonuç olarak, ittifak bu bölgeyi yasakladı ve o bölgeye "yasak bölge" adını verdiler. Reinaz'a bağlı ırkların izin almadan o bölgeye girmeleri yasaklanmıştı.

"Vera neden böyle bir koruma yöntemi seçti peki, daha doğrusu bu kalkanın varlığına ilk nasıl ulaşıldı?" diye sordu Soax. Bu soru, tüm gözlerin ona çevrilmesine neden oldu ve odada bir an için derin bir sessizlik hakimdi.

Vera'nın neden böyle bir koruma yöntemi seçtiğini kimse bilmiyordu. Sonuçta, Evren'de yaşayan diğer ırklarla hiçbir şekilde iletişim kurmazlardı. Bu yüzden, kalkanın neden var olduğunu anlamak oldukça zordu. Ancak, kalkanın varlığı ilk kez savaştan sonra Arcas'ın galaksiye girmeye çalışmasıyla fark edildi. Bu sırada sistem, Vera'nın gemilerini de düşman kabul ederek yok etti. Kalan Vera gemileri, teknolojilerini daha da geliştirmek için kullanıldı. İttifak, kalkanın varlığını ise savaştan bir yıl sonra öğrendi; o yıl yaptıkları bir denemede, gemileri kalkan tarafından anında yok edilince bu durum fark edildi. Ardından, bu bölgeye "yasak bölge" adını verdiler.

Beyaz teni, uzun boyu ve çekik açık kahverengi gözleriyle dikkat çeken Yui, yüz hatlarının keskinliği ve çıkık elmacık kemikleriyle etkileyici bir görünüme sahipti. Saçları siyah renkteydi, ancak uçları bir yanda açık mavi, diğer yanda ise açık pembe renkteydi. Asuka ile aynı özel üsse gönüllü olarak gitmişti. Hafif bir alayla, "Bence Vera, Evren'de yaşayan en güçlü ırk değildi. Sonuçta galaksilerini bir kalkan koruyor. Bu da onların ne kadar güçsüz ve korkak olduklarını gösteriyor," demişti.

Buna katılamazdı, çünkü Arcas'ın varlığını biliyorlardı ve kendilerini korumak için böyle bir yol seçmiş olabilirlerdi. Bu da onların ne kadar zeki olduklarını gösteriyordu. Bunun yanında, o kalkan olmasaydı, Evren şu an Arcas tarafından tamamen ele geçirilmiş olurdu. İttifaklarının taktığı isimle keşfedilmemiş bölgeler de dahil. Arcas bile şu an ittifakın üyesi olan Gysk galaksisinin ilerisine gidememişti ve buradan sonrasını tam olarak keşfedememişti. Bu yüzden de orada yaşayan ırkların ne kadar güçlü olduğunu ya da orada yaşam olup olmadığını bilmiyordu. Tıpkı onlar gibi, kendileri de o bölgelere dair hiçbir şey bilmiyordu. Ama Vera, o bölgelerde yaşayan var mı, ya da varsalar ne kadar güçlüler, bunların hepsini biliyor olmalıydı.

Hyuki bir süre sessiz kaldı, zihninde düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu. Gözlerini hafifçe kıstı, sonra derin bir nefes alarak kendini toparladı. "Vera'nın bu stratejiyi seçmesinin sebebi çok açık," dedi, sesi sakin ama düşündürücüydü. "Bilgiyi saklamak, güçten çok daha fazlasını korumak anlamına gelir. Eğer Arcas, o galaksideki güçleri ele geçirip kendi yararına kullanmaya başlasaydı, Evren'deki denge tamamen bozulabilirdi. Belki de bu yüzden Vera, bu güçlerin başka hiçbir ırkın eline geçmesine izin vermedi. Çünkü bu, sadece bir galaksinin değil, tüm Evren'in kaderini değiştirebilecek bir durum."

"Eğer Vera gerçekten bu kadar güçlü bir bilgi ve enerji kaynağına sahipse, o zaman bu gücü nasıl kontrol ediyorlar?" diye sordu Ishii sesinde belirgin bir sorgulayıcılık vardı. "Kalkan onları savunuyor olabilir ama böylesine büyük bir gücü bu kadar uzun süre saklamak, başkalarının eline geçmesini engellemek neredeyse imkânsız gibi görünüyor. Vera bunu nasıl başardı?"

Hyuki'nin gözleri derinleşti. Sorunun ağırlığını tartıyor gibiydi. Bir süre sessiz kaldı, sonra başını sallayarak yavaşça konuşmaya başladı.

"Vera'nın bu gücü saklaması, yalnızca bir savunma değil, aynı zamanda çok ince hesaplanmış bir strateji," dedi, sesi her zamanki gibi kararlıydı. "Onlar sadece güçten değil, bilgiden de faydalandılar. O kalkan sadece fiziksel bir engel değil, aynı zamanda bilgi akışını da sınırlayan bir sistem. O galakside sadece onlar yaşadıkları için, dışarıdan hiçbir veri girişi ya da çıkışı olmuyor. Bu sayede, bilgilerini ve teknolojilerini dış tehditlerden tamamen koruyabiliyorlar."

"Peki," dedi Merve sesi hafifçe titreyerek, "Eğer Vera bu kadar güçlü ve bilgiyi bu kadar etkili bir şekilde koruyabiliyorsa, diğer ırklar buna nasıl karşı koymayı planlıyor? Arcas bile o bölgelere girmeyi başaramadı. Öyleyse, ittifak ya da diğer büyük güçler ne tür bir strateji izlemeyi düşünüyor? Vera'nın bu gücüne karşı gerçekten bir şansları var mı?"

Merve'nin sorusu havada asılı kalmış gibiydi, ortamı ağırlaştıran bir sessizlik oluştu. Hyuki, ona döndüğünde gözlerinde kelimelerinden önce gelen bir ciddiyet vardı. Derin bir nefes aldı, gözlerini hafifçe kıstı ve başını sallayarak konuşmaya başladı.

"Bu, ittifakın en büyük bilinmezlerinden biri," dedi, sesi dingin ama düşünceliydi. "Arcas'ın kalkanı geçmesi durumunda, ittifakın ve diğer büyük güçlerin nasıl bir tepki vereceği konusunda kesin bir plan yok. Ancak birkaç olasılık üzerinde duruluyor."

Parmaklarını masaya hafifçe vurarak düşüncelerini toparladı. "Birincisi, ittifak Arcas'a doğrudan karşı koyabilir. Ancak bu, son derece riskli olur. Arcas, tek bir ırk ya da tek bir orduyla durdurulabilecek bir tehdit değil. Ona doğrudan saldırmak, ittifakı büyük bir savaşa sürükleyebilir ve bu savaş galaksiler arası bir felakete dönüşebilir."

Ardından gözlerini Merve'ye dikerek devam etti. "İkinci olasılık, Arcas'ı oyalamak ve onun ilerlemesini yavaşlatmak. Eğer Arcas'ı meşgul edebilirsek, diğer güçlerin bir araya gelip ona karşı daha etkili bir savunma hattı oluşturmasını sağlayabiliriz. Ancak bu da sadece kısa vadeli bir çözüm olur."

Hyuki kısa bir duraksamadan sonra, sesi biraz daha alçaldı ama vurgusu daha keskin hale geldi. "Ancak üçüncü ve en tehlikeli ihtimal şu: Eğer ittifak ve diğer ırklar, Arcas'ın durdurulamayacağını düşünürse, bazıları onlarla iş birliği yapmaya çalışabilir. Güç uğruna düşmanla anlaşan ırklar olursa, bu yalnızca savaşı değil, ittifakın iç dengesini de tamamen bozabilir."

Asuka, derin bir iç çekerek ayağa kalktı. Bir süre sanki kimse yokmuş gibi toplantı salonunda dolandı, sonra en arkaya doğru yürüdü ve pencereden dışarı baktı. Yüzünde endişeyle karışık bir düşünce vardı. Yavaşça geri döndü ve sesi neredeyse fısıltı kadar yumuşak ama bir o kadar da keskin bir soruyla odadakilere döndü.

"Yani, en büyük tehlike sadece Arcas değil, aynı zamanda bizim kendi zayıflığımız mı?"

Sözleri odada yankılandı. Hiç kimse hemen cevap vermedi. Sorunun ağırlığı, havayı keskin bir bıçak gibi ikiye bölmüştü. Asuka, bir yanıt bekler gibi ana liderlere baktı, ama hiç kimse konuşmadı. Soru cevapsız kaldı.

Birkaç saniyelik sessizliğin ardından, Asuka derin bir nefes alarak başını iki yana salladı ve toplantı salonunun çıkışına doğru yürümeye başladı, onunla birlikte birkaç kişi daha aynı şekilde kalkıp toplantı salonunu terk ettiler. Adımları sessizdi, ama geride bıraktığı soru, odadaki herkesin zihninde yankılanmaya devam etti.

 

 

Bölüm İçinde Geçen Bazı Kelimeler Hakkında Bilgiler:

Vera: Doğru,Dürüst,Güvenilir

Elvira: Doğru,Güzel Kimse

Eliana: Yunanca Güneş anlamına gelen Helios adının, Latince'de kullanılan Aeliana, Aelianus biçimlerinden türetilmiş bir ad.

Lorena: Şeref Zafer

Leila: Gecenin Güzelliği

Işık Yılı: Astronomide uzaklıkları ifade etmek için kullanılan ve yaklaşık 9,46 trilyon kilometreye karşılık gelen uzunluk birimi. Uluslararası Astronomi Birliğinin tanımına göre bir ışık yılı, ışığın bir Jülyen yılında boşlukta kat ettiği mesafedir.

Nora: Onurlu, Şerefli, Namuslu.

Yui: Japonca kökenli: "(結衣): Eğer bu isim kanji ile yazılacaksa; "yui" kelimesi "bağlamak" (結) ve "giysi" veya "elbiseler" (衣) anlamlarına gelir. Bu, bir bağ kurma ya da ilişkiyi simgeleyen bir anlam taşıyabilir.

"(優衣)": Eğer bu isim kanji ile yazılacaksa; "zarafet" (優) ve "giysi" (衣) anlamlarına gelir. Yumuşak, nazik bir karakteri veya zarif bir kişiliği çağrıştırır.

"(由依)": Eğer bu isim kanji ile yazılacaksa; "Sebep" (由) ve "bağlılık" (依) anlamlarına gelir ve bir kişinin doğal olarak bir amaca veya misyona bağlı olduğunu ifade edebilir.

 

Bölüm : 27.07.2024 11:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...