Arama ekipleri haftalar boyunca kaçakların izini sürdü, ancak herhangi bir sonuç elde edemediler. En sonunda, başarısızlıklarını kabul edip üsse geri dönmek zorunda kaldılar. Üstelik şu an oldukça zorlu bir dönemden geçiyorlardı. Gerçek açığa çıkmış, bunun sonucunda birçok ırk ayaklanmıştı. Syuk ve ekibi, bu isyanları bastırmak için yoğun bir mücadele vermek zorunda kaldı. Haftalar süren çatışmaların ardından nihayet ayaklanmalar son buldu ve düzen sağlandı.
Tam o sırada bir haber ulaştı. Bir görevli hızla yanına yaklaşıp saygıyla eğildi:
"Efendim," dedi, sesi hafif titriyordu. "İttifak hakkındaki gerçeği öğrenen tüm ırklar artık bizim tarafımızda. Ayrıca... kaçaklar yakalandı."
"Yakalandılar mı?" diye sordu, sesi dikkat kesilmişti. "Nerede yakalandılar?"
"Dünya'ya, lider Hyuki'ye gitmişler," dedi Arwk. "Orada bir karar verdiler ve hepsi de bizim tarafımıza geçti."
Bu sözler üzerine odadaki hava aniden gerildi. Soax'ın yüzü öfkeyle gerildi, yumruğunu sıkarak masaya sertçe vurdu. Metal yüzeyin yankılanan sesi odada uğultulu bir sessizlik yarattı.
"Soax, sakin ol," dedi Aags, onu yatıştırmaya çalışarak.
"Nasıl sakin olabilirim ki?" diye tısladı Soax. "Eğer şu ayaklanmalar olmasaydı, belki de şu an Asuka ölmüştü!"
Ancak Arwk'ın yüzü hala gergindi, sanki daha kötü bir haber vermek üzereymiş gibi duruyordu. Birkaç saniye bekledikten sonra devam etti. "Efendim, bir sorun var," dedi.
''Sorun mu ne oldu,'' diye sordu Yiğit.
"Doktor Cat, Asuka ve Atry içlerinde yok. Geri kalanlar da onların nerede olduklarını bilmediklerini söylüyorlar ama..."
"O üçü hala kayıp mı yani?" diye sordu Soax tekrardan, sesi heyecanlıydı. Gözleri sinsi bir kıvılcımla parladı. "O zaman onları bulunca öldürebilirim, değil mi?"
Tam sözlerini bitirdiği anda Syuk, öfkeli bir şekilde masaya bir yumruk attı. "Sözümü kesmekten artık vazgeç, Soax!" diye bağırdı. "Şimdi beni dinleyin!"
Odadaki herkes sustu, gözlerini ona çevirdi. Ağzından çıkacak olan kararlar herkes için bir emir niteliğindeydi ve üs komutanı olarak ona karşı gelinmesi imkansızdı özellikle de uzun zaman boyunca onun altında çalışanlar bunu çok iyi bilirlerdi. Özellikle Asuka'nın ona karşı gelmesi onu her daim sinirlendirmiş olsa da karşı çıkmamıştı ve onun hakkında duydukları bunda etkili olmuştu.
Syuk, ağır adımlarla masanın etrafında dolaşarak konuşmaya devam etti:
"O üçü kayıp ve nerede olduklarını bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, bulundukları yerden Shou ve diğerleri ayrılırken Reinaz'a ait bir geminin gelip onları yakaladığı. Ancak elimizde bundan öte bir bilgi yok. Şu anda, o üçü nerede bilmiyoruz."
Oda sessizliğe büründü. Herkes düşünceli ve gergin bir şekilde birbirine baktı. Asuka, Atry ve Doktor Cat'in kayıp olması işlerin daha da karmaşık hale geldiğini gösteriyordu. Şimdi, onları kimin ele geçirdiği ve ne amaçla alıkoyduğu büyük bir bilinmezdi.
Komuta odasında, ağır bir sessizlik hâkimdi. Syuk, odadaki ekibine bakarken Yuko'nun yüzündeki endişeyi fark etti. Yardımcısı, kaşlarını çatarak ona döndü.
"Bu nasıl olabilir ki, anlamış değilim?" dedi Yuko, sesi şaşkınlıkla titriyordu. "Bize ait bir gemi onları yakaladı ama kimse nerede olduklarını bilmiyor mu?"
"Evet, öyle," dedi. "Şu an aramalar devam ediyor, ama hâlâ bir sonuç alamadık."
"Belki hâlâ içimizde hainler vardır," dedi Eimi şüpheli bir sesle. "Sonuçta gerçeği öğrendiler ve ölmemek için bizim tarafımıza geçmiş gibi yaptılar. Sonra da Asuka ve diğer ikisini alıp ortalıktan kayboldular... ya da bulundukları üste saklıyor olabilirler," diye tekrarladı ve tüm bu süre boyunca sessizce beklemeyi tercih etmişti.
"Kim bilir... Ama aramalarımız devam edecek," dedi kararlı bir sesle. "O yüzden eğitimlerinize devam edin. Yakında Yıjol Ana Üssü'ne toplantı için buradan ayrılacağız ve o toplantıdan sonra yasak bölgeye girme operasyonu başlayacak."
"Sonunda zamanı geldi," dedi Soax alaycı bir tonda. "Bu iş fazlasıyla uzamıştı. Özellikle dört yıl önce ölen o üç aptal yüzünden plan ertelenmek zorunda kalmıştı."
"Evet, öyle," diye cevap verdi OkaOku, sesi daha sakindi ama içinde hâlâ bir öfke barındırıyordu. "Ama elimizden bir şey gelmezdi. Sonuçta ekibimizin lideri buna karar vermişti ve biz de onu takip ettik. Ama bazıları bu işe kendini o kadar kaptırdı ki sonunda öldüler."
"Her neyse," dedi Syuk kesin bir şekilde. "Hepiniz gidip dinlenin. Yarın kaldığımız yerden devam edeceğiz."
Takım liderleri başlarını sallayarak çıkmaya hazırlanırken, Syuk aniden Yuko'ya döndü.
"Bu arada Yuko, sen kal. Seninle konuşmam gerek."
"Emredersiniz, efendim," dedi, diğerleri ise sessizce odadan ayrıldı.
Kapı kapandığında Syuk, odada yalnız kalan yardımcısına dönerek derin bir nefes aldı. "Bir sorun mu var, komutanım?" diye sordu Yuko, dikkat kesilmişti.
"Liderleri kaçan takımlarla ilgili konuşmamız gerekiyor."
Tüm takımlar bizden taraftalar bili—"
"Evet, biliyorum," diye araya girdi. "Ama liderleri yok. Sen de bunu biliyorsun."
"Liderleri olmayan takımları yardımcıları yönetebilir ama..."
"Ama mı? Sorun ne?"
"Kaplan Takımı'nın yardımcısı Maria ve Kurt Takımı'ndan Yui haricindekileri diğer takımların arasında dağıtabiliriz."
"Maria ve Yui mi?" diye mırıldandı. İçgüdüleri ona, bu isimlerin etrafında bir şeyler döndüğünü söylüyordu.
Syuk, Yuko'nun söylediklerini dikkatle dinledi. Yardımcısı, kararlı bir ifadeyle ona bakıyordu.
"Oldukça yetenekliler ve biliyorsunuz ki siz yakında takımlarla birlikte Yıjol Ana Üssü'ne gideceksiniz. Bu yüzden bana yardımcı olacak birileri lazım."
Syuk, kısa bir süre düşündü. Yardımcısının mantıklı bir noktaya değindiğini kabul etti ve başını hafifçe salladı.
"Pekâlâ, dediğin gibi olsun," dedi sonunda. "Yarın liderleri kaçan takımların başına yardımcıları geçir. Ayrıca, tüm Kurt ve Kaplan takımı üyeleri diğer takımların içine dağıtılsın."
"Emredersiniz."
Syuk, bir an tereddüt etti, sonra gözlerini Yuko'ya dikerek sorusunu sordu.
"Bu arada, sen ve Asuka aynı üste görevliydiniz, değil mi?"
"Hangi üsten bahsediyorsunuz?"
"Özel Üs."
"Evet, öyle. Orada aynı takımdaydık."
"Peki, sen nasıl oldu da benim yardımcım oldun?"
"Gönüllü oldum, o yüzden."
Bir an odada gerilimli bir sessizlik oluştu. Yuko derin bir nefes alarak ekledi:
"Sırf bu yüzden onlara yardım ettiğimi düşünmüyorsunuz, değil mi? Ve unutmayın ki Asuka hakkımızdaki gerçeği yeni öğrendi." Sesinde belli belirsiz bir öfke vardı.
"Saçmalama," dedi, sesi ifadesizdi. "Sadece orada görev yaptığın sırada hakkındaki bazı şeyleri duymuştum."
"Kanlı olaydan bahsediyorsanız, tamamen gerçek," dedi Yuko keskin bir tonla ve dışarı çıktı.
Syuk, arkasından bakarken derin bir iç çekti. Olayın gerçek olduğunu bilmek, bir şeyleri açıklıyordu ama hâlâ cevapsız kalan birçok soru vardı. Yardımcısının, Asuka ile olan geçmişi, söylediklerinin ardındaki öfke ve kaçanların hâlâ bulunamaması. Tüm bunlar, büyük bir gizemin parçalarıydı ve bu gizemi çözmeden rahat edemeyeceğini biliyordu.
Gözlerini kapatıp başını hafifçe eğdi. Yaklaşan operasyon her şeyi değiştirebilirdi. Ama bundan önce, eksik parçaları bulmalıydı.
Birkaç gün öylece geçti ve komuta odasında yankılanan sert sesiyle, subayı selamladı Arwk.
"Efendim."
"Ne oldu? Kaçakları mı bul..."
"Hayır, efendim," diye araya girdi, sesi biraz tedirgin çıkıyordu. "Hiçbir iz yok ve araştırmalarımız sonucunda ayrıldıkları bölgeye hiçbir gemimizin gitmediğini tespit ettik."
"Gitmemiş mi? Ama..."
"Bilmiyorum efendim, ama yalan söylüyor olabilirler. Belki üçünü öldürdüler ve sonrasında da bize bu yalanı söylediler."
"Olabilir," dedi sonunda, "ama araştırmalara devam edin."
"Emredersiniz, efendim."
"Bu arada, kaçtıkları Acus gemileri üzerindeki araştırmalar ne sonuç verdi?"
"Hiçbir sonuç yok, efendim," diye yanıtladı, sesi daha da ciddi bir tona bürünmüştü. "Anlattıkları ile ilgili hiçbir bilgiye ulaşamadık. Yani, o dört geminin birkaç dakika içinde başka bir galaksiye nasıl ulaştığını bilmiyoruz."
"Anladım," dedi alçak bir sesle. "Zaten ne bekliyordum ki? Sonuçta, şu anki jenerasyonun en iyi iki pilotunun kullandığı gemilerdi onlar. Ama Shou'nun kullandığı geminin de o kadar hızlı hareket etmesi... İşte, bu kafamı karıştırıyor."
Sesi dalgınlaşmıştı, düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu. Sonra başını kaldırıp tekrar Arwk'a baktı. "Gidebilirsin."
"Emredersiniz," diyerek odadan ayrıldı Arwk.
Syuk, odada yalnız kaldığında, ellerini masasına dayayarak düşünmeye başladı. Anlamadıkları bir şeyler vardı ve tüm araştırmalarına rağmen neyin döndüğünü çözmeyi başaramamışlardı. Kaçakların izine dair hiçbir kanıt yoktu, gemilerin akıl almaz hızda başka bir galaksiye geçişi hâlâ bir muammaydı. Günler geçiyor, ancak cevapsız sorular giderek artıyordu.
Birkaç gün sonra Arwk, hızla komuta odasına girerek sert bir selam verdi.
"Komutan Syuk," dedi, sesi ciddiyet doluydu.
"Evet, ne var?"
"Üç kaçak bulunmuş."
"Şu an hangi üste bulunuyorlarmış?"
"Efendim, şey..."
"Ne oldu? Aptal aptal lafı dolaştırıp durma!" diye bağırdı, sesi odada yankılandı.
"Üçü saklandıkları yerde bulunmuşlar ve teslim olmamak için çatışmışlar. Uzunca süren bir savaş sonucunda ölü ele geçirilmişler."
"Lanet olsun, bu kötü oldu. Hangi üste yaşandı bu?"
"Trgıu galaksisindeki T1ZA8 üssü, efendim. Kaçaklar üsse sızmış ve içerideki herkesi öldürmüşler. Yerleri tespit edilince, bölgedeki üslerden ve ana üsten bile en yetenekli askerler onları yakalamak için gönderilmiş. Ancak çatışma beklenenden çok daha uzun sürmüş. Sonunda üs tamamen yok edilmiş. Bu görev için gönderilen birliklerden çok azı geri dönmeyi başarabilmiş. Şu an o üsten geriye sadece enkaz kalmış durumda."
Syuk, gözlerini kısıp boş bir noktaya baktı. Derin bir nefes aldı. Durum düşündüğünden daha da ciddiydi.
"Anladım," dedi sonunda, sesi sertti. Birkaç saniye düşündükten sonra, iletişim sistemini açarak duyuruyu yaptı.
"Tüm üssün dikkatine: Kaçaklar tespit edildi. Teslim olmayı reddettikleri için çatışmaya girdiler ve öldürüldüler. Ancak..." Bir an duraksadı, ardından sesini daha da yükselterek devam etti. "Siz ne yaptığı...'' sırada sözü odanın kapısının aniden açılmasıyla yarıda kaldı.
Aags, duyduklarına inanamaz bir halde öne doğru atıldı. Gözleri öfkeyle parlıyordu.
"Bu gerçek mi?" diye bağırdı, sesi odada yankılandı.
"Ne gerçek mi?"
"Asuka ve diğerlerinin öldürülmesi," dedi dişlerini sıkarak.
"Evet, öyle," diye yanıtladı. "Üçü de teslim olmamak için savaşmış ve sonunda öldürülmüşler."
"O aptalı ben öldürmek istiyordum," dedi Soax.
"Artık çok geç," dedi Bruce.
"Her neyse, yakında toplantı için ayrılacağız. Sizler de bu süre boyunca eğitimlere devam edeceksiniz."
"Emredersiniz, efendim," diye yanıtladılar ve odadan çıktılar.
"Son durum ne?"
"Kurt ve Kaplan takımları, diğer birliklerin içine dağıtıldı. Yui ve Maria da siz buradan ayrıldıktan sonra bana yardımcı olacaklar," dedi Yuko.
"Bu güzel. Peki, kaçmalarına yardım edenler hakkında herhangi bir şey var mı?"
"Hayır, herhangi bir iz bulamadık. Üstelik yakalananların söylediklerine göre yardıma gelenler başkalarıymış."
"Evet, ama kim bunlar ve burayı nasıl buldular? Asıl sorun bu," diye mırıldandı.
"Bilemiyorum," diye yanıtladı sonunda.
"Her neyse," dedi kararlı bir sesle, "yakında Yıjol ana üssüne gideceğiz. O zamana kadar takımların eğitimleriyle ilgilenin, üçünüz de."
"Emredersiniz," dedi. Sonra, "Başka bir şey var mı?" diye sordu.
"Hayır, yok. Eğitimlere kaldığınız yerden devam edin, bu yeterli."
"Emredersiniz," dedi Yuko ve odadan çıktı.
Sessizlik çökünce, odada yalnız kalan Syuk derin bir nefes aldı. Düşünceleri bir girdap gibi zihnini meşgul ediyordu. Dışarıdan gelen bir yardım... Yedi kaçak... Şimdi dördü onların tarafında, ama üçü ölmüştü. Asıl mesele ise, yalnızca ana liderlerin bildiği bir üssü kimin ve nasıl bulduğu idi. Dahası, onların tarafında olmayan kaçakları nasıl tespit etmişlerdi?
Bu soruların cevapsız kalması onu rahatsız ediyordu. Ancak, zaman kaybedemezdi. Günler ilerledikçe takımların eğitimleri hızlandı ve birlikler giderek daha iyi hale gelmeye başladı. Ancak, yaklaşan fırtınanın gölgesi hâlâ üzerlerindeydi...
Tüm takım liderlerini toplantı odasında görmek istediğini bildirdiğinde, herkes hızla toplanmaya başladı. Dakikalar içinde odadaki yerlerini almışlardı.
"Sorun nedir?" diye sordu Eimi.
"İki gün sonra buradan ayrılıyoruz ve Yıjol ana üs bölgesine gidiyoruz. Burada kalacaklara gelecek olursak; komuta Yuko'da olacak, yardımcıları da Yui ve Maria olacak. Hinata ile birlikte simülasyon ekibinin tamamı da burada kalacak," dedi Syuk.
"Başka kalanlar olacak mı?" diye sordu Yuko.
"Hayır, başka kimse burada kalmayacak. Diğer herkes Yıjol ana üssüne gidiyor."
"Anlıyorum ama çok az kişiyiz. Eğer saldırıya uğrarsak ne olacak?"
"Saldırı mı? Saçmalama Yuko, kim saldıracak? Arcas mı?" dedi alaycı bir tonda.
"Hayır, tabii ki de. Ama gerçeği yeni öğrenenler saldırırsa ne olacak? Onlardan bahsediyorum," dedi Yuko.
Bu ihtimali göz ardı edemezdi. Derin bir nefes aldıktan sonra konuşmasına devam etti. "Saldırmayacaklar, merak etme. Ne de olsa her ırkı yöneten ailelerden birisi artık esirimiz ve onlar da bizden yana. Senden istediğim, burada kalanlara neden kalmaları gerektiğini anlatman. Onların bu görevin önemini anlamalarını sağlamalısın."
"Aynen öyle, zaten hiçbiriniz işe yaramazsınız," dedi Soax alaycı bir ses tonuyla.
"Soax, takım liderisin ama şunu unutma: Komuta hiyerarşisi var ve buna göre ben senden üstünüm, öyle değil mi?" Yuko bir an duraksadı, sonra daha da sertleşen bir sesle ekledi. "Şimdi söyle bakalım, sen bu hiyerarşide tam olarak kaçıncı sıradasın?"
Odanın içinde gergin bir sessizlik oluştu. Soax'ın yüzündeki kendinden emin ifade hafifçe kaybolurken, Yuko'nun otoritesi odadaki herkes tarafından açıkça hissediliyordu.
"Son olaylardan sonra dokuzuncu sıraya yükseldim. Siz de önceden üçüncü sıradaydınız ama artık birinci sıradasınız." Sesinde bariz bir öfke vardı.
"Aferin, en azından yerini biliyorsun..." diye mırıldandı, alaycı bir gülümsemeyle.
"Her neyse, kesin bu tartışmayı. Sana söylediğimi yap ve unutma, burada kalan altı kişi üssün tüm sorumluluğunu üstlenecek. Bunu iyice anlasınlar," dedi Syuk bu tartışmanın gereksiz olduğunu düşünerek.
"Peki," dedi Yuko ve ardından hızla odadan çıktı.
"Şimdi sizlere gelecek olursak... Yıjol'deki toplantıda yeni bir bilgi öğreneceğiz. Ancak içeriği hakkında benim bile tam bir bilgim yok. Takımlarınıza iletin, önümüzdeki iki gün boyunca izinliler," dedi Syuk.
"Emredersiniz," dediler diğer liderler ve kısa süre içinde odadan ayrıldılar.
Syuk yalnız kaldığında derin bir nefes aldı. Güzel, bu işi de hallettik. Geriye asıl görev kaldı. Yakında kalkanı geçeceğiz ve tüm evren Reinaz İttifakı'na ait olacak... Bu düşünce zihninde yankılanırken, gereksiz gördüğü kişileri geride bırakmanın operasyonun başarısını daha da garantilediğini hissediyordu.
Tam bu sırada kapı açıldı ve Yuko içeri girdi.
"Söylediğiniz gibi, burada kalacaklara gerekli bilgileri verdim ve hemen savunma önlemleri üzerinde çalışmalara başladık," dedi kararlı bir sesle.
"Buna gerek yoktu, biliyorsun değil mi?"
"Evet, ama bu önlem almamıza engel değil. Ayrıca Maria ve Yui'yi saymazsak, geride kalan üçlünün doğru düzgün savaş becerisi yok. En azından savunmayı sağlamlaştırmak mantıklı olur."
"Her neyse, istediğini yap," dedi Syuk. Ardından Yuko hiçbir şey söylemeden odadan çıktı.
İki gün boyunca tüm takımlar hazırlıklarını sürdürdü. Aynı zamanda, geride kalan altılı üs savunmasını iki katına çıkarmak için yoğun çaba sarf etti. Sonunda beklenen gün geldi ve ekip, Yıjol ana üssündeki toplantıya katılmak üzere yola çıktı.
Ana üs bölgesine ulaşmaları birkaç gün sürdü. Yolculuk boyunca askerlerin çoğu sessizdi, hazırlıklarını gözden geçiriyor, olası senaryoları değerlendiriyordu. Ancak bazıları için bu görev farklı bir anlam taşıyordu. Özellikle, Yıjol ana üssünü ilk kez görecek olan askerler için bu yolculuk bir keşif gibiydi.
Nihayet, devasa üs görüntüye girdiğinde, üsse yeni gelenlerin çoğu oldukları yerde donup kalmıştı. Yıjol ana üssü, devasa yapıları ve ileri teknolojisiyle adeta başka bir dünyaya ait gibi görünüyordu. Yüksek kuleler, gökyüzüne uzanan metalik platformlar ve her biri stratejik bir amaca hizmet eden zırhlı yapılar, buranın ne kadar önemli bir merkez olduğunu kanıtlar nitelikteydi.
Birçok asker hayranlıkla etrafına bakarken, tecrübeli olanlar yollarına devam etti. Buraya hayranlık duymanın sırası değildi; asıl mesele, bu toplantının getireceği yeni bilgiler ve yakında gerçekleşecek olan görevdi.
Bulunduğu Trgıu Galaksisinin savunma ve kontrol merkezi olarak inşa edilen bu devasa üs, çelik ve ultra dayanıklı bir malzeme olan Trytex kullanılarak yapılmıştı. Trytex, çeliğin sağlamlığını artırmanın yanı sıra esnekliğini ve enerji aktarım kapasitesini geliştiren benzersiz bir maddeydi. Bu özellikler, üssün hem dayanıklılığını hem de zarafetini ön plana çıkarıyordu.
Üs, tam dairesel bir forma sahipti ve yalnızca estetik değil, mühendislik açısından da kusursuz bir tasarıma sahipti. Çevresine yerleştirilen on iki dev plazma topu, galaksinin en güçlü savunma sistemleri arasında yer alıyordu. Bu silahlar, yüksek hassasiyetle atış yapabiliyor ve düşman gemilerinin enerji kalkanlarını delebilecek güce sahipti. Ayrıca, dış çeperin belirli bölgelerine gizlenmiş roket rampaları, gerektiğinde açılarak düşman tehditlerini anında etkisiz hale getirecek şekilde tasarlanmıştı.
Üssün tamamı, geniş bir enerji ağı tarafından beslenen güçlü bir lazer kalkanıyla korunuyordu. Bu kalkan, dış saldırıları engellemenin yanı sıra, uzaydaki meteor ve diğer doğal tehditleri de yok edecek kapasitedeydi. Üssün çevresinde sürekli devriye gezen binlerce küçük otonom savaş uçağı bulunuyordu. Hızlı manevra kabiliyeti ve gelişmiş yapay zeka sistemleri sayesinde düşman tehditlerini anında tespit edip bertaraf edebiliyorlardı. Ayrıca, nano-aktif maddelerle kaplanmış dış yüzeyleri, radarları yanıltarak düşman algılama sistemlerine karşı görünmez olmalarını sağlıyordu.
Üssün dış cephesinde, iç enerji hatlarından yayılan mavi ışık huzmeleri, yapının sahip olduğu gücü adeta gözler önüne seriyordu. İç yaşam alanları ise binlerce askeri barındıracak şekilde tasarlanmıştı. Yatakhaneler, eğitim odaları ve sosyal alanlar, askerlerin ihtiyaçlarını en verimli şekilde karşılamak için inşa edilmişti. Gelişmiş laboratuvarlar, ileri düzey araştırma ve geliştirme projelerine ev sahipliği yaparken, sanal gerçeklik destekli eğitim alanları, gerçek savaş senaryolarının simüle edilmesini sağlıyordu.
Üssün alt bölümünde, yüzlerce küçük savaş gemisini barındırabilecek kapasitede devasa bir hangar bulunuyordu. Bu alan, gemilerin bakım ve onarımının en ileri teknolojiyle yapılmasına olanak tanıyordu. Büyük savaş gemileri ise üsten biraz daha uzakta, özel platformlarda konuşlanıyor ve personel, bu gemilerden üsse taşınıyordu.
Enerji sistemi, anti-madde jeneratörleri ve güneş panelleri ile destekleniyor, yedek enerji kaynakları sayesinde üssün asla enerjisiz kalmaması sağlanıyordu. Gelişmiş iletişim kuleleri, galaksinin her köşesiyle anlık bağlantı kurabilen güçlü şifreleme sistemleriyle korunuyordu.
Üssün devasa yapısı, oraya her geleni olduğu gibi onu da etkiliyordu. Hangara iniş yaptığında, kendisini karşılayan personel eşliğinde kalacağı bölgeye doğru ilerledi. Yolda, yeni gelen asker ve yetkililerin hareketliliğini gözlemledi. Sürekli olarak üsse yeni birlikler ve görevliler geliyordu. Kendi odasına yerleştikten kısa bir süre sonra, ana liderin onu çağırdığı haberi geldi. Zaman kaybetmeden, üssün en kritik bölgesi olan komuta merkezine doğru yola çıktı.
Üssün kalbi olarak bilinen komuta merkezi, dairesel yapının tam ortasında, devasa tepe kubbenin hemen altında yer alıyordu. Bu alan, liderin otoritesini, teknolojik gelişmişliği ve galaktik gücü yansıtan bir tasarıma sahipti. Minimalist ancak fonksiyonel bir yaklaşımla inşa edilen bu merkez, ileri düzey stratejik kararların alındığı noktaydı.
Odanın yapısında Trytex kullanılmıştı. Bu malzeme, hem sağlam hem de estetik açıdan büyüleyici bir etki yaratıyordu. Tavan boyunca uzanan ince aydınlatma sistemleri, mekâna modern ve sofistike bir atmosfer katıyordu. Tavanda bulunan holografik projeksiyon sistemi, galaktik haritaları ve stratejik verileri gerçek zamanlı olarak yansıtarak, liderin hızlı ve etkili kararlar almasına yardımcı oluyordu.
Odanın duvarları, yarı saydam çelik-cam karışımından üretilmişti. Bu malzeme, dış ortamı hafifçe görünür kılarken, gerektiğinde tamamen opak hale gelerek liderin mahremiyetini koruyabiliyordu. Komuta merkezinin ortasında, liderin otoritesini vurgulayan yarım daire şeklinde büyük bir masa bulunuyordu. Cam ve çelik birleşimiyle yapılmış bu masa, modern tasarımıyla dikkat çekiyordu. Masanın merkezinde, liderin tamamen ergonomik olarak tasarlanmış, gelişmiş komuta özelliklerine sahip özel bir koltuk yer alıyordu.
Oda, ileri teknoloji güvenlik sistemleriyle donatılmıştı. Kapılar ve duvarlar tamamen ses geçirmezdi, böylece içeride konuşulan hiçbir bilgi dışarıya sızmıyordu. Biyometrik kimlik doğrulama sistemi, yalnızca liderin ve onun yetkilendirdiği kişilerin odaya giriş yapmasına izin veriyordu. Acil durumlar için oda, dış ortamdan tamamen izole olabilecek şekilde tasarlanmış ve liderin güvenli bir kaçış modülüyle üsse bağlı olmasını sağlayan bir sistem entegre edilmişti.
Odaya girdiğinde, liderin varlığı hissediliyordu. Atmosfer, büyük kararların alındığı bir merkezin ciddiyetini ve gücünü yansıtıyordu. Liderin bakışları ona döndüğünde, burada olmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladı.
Ana lider Purw, Syuk'a özellikle Asuka ve diğerlerini elinden kaçırdığı için oldukça öfkelenmişti. Öte yandan, bir şekilde onların ölmüş olmasının da işlerine yarayacağını belirttikten sonra onu sert bir şekilde odasından kovdu. Syuk, sessizce selam verip çıkarken, liderin öfkesinin yankısı zihninde hâlâ sürüyordu. Yorgun adımlarla kendisine ayrılan odaya yöneldi.
Oda son derece sadeydi; içinde yalnızca iki kişilik bir yatak, küçük bir masa ve banyonun varlığı dışında hiçbir şey bulunmuyordu. Duvarlar soğuk ve çıplaktı, odanın tek lüksü ise banyoydu. Syuk yatağa oturduğunda birden banyonun kapısı açıldı ve içerden bir kadın çıktı. O an hızla ayağa kalktı. Gelen kişi Jeax'ti ve rütbe olarak ondan üstündü.
Jeax, hiç istifini bozmadan yatağın kenarına bıraktığı çantasını açtı ve giyecek bir şeyler aramaya başladı. Syuk, göz ucuyla onu dikkatle süzüyordu.
"Bana biraz daha bakmaya devam edersen seni öldürürüm," dedi Jeax aniden başını kaldırdı ve gözlerini karşısındakine dikerek sert bir sesle. Sözleri, bulunduğu ortamda anında bir gerginlik yarattı.
Jeax, Vaelyr ırkına mensuptu—insanlara benzeyen ancak ilk bakışta farklılıkları hemen ayırt edilebilen bir halkın üyesiydi. Uzun ve zarif bedeni, ırkının doğal zarafetini yansıtıyordu. Ortalama bir insandan biraz daha uzun olan boyu, ince ama belirgin kas yapısıyla dengelenmişti. Ten rengi, hafif metalik bir parlaklığa sahip açık gümüş tonundaydı; bu, Vaelyrlerin atmosfer ve radyasyon koşullarına uyum sağlamak için evrimleşmiş biyolojik yapısının bir sonucuydu.
Yüz hatları keskin ve dengeliydi—yüksek elmacık kemikleri, belirgin bir çene hattı ve derin anlamlar taşıyan gözleri, ona sert ve karizmatik bir ifade kazandırıyordu. Gözlerinin rengi sürekli değişiyormuş gibi görünüyordu; normalde mavi-gri bir tona sahipken, duygularına ve çevresine bağlı olarak mor, gümüş veya koyu laciverte dönebiliyordu. Hafif dikey yapıdaki göz bebekleri, karanlıkta mükemmel görmesini sağlıyordu.
Saçları, ırkının tipik özelliğini taşıyan hafif dalgalı, gece mavisi rengindeydi. Genellikle omuz hizasında bıraksa da, savaş veya görev sırasında sıkıca toplardı. Kulakları, insana benzemekle birlikte hafifçe sivrileşen uçlara sahipti; bu da ona keskin bir duyma yetisi kazandırıyordu.
Syuk, bakışlarını hemen kaçırdı. Jeax elbiselerini giyip yatağa oturduktan sonra onu süzerek konuştu:
"Bir sorun mu var?"
"Bulunduğum üs bölgesi ve birkaç asker yüzünden ana liderden fırça yedim, sadece o kadar."
"Şu kaçaklardan mı bahsediyorsun? Sana oldukça zorluk çıkarmış olmalılar ama hata sende. En başından onlara gerçeği söyleseydin böyle bir sorunla karşılaşmazdın."
"Evet, ama yapacak bir şey yoktu. Kaldı ki sizin sorumlu olduğunuz üste de gerçeği bilmeyenler vardı."
"Onlar artık bizden taraf ve bizim Evren'i ele geçirmemize yardım edecekler."
"Komutanım, siz Shnk galaksisindensiniz değil mi?"
"Evet, bununla bir sorunun mu var, Syuk?"
"Hayır, sadece..."
"Shnk'ten olabilirim ama Reinaz ile ilgili gerçeği uzun zamandır biliyordum. Artık onların tarafındayım ve benim de görevim Evren'i ele geçirmek."
Bunu söyledikten sonra ayağa kalktı ve kapıya doğru yürümeye başladı. Syuk da peşinden gitti. Birlikte takımların kaldığı odalara ulaştıklarında, askerlerin rastgele bir şekilde yerleştirildiğini gördüler. Önceden gelenler en iyi yerleri çoktan kapmış, Syuk'un ekibindekiler ise geriye kalanlarla yetinmek zorunda kalmıştı.
Odaya girdiklerinde askerlerden biri Jeax'i fark etti ve hemen bağırdı. Tüm birlik anında hazır ola geçti. Syuk, yüzlerinde bir anlık gerginlik belirirken, Jeax'in sert bakışları altında askerlerin titizlikle beklediğini gördü.
Jeax, sert adımlarla yatakların arasında yürürken sesi tüm odada yankılandı.
"Pekâlâ, ben özel üssün sorumlu komutanı Jeax. Burada bulunacağımız süre boyunca her iki üste ki askerlerin sorumluluğu bende olacak. Benden sonra da Syuk bu görevi devralacak. Anlaşıldı mı?" diye bağırdı.
Askerler tek bir ağızdan, "Anlaşıldı, komutanım!" diye karşılık verdiler. Jeax kısa bir süre sessizce onları süzdü, ardından tok bir sesle, "Şimdi, sorusu olan var mı?" diye ekledi.
Yiğit, hafifçe tereddüt ettikten sonra elini kaldırdı. Jeax ona başıyla onay vererek konuşmasını işaret etti.
"Astra Bellum üs bölgesinden Yiğit, komutanım. Bu özel üs tam olarak nedir? Oraya gönüllü olarak giden eski bir arkadaşımız vardı ve biz onun oraya gittiğini tesadüfen öğrendik."
"Özel üs hakkında tam olarak ne biliyorsun?"
"Gerçeği bilmeyenlere göre burası Arcas'ı izlediğimiz bir üs bölgesi."
"Özel üs bölgesi, ya da diğer adıyla Azor Dorhum, eğitimleri sırasında üstün başarılar gösteren askerlerin yasak bölgeye girmek üzere eğitildiği bir yerdir. Bunun dışında diğer üslerden belirgin bir farkı yok." Kısa bir duraksamanın ardından, "Şu arkadaşına gelecek olursak, kaçaklardan Asuka, değil mi?"
"Evet, komutanım."
"Asuka oldukça yetenekliydi. Duyduğuma göre yardımcısı da oldukça yetenekli bir pilotmuş. Reinaz hakkındaki gerçeği ittifaktaki herkes öğrenmeden önce onu özel üsse almak istemiştim. Ancak Asuka, yasak bölgeye girmek için özellikle seçilince, onunla birlikte Dünya'ya gönderdiğim herkesi de yanına alarak eğitim gördüğünüz üsse götürdü. Özellikle en yeteneklileri seçmişti. Bunların başında Yuko, Maria, Yui ve Hinata geliyordu. O dördünü pilotluk konusunda özel olarak yetiştirmişti."
Jeax, askerlerin yüzündeki ifadeleri inceledikten sonra sözlerine devam etti. "Azor Dorhum, yasak bölgeye girmek için eğitim alan tüm askerlerin ana üssüdür. Yani hepiniz doğrudan bana ve ana kurucuların soyundan gelen liderler, Yown ve Uswa'ya bağlıydınız. Bir süre sonra özel olarak seçilen üslerdeki askerler hakkında bana bilgi geldiğinde, ilk baktığım ekip Asuka'nın ekibi oldu. Takımında sadece Yui vardı. Yuko üs komutanının yardımcısı olmuştu, Maria'yı ise anlam veremediğim bir şekilde Dünya'da bırakmıştı. Onun başka bir takımda yardımcı kaptan olduğunu öğrendim. Hinata ise simülasyon ekibinde yer alıyordu. Bunlar özellikle dikkatimi çektiği için ana liderlere bu konuda bilgi verdim. Ancak onlar bunu umursamadı."
Jeax gözlerini askerlerin üzerinde gezdirerek derin bir nefes aldı ve sesi daha da ciddileşti. "Ve şimdi... en yetenekli dört pilot burada değil."
"Onları Astra Bellum'da bıraktım," dedi Syuk. Bunları söylerken oldukça düşünceliydi.
Bu sırada askerlerden biri, tereddütlü ama merakla dolu bir sesle lafa girdi. "Hain konusunda bir şeyler duymuştum, doğru mu?"
"Ne duydun?" diye sordusert bir ses tonuyla.
"Özel üste görev alırken, bizden olmayanların bulunduğu bir üs bölgesi saldırıya uğramış. Üsten yardım çağrısı gelmiş ve hemen bir grup askerle yola çıkmışlar. Saldırıya uğrayan üsse ulaşır ulaşmaz düşmana saldırıya geçmişler. Kendisi Acus gemisi ile üsse iniş yapmış. Savaş bittiğinde ise tüm vücudu kanla kaplı bir şekilde ana gemiye geri dönmüş."
"Bu tamamen doğru," dedi. "Tek başına üsse sızan düşmanları temizleyip üssü kurtardı ama bundan kimseye bahsetmezdi. Peki, sen bunu nereden ve nasıl duydun?"
"O saldırıya uğrayan üste bir arkadaşım görev yapıyordu. Bana bizzat o anlattı. Üstelik olayın görüntüsünü de holograma kaydetmiş. Bana gösterdiğinde korkudan ne yapacağımı şaşırmıştım. Asuka'nın her tarafı kanla kaplıydı. Sadece vücudu değil, saçları bile savaştan dolayı kıpkırmızıydı. Parmak uçlarından kan damlıyordu..." Askerin sesi hafifçe titredi.
"Sende o hologramın kopyası var mı?" diye bağırdı.
Asker ürpererek başını salladı, ardından hızla dolabına yönelip küçük bir hologram kayıt cihazını çıkardı. Titreyen elleriyle komutana uzattı.
"Şimdi bakalım burada ne varmış..." diyerek cihazı çalıştırdı.
O an odanın ortasında beliren hologram, herkesi susturdu. Asuka'nın her yanı kana bulanmıştı. Gözlerinde en ufak bir endişe ya da korku belirtisi yoktu ve gözleri buz gibi soğuktu, elinde sadece özel seçilmiş askerlerin taşıyabileceği türden, zarif ama ölümcül bir kılıç vardı. Ortamdaki askerlerden bazıları dehşetle geri adım atarken, bazıları daha yakından görebilmek için holograma yaklaştı.
"İçinizde bu olayı canlı gören var mı?"
Kimse cevap vermedi. Ölüm sessizliği içinde herkes holograma bakıyordu. Bazıları hayranlıkla bazıları ise korkuyla hologramı izlemeye devam ediyorlardı. Özellikle aynı üste görev yapanlar onun bu umursamaz tavrına neyin sebep olduğunu anlayamamışlardı.
Jeax, hologramı izleyen askerleri gözden geçirdi ve keskin bir ifadeyle devam etti. "Bu olayı canlı görmediğiniz için şanslısınız. O gün, bu olaydan sonra görev yerlerini değiştiren yüzlerce asker oldu. Özellikle de, Asuka üzeri kanla kaplı olmasına aldırmadan Azor Dorhum'a geri döndüğünde. Bütün üs onu böyle gördü."
Jeax bir an duraksadı, ardından holograma tekrar baktı. "Buradaki görüntü gerçeğinin karşısında çocuk oyuncağı gibi kalır..." dedi alçak ama etkileyici bir sesle.
Odada hala kimse konuşmuyordu. Korku ve hayranlık karışımı bir sessizlik, askerlerin üzerine çökmüştü.
"Komutanım, neden böyle bir şey yaptı biliyor musunuz?" diye sordu Eimi.
"Kimse tam olarak bilmiyor," dedi soğukkanlı bir sesle. "Ancak askerlerin anlattığına göre bu kararı kendi başına verdi. Bu olaya şaşırmayan kişiler ise Asuka'nın bizzat yetiştirdiği ve şu an burada olmayan o dört kişiydi."
"Bu oldukça garip, doğr—"
"Her neyse!" diye sertçe sözünü kesti. "Bu olay tamamen gerçek ve bunun hakkında başka kimseden tek kelime duymayacağım! Eğer birinin bu söylentiyi yaydığını öğrenirsem, onu bizzat öldürürüm! Anlaşıldı mı?" Gözleri, çevresindeki askerleri birer birer tararken sesi tüm odada yankılandı.
Tüm askerler tek bir ağızdan bağırarak karşılık verdi:
"Anlaşıldı, komutanım!"
Jeax, komutayı Syuk'a bıraktıktan sonra sert adımlarla dışarı çıktı. Syuk, odada kalan askerlere gerekli emirleri verdikten sonra odasına çekildi. İçeri girdiğinde, loş ışık altında Asuka'nın kanlı hologram görüntüsünün küçültülmüş bir versiyonunu tutan Jeax'i gördü. Komutan, yatağında oturmuş, üzerinde yalnızca iç çamaşırları vardı. Gözleri, elindeki holograma sabitlenmişti.
"Komutanım," diye seslendi sessizce ona yaklaştı ve saygıyla durdu. Jeax, başını kaldırmadan elini kaldırarak oturmasını işaret etti. Syuk, onun karşısına oturduğunda Jeax, nihayet konuştu.
"Saldırıya uğrayan üsteki sözde tüm düşmanları tek başına öldüren birinin bu kadar kolay ölmesi sence normal mi?" dedi, sesi derin ve düşünceliydi.
"Saklandıkları üs bölgesi en dıştan en içe tamamen yok edildi, komutanım. Bildiğiniz gibi savaş oldukça kanlı geçmiş ve düşmanları yakalamak için o bölgedeki yirmi farklı üs bölgesinden askerler sevk edilmişti. Bunun yanında buradan da özel birlikler gönderilmiş. Üstelik bu askerlerin hepsi oldukça yetenekliydi. Ancak sonuç olarak, görev için giden birliklerden çok azı geri dönebildi," dedi, ancak içinde hâlâ şüpheler vardı.
"Bu hologramı sen de görmedin. Anladın mı beni?" dedi kararlı bir şekilde. "Ayrıca askerlere söyle, bugün Asuka ve diğer dördüyle ilgili hiçbir şey duymadılar. Bu konu kapandı."
"Emredersiniz, komutanım!"
"Bu arada, Astra Bellum'a bir gemi göndermeni ve orada kalanları buraya getirmeni istiyorum."
"Hemen gemi göndereceğim," dedi ve hızla harekete geçti. Eimi ile iletişime geçti ve onu yanına çağırdı. Birkaç dakika sonra kapı nazikçe çalındı. Eimi içeri girerken, odadaki gergin havayı hemen fark etti.
Jeax, sert bir ifadeyle karşısında duran Eimi'ye baktı.
"Senden Astra Bellum'a gidip Yuko ve diğerlerini buraya getirmeni istiyorum," dedi kararlı bir sesle.
"Orada kalan altı kişiden dördü ara liderlik konumunda ve benden üstte, biliyorsunuz. Yani gitsem dahi gelmeyeceklerdir. Onları buraya ancak ana liderler çağırırsa gelirler."
"Bunu biliyorum. Bu emir, ana liderlerden gelmiş gibi olacak."
"Eğer bunun yalan olduğunu öğrenirlerse, ana liderler sizi cezalandırabilir."
"Umurumda değil, Eimi. Anladın mı beni?" diye çıkıştı. "O dördünün neden bu şekilde davrandığını çözmemiz lazım."
"Komutanım, biliyorsunuz ki ben de Azor Dorhum'da kısa bir süre görev yaptım ve bunu çok az kişi bilir. Üstelik o olaya şahit olduğum için bu bilgi gizli tutuldu. Sadece ben de değil, o olay sırasında orada bulunan herkes bunu saklar. Ayrıca o dördü sizi bile dinlemezdi; yalnızca Asuka'yı komutanları olarak görürlerdi."
"Bunu biliyorum, Eimi. Ama şu kaçma olayının arkasında onların olabileceğini düşünüyorum. Bu yüzden ne pahasına olursa olsun onları buraya getir. Gerekirse zor kullan. Ayrıca bu operasyon gizli yürütülecek. Yanına yalnızca güvendiğin küçük bir ekip al ve bu ekipte senin dışında takım lideri olmasın."
"Emredersiniz," dedi ve hızla odadan ayrıldı.
İki gün sonra Eimi geri döndüğünde yüzü gergindi. Üsse adımını attığı anda Jeax'ın karşısına çıkıp raporunu sundu. "Komutanım, Astra Bellum üssü tamamen yok edilmiş. Orada kimse yoktu. Daha doğrusu, üsse saldırı düzenlenmiş ve altı kişiden hiçbir iz bulunamadı."
"Ne demek istiyorsun? Hologram görüntüleri var mı?"
Eimi başını sallayarak elindeki cihazı aktif hale getirdi. Hologram kaydı odanın ortasına yansıdığında, herkes sessizliğe büründü. Üs, neredeyse tamamen yok edilmişti. Binaların büyük kısmı çökmüş, yanmış enkazlar her yana dağılmıştı. Özellikle komuta merkezi tamamen yok edilmişti.
"Saldırganlar, yardım çağrısı yapılmasını engellemek için önce komuta merkezini yok etmişler," dedi ağır bir sesle. "Kaldı ki yardım isteseler bile en yakın üs 50 ışık yılı uzaklıktaydı. Yani destek çağırmaları imkânsızdı."
"Gerçekten hiçbir iz yok muydu?"
"Saldırganlarla çetin bir çatışmaya girmişler. Ancak ne saldırganlardan ne de o altısından en ufak bir iz bulunamadı."
"Lanet olsun! Anlaşılan bizim tarafımıza geçmiş gibi davranan hainler bu saldırıyı gerçekleştirdiler ve geride iz bırakmadan kaçtılar."
"Ana liderlere bilgi vermemiz gerekiyor mu?"
"Bunu ben halledeceğim." Ardından, Eimi'ye çıkmasını işaret etti. Birkaç dakika sonra, kendisi ve diğer birkaç üst düzey asker, ana liderin odasına girerek durumu rapor etti.
"Bu konuda yapacak bir şey yok. Ayrıca şu an bu meseleyle ilgilenecek vaktimiz de yok. O bölgede yaşayan kimse yoktu, yani her kimlerse asla bulunamazlar."
Jeax, bu cevaptan pek memnun kalmasa da itiraz etmedi. Sonraki birkaç gün boyunca üsse yeni gelenler oldu ve bir süre sonra tüm dikkatlerini yaklaşan büyük toplantıya çevirmek zorunda kaldılar.
•❅──────✧❅✦❅✧──────❅•
Astra Bellum
Eimi, Yuko'nun yanına yaklaştığında duraksadı. Yuko, dikkatini ona çevirip kaşlarını hafifçe kaldırarak sordu:
"Bir sorun mu var, Eimi?"
"Syuk ve Azor Dorhum komutanı Jeax, sizi Yıjol ana üssüne götürmem için beni gönderdi."
"Boşuna o kadar yolu gelmişsin. Sonuçta emir komuta zincirinde biz senden üstünüz," dedi Yui.
"Bunu onlara söyledim. Ancak bu emrin doğrudan ana liderden geldiğini söylememi istediler."
"Peki, sen ne yapacaksın?" diye sordu Maria.
"Ne hakkında?"
"Reinaz meselesi," diye ekledi Hinata, gözlerini kıstı. "Azor Dorhum'daki kısa süren görevin sırasında sen de gerçeği öğrendin ama bizim gibi onlardan biri değilsin. Sadece mecbur kaldığın için öyle davranıyorsun?"
"Her neyse, sizi götürmem gerekiyor. Ama biz buraya geldiğimizde, burada değildiniz ve üs saldırıya uğrayıp yok edilmişti. Öyle değil mi, Kuea?"
"Evet, komutanım," dedi Kuea.
"O zaman ilk olarak..." dedi Yuko ve cebinden küçük bir kumanda çıkardı. Bir düğmeye basmasıyla birlikte üssün içinden patlamalar yükseldi.
"Siz... ne yaptınız?" dedi Eimi.
"Sence buraya birilerini göndereceklerini bilmiyor muyduk? Gerekli hazırlıkları yaptık. Şu an patlayan yer ana kontrol odasıydı. Orası yok edildikten tam iki dakika sonra diğer bombalar da otomatik olarak patlayacak."
Sözlerini tamamladıktan sonra, ekibiyle birlikte hızla Acus gemilerine doğru yürümeye başladı. Eimi ve ekibi de hızla kendi gemilerine yöneldi. Gemi havalandığında, üssün tamamında art arda patlamalar gerçekleşti. Ana gemiye ulaştıklarında, geriye kalan son patlamalar da gerçekleşmişti.
Yuko, gemide Eimi'ye döndü. "Bizi burada görmedin. Biz, üssün diğer bölgelerinde hazırlık yapıyorduk. Orada büyük bir savaş yaşandığı izlenimi vermek için her şeyi planladık."
"Peki, biz ne yapacağız?"
"Üsse tekrar geleceksiniz. Ancak bu sefer yaklaştığınızda hologram kayıt cihazıyla üssü dışarıdan kayda alacaksınız. Sadece dışarıdan değil, içeriye de iniş yapacaksınız ve ne bizden ne de saldırganlardan herhangi bir iz bulamayacaksınız."
Eimi, sessizce Yuko'yu izlerken, içinde beliren şüpheler daha da güçlenmeye başladı. Artık oyunun kuralları değişiyordu ve bunun farkında olmayanlar, çok geç kaldıklarında gerçeği anlayacaklardı.
'' Peki, siz nereye gideceksiniz?''
"Bilmemeniz sizin için daha doğru olur. Ne kadar az bilginiz olursa o kadar az dikkat çekersiniz. Ayrıca siz de dikkatli olun ve bir şekilde yasak bölgeye girme girişiminden uzaklaşın." Ses tonu kararlı ve sertti, bu konudaki ciddiyeti yüzünden okunuyordu.
"Elimden geleni yaparım ama bu oldukça zor olacak, siz de biliyorsunuz. Ayrıca Asuka ile ilgili olarak..."
"Hâlâ hayatta. Bunu sen de bizim kadar iyi biliyorsun. Şu bahsedilen üs bölgesi zaten birkaç yıl önce yok edilmişti. Üstelik nasıl olduğunu sen de çok iyi biliyorsun," dedi Maria.
"Evet, öyle. O kanlı olay sırasında Asuka tarafından zaten yok edilmişti ama olay gizli tutulduğu için üs bölgesi hâlâ faaliyet gösteriyor gibi davranıldı. Üstelik Jeax bile asıl olayın yerini bilmez," dedi Kuea.
"Bunu zamanı gelince geminin ana kontrol masasının üzerine koyman yeterli," dedi Yuko, kısa bir sessizlikten sonra bileğindeki küçük bir cihazı aktif hale getirdi ve Eimi'ye küçük, metalik bir bileklik uzattı.
Eimi, Yuko'nun ona yüklediği sorumluluğun farkındaydı. Başını onaylarcasına eğdi. Altı kişi, birbirlerine son bir bakış attıktan sonra vedalaştı. Ardından hepsi Acus gemilerine binip anında ışık hızına geçerek gözden kayboldu.
"Kuea, tüm takımı hemen topla," dedi ve bilekliği koluna taktı.
Kısa sürede yirmi kişilik ekip hangarda toplandı. Hepsi Eimi'nin talimatlarını bekliyordu.
"Bugün burada Yuko ve diğerlerini bulamadık. Buraya geldiğimizde zaten kayıt altında olan tüm görüntüler yok edilecek. Başlangıç noktamıza geri döneceğiz ve üssü bu halde bulmuş gibi davranacağız, anlaşıldı mı? Ayrıca diğerlerinin Acus gemileri bu gemiye hiç inmedi. Kayıtlardan bunu da sileceğiz."
Askerler hep bir ağızdan, "Evet, komutanım!" diye bağırdı.
"Komutanım, diğerlerinin Acus gemilerinin ana gemiye iniş kayıtları yok. Üstelik hiçbir şekilde tespit bile edilemediler," dedi Texa.
Eimi'nin gözleri hafifçe kısıldı. Yuko ve ekibi çoktan her şeyi planlamıştı. O anda, bu olayın düşündüğünden çok daha büyük ve karmaşık olduğunu bir kez daha anladı.
Eimi, ekibine son talimatını verdiğinde, herkes görevini biliyordu. Hızla geri dönüp tüm süreci baştan tekrarladılar. Üsse yaklaşırken saldırıyı yeni fark etmiş gibi davrandılar. Eimi, Kuea'ya hologram kaydına başlamasını emretti. Önce üssün etrafında dolaşıp olası düşman izleri aradılar, ancak herhangi bir belirtiye rastlayamadılar. Ardından Acus gemileriyle hangardan geriye kalan sağlam bölgelere iniş yaptılar ve üste detaylı bir arama başlattılar. Ancak ne saldırganlardan ne de kayıp altı kişiden herhangi bir iz bulabildiler. Bunun üzerine daha fazla vakit kaybetmeden üssü öylece bırakıp Yıjol'e geri döndüler.
Eimi, iniş yapar yapmaz vakit kaybetmeden Jeax ve Syuk'un bulunduğu odaya yöneldi ancak içeri girmeden önce bilekliği kolundan çıkarıp cebine koydu. Raporunu sunduğunda, üssün saldırıya uğrayarak tamamen yok edildiğini ve içeridekilerden hiçbirinin izine rastlanmadığını bildirdi. Ardından hologram kayıtlarını açarak yaşananları gösterdi. Gözleri, cebine sakladığı bilekliğe kısa bir an kaydıysa da yüzünde en ufak bir şüphe belirtisi yoktu.
Ancak, dışarıdan sıradan bir rapor verme süreci gibi görünen bu olayın altında, gizli bir plan işlemekteydi. Reinaz'a mecburen sadık görünen küçük ekibiyle birlikte, Eimi çoktan kaçış planlarını hazırlamaya başlamıştı. Doğru zaman geldiğinde harekete geçeceklerdi.
Bu sırada, toplantı için özel ekiplerin son grubu da üsse ulaşmış ve beklenen görüşme resmen başlamıştı. Toplantının ilerleyen dakikalarında beklenmedik bir saldırı gerçekleşti. Ortalık karışırken, Eimi ve ekibi için harekete geçmek adına ideal an oluşmuştu. Yuko'nun verdiği bilekliği, kendisine anlatıldığı gibi ana kontrol masasına bıraktı. Tam o anda, Texa'nın sesi kulaklarında yankılandı.
"Komutanım, Reinaz'ın izleme sisteminden çıktık!"
Eimi, bunun kaçış için en kritik an olduğunu biliyordu. Artık tek bir hedefleri vardı:
''Dünya.''
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
169 Okunma |
81 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |