2. Bölüm

2.Bölüm-Üs Saldırısı

Shinoluna
shinoluna

Umarım beğenirsiniz ve lütfen geri dönüş yapmayı unutmayın

İyi okumalar


Kaldıkları odadan çıkarken, Shou aynaya baktığında siyah saçlarının dağılmış halde olduğunu fark etti. Esmer teni, belirgin elmacık kemikleri ve kahverengi gözleriyle, her zamanki gibi dikkat çekici bir görünümü vardı. Boyu oldukça uzundu. Elinde silahı tutarak hızla koşarken, aklında hep aynı şey vardı: Son beş yıldır sürekli gördüğü bir rüya. Ama bu sefer farklıydı. Her zaman, rüyasında bir kişi onu kurtarırken, bu kez iki kişi vardı ve bu, kafasını iyice karıştırmıştı.

Bir anda ani bir sesle kendine geldi ve hemen siper aldı. Görev aldığı üssün, Arcas ırkı tarafından saldırıya uğradığını duydu. Düşman, onları yok etmeye kararlıydı.

"Dikkat! Düşman çok kalabalık ve hazırlıklı yakınınıza yaklaşmalarına izin vermeyin. Uzaktan saldırın ve düşmanı yok edin."

Düşmanı yok etmek mi? Son 600 yıldır her iki ırk da birbirine bunu yapmaya çalışıyor ama kimse başaramamıştı.

Savaş tüm şiddetiyle devam ederken, Shou bir anda komutanı Frilk'in sesini duydu. Frilk, uzun boylu ve kararlı duruşuyla her zaman dikkat çekerdi. Siyah gözleri, çevresindeki hafif çizgilerle birleşerek, yaşadığı deneyimlerin sessiz birer kanıtı gibi görünüyordu. Saçları kısa ve siyah, askeri tarzda kesilmişti; bu, onun pratik ve disiplinli kişiliğini yansıtıyordu. Sert yüz hatları ve belirgin çene çizgisi ona ciddi bir ifade kazandırıyor, liderlik duruşunu daha da belirginleştiriyordu.

Komutanının uyarısı kulaklarında yankılandı: "Dikkat et, arkanda!"

Arkasını döndüğünde, düşmanla karşı karşıya gelmişti ve ölümün eşiğindeydi. O an, rüyasında gördüğü kurtarıcıları düşündü. Anlaşılan, onlarla şimdi karşılaşacaktı. Fakat yanıldı. Yardım, hiç beklemediği bir yerden, ana lider Hyuki'den gelmişti. Hyuki, Shou'nun gözünde efsanevi bir figürdü. 560 yıldır Arcas ile savaşıyor, aynı zamanda yakın bir arkadaşının babasıydı. Ana lider Hyuki, uzun boylu ve dikkat çekici bir figürdü. Bir gözü ela, diğer gözü ise kahverengiydi, ancak bir gözünün robotik olduğu için hangisinin hangi renkte olduğu net bir şekilde belli olmuyordu. Yüzü, kirli sakallarla örtülüydü ve askeri tarzdan biraz daha farklı, özgün bir kesime sahip saçları vardı. Esmer teni, yaşını neredeyse hiç belli etmiyordu. 700 yaşında olmasına rağmen, vücudunda herhangi bir yaşlanma belirtisi yoktu, bu da onun güçlü ve gizemli doğasını daha da vurguluyordu.

Lider, hemen komutayı ele alıp, onlara ne yapmaları gerektiğini söyledi. Verilen talimatları hızlıca yerine getirmeye başladılar. Yanlarına yalnızca taşıyabilecekleri silahları ve gereken kadar mühimmatı almaları emredildi. Ardından, cephanelik koridorundan savaşarak çıkmaya başladılar. Ancak, işler hiç de o kadar kolay olmadı. Lider Hyuki ve ekibi, düşmana içeri girerken büyük zayiatlar vermişti, buna rağmen düşman hâlâ üstün durumdaydı. Savaş, ölüm kalım mücadelesine dönüşürken, Shou ve kalan ekip üyeleri, zorluklarla da olsa ana liderin gemisine binip üssü terk etmeyi başardılar.

Ana liderin gemisi, diğer Reinaz gemilerinden pek farklı görünmüyordu. Ancak, dış tasarımı oldukça dikkat çekiciydi. Aerodinamik bir yapıya sahip olan gemi, fütüristik bir savaş ve keşif gemisi havası taşıyordu. Koyu metalik gri ve siyah tonlarındaki dış yüzeyi, adeta bir gölge gibi sessizce hareket etmesi için özel olarak tasarlanmıştı. Dış yüzeyinde kullanılan plakalarda, ışığı emen ve darbelere son derece dayanıklı özel bir alaşım kullanılıyordu.

Geminin ana gövdesi, merkezden hafifçe genişleyen oval bir forma sahipti. Bu tasarım, hem yüksek hız hem de üstün manevra kabiliyeti için optimize edilmişti. Kenarlarında ve motor bölümlerinde parlayan altın sarısı ve mavi ışıklar, Reinaz ittifakının teknolojik üstünlüğünü ve prestijini yansıtan ince detaylar arasında yer alıyordu.

Geminin üst kısmında dönebilen bir lazer taret sistemi bulunuyordu, yan taraflarında ise plazma kalkan projektörleri yer alıyordu. Alt bölümde, torpido fırlatma sistemleri ve elektromanyetik top yuvaları dikkat çekiyordu. Gövdeye entegre edilmiş nano-drone fırlatıcılar, düşman savunmalarını etkisiz? hale getirecek hızlı ve etkili saldırılar düzenlemek için tasarlanmıştı.

Geminin arkasındaki itici motorlar, iyon tahrik sistemiyle donatılmıştı. Bu motorlar, ışık hızında seyir kapasitesine sahipti. Verimlilik ve sessizlik açısından ittifakın en yeni teknolojilerini barındıran motorlar, gerektiğinde geminin görünmezlik moduna geçmesine olanak tanıyordu. Böylece gemi, düşman radarlarından tamamen? kaybolabiliyor, stratejik avantaj sağlıyordu.

İç tasarımı, hem işlevsellik hem de konfor göz önünde bulundurularak dikkatlice hazırlanmıştı. Minimalist bir estetik, yüksek teknolojili ekipmanlarla kusursuz bir şekilde birleştirilmişti. Yönetim köprüsü, geniş ve panoramik bir cam tavanla kaplıydı. Bu cam, dışarıdaki yıldız manzarasını sergileyerek aynı zamanda bir holografik ekran işlevi görüyordu. Gökyüzüne yansıyan yıldız haritaları, düşman gemilerinin konumları ve taktik analizler burada görselleştirilerek mürettebata bilgi sağlıyordu.

Köprüde, siyah deriyle kaplanmış ve holografik ekranlarla donatılmış ergonomik bir kaptan koltuğu bulunuyordu. Koltuğun çevresinde, mürettebat için tasarlanmış çalışma istasyonları sıralanmıştı. Her bir istasyon, dokunmatik hologram panelleriyle donatılmıştı ve geminin tüm sistemleri bu panellerden kolaylıkla kontrol edilebiliyordu.

Mürettebatın yaşam alanları, modern ve kompakt bir düzene sahipti. Her odada yerçekimi ayarlama sistemi, holografik kişisel ekranlar ve otomatik düzenleyici mobilyalar bulunuyordu. Konfor, tasarımın merkezine yerleştirilmişti. Gemide ayrıca, Reinaz ittifakının en ileri medikal teknolojileriyle donatılmış bir tıbbi tesis yer alıyordu. Bu tesiste, hafif yaralıların tedavisi için nanobot tedavi cihazları bulunuyordu.

Geminin gücünü sağlayan kuantum çekirdek reaktörü, merkezde konumlanmıştı. Bu reaktör, geminin hem motorlarını hem de enerji kalkanlarını çalıştırıyordu. Enerji merkezi, sürekli olarak gözlemleniyor ve fazla ısınmayı önlemek için otomatik soğutma sistemleri devreye giriyordu. Tüm Reinaz gemilerinin üzerinde siyah ve gümüş tonlarında Reinaz'ın amblemi parlıyordu.

Reinaz İttifakı'nın amblemi, siyah ve gümüş tonlarının hâkim olduğu zarif ama tehditkâr bir tasarıma sahipti. Parlak metalik çizgiler, ittifakın kusursuz düzenini ve otoritesini simgeliyordu. Merkezde, keskin hatlarla oyulmuş gümüş bir sembol yer alıyordu; bu sembol, Reinaz'ın gücünü, disiplinini ve kararlılığını temsil eden kadim işaretlerden esinlenerek oluşturulmuştu.

Amblemin dış çerçevesi, iç içe geçmiş sert hatlarla güçlendirilmişti. Bu, ittifakın sarsılmaz yapısını ve içindeki unsurların ayrılmaz bağlarını anlatıyordu. Simgenin iç kısmında, derin bir anlam taşıyan soyut bir şekil yer alıyordu: İki keskin kanadı andıran formlar, hareketi ve fetih arzusunu ifade ederken, ortada yükselen gümüş bir yapı, Reinaz'ın üstünlüğünü ve mutlak kontrolünü simgeliyordu.

Gümüş hatlar, ışığa göre parıldayarak her açıdan değişen bir etki yaratıyordu—tıpkı ittifakın çevresine uyum sağlama ve kontrolü elinde tutma yeteneği gibi. Amblemin alt kısmında ise, savaş ve stratejiyle özdeşleşmiş eski bir mühür bulunuyordu; bu mühür, Reinaz'ın zaferler kazanarak yükseldiğini ve düşmanlarını acımasızca ezdiğini simgeliyordu. Bu sembol, Reinaz İttifakı'nın tüm sancaklarında ve gemilerinde gururla sergileniyordu.

Shou, gördüğü rüyanın diğerlerinden neden bu kadar farklı olduğunu bir türlü anlayamıyordu. Aslında, tüm rüyalarını anlamakta güçlük çekiyordu. Kim ya da kimler onu kurtarmıştı, kurtarıldığı bu yerde ne yapıyordu? Hepsi birer muammaydı ve bir başka şey vardı, neden sadece ikisi, ya da daha doğrusu üçü vardı? Bunun da cevabını bulamıyordu.

"İyi misin asker, adın ne?" diye sordu ana lider Hyuki.

"Efendim..." diye sordu Shou, derin düşüncelerinden sıyrılarak.

"Asker, sana adını sordum, iyi misin?" dedi sorusunu tekrarlayarak.

"Evet, efendim, iyiyim. Adım Shou bu arada efendim ve size hayran olduğum için askere katıldım."

Hyuki, Shou'nun cevabını duyduktan sonra karşısında kasıla kasıla gülerken, Shou'nun zihni hala rüyanın etkisindeydi. Liderin sesi, onu gerçekliğe geri çekmişti. "Demek ismin Shou ve bana hayransın. O zaman yanlış meslek seçmişsin. Savaş, hayranlar için değildir," dedi ve elindeki silahı gösterecek şekilde kollarını açtı. Silahın üzerinde öldürdüğü her Arcas'lı için bir iz vardı. O silah, öldürdüğü ilk Arcas'lıya aitti ve bu, Reinaz İttifakı'ndaki herkesin bildiği bir gerçekte.

Shou, savaşın ve rüyanın etkisinde olsa da, lider Hyuki ve komutanlarının arasında geçen konuşmayı duyabiliyordu. Üslere yapılan saldırı bu yıl beşinci kez olmuştu ve her seferinde neredeyse aynı şekilde, içeri sızmak için gemilerinden birini ele geçiriyorlardı.

"Bu çok saçma, neden acemi askerlerin bulunduğu üslere saldırsınlar ki?" diye sordu üs komutanı Frilk, derin bir iç çekişle.

"İttifaka küçük de olsa zarar vermek istiyor olabilirler." Hyuki, bu durumu fazla dert etmiyormuş gibi bir tavırla yanıtladı.

"Bize asıl zararı, ana liderleri öldürerek verebilirler, bunu biliyorsunuz."

"Biliyorum, tabii ki."

"O zaman neden yardıma geldiniz? Siz, Dünya'nın da içinde bulunduğu bölgenin liderisiniz. Sizin ölmeniz, bizi daha çok zarara sokardı."

"Boş ver, sürekli yerimde oturmaktan sıkılıyorum," diye yanıtladı Hyuki gülerek.

"Bu arada efendim, sizi Atry mi gönderdi?"

"Atry mi? O da kim?"

"Üsteki savaş pilotlarının yeni lideri oldu, hangarı patlattı ve kalan pilotlarla birlikte ayrılmasını ve yardım getirmesini istemiştim," dedi.

"Hayır, biz saldırıyı duyduk. Bahsettiğin kişi kim, bilmiyorum."

"Anlıyorum efendim, anlaşılan pilotlar da kurtulamadılar," dedi.

"Komutanım, yaralısınız. Kendinizi yormayın," dedi Hoormx, komutanı daha fazla yormamak adına müdahale etti.

"Durumum ağır değil. Biraz kan kaybından bir şey olmaz," dedi.

Bir süre sonra hoparlörden bir ses duyuldu: "Dünyaya yaklaşıyoruz, uzay üssüne kenetlenmeye az kaldı."

Shou, yine rüyasının etkisinde bir anlığına gerçeklikten kopmuşken, çevresindeki konuşmaları duymaya devam ediyordu.

Uzay üssü, 2090 yılında tamamlanan Dünya Ana Üs Bölgesi, diğer adıyla Aurora Sentinel, devasa bir yapıdır. Tamamı cam bir kubbe ile çevrilmiş ve çevresinde yüksek binalar yükselmektedir. Bu yapının içinden bakıldığında Dünya gözükmez; Dünya'yı görmek isteyenler için üssün altında, özel olarak tasarlanmış cam bir gözlem bölgesi bulunmaktadır. Bu bölgeye gidildiğinde, Dünya'nın manzarası izlenebilir. Bunun dışında üssün yapısı, birbirinden ayrılan yirmi bir bölgeye ayrılmıştır ve her bir bölgenin kendi sorumluları bulunmaktadır. Bu sorumlular doğrudan ana lidere bağlıdır. Tüm bölgelerin yapısal bütünlüğü aynıdır, ancak her bölgenin kendine özgü işlevi vardır. Binaların etrafında geniş parklar ve eğlence merkezleri bulunurken, gemilerin park ettiği hangarlar üssün yirmi birinci bölgesine yerleştirilmiştir. Acil bir durum olmadığı sürece ana üsse gelen tüm gemiler, bu bölgedeki hangarlara park edilirler.

Binalar oldukça yüksektir ve tamamen camdan yapılmıştır. En önemli kişiler, üssün birinci bölgesinde ikamet ederler; diğer bölgeler ise eğitim amaçlı ya da geçici olarak Dünya Ana Üssü'ne gelen askerlerin kaldığı alanlardır. Birinci bölgede en önemli merkezler bulunur; bunlardan en büyüğü, rüya merkezidir. Ayrıca, hastaneler tüm bölgelerde mevcuttur. Ana üs bölgesi, 4213 yılında yapılan son düzeltmelerin ardından bugünkü görünümüne kavuşmuş ve hala aktif olarak faaliyet göstermektedir.

Bu üssün geçmişine baktığında, AT-X 15367B gezegenine 2132 yılında gönderilen bir sinyal dikkat çeker. Bu sinyalin gezegene ulaşması gerekiyordu, ancak yüz yirmi yıl sonra ulaşan sinyale hiçbir cevap alınamadı. Bunun nedeni, Arcas'ın o gezegende yaşayan ırkı yok etmesiydi. Arcas, Dünya'dan 1977 yılında fırlatılan Voyager 1 uzay aracını bulmuş ve üzerinde bulunan güneş sistemi haritasından faydalanarak 4128 yılında saldırmıştı. İnsanlık, bu saldırının farkına zor da olsa önceden varmış ve yardımlarla savaşı kazanmıştı. Saldırının ardından yapılan araştırmalar, Voyager 1 uzay aracına ulaşıldığını ve Arcas'ın insanları nasıl bulup saldırdığını anlamaya imkan verdi. Bu keşif, insanlığa evrende yalnız olmadığını gösterdi.

Uzay üssü, sürekli olarak kendini geliştiren ve kendi başına idare edebilen otomatik bir üstür. İttifak'a ait gemiler, sorumlu oldukları bölgeyi korumak amacıyla bu üste toplanır; böylece, yakınlardaki saldırılara anında karşılık verilebilmektedir.

İner inmez, üsten bir yaralı pilot gelmişti, adının Atry olduğu söyleniyordu. Görünüşe göre, yardımın ulaştığını duyduktan sonra buraya gelmişti. Şu an yaralıydı, kurtulup kurtulamayacağı belirsizdi, eğer görmek isterlerse, D-H-11 yoğun bakım odasında gözetim altında tutulduğu belirtilmişti.

Kurtulmuştu, en azından öldüğünü düşünmüşlerdi ve burada olmalarının büyük yararı vardı. Eğer o olmasaydı, şu an hepsi ölmüş olacaktı. Shou üs saldırısından yara almadan kurtulan, ya da daha doğrusu hafif yaralarla kurtulan birkaç kişiden biriydi. Hemen odaya alındılar ve girişte bulunan yatağa uzandı. Buradan tüm oda görünüyordu; odada on tane yatak vardı ve tam ortasında doktorların masası yer alıyordu. Masa camdan yapılmıştı ve üzerinde holografik bilgisayarlar bulunuyordu. Kontrolleri bitince, kurtulmalarını sağlayan, ancak kendisi hakkında hiçbir bilgisi olmayan ve adını savaşa kadar hiç duymadığı Atry'yi görmek için kaldığı odaya gitmeye karar verdi. Hemen hastanedeki görevlilerden bilgi aldı.

Atry'nin kaldığı oda hastanenin üçüncü katındaydı. Odaya ulaşmak için asansöre binip üst kata çıktı, koridora adımını attığında ise üzeri tamamen kanla kaplanmış bir doktorla karşılaştı. Bir an ürpererek kenara çekildi. Koridorda ilerledikçe, hastanenin havası sanki üzerine doğru geliyormuş gibi hissettirdi, tavanın yüksekliği ve yoğun sessizlik, ona bu hissi veriyordu. Zorlanarak, Atry'nin kaldığı odanın önüne geldiğinde, içeride arkaları dönük duran iki kişi gördü. Her ikisinin de boyları uzun ve uzun beyaz saçları vardı. Odanın içi, teknolojik ekipmanlarla doluydu. Ayakta duran kişinin sol kolunda bir bileklik vardı. Yatakta oturan doktor ise Atry'e ilaç enjekte ediyordu. İçeri girmeden, orada fazla kalmadan ayrılmaya karar verdi. Sonuçta en son hastaneye geldiğinde, en yakın arkadaşlarından bazılarını kaybetmişti. Bu yüzden hastaneler her zaman ona korku ve rahatsızlık verirdi.

Hastaneden çıktıktan sonra kafeteryaya gitmeye karar verdi. Yolda, bir park bölgesinden geçiyordu. Gözleri, parkta oyun oynayan yirmi farklı ırka ait küçük çocuklara takıldı. Çocuklar neşeyle koşuyor, oyunlar oynuyordu ancak, fazla kalmadan o bölgeden ayrıldı ve kafeteryaya doğru yürüdü. İçeri adımını atar atmaz, kafeteryadaki herkesin bakışları üzerine yoğunlaştı. Fakat o hiçbir şey olmamış gibi davranarak, yemek almak için görevlinin yanına gitti. Siparişini verdi.

Kafeterya oldukça büyüktü; iç mekan sade ve tek düzdü. Masalar ve sandalyeler, ahşap görünümü verilmiş metalden yapılmıştı. En yakın masada, sandalyenin üzerinde yırtılma izini fark etti. Bu detay, kafeteryadaki genel estetikle uyumsuzdu ama o an için pek umursamadı. Yemeği hazır olduğunda aldı ve kimseye dikkat çekmeden, boş bir masaya geçti.

Hamburgeri, bol etli ve bol patatesliydi; fakat bir türlü tadını çıkaramayacak kadar içine kapanmıştı. Yavaşça birkaç ısırık aldı ama bu kadar fazla et ve patates ona ağır geldi. Yemeğini bitiremeyince, kafeteryadan çıkıp dolaşmaya karar verdi.

Üç yıl sonra, ilk kez Dünya'nın bulunduğu ana üs bölgesine adım attı ve bir şeylerin değiştiğini fark etti. Özellikle görevli bayanların kıyafetlerinde belirgin bir değişiklik vardı. Eskiden, spor tarzı pantolonlar ve rahat ayakkabılar giyen kadınlar, şimdi dizlerine kadar inen etekler giymeye başlamışlardı. Etekler, derin olmayan yırtmaçlarla süslenmişti. Üstlerinde ise beyaz gömlekler ve siyah ya da beyaz topuklu ayakkabılar vardı. Görevli personel için özel olarak tasarlanmış bu kıyafetler hakkında soru sorduğunda, sadece görevli kadınların giydiği söylendi. Ancak, etrafına bakınca, bu kıyafetleri giyen sadece görevli kadınları değil, neredeyse tüm kadınların giydiğini gördü. İçinde bulunduğu ortamda saldırı olursa ne yapacaklarını düşünmeden edemedi, ama hemen yakınından geçen bir kadın askere gözleri takıldı. Onun elbisesi de tıpkı görevli personelin elbiseleriyle aynıydı; tek farkı, eteklerinin boyu ve yırtmacıydı, geri kalan her şey neredeyse tamamen aynıydı. Erkekler ise siyah pantolon ve gri beyaz tişörtler giymişti. Yeni kıyafetler ona oldukça garip geldi, çünkü eski tarz, daha rahat ve işlevsel giyimler, bunlara kıyasla ona daha uygun görünüyordu.

Etrafta dolaşırken tanıdık birini görmeyi diledi, ancak bu dileği boşa çıktı. Hem etrafındaki insanlar tanıdık gelmiyor hem de uzun zaman sonra geldiği bu üs ona oldukça yabancı bir yer gibi hissettiriyordu.

Hoparlörden bir ses yükseldi: "Dikkat! Z15-243 numaralı üssün askeri Shou, Astral Prism binasında bulunan D-1-1 numaralı ana liderin odasından çağrılıyorsunuz. Bir an önce ana liderin odasına gitmeniz gerekmektedir." Sesin ardından, Shou bir an duraksadı. Ne olduğunu tam olarak anlayamamıştı, ama çağrının aciliyeti hemen fark ediliyordu. Görevine olan bağlılığı ve ne kadar önemli bir durumla karşı karşıya olduğu kafasında hızla şekillenmeye başladı. Adımlarını hızlandırarak, ana liderin odasına doğru ilerlemeye karar verdi.

Astral Prism, üssün merkezinde yer alan, tamamen camdan inşa edilmiş bu bina, hem mimari bir şaheser hem de işlevselliğin zirvesini temsil ediyordu. Yapı, yörüngede dönen Dünya'nın eşsiz holografik manzarasını kesintisiz bir şekilde sunan, şeffaflığı ve modernliği bir araya getiren bir tasarıma sahipti. Silindirik bir forma sahip olan bina, üssün yörüngedeki hareketine uygun olarak aerodinamik bir şekilde şekillendirilmişti. Yüksek dayanıklılığa sahip şeffaf bir cam malzeme kullanılarak inşa edilmişti ve uzay koşullarına, radyasyona karşı dayanıklı nano-teknoloji ürünü bir materyalden yapılmıştı. Dış yüzeyi, gerektiğinde otomatik olarak karartılabiliyor ya da ışık geçirgenliği ayarlanabiliyordu. Binanın dış iskeleti, ince altın ve platin detaylarla süslenmişti. Bu iskelet, hem estetik bir görünüm sağlıyor hem de yapıya ekstra dayanıklılık kazandırıyordu.

Binanın girişi, elektromanyetik bir hava kilidi sistemiyle korunuyordu. Bu sistem, hem hava basıncını dengeleyip hem de üssü diğer binalarından ayıran bir geçiş noktası işlevi görüyordu. Giriş holü, tamamen cam duvarlarla çevriliydi ve alt kısmında Dünya'nın hologramına bakan, hafifçe parlayan bir zemin bulunuyordu. Zemin, üzerinde yürüyenlerin adımlarına tepki olarak yumuşak ışık dalgaları yayıyordu. Binanın iç duvarları ve tavanları, gerektiğinde holografik ekranlara dönüşebiliyordu. Yetkililer tarafından kullanılan bu ekranlar, farklı manzaralar, yıldız haritaları veya bilgilendirici verileri görüntülemek için aktif hale getiriliyordu. Tavan ise, özellikle geceleri, bir yıldız tarlasını simüle eden büyüleyici bir projeksiyonla dekore edilmişti.

Ana liderin odasına gittiğinde, kendini Evrenin en güçlü ittifakı olan Reinaz'ın tam ortasında buldu. Binanın en üst katında yer alan ana liderin odası, binanın en etkileyici ve minimal tasarıma sahip alanlarından biriydi. Odanın tam ortasında, yarım daire şeklinde büyük bir cam masa yer alıyordu. Masa, yerden kaldırılabilir bir şekilde yerleştirilmişti ve neredeyse havada yüzüyormuş gibi bir izlenim yaratıyordu. Şeffaf cam bölmesi, alt kısımdaki ince ışık damarlarıyla aydınlatılmıştı ve bu detaylar, masanın hem teknolojik hem de estetik bir merkez olduğunu vurguluyordu. Masanın ortasında, ana liderin oturduğu şeffaf cam bir koltuk bulunuyordu. Zarif ve sade bir görünüme sahip olan bu koltuk, liderin otoritesini güçlendiren bir duruş sergiliyordu. Masanın diğer bölümlerinde fiziksel olarak oturacak koltuklar yoktu. Diğer liderler, masanın üzerinde belirlenen holografik projeksiyonlar aracılığıyla temsil ediliyordu. Hologramlar, kişinin üç boyutlu görüntüsünü sunuyor ve sanki masada gerçekten oturuyormuş gibi bir izlenim yaratıyordu. Her hologramın pozisyonu, masanın kıvrımına uyacak şekilde dikkatlice yerleştirilmişti.

Odanın tam merkezinde, gerektiğinde kullanılmak üzere şeffaf sandalyeler konumlandırılıyordu. Bu sandalyeler, yalnızca özel misafirler veya askerler geldiğinde aktif hale getiriliyordu ve kullanılmadıkları zaman oda da hiçbir eşya bulunmuyordu. Misafir sandalyeleri, liderin tam karşısına yerleştirilerek, konuşma sırasında doğrudan göz teması sağlıyordu. Odanın genel sadeliği, başka hiçbir dekoratif öğe içermemesiyle birlikte, burayı tam anlamıyla bir güç ve otorite merkezi haline getiriyordu.

Odaya girdiğinde, kendisini evrenin en güçlü ittifakı olan Reinaz İttifakı'nın tam ortasında buldu. Reinaz İttifakı, her galaksinin on ana lider tarafından temsil edildiği büyük bir yapıyı oluşturuyordu. Dünya'nın da içinde bulunduğu Samanyolu galaksisi bölgesinde yüz binden fazla üs bulunuyordu. Bu üslerin bağlı olduğu on ana üs bölgesi vardı, geri kalan üsler ise ana üsler arasında bağlantı sağlayan ve acemi askerlerin eğitim aldığı yerlerdi. İttifak liderleri asla bir arada bulunmazdı; her biri kendi bölgesinde görev yapar ve diğer liderlerle hologram teknolojisi üzerinden görüşürdü. Bu uygulamanın nedeni, geçmişte Trhyu ana üs bölgesinden Asıtae ana üs bölgesine giden bir liderin, yolda uğradığı saldırı sonucu öldürülmesiydi. O an, bu bilgiyi düşünürken zihninde bir soru belirdi: Neden ben?

Düşünceleri derinleşirken, birdenbire lider Hyuki'nin sözleri yankılandı kafasında. Saldırının tam ortasında ağır yaralanmayan birkaç kişiden biri olduğunu ve üssün komutanından sonra kurtulan en kıdemli kişi olduğu için çağrıldığını söylemişti. Bu açıklama, Shou'nun zihnindeki tüm soruları bir anda netleştirdi. Bir anda, buradaki görevi ve çağrılma sebeplerinin ciddiyeti daha belirgin hale geldi. Bu bir fırsattı; aynı zamanda büyük bir sorumluluk.

Liderlerin arasında yalnızca Hyuki insandı; geri kalan liderler, farklı ırklardan gelen varlıklardı.

En yaşlı ana lider, Rbifas ırkından bir erkek olan Purw'dü. Vücudu tamamen kırmızıydı, bu da onun güçlü ve dikkat çekici varlığını pekiştiriyordu. Yüzü maymunumsu bir yapıya sahipti ve gözleri tamamen altın sarısıydı. Küçük ve parlak gözleri, derin bir düşünce yapısına sahip olduğuna dair bir izlenim bırakıyordu. Rbifas erkeklerinin saçları yoktu, bu da onun yüzünün daha da belirginleşmesini sağlıyordu. Görünümü, hem yaşını hem de Rbifas kültürünün özelliklerini yansıtarak ona özgün bir güç ve derinlik katıyordu.

Ana lider Peax, yine Rbifas ırkından bir kadındı, ancak görünüşü tamamen Purw'dan farklıydı. En belirgin farklardan biri, saçlarının olmasıydı; Rbifas kadınlarında saç bulunurdu ve Peax'ın saçları ona zarif bir hava katıyordu. Gözleri, sarı dışında farklı renkler de barındırıyordu, Peax'ın kırmızı gözleri bu çeşitliliği yansıtıyordu. Kafasında iki büyük ve kalın boynuz bulunuyordu, bu da onu güçlü ve karakteristik bir lider yapıyordu. Yüzü, daha insansı bir yapıya sahipti, bu da Rbifas erkekleri ile kadınları arasındaki önemli farklardan biriydi.

Ana lider Guro, bir robottu ve tamamen farklı bir yapıya sahipti. Dış katmanı, mor ve siyah renklerin karışımından oluşuyordu, bu da ona hem etkileyici hem de gizemli bir görünüm kazandırıyordu. Kafasının arkasına doğru uzanan iki boynuz benzeri yapı, onun tasarımındaki en dikkat çekici unsurlardan biriydi. Guro, herhangi bir ırka? üye değildi; varlığı, teknoloji ve gücün birleşimini simgeliyordu. Diğer liderlerin yanında alışılmadık bir konumda duruyordu.

Ana lider Nidam, Aurora-5 ırkından biriydi ve insan benzeri bir vücut yapısına sahipti. Zarif ve estetik bir görünüşü vardı; vücudu parlak ve gümüşi tonlarla kaplanmıştı, bu da ona modern ve sofistike bir hava katıyordu. Yüzü simetrik ve çekiciydi, yüzünde hafif bir silikon kaplama vardı, bu da onun insan formuna benzerliğini pekiştiriyordu. Gözleri sarımsı renkteydi ve altın yansımalar içeriyordu, bu da ona mistik bir derinlik veriyordu. Uzun ve kıvırcık saçları ona doğal bir güzellik katarken, kolları ve bacakları güçlü ve esnek bir yapıya sahipti. Vücudu, insan anatomisini andırıyor, ancak daha üstün bir tasarıma sahipti; göğüs kafesi, kalp atışlarını simüle ederken bulunduğu ortama kolayca uyum sağlıyordu.

Ana lider Tyuo, Aquel ırkından biriydi ve görünüşü doğanın zarif ve güçlü birleşimini yansıtıyordu. Vücudu, okyanus mavisinden derin lacivert tonlarına kadar değişen mavi renklerle kaplıydı ve pürüzsüz bir yüzeye sahipti. Gözleri oldukça büyük ve tamamen siyahtı, bu da ona derin bir bakış ve dikkat çekici bir görünüm kazandırıyordu. Kafasından arkaya doğru uzanan zarif ve aerodinamik bir yapı bulunuyordu; bu yapı, sadece Aquel ırkının? üyelerinin ne işe yaradığını bildiği özel bir tasarımdı. Yüzü, maymunumsu bir yapıya sahipti ve burun delikleri genişti, bu sayede su altında rahatça nefes alabiliyordu. Vücudu uzun ve esnek bir yapıya sahipti, bu da ona son derece hızlı ve çevik hareket etme yeteneği veriyordu.

Ana lider Arek, Formocri ırkından biriydi ve vücudu tamamen beyaz renkteydi. Hem karınca hem de çekirge özelliklerini taşıyan zarif ama güçlü bir yapısı vardı. İnce ve uzun vücut yapısı, ona çevik ve etkili bir hareket yeteneği kazandırıyordu. Elleri, karıncalardaki gibi oldukça güçlü ve kavrayıcıydı, bacakları ise çekirgelerinki gibi uzun ve zıplamaya uygun şekildeydi. Karınca benzeri büyük ve siyah bileşik gözleri, beyaz bir zarla kaplıydı ve bu gözler, ona geniş bir görme açısı sağlıyordu. Antenleri, karıncalardan farklı olarak kafasının arkasına doğru uzamıştı ve bu antenler, ona çevresindeki en ufak değişiklikleri? bile anında hissedebilme yeteneği veriyordu.

Ana lider MuaMua, Veflame ırkından biriydi ve vücudu, genellikle yeşil ve tonlarından oluşan bir renkle kaplanmıştı. Vücut yapısı oldukça atletik ve çevikti; kol ve bacakları güçlü olmasına rağmen zarif bir görünümü vardı. Alnı geniş, elmacık kemikleri içe doğru çökük ve çene hatları keskin bir biçimde belirgindi, bu da ona kendine has bir karakter katıyordu. Göz çevresi mor renkte olup, gözlerini tamamen çevreleyen bu renk, ona mistik bir hava veriyordu. Gözleri ise ateş rengindeydi; turuncu, kırmızı ve altın tonlarında parlayan bir ateş gibi ışıldıyordu. Saçları, mor ve pembe renklerin karışımından oluşuyordu, ırkın bazı üyelerinin saçlarında ise bu renkler ayrı ayrı bulunabiliyordu.

Ana lider Yown ve Uswa'nın ırkları? hakkında ise kimse, hatta diğer liderler dahil hiçbir bilgiye sahip değildi.

"Bizim kim olduğumuzu biliyorsun, o yüzden buraları geçelim. Şimdi sorduğumuz tüm sorulara cevap vereceksin, eksiksiz ve doğru bir şekilde. Anlaşıldı mı?" diye sordu Liderlerden Arek, derinden gelen sesiyle.

"Evet, efendim," dedi Shou. Liderler, birbirlerine bir an için bakarak sessizce onayladılar.

"Saldırı tam olarak nasıl oldu, hiçbir şeyi atlama," dedi liderlerden Tyuo, sesi biraz titreyerek, olayın ne kadar ciddi olduğunu belli ediyordu.

Saat sabah üç civarı alarm sesiyle uyandı. O an, saldırıya uğradıklarını öğrendiler. Düşman, gemilerinden birini ele geçirmiş ve uzun süre boyunca savundukları üsse sızmayı başarmıştı. Lider Hyuki ve ekibi gelene kadar, hangarda, havada ve cephanelik koridorunda meydana gelen ana çatışmalardan, diğer bölümlerdeki küçük çaplı çatışmalara kadar her şeyi olduğu gibi anlattı. Detaylar, sanki olay anında yaşanıyormuş gibi taze bir şekilde dile getirildi.

"Düşman gemiyi nasıl ele geçirdi, üste bununla ilgili bir bilgi aldınız mı?" diye sordu ana lider Yown, düşünceli bir şekilde başını sallayarak.

"Hayır, efendim, herhangi bir bilgi almadık. Alarm çaldıktan birkaç dakika sonra tüm üste savaş başladı ve kontrol odaları, yardım istememek amacıyla yok edildi. Ancak lider Hyuki ve ekibi yardıma geldiğinde, 'yardımın Atry tarafından getirilmemesi' nedeniyle geç kaldıklarını fark ettik," diye cevap verdi.

"Peki, hangi gemiyi ele geçirdiler, bunu biliyor musun?" diye sormaya devam etti.

"Hayır, efendim, tahminimce üsse gelen gemilerden birini ele geçirdiklerini düşünüyorum. Sonuçta üsten ayrılan gemiler direkt olarak ana üslere dönüyor ve düşman için bile ana üslere saldırmak zor diye tahmin ediyorum."

"İşte burada yanıl..."

"Tyuo sıradan bir askere fazla bilgi vermek tehlikelidir," dedi ana lider Uswa, gözlerini keskin bir şekilde kısıp sözünü keserek.

"Evet, öyle," diye ekledi ana lider Peax, sözlerinin etkisini pekiştirerek.

"İçinizde bir hain olma ihtimali var mı?" diye sordu ana lider Purw, durumu daha da derinleştirerek.

"Hayır, efendim, kimsenin olmadığından eminim."

"Nasıl emin olabilirsin?" diye sordu ana lider Nidam sesindeki soru işareti hissediliyordu.

"Sadece tahmin ediyorum, efendim ve eğer içimizde bir hain varsa, bu diğer üslerde de var demektir."

"Evet, olabilir. Ayrıca hain olma ihtimalini de düşünmek zorundayız. Herkes kendilerine bağlı üs bölgelerini uyarsın ve dikkatli olsunlar," dedi ana lider Arek, düşünceli bir şekilde başını sallayarak.

"Evet, ama bu ittifak için tehlikeli bir durum. Peki ya hain yoksa? O zaman hiç kimse birbirine güvenemez ve bu savaşlarda da kendisini gösterir," dedi ana lider Uswa, konuşmaya devam etti, sesindeki tını biraz daha sertti.

"O da var. Peki, ne yapmamızı öneriyorsun?" diye sordu ana lider Yown, Uswa'nın önerisini bekliyordu.

Liderlerin kendi arasında ki konuşmasının bitmesini beklerken, Hyuki, sessizce ona çıkmasını işaret etti. Odadan çıktıktan sonra, aceleyle bir yerler aramaya başladı. Binadan çıktıktan sonra kendini kütüphanenin önünde buldu. İçeri girdi ve sakin bir yer arayarak, köşelerden birine çekildi. Burada, olayları düşünmeye başladı. Üsteki savaşı ve alarm sesini hatırladı.

 

 

Bölüm İçinde Geçen Bazı Kelimeler Hakkında Bilgiler:

Arcas: Avcı; eski Arkadya kralı

Hyuki: Japonca kökenli: " (氷木)": Eğer bu isim kanji ile yazılacaksa; "" (hyo) "buz" ve "" (ki) "ağaç" anlamına gelir. Bu kombinasyon, "buz ağacı" gibi bir anlam taşıyabilir ve soğuk, zorlu bir ortamı veya güçlü bir kişiliği simgeliyor olabilir.

" (飛雪)": Eğer bu isim kanji ile yazılacaksa; "" (hi) "uçmak" ve "" (yuki) "kar" anlamına gelir. Bu da "uçan kar" veya "karın uçuşu" gibi bir anlam taşıyabilir, yani hafif ve zarif bir izlenim bırakır.

Işık Hızı: Işığın boşluktaki hızı, fiziğin birçok alanında kullanılan önemli bir fiziksel sabittir. Genellikle c sembolüyle gösterilir. Tam değeri saniyede 299.792.458 metredir. Metrenin uzunluğu bu sabitten ve uluslararası zaman standardından hesaplanmıştır.

Aurora Sentinel - "Kuzey ışıklarının bekçisi" anlamına gelir, hem koruyucu hem de estetik bir çağrışım yapar.

Voyager 1: Voyager programı kapsamında NASA tarafından dış Güneş Sistemi'ni ve Güneş'in heliosferinin ötesindeki yıldızlararası uzayı araştırmak için 5 Eylül 1977'de fırlatılan uzay sondasıdır.

Astral Prism: "Astral" kelimesi, ruhsal veya yıldızlarla ilgili boyutları ifade eder. "Prism" (prizma), ışığı kırarak farklı renklere ayıran bir yapıdır. Bu yüzden "Astral Prism" ifadesi, farklı boyutlar, bilinç seviyeleri veya enerji alanlarını ayıran bir metafor olarak kullanılabilir.

Galaksi: Milyarlarca yıldız, gezegen, gaz, toz ve karanlık maddeden oluşan devasa bir sistemdir. Evrenin yapı taşları olan galaksiler, kütle çekim etkisiyle bir arada tutulur. Türleri; Sarmal Galaksiler, Eliptik Galaksiler, Düzensiz Galaksiler, Mercek Galaksilerdir.

Samanyolu: Güneş Sistemi'ni içeren bir galaksidir. Dünya'dan görünümünü açıklayan tanımıyla: gece gökyüzünde görülen ve çıplak gözle tek tek ayırt edilemeyen yıldızlardan oluşan puslu bir ışık şerididir. Yerel Küme'nin bir parçası olan çubuklu sarmal türdedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 27.07.2024 13:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...