Mirena, üste geçirdiği süre boyunca sürekli askerler tarafından gözetim altında tutuluyordu. Hareket alanı ciddi şekilde kısıtlanmış, belirli birkaç yer dışında hiçbir bölgeye girmesine izin verilmemişti. Yasaklı alanlardan biri de hangardı. Ancak özgürlüğünü geri kazanmak için bir yol bulmalıydı ve bunun için en iyi seçenek, Yue'i kandırmaktı.
Tam da bu süreçte, Yue hiç sorgulama yapmadan üç askeri idam etmişti. Üç görgü tanığının ifadesine dayanarak, kendisine saldırmaya çalıştıklarına karar vermiş ve boyunlarını keserek infazı gerçekleştirmişti. Bu olayın ardından, ana liderlerin emrini hiçe saydığı gerekçesiyle tüm yetkileri elinden alındı ve başka bir üsse sürgün edildi. Yerine yeni üs komutanı olarak Krix atanmıştı. Yue'e kıyasla Krix'i kandırmak çok daha kolaydı ve gerçekten de onun lider oluşuyla birlikte, birkaç gün içinde üste serbestçe dolaşmaya başlamıştı.
"Komutan Yue'in size yaptıkları için özür dilerim. Kusura bakmayın; kendisi oldukça fevri kararlar verebiliyor," dedi Krix, sesi rahatlamış bir ifadeyle.
"Evet, fark ettim. Sorgu yapmadan üç askerini öldürdü, üstelik ana liderlerinizden gelen emri de hiçe sayarak," dedi sakin ama dikkatli bir ses tonuyla.
"Kendisi oldukça farklı birisidir," diye yanıtladı. "Ama artık onu kafanıza takmanıza gerek yok. Sonuçta tüm yetkileri alındı ve başka bir üsse gönderildi."
"Peki, benim durumum ne olacak?"
"Durumunuz mu?"
"Evet, sonuçta hâlâ gözetim altında tutuluyorum. Yue'in yetkileri alındı ama onun verdiği emri hâlâ yerine getiriyorsunuz."
"Evet, anlıyorum. Bugünden itibaren üste istediğiniz gibi özgür bir şekilde hareket edebilirsiniz," dedi. Ardından yemeğini yarıda bırakıp masadan kalktı ve hiçbir şey söylemeden yanından ayrıldı.
Mirena, üs içerisinde dolaşma izni aldıktan sonra, birkaç istisna dışında neredeyse tüm odalara girip çıkabiliyordu. Bu özgürlük sayesinde birçok yeni bilgiye ulaşmayı başardı. Ancak elde ettiği bilgilerin çoğu gizliydi ve bunlara tamamen erişebilmesi için Krix'in yardımına ihtiyacı vardı.
Krix, ona giderek daha fazla güvenmeye başlamıştı. Çoğu zaman girişin yasak olduğu bölgelere onunla birlikte girebiliyor, böylece daha derin bilgilere ulaşabiliyordu. Bu süreçte öğrendiği en önemli şeylerden biri, Yue'nin anlattıklarının aksine Vera ırkının tamamen yok edilmiş olduğuydu. Yue'nin Vera'nın yok edilmediğine dair hâlâ umudu varken, Krix ve diğerleri bundan kesin olarak emindi. Vera'lar savaşlardan asla kaçmazdı ve bu yüzden, onları tamamen yok edildiklerinden emin olduklarını söylüyorlardı.
Bunu duyduğunda, Yue'nin ona söylediği şeyleri Krix'e aktardı. Ancak Krix yalnızca omuz silkerek:
"Yue biraz fazla düşünen birisi. Vera yok edildi ve bizim görevimiz o lanet kalkanı geçmek, o kadar," diye yanıt verdi.
Bu cevap, Mirena'nın içindeki şüpheleri daha da artırdı. Kollarını kavuşturup gözlerini Krix'e dikerek sordu:
"Kalkanı geçmeyi neden bu kadar istiyorsunuz, anlamış değilim."
"Kalkanın içindeki teknoloji oldukça gelişmiş durumda ve eğer kalkanı geçmeyi başarırsak, Evren kurtulacak."
"Bundan nasıl emin olabilirsiniz?"
"Ne demek istiyorsunuz, daha açık konuşun?"
"Şöyle ki, kalkanın içindeki teknolojiyi ele geçirince, Arcas'ı yok edeceğinizi söylüyorsunuz. Peki ya ittifakınız bu teknolojiyi kullanarak Evren'i kendine isterse? O zaman ne olacak?"
"Sen ne dediğinin farkında mısın?" diye bağırdı, sesi yemekhanedeki birkaç kişinin dönüp bakmasına neden olmuştu.
"Ben sadece olabilecek bir ihtimali dile getirdim, o kadar," dedi. Ardından konuyu değiştirmek için bir adım attı. "Ayrıca, ne zaman buradan ayrılacağımı bilmek istiyorum."
"Neden gitmek istiyorsunuz, anlamış değilim?"
"Evimi özledim. En azından evime yakın bir yerde bulunmak beni daha iyi hissettirecektir."
Krix bir süre ona baktı, yüzünde kararsız bir ifade vardı. Ancak ne söyleyeceğine karar verememiş gibi başını yavaşça salladı ve gözlerini kaçırdı. Kısa bir duraksamanın ardından başını sallayarak, "Anlıyorum. Lider Kudal ile konuşacağım ve eğer izin verirse, Gysk'a tekrar gitmen için elimden geleni yapacağım," dedi. Ardından masadan kalkarak uzaklaştı.
Mirena, odasına gitmek için yavaş adımlarla üs koridorlarında ilerledi artık Yue'nin eski odasında kalıyordu. İçeri adımını attığında dikkatlice etrafı inceledi, odadaki her köşeyi gözden geçirerek işe yarar bir şey bulmaya çalıştı. Ancak ilk bakışta herhangi bir önemli detaya rastlamadı. Hafifçe iç çekerek üstündeki yorgunluğu atmak için duş aldı, ardından yatağa uzanarak derin düşüncelere daldı.
Evini, Gysk'ı, geçmişini ve geleceğini düşünüyordu. Ancak gözleri odadaki bir tabloya takıldığında içini bir merak duygusu kapladı. Tablonun üzerinde, daha önce fark etmediği küçük bir nesne dikkatini çekmişti. Yavaşça yerinden kalkıp tabloyu incelemeye başladığında, bunun bir tür kolye olduğunu anladı. Ancak burada olması garipti. Böyle önemsiz gibi görünen bir nesne neden özellikle bu şekilde saklanmıştı?
Elini uzatıp kolyeyi yerinden çıkardığında, zihninde şimşekler çaktı. Daha önce odada yaptığı ilk aramada bulduğu bir eşyayı hatırladı. O eşyayla bu kolye arasında bir bağlantı olabileceğini düşündü. İkisini birleştirdiğinde ise odanın içi kısa süreliğine parlak bir ışıkla doldu ve birdenbire Yue'nin hologramı belirdi.
"Kolyeyi bu kadar geç bulduğuna göre oda ile ilgili detaylı araştırma yapmadığın anlaşılıyor," dedi Yue'nin soğukkanlı sesi. "Konuyu fazla uzatmamak için bu söylediklerimi iyice dinle ve bu konudan kimseye bahsetme, aksi halde öldürülürsün, Mirena. Daha doğrusu, Aerenia Galaksisinden Lorin ırkının prensesi Mirena."
Mirena bu sözler üzerine adeta donakalmış gibi hissetti. Gözleri büyüdü, nefesi düzensizleşti. Yue, onun kim olduğunu nasıl bilebilirdi?
Hologram devam etti. "Ayrıca, Vera ile ilgili olarak son bilmen gereken şeylerden biri, canlıların düşünceleri okuyabilme yeteneğine sahip olmalarıdır."
Mirena olduğu yerde kıpırdamadan durdu, zihni Yue'nin söylediklerini çözmeye çalışıyordu. Bu bilgiyi nereden almış olabilirdi?
"Her neyse, asıl konumuz şu," diye devam etti Yue. "Bir an önce evine dönmen lazım. Orada kaldığın sürece tehlikede olacaksın. Hemen bir yolunu bul ve Krix'i kandır. Bu hologramı izlediğine göre çoktan kandırmışsındır bile. Evine dönmen için derhal harekete geçmelisin. Çünkü orada kaldığın her gün, hayatın tehlike altında olacak."
Mirena, holograma kilitlenmiş halde dinlemeye devam etti. Yue, bildiklerini anlatırken sesi ciddiyetle doluydu.
"Nedeni ise Arcas'ı biliyor olman," dedi. "Sana onlar hakkında her şeyi anlattım, ama asıl anlatmadığım şey şu: Arcas diye bir ırk yok. Daha doğrusu, bu ırk geldiğin bölgedeki Lux İttifakı'ndan başkası değil. Sen de bunu en az benim kadar iyi biliyorsun."
Bu açıklama, Mirena'nın zihninde yeni sorular oluşturdu. Eğer Yue doğruyu söylüyorsa, Arcas hakkındaki her şey bir yalandan ibaretti.
"O yüzden hemen oradan ayrıl ve evine dön, prenses," diye devam etti. "Umarım uyarımı ciddiye alırsın. Ve son bir şey daha... Sakın bu kolyeden ve anahtardan kimseye bahsetme. Unutmadan, Arcas ile ilgili gerçekten de Reinaz'dan kimseye bahsetme sakın. Sonuçta, Reinaz, Arcas isminin arkasına saklanarak Evren'i ele geçirmek istiyor. O yüzden bundan kimseye bahsetme sakın," dedi ve hologram bir anda kayboldu.
Oda eski haline dönerken, Mirena hâlâ şok içindeydi. Yue'nin söyledikleri doğruysa, şu an büyük bir tehlikenin içindeydi. Ancak kafasını en çok kurcalayan şey, Yue'nin bu kadar detayı nasıl bildiğiydi. Lux ittifakını nasıl bilebilirdi ve bununla birlikte ittifak üyesi ırklar hakkında bu kadar derin bilgilere nasıl sahip olabilirdi?
Bundan daha da önemli olan bir konu vardı: Yue'nin söylediklerinin gerçek olup olmadığını kendi gözleriyle doğrulaması gerekiyordu. O andan itibaren gizlice araştırmalar yapmaya karar verdi. Üssün araştırma bölümünde saatlerini harcıyor, özellikle Arcas hakkında bilgi topluyordu. Aynı zamanda, Gysk'a dönüp dönemeyeceği hakkında Krix'e sık sık sorular soruyordu. Ancak bunu fazla belli etmek istemedi; Krix'in ondan şüphelenmesini önlemek için sorularını dikkatli bir şekilde yöneltiyor, her şeyin doğal görünmesini sağlıyordu.
Ancak ne kadar dikkatli olursa olsun, bir şey kesindi: Ne pahasına olursa olsun, Yue'nin söylediklerini doğrulamadan buradan ayrılmayacaktı.
"Arcas demek... Görünüşe göre epey ilginizi çekmiş," dedi Krix aniden.
"Komutan Krix, beni korkuttunuz."
"Özür dilerim, amacım bu değildi. İkili biraz konuştuktan sonra Krix; Yarın Gysk galaksisindeki üsse gönderileceksiniz. Sonuçta, hakkınızda detaylı araştırma yapıldı ve evinize yakın olmak istediğiniz anlaşıldı. Bu yüzden yarın buradan ayrılıyorsunuz," dedi ve herhangi bir ek açıklama yapmadan yanından uzaklaştı.
Mirena, bu ani kararın arkasında başka sebepler olup olmadığını düşünerek odadan çıktı. Kafasındaki sorulara rağmen, yemekhaneye giderek bir şeyler yedi, ardından odasına dönüp hazırlıklarını yapmaya başladı. Sabah olduğunda, belirlenen saat gelmişti ve diğer birkaç askerle birlikte üsten ayrıldı.
Gysk galaksisindeki üsse ulaşmaları tahmin edilenden uzun sürmüştü. Yolculuk sırasında, geminin kontrol paneline aniden gelen bir acil yardım çağrısı tüm ekibi alarma geçirdi. Çağrının geldiği koordinatlara ulaşmak için rotalarını değiştirmek zorunda kaldılar. Nihayet, sinyalin kaynağına ulaştıklarında gezegenin tamamen yok edildiğini gördüler. Yanmış enkazlar, parçalanmış yapılar ve geriye kalan küllerden başka hiçbir şey yoktu.
Ancak, gezegen tamamen ölü gibi görünse de, bir şekilde yaşam sinyali alınıyordu. Ekip, dikkatli bir iniş gerçekleştirdi ve sinyalin kaynağını araştırmaya başladı. Sonunda, yerle bir olmuş bir binanın enkazı arasında hayatta kalmayı başarmış küçük bir kız çocuğu buldular. Çocuğun kir ve toz içindeki yüzünde kocaman açılmış gözleri korku doluydu. Mirena, tereddütsüz ona yaklaşıp kollarına aldı. Küçük kız titriyordu ama onun varlığıyla biraz olsun sakinleşmiş gibiydi.
Ekibin tamamı, zaman kaybetmeden gezegenden ayrıldı ve en yakın üsse yöneldi. Geminin komutanı Fxa, saldırının gerçekleştiği bölgenin ana liderlere bildirilmesi için hemen harekete geçti. Bu sırada, Mirena çocuğun durumuyla ilgilenmeye devam etti.
Yapılan tıbbi kontroller sonucunda, kızın herhangi bir fiziksel yarası olmadığı belirlendi. Ancak, yaşadığı korku ve travma onu derin bir sessizliğe sürüklemişti. Üs yetkilileri, güvenlik önlemi olarak çocuğu kontrol altında tutmaya karar verdiler. Ancak küçük kız, çevresindeki hiç kimseyle iletişim kurmuyor, sadece Mirena yanına geldiğinde sakinleşiyordu.
Bu durum, gemi komutanının dikkatini çekti. Sonunda Mirena'ya çocuğun bakımını üstlenmesi için izin verdi. Birkaç gün boyunca, küçük kızı rahatlatmak için onunla ilgilenmeye devam etti. Çocuk, Mirena'ya giderek daha fazla bağlanıyordu ve zamanla gözlerindeki korku yavaş yavaş yerini güvene bırakmaya başlamıştı.
Sonunda Gysk galaksisindeki üsse ulaştıklarında, küçük kız Mirena'ya tamamen alışmıştı ve ondan ayrılmak istemiyordu. Gemiden indiklerinde, üs liderine tüm raporlar sunuldu ve kısa bir bilgilendirme toplantısının ardından gemi tekrar ayrıldı.
Mirena, etrafına bakarken üs yetkililerinden biri yanına yaklaştı. Yüzünü inceleyerek bir an duraksadı, ardından hafifçe başını eğerek, "Sanki seni daha önce bir yerlerde görmüş olabilirim," dedi, sesi hem meraklı hem de kuşkulu bir tını taşıyordu.
"Çok düşünme, Yue'i hatırlıyorsun değil mi?"
"Evet, hatırlıyorum. Neden ki?"
"Çünkü Yue benim ablam. O yüzden birbirimize benzememiz gayet normal."
"Şey... Yue için üzgünüm."
"Sorun değil. O hep böyledir. Bazen fevri kararlar verebiliyor. Sonuçta o üsten sorumluydu ve yapması gerekeni yaptı. Onun yerinde ben olsam ben de aynısını yapardım," dedi, sözleri bir iç hesaplaşmanın izlerini taşıyordu. Ardından kendini tanıtır gibi başını hafifçe eğdi. "Bu arada, ben Yua."
"Şey... Ben de Mirena."
"Daha doğrusu, Prenses Mirena."
Mirena'nın gözleri hafifçe büyüdü. Kalbinin ritmi aniden hızlandı. Nasıl olmuştu da Yua bunu biliyordu? Yue bunu nasıl öğrenmiş olabilirdi? Şimdiye kadar kimliğini gizli tutmayı başarmıştı, ancak bir şekilde açığa çıkmıştı.
Yua, onun şaşkınlığını görmezden gelerek gülümsemeye devam etti. Ardından, Mirena ve küçük çocuğu kalmaları için hazırlanmış bir odaya götürdü. "Odada tüm ihtiyaçlarınız hazır. Olur, da başka bir şeye ihtiyacınız olursa bana haber vermeniz yeterli," dedi ve ardından kapıyı arkalarından kapatarak çıktı.
Mirena, odanın içinde kısa bir süre hareketsiz kaldı. Kendi kimliğiyle ilgili gerçeği böyle bir anda duymak onu fazlasıyla rahatsız etmişti. Yua'nın, tıpkı Yue gibi davranması da işin içine başka bir karmaşıklık katıyordu. İçindeki şüpheler giderek artarken, bir an önce eve dönmesi gerektiğine karar verdi. Ancak, bunu yapmadan önce Yua ile konuşmalıydı.
Bir fırsatını bulduğunda, Yua ile gizli bir görüşme ayarladı. Seslerinin duyulmayacağından emin olduktan sonra, Mirena endişelerini dile getirdi. Yua ise hiç tereddüt etmeden ona yardım edeceğini söyledi. Ancak, bir şartı vardı.
"Çocuğu da yanında götürmelisin," dedi Yua kararlı bir sesle.
"Çocuğu mu? Ama çocuk—"
"Sorun şu ki, çocuk sana alışkın. Eğer burada bırakırsan, fazla uzaklaşamadan yakalanırsın. Sadece senin yanında ağlamıyor. Onu burada bıraktığın anda senin kaçtığını fark ederler ve benim yardımım olmadan kaçtığını söylemezsen, ikimizi de Arcas casusu olmakla suçlayıp infaz ederler."
"Şey, Arcas yo— Neyse, sorun değil," dedi derin bir nefes alarak.
"Ne yapacaksın peki?"
Mirena, gözlerini kısa bir süre yere indirdi, ardından bakışlarını Yua'ya çevirdi. Artık bir karar vermesi gerekiyordu ve gerekli ayarlamalar gizlice yapıldı. Birkaç gün içinde Yua'nın yardımıyla üsten gizlice ayrıldı ve evine dönüş yolculuğuna başladı. Yol boyunca dikkatli olmaya çalışsa da içinde belirsiz bir huzursuzluk vardı. Çocuğun sessizliği, yolculuğu daha da tuhaf bir hale getiriyordu.
Eve ulaştığında, herkes kapıda onu karşıladı. Mirena yanındaki küçük kızı gören annesinin yüzündeki şaşkın ifadeyi fark etti ancak kraliçe, hiçbir şey sormadı. Bunun yerine, derin bir nefes aldı ve kararlı bir sesle konuştu.
"İleri gelenler ile yarın bir toplantı yapacağız. Öğrendiğin her şeyi anlatmalısın."
Ancak sabaha kadar beklemeye niyeti yoktu. Gözleri, kızının yüzüne odaklandığında, daha fazla sabredemeyeceğini anladı. Onu çalışma odasına götürdü ve tüm olanları dinlemek istedi. Mirena, Yue'nin hologramını açarak gördüklerini annesine izletti.
"Eğer bu doğruysa..." diye başladı kraliçe Almina, ardından cümlesini tamamladı: "Bu bilgiyi kimse öğrenmeyecek. Sadece bizim aramızda kalacak."
Mirena, annesinin sözlerine başıyla onay verdikten sonra odadan ayrıldı. Uyuyamadan önce kızlarının odasına uğradı. Küçük Vita, kardeşini dikkatle izliyordu. Bir süre sessizce onları gözlemledi, sonra Vita'yı da nazikçe uyuttuktan sonra odasına geçti.
İçeri girdiğinde kocası yatakta oturmuş onu bekliyordu. İkisi de hemen soyundu ve sevişmeye başladılar. Kocası, Mirena'yı yatağa yatırdı ve aletini içine sokmaya başlamasıyla birlikte kendinden geçti. Kocasının aleti içinde gidip geldikçe o çılgına dönmüştü ve içine boşalınca kendisini iyice kaybetti ve geç saatlere kadar seks yapıp sonrasında uyudular.
Irklarının erkekleri yönetimde söz hakkına sahip değillerdi ve bu tür konularda hep geri planda tutulurlardı. Erkekler sadece soylarının devamında, diğer işlerde ve savaşlarda asker olarak kullanılır, görevleri bunlar ile sınırlıdır. Bu şekilde bakınca Vera ile ortak bir noktaları vardı ama o bunu umursamadım ve sabah uyanınca kocasını da uyandırdı ve biraz daha seks yaptıktan sonra duş alıp kızlara bakmaya odalarına gittiğinde ikisi de hala uyuyordu. İkisini de biraz izledi ve kahvaltı yapmak için aşağıya indi.
İleri gelenlerin toplandığı taht odasına adım attığında, içerideki sessizlik onu karşılayan ilk şey oldu. Herkesin bakışları onun üzerindeydi. Derin bir nefes alarak konuşmaya başladı ve bildiklerini olduğu gibi anlatmaya koyuldu—tabii Arcas ile ilgili gerçeği saklayarak.
General Lizet, otoriter bir sesle sordu:
"Prenses, başka bir şeyler öğrenebildiniz mi acaba?"
"Ne hakkında?"
"O bölgedeki ırklar ne kadar gelişmiş teknolojiye sahip? Mesela, bununla ilgili ne öğrenebildiniz?"
"Şöyle ki, o bölge oldukça gelişmiş. Benim öğrendiğim kadarıyla, üç büyük galaksi, iki güçlü ırk ve bir ittifak var."
"Biraz daha ayrıntı vermeniz gerek, prenses. Sonuçta o bölgeyi ele geçirmemiz gerekiyor," dedi Angy, sesi biraz daha keskinleşmişti.
"Pekâlâ. O halde, bunu izleyin," dedi ve bileğindeki cihazı etkinleştirerek odanın ortasında bir hologram görüntüsü oluşturdu.
Hologram, gece boyunca üzerinde çalıştığı analizlerden oluşuyordu. Üç galaksinin stratejik haritaları, ırkların askeri gücü, ittifakın potansiyel tehditleri... Hepsi detaylı bir şekilde gösteriliyordu.
•❅──────✧❅✦❅✧──────❅•
"Nereye gidiyoruz peki?"
"Shnk galaksisine."
"Shnk mı? Orası da neresi?"
"Hemen göster."
Birkaç saniye içinde önlerinde holografik bir harita belirdi. Asker, parmaklarıyla belirli bir noktayı işaret ederek açıklamaya başladı.
"Bu gördüğünüz Shnk galaksisi. İttifak için en önemli galaksidir. Bu yüzden diğer galaksilere kıyasla burada çok daha fazla üs bölgesi bulunur."
"Neden önemli peki?"
"Oraya ulaştığınızda öğreneceksiniz, merak etmeyin."
"Haritaya biraz daha yakından bakmam mümkün mü?"
"Elbette, inceleyebilirsiniz."
Mirena haritayı dikkatlice incelemeye başladı. Görüntüyü uzaklaştırdıkça, ittifakın elinde tuttuğu bölgelerin ne kadar geniş olduğunu fark etti. Ancak dikkatini çeken başka bir şey vardı. Bazı bölgeler kırmızı renkle işaretlenmişti ve "Tehlikeli Bölge" olarak etiketlenmişti. Dahası, bir alanın hiçbir şekilde tanımlanmadığını fark etti.
"Neden buralarda 'tehlikeli' yazıyor? Keşfedilmemiş bölge oldukları için mi?"
"Hayır, o bölgeler keşfedildi ama..."
"Ama?"
"Arcas o bölgeleri elinde tutuyor. Bu yüzden haritalarda 'tehlikeli bölge' olarak adlandırılıyorlar."
"Anlıyorum... Sanki evren ikiye—hayır, üçe ayrılmış gibi."
"Üçe mi?"
"Evet, üçe. Reinaz İttifakı'nın kontrolündeki bölgeler, Arcas'ın hâkimiyetinde olan bölgeler ve sizin 'keşfedilmemiş' olarak adlandırdığınız bölgeler."
"Aslında üç değil, dört bölge diyebiliriz."
"Dört mü?"
"Haritada hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığımız bir alan var."
Mirena, işaret edilen bölgeye dikkatlice baktı. Bu bölge hakkında herhangi bir veri yoktu; ne bir isim, ne bir uyarı, ne de bir kayıt.
"Onu ben de fark ettim," dedi düşünceli bir şekilde. "Ve nedense bu bölge, gittiğimiz galaksiye çok yakın."
"Yakın değil. Shnk ve bu bölge arasında başka hiçbir galaksi yok. İki galaksinin birbirine olan uzaklığı 25,42 milyon ışık yılı."
"Peki, neden bu bölge hakkında hiçbir bilgi yok?"
"Efendim, üsse ulaştık. Işık hızından çıkış yapıyoruz," dedi asker.
Gemi aniden hafif bir sarsıntıyla normal uzaya geçti. Önlerinde uçsuz bucaksız bir yıldız denizi açılırken, iki devasa galaksi belirgin bir şekilde görünür hâle geldi.
"Önümde iki farklı galaksi belirdi. Bu nedir, Yue?"
"Bu mu Mirena? Sağ tarafındaki Shnk galaksisi, şu an bulunduğumuz bölge. Solundaki ise bilgimizin çok sınırlı olduğu, hatta neredeyse hiçbir şey bilmediğimiz bir galaksi."
"Nasıl yani? Hakkında çok az bilgiye mi sahipsiniz? Ama ittifakınız..."
"İttifak hakkında her şeyi biliyorum, o yüzden sessizce beni dinle. Bu galaksi 'Kızıl Kan' olarak bilinir ve 'yasak bölge' olarak geçer."
"Yasak mı? Neden?"
"Çünkü galaksinin etrafında bir kalkan var ve o kalkan sayesinde galaksiye girmek imkânsız."
Mirena, holograma dikkatlice baktı. Kızıl Kan Galaksisi, yoğun kırmızı ve turuncu tonlarla çevrelenmiş gibi görünüyordu. İçinde ne olduğu ise tamamen bilinmezdi.
"Peki ya galakside yaşayanlar? Onlar nasıl girip çıkıyor?"
"O galakside yaşayan ırk, uzun zaman önce Arcas tarafından yok edildi."
"Arcas tarafından mı yok edildi? O zaman kalkan ne alaka?"
"Bunu biz de bilmiyoruz," diye yanıtladı. "Bir şekilde, o ırkın teknolojisi sayesinde olduğunu düşünüyoruz. Öyle ki Arcas'ın teknolojisi bile onlarınkine kıyasla çocuk oyuncağı gibi kalıyor."
"Eğer onların teknolojisi bu kadar ileri seviyedeyse, nasıl olup da Arcas tarafından yok edildiler?"
"Bu konuda kesin bilgilerimiz yok. Ama tahminlerimize göre, yok edilmeden önce kalan güçlerini kullanarak galaksilerini mühürlediler. Şu anda bu kalkanın içinde ne olduğu, hayatta kalan birileri olup olmadığı veya bir gün açılıp açılmayacağı bilinmiyor."
"Peki, siz bu galaksiye girmek için bir yol bulabildiniz mi?"
"Bunu bir türlü başaramadık," dedi. "Defalarca farklı yöntemler denendi, ama kalkan hiçbir şekilde aşılamadı. O galaksinin içinde neler olup bittiğini bilmiyoruz ve en büyük soru şu: Eğer içeri girilemiyorsa, içeriden de kimse çıkamıyorsa... kalkanı hala aktif tutan şey ne?"
"Nasıl bir teknolojiye sahiptiler ki Arcas bile onlara boyun eğmek zorunda kaldı?"
Şuan bulundukları Shnk galaksisi, ittifakın en gelişmiş galaksilerinden biriydi. Bu galakside yaşayan bazı ırklar, kendi güneşlerinin enerjisini doğrudan kullanıyordu. Hologramda bu ırkların kullandığı teknoloji gösterildiğinde, Mirena bir an dikkatle izledi.
"Bir tür Dyson küresi.''
"Dyson küresi mi? O da nedir?"
Yue, hemen açıklamaya başladı:
"20. yüzyılda, Dünya adında bir gezegende yaşayan Freeman John Dyson adında bir fizikçi, bir yıldızın etrafında inanılmaz büyük bir boş küre oluşabileceği teorisini ortaya atmıştı. Bu küre, o yıldızın yaydığı tüm enerjiyi kullanabilirdi. İşte bu, Dyson küresi."
"Peki, bu mekanizma nasıl çalışıyordu?"
"Bu teknoloji sayesinde Kızıl Kan galaksisinde ki ırk, kendi galaksilerinde ki güneşlerin enerjisini kullanabiliyorlardı," diye devam etti, sesi biraz daha sertleşerek. "Ama o ırk yok edildi ve Arcas bile o kalkanı geçmeyi başaramadı. Umarım da başaramaz."
"Neden öyle söyledin?"
"Eğer o kalkanı geçerlerse, tüm Evren, buna senin geldiğin bölgenin dâhil, Arcas'ın kontrolüne geçer."
"Peki, siz neden girmeyi denemiyorsunuz?"
"Bu o kadar kolay değil," dedi. "Sonuçta bir kalkan var ve gemiler, o kalkanın etki alanına girdiği anda yok ediliyorlar."
"Yok, mu ediliyorlar, kimin tarafından?"
"Kalkanın içinde galaksiyi koruyan silahlar var ve kalkanın etki alanına giren gemiler, saniyeler içinde yok ediliyorlar. Bizim elimizden, bir şey dışında hiçbir şey gelmiyor."
"Arcas'ın sisteme girmesine engel olmak değil mi?"
"Evet, öyle," diye yanıtladı, bir an durakladıktan sonra. "Ve bana kalırsa, onlar yok olmadı. Savaştan kurtulanlar var ve şu an Evren'de bir yerde saklanıp doğru zamanı kolluyorlar."
"Nasıl yani, bundan emin misin?" diye sordu, sesi hala belirsizdi.
"Bu sadece bir tahmin," dedi, gözleri karanlık bir derinlikte kayboluyordu. "Ama bir şekilde savaştan kurtulanların olduğunu düşünüyorum."
Mirena, bu bilgilerin ağırlığıyla gözlerini düşürdü. Burası, Evren'in bilmediği ve tehlikeli taraflarından biriydi ve her geçen saniye, daha karanlık sırlar açığa çıkıyordu.
Bu sırada üs bölgesine ulaştılar ve birkaç gün sonra ana kontrol odasına gittiler. Yue, ciddi bir şekilde ekranı izlerken, bir anlık sessizlik ortamı sardı. "Efendim?" diye seslendi asker, sesinde hafif bir endişe vardı.
"Bir sorun mu oldu?" diye sordu Yue, dikkatle gözlerini Mirena'ya çevirdi.
"Hayır, efendim. Göreve başlamak için sizi bekliyorduk, o yüzden..." diye yanıtladı asker, ama sesindeki tedirginliği gizlemeye çalışıyordu.
"Anladım. O zaman başlayalım," dedi, kararlı bir şekilde. Hemen ardından, hangardan bir gemi çıktı. Gemi, çok kısa bir süre sonra ışık hızına ulaşarak Kızıl Kan galaksisine doğru hareket etti.
Galaksiye yaklaşınca, gemi ışık hızından çıktı ve son birkaç kontrolden sonra, ışık hızında harekete geçti. Ancak, gemi ile bir anda bağlantı kesildi.
"Efendim, gemi yok edildi," dedi asker.
"Anlıyorum," dedi, derin bir nefes alarak. "Demek ışık hızındaki gemiler, o atışlardan kaçamıyor."
"Evet, efendim," diye onayladı asker, bir kez daha veri ekranlarına baktı. "Ve görünüşe göre gemi, bir önceki denemede yok edilen yerde yok oldu."
"Anlıyorum, yani kalkanın etki alanı değişmemiş, öyle mi?" diye sordu.
"Evet, efendim," dedi asker tekrardan.
•❅──────✧❅✦❅✧──────❅•
Caltha, gözlerini dikkatle Mirena'ya dikerken, ciddi bir şekilde sordu:
"Prenses, şu küre mi, nedir, o konuda emin misiniz?"
"Elbette ki. O üste bulunurken, galaksideki bazı ırkları ziyaret ettik ve gerçekten de bazıları bu küreye sahipti. Bunu görünce oldukça şaşırdım." dedi ve hemen yeni bir hologram açarak, küreleri gösterdi.
"Yani bulunduğunuz galaksi en gelişmiş galaksi miydi, öyleyse?"
"Hayır, ondan daha gelişmiş bir galaksi vardı, ama girmek mümkün değil sonuçta..."
"Etrafı bir kalkan ile koruma altında, değil mi?" diye ekledi kraliçe Almina.
"Evet, kraliçem, bu doğru."
"Anlatacağın ya da göstereceğin başka şeyler var mı?"
"Evet, kraliçem. Ben o üste kaldığım sırada, üsse benimle giden Yue, üç askerini sorgulamadan infaz etti. Bununla dikkat çeken daha önemli bir konu ise infaz silahıydı, çünkü o silah Arcas'ın silahıydı." dedi ve yeni bir hologram çalıştırarak gösterdi.
•❅──────✧❅✦❅✧──────❅•
"Neden o askerlerin kolları bağlı?"
"O askerler, lider Yue'ye saldırdılar ve lider, onların infazına karar verdi. Bu yüzden de infaz için elleri bağlandı." diye yanıtladı Houd, sakin bir şekilde.
"Anlıyorum, ama Yue, üslerine emir vermeden neden böyle bir karar aldı, anlamış değilim, Houd?"
"Sorgulama yapıldı, merak etme."
"Yapıldı mı? Ne zaman? Ben bir şey duymadım?"
"Sorgulama çoktan yapıldı ve görünüşe göre o üçü, Arcas'ın casusları olabilirmiş."
Mirena, ciddi bir şekilde, "O zaman ana liderlere haber vermeniz gerekmez mi?"
"Haber verilmiştir ama..." Houd, daha fazla bir şey söylemeden sessizleşti. O anda herkesin dikkatini çeken bir ses duyuldu.
Yue, elindeki kılıcı yere sürüyerek idam alanına doğru ilerlemeye başlamıştı. O anda herkes bir anda sese doğru döndü. İçeriye giren Yue'in kararlı adımları, herkesin içini bir korku dalgası gibi sardı.
"Houd, neden korkuyorsunuz, anlamış değilim?"
"Lider Yue'in elindeki kılıç benzeri silah, Arcas'ın kullandığı silah. O silahı kullananlardan bahsedildiğini duymuştum ama şimdi ilk defa bunu kullanan birini görüyorum. Üstelik silah, kılıca benzetilmiş... Yani bu iş için yapılmış gibi..." Houd, şaşkın ve tedirgin bir şekilde açıklama yaptı.
"Bu mümkün deği,." dedi Pao, derin bir endişe barındırarak.
"Sorun nedir, Pao?"
"O silah... Ama bu mümkün değil. O silahı kullanabilecek kişiler..." sesi titredi, gözleri Yue'in elindeki silahı izlerken.
"Silah oldukça ağır, ama lider Yue sanki elinde silah taşımıyormuş gibi ilerliyor."
"Bence o da zorlanıyor, baksanıza... Silahı sürüyerek ilerliyor."
"O burada bulunan herkesi korkutmak için yaptığı bir şey anlaşılan."
"Bundan emin misin?"
"Evet, eminim. Sonuçta o silahı kullanacak kişiler özel eğitim alırlar ve bu eğitimler yıllarca sürer. Eğitimin sonunda, ancak bir Arcas savaşçısı kadar iyi bir şekilde kullanmaya başlarlar. Bildiğim kadarıyla lider Yue böyle bir eğitim almadı." Pao, kararlı bir şekilde, içindeki endişeyi bastırarak, düşüncelerini paylaştı.
"Sen bunu nereden biliyorsun?"
"Ben mi? Ben de o eğitime katıldım, ama yetersiz olduğum anlaşılınca elendim. O yüzden biliyorum."
"Belki sen atıldıktan sonra eğitime katılmıştır."
"Bu mümkün değil. O eğitim on yılda bir verilir ve yeni kişiler on yıl sonra tekrar eğitime katılırlar. Katılanlara önceki yıllarda eğitimi başarıyla tamamlayanlar hakkında bilgi verilir. O bilgiler içinde lider Yue yoktu, bundan eminim."
"Şimdi siz üçünüz ittifaka ihanet ettiniz ve bir lidere saldırdınız. Hakkınızda ölüm kararı verildi. Söyleyecek son bir şeyiniz var mı?" diye sordu Yue.
Bir an sessizlik oldu. Üç asker, zorla boyunlarını büküp, son sözlerini söylemek için fırsat aradılar.
"Evet, efendim, biz suçsuzuz. Biz sadece..." biri söze girmeye çalıştı, ancak kelimeler boğazında tıkandı.
"Sadece ne? Söyle bakalım." Yue'nin sesi, soğuk ve tehditkar bir tınıyla yankılandı.
"Biz sadece sizinle bir şey konuşmak için odanıza gelmiştik ve bir anda siz bize saldırdınız..." Askerin sesindeki korku net bir şekilde duyuluyordu.
"Yani en son sizinle bulunan kadınların söyledikleri yalan öyle mi?"
"Evet, efendim. Biz onlarla birlikte değildik, sonuçta..." Asker, söylediklerini savunmaya çalıştı, ama kelimeleri çaresizce havada asılı kaldı.
"O üçünü getirin hemen."
Bir süre sonra, üç kadın idam alanına getirildi ve Yue, onları gözleriyle süzerken soğukkanlı bir şekilde izledi.
"Şimdi anlatın bakalım." Kadınlar, sorguda söyledikleri şeyleri anlatmaya başladılar. Sesler, karanlık alanda yankılanırken, Yue, bir an bile gözlerini kadınlardan ayırmadı.
"Komutanım, ana liderlerden bir mesaj aldık. O üçünü Asıtae ana üssüne istiyorlar ve bu emirin hemen yerine getirilmesini istediler," dedi Kous.
"Nasıl haberleri oldu?"
"Bilmiyorum, efendim. Yeni test için hazırlıklar ile ilgileniyorduk ve bir anda mesaj geldi. Bu emiri hemen yerine getirmenizi aksi halde tüm yetkilerinizin elinizden alınacağını söylediler." sesi, endişeyi barındırıyordu.
"Demek öyle. O zaman bu üçünü ana üsse göndermemiz lazım." dedi ve bir anda, keskin bir hareketle, kılıcını savurdu. Üç asker, gözlerinin önünde aniden yere yığıldı, boyunları koparak bir son buldu.
Yue, elini kılıcının üzerindeki kanlar damlarken, soğukkanlı bir şekilde, "Şimdi bu üçünü ana üsse gönderebilirsiniz." dedi ve idam alanından ayrıldı. Herkes geride, derin bir sessizliğe büründü.
•❅──────✧❅✦❅✧──────❅•
"Vera ile ilgili bir şeyler öğrenebildin mi?" diye sordu kraliçe Almina, meraklı bir şekilde, ellerini birleştirerek sordu.
"Evet, kraliçem, izin verirseniz..." dedi, sesinde belirgin bir saygı vardı. Ardından, ellerini hızlıca hareket ettirerek bir hologram çalıştırdı. Hologram, odanın ortasında şekillenmeye başlarken, verdikleri bilgileri sunmak için hazırlığını tamamladı. Diğerleri ise, dikkatini odaklayarak, hologramdaki verilere bakmaya başladı.
•❅──────✧❅✦❅✧──────❅•
"Arcas demek baya dikkatini çekmiş olmalı," diye mırıldandı. Mirena, komutanın aniden sesini yükseltmesiyle irkildi ve hafifçe sıçradı. "Komutan Krix, beni korkuttunuz," dedi, sesinde bir miktar tedirginlik vardı.
"Özür dilerim, amacım bu değildi." Mirena, komutanın açıklamasını duyduktan sonra rahatladı, başını sallayarak. "Önemli değil, dalmışım sonuçta," dedi ve odadaki yoğun atmosferi fark etti. "Buradaki bilgiler oldukça fazla, özellikle Arcas'ın bu kadar güçlü olmasını beklemiyordum," diye ekledi.
"Neden sürekli Arcas hakkında araştırmalar yapıyorsun?" diye sordu. Mirena, komutanın sorusuna yanıt verirken, bir süre sessiz kaldı, ardından iç çekerek açıklamaya başladı. "Şey, biliyorsunuz, ırkım saldırıya uğradı ve yok edildi," dedi, gözleri bir an geçmişteki anılara takıldı.
"Evet, Wahg ırkıydı, sanırım değil mi?"
"Evet, öyle," diye yanıtladı, kafasını sallayarak. "Belki Arcas ve Wahg bir şekilde bağlantılı olabilir diye araştırma yapıyordum ama buradaki bilgilere göre alakaları bile yok." Mirena, bir an duraklayarak devam etti. "Bu arada, merak ettiğim bir şey vardı."
"Nedir?"
"Arcas ile ilgili bu kadar bilgiye nasıl ulaştınız?" diye sordu, sesindeki merak belirginleşmişti.
"İttifak ve Arcas milyarlarca yıldır savaş içinde olduğu için, onlarla ilgili çok fazla bilgi topladık," dedi. Mirena başını sallayarak, daha fazla açıklama bekledi.
"Anlıyorum," dedi, bir süre düşündü. Sonra, kafasında takılan soruyu dile getirdi. "Peki, şu yok edilen Vera, neden onlarla ilgili hiçbir bilgi bulamadım?"
"Onlar ile ilgili bilgilere sadece üst düzey yöneticiler ulaşabilir," dedi. "Ayrıca, haklarında hiçbir bilgimiz yok ve ırktan sadece birkaç kişiyi biliyoruz. Onlara da gelecek olursak..." dedi ve bilgisayar sistemine şifresini girerek Vera dosyasını açtı.
Bu gördüğün dört kişi dışında Vera ile ilgili hiçbir bilgimiz yok," dedi. "Onlar da ırkın en yüksek statüye sahip kişileri."
"Nasıl yani? Koca bir ırk yok edildi ve siz sadece dört kişi hakkında mı bilgi sahibisiniz?" dedi, sesi oldukça yükselmişti. "Üstelik Arcas ile ilgili bu kadar fazla bilginiz varken..."
Vera, Evren ile ilgilenmezdi, bu yüzden onlarla hiç iletişim kuramamışlardı ve haklarında bilgi sahibi olamamışlardı. Krix, ekranın karşısında durarak, "Hakkında bilgi sahibi olduklarımıza gelecek olursak," dedi ve birkaç fotoğrafı ekrana yansıttı. "Bu fotoğraftaki savaşta ölen Kraliçe Elvira ve bu ise savaşta tüm Evren'e canlı bir şekilde öldürülen son Kraliçe Eliana'dır. Bu fotoğraftaki savaşta öldürülen General Lorena ve bu fotoğraftaki ise savaşta tüm Evren'e canlı bir şekilde öldürülen son General Leila," diye devam etti. Krix, dikkatlice resmi göstererek "Ve söylediğim gibi, bu dördü harici ırkın hiçbir üyesi hakkında bilgimiz yok," dedi.
"Anlıyorum. Acaba biraz bu fotoğraftaki incelemem mümkün mü?"
"Tabi ki ama acele etmenizde fayda var."
"Neden acele etmem gerekiyor ki?"
"Yarın Gysk galaksisindeki üsse gönderileceksiniz. Hakkınızda detaylı araştırma yapıldı ve evinize yakın olmak istemiştiniz. Bu yüzden yarın buradan ayrılıyorsunuz," dedi ve ekledi, "Hadi şimdi, bir an önce hazırlığınızı yapın." Ardından, Mirena'nın yanından ayrıldı.
Mirena, odada yalnız kaldı ve ekrandaki fotoğraflara bakarken bir şeyler düşündü. Bu dördü, Vera'nın en güçlü ve hakkında bilgi sahibi olunan dört kişisi. Görünüşte hepsi oldukça farklıydı, ancak bir şekilde hepsi de birbirine benziyordu. En çok dikkatini çeken, en son gösterilen kişi oldu. Sanki onu daha önce bir yerlerde görmüş gibiydi, fakat nerede gördüğünü bir türlü hatırlayamıyordu.
Bir anlığına Krix'in ne kadar dikkatli olduğunu düşündü, Aptalca sistemden çıkmamış, diye mırıldandı. Ardından, fırsatı kullanıp kullanmama konusunda tereddüt etti. İçinden, Belki beni deniyorlardır, diye geçirdi. Yue'nin söylediklerinden sonra, bu fikri daha da güçlendi ve bir süre daha fotoğraftaki inceledi.
Sonunda, Vera hakkında daha fazla bilgi edinemeyeceğini fark etti ve kafasını kaldırarak son bir kez daha bilgisi olan dört kişinin fotoğraflarına baktı. Son fotoğraftaki üzerine derin bir düşünceye daldıktan sonra, odadan çıkıp yemekhaneye yöneldi. Bir şeyler atıştırdıktan sonra, odasına geri döndü ve hazırlıklara başladı. Ertesi sabah, Gysk galaksisine gitmek üzere üsten ayrılacaklardı.
Sabah son hazırlıklar tamamlandıktan sonra yol çıktılar. Gysk galaksisine ulaşmaları biraz uzun sürdü ama sonunda tekrar evine yaklaşmıştı ve geriye buradan kaçmak kalmıştı. Bir şekilde bunun için doğru zamanı kollaması gerekecekti.
..............
''Çok düşünme, Yue'i hatırlıyorsun değil mi?'' diye sordu Yua.
''Evet, hatırlıyorum. Neden ki?''
''Yue benim ablam, o yüzden birbirimize benzememiz gayet normal.''
''Şey, Yue için üzgünüm.''
''Sorun değil, o hep böyledir,'' diye karşılık verdi. ''Bazen fevri kararlar verebiliyor. Sonuçta, o üsten sorumluydu ve yapması gerekeni yaptı. Onun yerinde ben olsam, ben de aynısını yapardım,'' diye devam etti. Bu arada, ben Yua, diye ekledi.
''Şey, ben de Mirena,'' diye cevap verdi. Ardından, Yua onu ve çocuğu kalmaları için hazırlanan odaya götürdü. Odaya girdiklerinde, Yua, "Odada tüm ihtiyaçlarınız hazır, ama olur da bir şeye ihtiyacınız olursa bana haber vermeniz yeterli olur," dedi ve odadan çıktı.
Mirena, Yua'nın sözlerinin ardından biraz düşünerek eve dönmeye karar verdi. Yua ile bu konu hakkında konuşması gerektiğini fark etti. Yua, onunla gizli bir şekilde konuştuğunda, "Bunun için elinden geleni yapacağını" söyledi. Ancak, Yua bir uyarı daha ekledi: "Ama senin kaçtığını fark ederlerse, benim yardımım olmadan kaçtığını söyleyeceksin. Yoksa ikimizi de Arcas casusu olarak suçlayıp infaz ederler," demişti.
Yua sayesinde üsten kaçtı ve Mirena, sonunda eve döndü.
•❅──────✧❅✦❅✧──────❅•
"Tüm öğrendikleriniz bu kadar mı, prenses?" dedi Yuliya, gözlerinde bir anlam arayarak.
"Evet, öyle. Hepsi bu kadar."
"Benim aklıma bir şey takıldı, prenses," dedi Olivera, biraz daha dikkatlice.
"Nedir?"
"Vera'nın son kraliçesi ve generali, tüm Evren'e canlı bir şekilde öldürülmüş ama bundan bizim haberimiz yok. Bu konuda herhangi bir bilginiz var mı?"
"Hayır, yok. Bu konu benim de kafama takıldı ama Yue ya da Krix'e bu konuda soru soramadım, sonuçta fazla dikkat çekmek istemedim," diye cevap verdi.
"Her neyse, bir şeyler olmuş ama bunu biz yeni öğrendik. Ama elimizden bir şey gelmez, o yüzden bu konuyu kapatıyoruz," dedi kraliçe, kollarını çaprazlayarak.
"Bu arada merak ediyoruz, şu yanınızda getirdiğiniz çocuk...," dedi General Lizet.
"O mu? Benim kızım. Orada kaldığım sırada gezegeni Arcas tarafından saldırıya uğrayıp yok edildi ve ben onu bulup yanıma aldım. Bununla ilgili bir sorun mu var?"
"Hayır, prenses," dediler, başlarını eğerek.
"Her neyse, o artık benim torunum ve bu araştırmadan diğer ırkların haberi olmayacak. Şimdilik gizli tutulacak, beni anladınız mı?" dedi kraliçe Almina, konuşmasının sonlarına doğru bir otorite belirterek.
"Emredersiniz, kraliçem," dediler, bir kez daha başlarını eğerek.
Görevden döndükten sonra, kraliçe Almina tahtı Mirena'ya devretti. Bir süre sonra inzivaya çekildi ve vefat etti.
•❅──────✧❅✦❅✧──────❅•
Günümüz...
''Yani her şey böyle gelişti, anne," dedi Vita, sesindeki yorgunluğu gizlemeye çalışarak.
"Evet, öyle güzel prenseslerim benim. Her şey bu şekilde oldu," diye yanıtladı kraliçe Mirena, gözlerinde derin bir anlayış ve sevgi vardı.
Perla, hafif esmer tenli, uzun boylu, ela gözlü ve uzun koyu kestane (kızıl) renkli saçlara sahipti. Yüz hatları keskin, elmacık kemikleri hafif çıkık ve yüzünde çiller vardı. Giydiği açık kıyafetler, özellikle göğüs dekolteli olanlar, dikkatleri üzerine çekiyordu. Hologramlarla ilgili kafası karışmış bir şekilde, "Ama neden bize gösterdiğin hologramlardan bazıları farklıydı, anlamış değiliz," dedi, gözlerinde bir belirsizlik parıldıyordu.
"Bunu annem istedi ve ben de dediğini yaptım," dedi kraliçe Mirena, sesindeki sakinlikte herhangi bir sarsıntı yoktu.
"Kraliçem?" diye sordu Olivera, bir soruyu daha gündeme getirmek için cesaretini toplayarak.
"Sorun nedir, Olivera?"
"Prensesleri kaçırmak isteyenler ile ilgili."
"Sanırım Drtau ırkı değil mi?"
"Evet, kraliçem ama kim olduğunu öğrenemedik. Esirimiz, emir verenin ismini vermeyi reddetti."
"Muhtemelen Dwagd aptalının haberi yok."
"Evet, kraliçem. Sizce kim olabilir?"
"Rofs, Mrx, Karm ya da Omr... Bunlardan birisi ama hangisi?"
"Kraliçem, izin verirseniz..."
"Hayır, şimdilik bu işin arkasında kim var bilmiyormuş gibi yapmaya devam edeceğiz. Dördünüz de anladınız mı?"
"Evet, kraliçem," dediler, aynı anda başlarını eğerek.
"Güzel. O zaman esirimizi biraz daha sorgulayalım, sonra da ondan kurtulun. Sonrasında ise biraz daha arama yapar gibi davranalım ve vakti gelince şu toplantıyı halledelim."
"Emredersiniz, kraliçem," dediler.
"Bir sorun mu var, kraliçem?" diye sordu Olivera, gözlerinde endişe ve dikkat.
"Vera ile ilgili."
"Kraliçem, siz de biliyorsunuz ki..."
"Evet, biliyorum, şimdilik aramızda kalsın ama onlar bir şekilde hayattalar ve ortaya çıktıkları anda bu ittifaktan ayrılacağım ve tarafsız kalacağım."
"Bölgemizdeki ırklar bizi düşman kabul edeceklerdir," dedi Lizet, kraliçenin söylediklerini düşünerek.
"O aptallar sürüsüne, Vera hakkında öğrendiklerimizi anlatacağım ve bakalım ne cevap verecekler."
"Yok, oldukları için umursamayacaklar."
"Biliyorum ama bir şekilde hayatta kalanlar varsa, asıl sıkıntı orası."
"Şimdi kızlarımı kim kaçırtmak istedi, söyle bakalım Jaa."
"Kraliçe Mirena, bizi tanımıyorsunuz galiba bizler asla müşterilerimizi satmayız," dedi, sinsice gülerek, kraliçenin gözlerinin içine bakmadan.
"Biliyorum aptal, sen de şunu unutma ki kızlarımı kaçırtmaya çalışan o aptal yüzünden ırkından geriye sadece sen kaldın."
"B-bu suç..."
"Umurumda değil anladın mı beni? Şimdi bana kızlarımı kaçırtmanızı isteyenin ismini versen iyi olur."
"İsmi verdiğim anda..."
"Aynen öyle, öleceksin ve ismi vermenin karşılığında özgürlük falan istemeye kalkma sakın."
"Kraliçem!" dedi prenses Vita.
"Pekâlâ, Vita, yap o zaman, sanırım ondan isim alamayacağız."
"Ben suçsuzum!" diye bağırmaya başladı, kendini savunmaya çalışarak, ama kraliçenin kararlı duruşuyla etkisiz kaldı.
"Kızlarımı kaçırmaya çalışarak suç işledin. Eğer bana bu işin arkasındaki ismi verirsen..." diye devam etti kraliçe, ama sözleri Jaa'nın korkusuyla yankılanan bir tehdit gibi kalmıştı.
"Koud ırkından Laine o istedi."
"O olmadığını biliyorum, aptal. Laine asla böyle bir şey yapmaz."
"Nasıl emin olabilirsin ki?"
"Bu işin arkasında Drtau'dan birisi var ve bana onun adını vereceksin. Aksi halde ölümün o kadar kolay olmayacak. Anladın mı beni?"
"Size istediğiniz ismi..."
"Sana onun böyle bir şey yapmayacağını söyledim, ayrıca Balera, ona ailesinin son anlarını gösterin ve sürekli izlediğinden emin olun."
"Emredersiniz, kraliçem," dedi Balera, başını eğerek.
"Hayır, durun, hayır! Ailemin ölüm..." diye bağırdı Jaa, gözlerinden korku ve pişmanlık akarak.
"O zaman kim?" diye sordu kraliçe Mirena, sesindeki keskinlik bir anda arttı.
"Rofs bizi tutan oydu."
"Vita."
"Emredersiniz, kraliçem," dedi, annesinin direktifini beklerken. Bir an sonra, Perla kılıcı uzattığı gibi, Vita esirin boynunu hızla uçurdu.
"Kraliçem, hemen gemileri..." diye başladı Olivera, aceleyle.
"Hayır, şimdilik bekleyeceğiz ve bu aramızda kalacak."
"Emredersiniz, kraliçem," dediler, başlarını eğerek.
"Kraliçem," dedi Perla, dikkatlice annesinin yanına yaklaşıp.
"Efendim, kızım."
"Bu kılıç nereden geldi biliyor musunuz acaba?" dedi Vita, kılıcı kınına koyarken, gözlerinde bir merak vardı.
"Hayır, kimse bilmiyor. Tek bildiğimiz, beş yüz bin yıl önce sarayın tavanında görseli olan atamız tahta çıkınca bu kılıç ona verilmiş ama kim neden vermiş, hiç bilgimiz yok. O zamandan itibaren de ailemizdeki tahta çıkan her kraliçeye bu kılıç verilir ve benden sonra da Vita'ya geçecek, ondan da onun çocuklarına."
"Biraz garip doğrusu," dedi Vita, kılıcın yüzeyine dikkatlice bakarak.
"Garip mi? Neden öyle söyledin?"
"Aile yadigârı bir kılıç ama kimse nereden geldiğini bilmiyor."
"Evet, öyle ve belki de ilk zamanlar biliniyordu ama artık bilen kimse yoktur," diye yanıtladı, gözleri kılıcı dikkatle izlerken, zamanın kaybolan bilgilerini düşünüyordu.
"Araştırma yaparsak belki bulabiliriz."
"Sizlerden önce bunu ben de düşündüm ama kayıtlarda kılıç ile ilgili hiçbir bilgi yoktur."
"Bu saçma değil mi? Kılıcın kimse nereden geldiğini bilmiyor," dedi Perla, biraz şaşkın ve rahatsız olmuş şekilde.
"Evet, öyle ve yapacak bir şey yok, ayrıca tekrar söylüyorum, kızlarımı kaçırmaya çalışanlar bizlerin arasında kalacak."
"'Emredersiniz kraliçem," dediler, başlarını eğerek.
"Biraz daha araştırma yapacağız ve sonrasında ise plan..." diye başlamak üzereydi kraliçe Mirena, ancak Lizet'in sesi onu böldü.
"Kraliçem," dedi, kaygı ve endişe taşıyan bir sesle.
"Sorun nedir? Lizet."
"Dwagd aptalı biliyorsunuz ki bizimle birlikte Laine ve Saoko haricindeki tüm Lux ittifakı üyelerini tehdit etti ama biz bir şey yapmadan bekliyoruz."
"Bunun farkındayım ve biliyorsun ki Dwagd aptalı bu saldırıyı kendisi yapmak isteyecek ve ben karşı çıkacağım ama başka kimse gönüllü olmayınca o aptal bu saldırı işini yapacak ve gittiği yerde kendisini öldürtecektir."
"Bu durumda Drtau saldırmak isteyecektir."
"Yanında gidenlerin hepsi ona yakın kişiler olursa intikam saldırısı yapmak isteyen olmayacak."
"Rofs var, kraliçem, biliyorsunuz ki kendisi..."
"Evet, biliyorum, merak etme, o aptalın da elinden bir şey gelmeyecek."
"Anlıyorum kraliçem, peki şu Reinaz ittifakı bizlere saldırırsa ne olacak, oldukça güçlüler biliyorsunuz."
"Evet, biliyorum ve bir de Arcas var. O yüzden onları kullanacağız ve Reinaz o bölgeye güçlü bir saldırı yaptığımız zamana kadar bizim farkımıza bile varmayacak."
"Umarım her şey plana uygun gider, kraliçem."
"Bunu bize zaman gösterecek," dedi kraliçe Mirena, gözlerinde bir bilgelik ve sabırla.
Bölüm İçinde Geçen Bazı Kelimeler Hakkında Bilgiler:
Yua: Çin Kültüründe; güzellik ve zarafet anlamları taşıyan bir isim olabilir. Çince'de farklı karakterlerle yazılabilir ve anlamları güzellik, iyi şans, mutluluk gibi anlamlar taşıyabilir.
''(結愛)'', Japonca'da eğer bu isim kanji ile yazılacaksa; bağlantı (結) ve aşk (愛) anlamlarına gelir. Bu da sevgiyle bağlanmak veya aşk ve bağlılık gibi derin anlamlar taşır.
Angy: Göksel
Caltha: Sarı çiçek
Yuliya: Latince Julia adının, Rusça'da kullanılan biçimi. Yumuşak tüylü saçı veya sakalı olan anlamına gelen, Yunanca ioulos sözcüğünden türetilmiş bir ad.
Olivera: Latince zeytin ağacı anlamına gelen oliva sözcüğünden türetilmiş oliver veya olivier adının, Sırpça ve Makedonca'da kullanılan bir biçimi.
Balera: Güç, cesaret
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
169 Okunma |
81 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |