Sabahın erken saatlerinde, odaya giren General Lorena'nın sert sesiyle uyandılar. General, onları o halde görünce kaşlarını çattı ama tepki vermeden önce derin bir nefes aldı.
"Bunu görmemiş gibi yapacağım," dedi sonunda, sesi her zamanki gibi otoriterdi. "Ama Krizia, sen prenses Lora ile birbirinize aitsin. O yüzden bu odada değil, Lora'nın odasında uyuyacaksın. Anladın mı beni?"
"Evet, anne," dedi Krizia.
"Merak ediyorum, Eliana dışarıdayken bunu nasıl sakladınız?" diye sordu şüpheyle.
"Son birkaç yüz yıldır ayrı üslerdeydik," diye yanıtladı. "Ayrı kalmak zorlayıcıydı ama bir şekilde idare ettik."
Lorena başını salladı, ama konuya fazla takılmadı. Asıl meseleye dönerek ciddi bir ifadeyle devam etti:
"Bu arada, kraliçe sizi çağırıyor. Gece arkadaşınla ilgili bir sorun çıkmış."
"Ne oldu?" diye sordu Eliana, bu sırada yatağından hızlıca kalktı ve elbiselerini giymeye başladı.
"Kaçmaya çalışmış," dedi general kısa ve net bir şekilde. "Bu yüzden kilit altında tutulacak."
Eliana hızla üzerini düzeltti ve Krizia ile birlikte kraliçenin huzuruna gitti. Kraliçe, tahtında oturmuş onları bekliyordu. Soğuk ve otoriter bir ifadeyle konuştu:
"Onunla konuş, Eliana. Bir daha böyle bir şey yaparsa ölür. Bunu iyi anlasın, olur mu?"
"Emredersiniz, kraliçem."
Ardından, hızla İres'in tutulduğu odaya doğru ilerledi. İçeri girdiğinde, İres'in gözleri öfke ve korkuyla parlıyordu. Eliana, kapıyı kapattı ve gece yaşananları konuşmak için onunla yüzleşmeye hazırlandı.
Krizia, kollarını göğsünde kavuşturup hafifçe başını yana eğdi. Kaçmaya çalışan İres'in yüzüne alaycı bir ifadeyle baktı.
"Nereye kadar kaçmayı başardın, söylesene? Merak ettik," dedi, sesi hem alaycı hem de meydan okuyucuydu.
"Gemiye bindim ama kalkamadan yakalandım. Daha doğrusu, gemiyi kaçırmayı başaramadım," dedi İres.
"Bizim gemilerimiz pilotlarımıza özeldir. Yani, onlar dışında kimse kullanamaz. Buna ben ve kraliçe bile dahiliz. Geminin sistemine bağlandığında anında fark edildin," dedi Eliana.
"Bence gemiye binmeden önce fark edilmiştir."
"Sanırım öyle."
İres, gözlerini kısmış, düşünceli bir şekilde onları izliyordu. Bir süre sessiz kaldıktan sonra doğrudan Eliana'ya dönerek sordu:
"Peki, sizin anlattıklarınız doğruysa ve size yardım etmeyi kabul edersem, bana da bir gemi verecek misiniz?"
"Kendini bu kadar belli etmeseydin keşke," dedi Krizia soğukkanlı bir şekilde.
Eliana'nın yüzü ciddileşti. Bakışlarını İres'in üzerinde gezdirdi ve yavaşça konuştu:
"Sana gemi verilmeyecek. Olur, da bir şekilde verilirse ve sen yine kaçmaya çalışırsan, gemi uzaktan kontrol edilerek patlatılacak."
İres'in ifadesi dondu.
Eliana bir adım yaklaşıp gözlerini onun gözlerine dikti. "Ve bu sefer gerçekten ölmüş olacaksın."
Sessizlik, odanın içine soğuk bir sis gibi çöktü. İres, sertçe yutkundu ama karşılık vermedi. Eliana, onun kaçınılmaz sonunu anlamasını bekleyerek sessizce bekledi.
Eliana, İres'in yanından ayrıldıktan sonra Krizia ile birlikte eğitim alanına doğru ilerledi. Bin yıldır evinden uzaktaydı ve bu süre boyunca gücünü saklamak zorunda kalmıştı. Ancak artık geri dönmüştü ve eski formuna kavuşmak istiyordu.
"Hazırsan başlayalım mı, Krizia?" diye sordu Eliana.
"Hazırım prenses, ama kazanan ne alacak? Onu merak ediyorum."
"Kazanan, kaybedene istediğini yapabilir."
"Öyleyse, kazanırsam tüm gece beni tatmin etmeni istiyorum. Ne istersem onu yapacaksın, anlaştık mı?"
"Kendinden o kadar emin olma, Krizia. Ben kazanırsam, bu kez sen benim istediğim her şeyi yapacaksın ve Leila olmadığı için tüm gece beni eğlendirmeni istiyorum."
"Hazırsanız başlayın," dedi General Lorena.
Eliana derin bir nefes aldı. Bin yıldır gücünü tam anlamıyla kullanmamıştı, ancak şimdi ona ihtiyacı vardı. Krizia da azımsanamayacak bir dövüşçüydü, ancak Eliana'nın gerçek gücü açığa çıktığında, savaş alanı tamamen değişti. İkisi de inanılmaz bir hız ve güçle çarpışıyordu. Kristal kılıçlar havada çarpışıyor, darbe aldıkları her nokta paramparça oluyordu. Ancak savaş, sadece eğitim alanını değil, çevredeki arazileri de büyük ölçüde tahrip etmişti. Sonunda Eliana üstün geldi ve Krizia dizlerinin üzerine çöktü.
"Bitti," dedi Eliana, hafifçe soluklanarak.
Gece, Krizia'nın Eliana'yı tatmin etmesiyle başladı. Ancak bir noktadan sonra Eliana sıkılmış, üstünlüğü ele alarak aynı şeyi Krizia'ya yapmaya başlamıştı. Saatler ilerledikçe, Krizia yorgun düşmüş, daha sonra Lora'nın odasına gitmişti. Eliana ise yatağına uzanarak Leila'yı düşünmeye başladı.
Sabah olduğunda kahvaltıdan sonra eğitime kaldıkları yerden devam ettiler. Günler bu şekilde geçti ve bir hafta sonra Eliana, İres'in ne yaptığına bakmaya karar verdi.
Kaldığı oda gittiğinde, İres'in bir ekranın başında olduğunu fark etti ve dikkatlice ittifak ile yapılan savaşları izliyordu. Görüntülerde devasa savaş gemileri, yok edilen filolar ve kaybedilen askerler vardı.
Eliana, General Lorena'nın yanında dururken gözlerini kırpıp durdu. Konuşmalarını, geleneksel dildeki karmaşık ifadeleri dikkatle dinliyordu. Bu, hem ana dilinin zarif melodisi hem de yüklediği derin anlamlarla kafasını karıştırıyordu. Kraliçenin emriyle İres'i görmesi yasaklanmıştı, ancak bu yasağa karşı koymak, soruları biriktirmek onu giderek daha da meraklandırıyordu.
"Kraliçenin emri ile onu görmen yasak, biliyorsun," dedi General Lorena.
"Evet, general biliyorum," diye yanıtladı. Bu sırada Eliana, içinde bulunduğu durumun verdiği sıkışmışlık hissiyle biraz daha derin düşünmeye başladı.
"O zaman neden buraya geldin?" sorusu, General Lorena'nın dudaklarından döküldü. Bu, aralarındaki sessiz bir anlaşmanın parçasıydı, zira Eliana'nın bu kadar kısa bir süre içinde doğru cevabı vermesi gerekirdi.
"Peki, onunla ne zaman görüşebileceğim?"
"Şimdilik bilmiyorum," dedi. "Şu an bize inanmış gibi yapıyor ve ilk ihanetinde kraliçenin emri ile öldürülecek."
"Yakında olmasa da ileride yapacak, peki ona gemi verecek miyiz?"
"Hayır, tabii ki o bizim için şu anlık düşman. Sen olmasaydın çoktan ölmüştü."
"Biliyorum ama oldukça iyi birisi, o yüzden ölmesini istememi" dedi sakin ama kararlı bir şekilde söyledi.
General Lorena, kucağında kristal bir kedi tutarak, Eliana'nın söylediklerini dikkatle dinledi. Sonra bir adım ileri atarak, "O zaman neden buraya getirdin onu?" dedi ve kediyi sevmeye başladı, elleri zarifçe tüyleri arasında gezinirken.
"Başka seçeceğimiz yoktu," dedi, General'in elindeki kediyi sevmenin rahatlığıyla.
"Hayır, vardı; Leila ve diğerlerini getirip onu geride bırakabilirdin. Ayrıca, o işimize hiç yaramaz."
Bu noktada, Eliana, General Lorena'nın söylediklerini tamamen anladığından emindi. Ancak onun içinde barındırdığı bilinçli düşüncelerle, daha fazla soru sorup sormamak arasında bocalıyordu.
"O kızın babası yakında Dünya ana üs bölgesi lideri olacak, o elimizde olduğu sürece Dünya'nın bağlı olduğu tüm üsler bize ait demektir ve düşündüklerine bakılırsa bizimle ilgili savaş gerçeğini biliyor. O yüzden ona tüm gerçekleri anlatmak istiyorum."
"Bunda sorun yok biliyorsun, ona her şeyi anlatmakta serbestsin," dedi General Lorena, kucağındaki kediyi yere bırakırken. Bir anda Eliana'ya bakarak ekledi, "Ama sakın onu yatağına almak falan da düşünme, anladın mı prenses?"
"Evet, ben sadece eğlenmek istemiştim." Cevabını verdi ama içindeki arzularını gizlemek hiç de kolay değildi. Gecenin ilerleyen saatlerinde, İres'i yanına almış ve tüm geceyi birlikte geçirmişti. Sabah uyandığında ise İres yanında değildi. Durumu sakin bir şekilde kabullendi, ama bir yandan da meraklanmıştı.
"Nerede?" diye sordu, ancak yanıtı kısa ve netti: "Gece uyuduktan sonra odasına götürüldü." Ayrıca, "Prenses, kraliçe bir an önce sizi yanına bekliyor, acele etmeniz gerekiyor," diye eklemesi, Eliana'yı hızla harekete geçirdi.
"Şu eğlencesini bırakıp eğitimine odaklanmasını söyledi." Kraliçe Elvira, Eliana'nın eğlence ve savaş arasındaki dengeyi kurmakta zorlandığının farkındaydı. Eliana, bin yıl boyunca düzgün bir eğitim alamadığı için savaşlarda bazen zorlanıyordu.
"Eliana, bir an önce eski gücüne kavuşman gerekiyor," dedi Kraliçe, Eliana'nın gözlerinin içine bakarak. "Ayrıca o kızı da bir daha yatağında görmek istemiyorum ve Krizia, sen de Lora'nın odasında yatacaksın. Anladınız mı beni?" Kraliçe'nin sesi, emirleri yerine getirmeyenlere duyduğu kızgınlıkla yankılandı.
Eliana, Kraliçe'nin bu sert tutumuna karşı tepki vermedi ama hem Krizia, hem de Lora, Kraliçe'nin emirlerine boyun eğmek zorundaydılar. Bu emirlerin kayıtsızca yerine getirilmesi gerekiyordu.
"Krizia," dedi, sesinde bir tehdit barındıran bir ton vardı. Krizia hemen tepki verdi: "Emredersiniz kraliçem; bugünden itibaren Lora ile birlikte uyuyacağım."
"Güzel ve Eliana, o kızı ben izin verdiğim zamanlar dışında bir daha odanda görmeyeceğim, anladın mı beni? O yüzden bu son uyarım ve beni bir daha tekrarlatma."
"Emredersiniz, ben sadece biraz..." demek üzereydi, ama Kraliçe'nin kendisini kesmesi uzun sürmedi.
"Tüm gece bağırdı, bizim gücümüze dayanamaz ve böyle yapmaya devam edersen yakında ölebilir. Ayrıca o kız şimdilik bize inanmış gibi yapıyor; siz de fark etmişsinizdir." Kraliçe'nin bu sözleri, ortamı daha da gerdi. Herkes fark etmişti, o kız bir şekilde onlara inanıyordu, ama bir tehlike arz ediyordu.
"Evet, kraliçem, fark ettik. Peki, ne yapacağız?" Eliana, Kraliçe'nin emirlerine hızla uyum sağlarken bir yandan da yapılacakları öğrenmek istiyordu.
Kraliçe, gözlerini sert bir şekilde onlardan ayırmadan cevap verdi:
"Biz de ona aynısını yapacağız ve bu yaptığına inanmış gibi davranacağız. Lorena, onunla ilgilenenlere gerekli bilgileri ver, olur mu?" Kraliçe'nin sesindeki kesinlik, herkesin sorusuz itaat etmesi gerektiğini bildiriyordu.
"Nasıl isterseniz," dedi General Lorena, hiç itiraz etmeksizin. Kraliçe'nin her emri, emir komuta zincirinin en yüksek basamağından inen bir kuvvet gibi kabul ediliyordu.
"Bu arada Lorena, Eliana'yı sıkı bir eğitime tut ve bundan sonra eğitimleriyle sen ilgilen," dedi, sesindeki kararlılık, bir emir olmaktan çok bir zorunluluk taşıyordu.
"Emredersiniz kraliçem," dedi General Lorena. Kraliçe'nin odasında ki bu kısa toplantı sonrası her şey belirlenmişti. General ve Eliana odadan çıktılar, Kraliçe'nin emirleri her an yerine getirilmeye hazırdı.
Eğitim alanında geçen uzun bir günün ardından Eliana, geceyi odasında tek başına geçirmek zorunda kaldı. Günleri aynı döngü içinde akıp giderken, her sabah eğitim için General Lorena ile karşı karşıya gelmeye devam etti. Zamanla bu rutine alışmıştı; fakat birkaç ay sonra, o sabah farklı bir haber aldı. Bugünlük izinliydi. Bu fırsatı değerlendirmek isteyen Eliana, kraliçeden izin alarak İres'i görmeye gitmeye karar verdi.
İçeri girdiğinde, Lora ve Krizia'nın da orada olduğunu fark etti. Üçü birlikte, eğitim alanında sınava tabi tutulan İres'i izlemeye koyuldular. Genç kadının savaş yeteneklerini sergilemesi gerekiyordu, ancak karşısındaki rakipler, ondan çok daha küçük çocuklar olmasına rağmen onu kolayca alt ediyorlardı. Her hamlesi karşısında başarısızlığa uğruyor, savunması sürekli açık veriyordu. İzleyenler arasında fısıldaşmalar başladı.
Eğitim alanında görevli genç kadınlardan biri, kollarını bağlayarak sırıttı ve alaycı bir ifadeyle İres'e yaklaştı. "Senin hakkında bazı şeyler duyduk," dedi soğuk bir sesle. "Duyduklarımıza bakılırsa, prenses ile harika birkaç gece geçirmişsin ve o kadar bağırmışsın ki tüm saray senin seslerin ile inlemiş. Yani bu gece aynı eğlenceyi benimle de yapacaksın.''
Başka biri, konuşmaya katılarak daha da ileri gitti. "Bizimle olacak," diye ekledi. Gözleri İres'i baştan aşağı süzüyordu. " Ben de o kızı istiyorum ve seni görünce erkek olsaydım seni kesinlikle hamile bırakırdım,'' dedi ve gülerek ekledi. ''Ayrıca o alt tarafını merak ediyorum daha önce hiç insanla ilişkiye girmemiştim. Sadece alt tarafını da değil, göğüsleri de baya güzeller. Onları dudaklarımın arasına almak için sabırsızlanıyorum. Ayrıca ilk gece sesin ile tüm gezegeni inlettireceğiz.''
Kendi aralarında gülerlerken, gözleri İres'in üzerinde geziniyordu. "Ama merak etme," diye devam etti biri, alaycı bir ifadeyle. "Sonrasında sana nazik davranacağız. Sonuçta... ölmeni istemeyiz."
Eliana, eğitime tamamen odaklanmıştı. Günlerini sürekli artan yoğunlukta dövüşlerle geçiyordu. Her geçen gün biraz daha güçleniyor, reflekslerini keskinleştiriyor, zihnini ve bedenini çelik gibi sağlamlaştırıyordu. Bu süreçte İres'ten bilinçli olarak uzak duruyordu. Onun varlığı, kafasını karıştırabilirdi ve şu an için en önemli şey, kendini güçlendirmekti. Ancak zaman ilerledikçe hayatı tekdüze bir hâl almıştı; her gün aynı döngü içinde geçiyordu: Eğitim, savaş, yemek ve uyku.
Akşam yemeğinin ardından odasına çekildi. İçeri girdiğinde pencerenin kenarında iki kristal kedi oturuyordu. Tüyleri pürüzsüz ve ışıltılıydı, odanın içine loş bir parıltı yayıyorlardı. Eliana bir süre onları sevdi, parmaklarını buz gibi cam gibi duran tüylerinin arasından geçirdi. Ardından üzerindeki giysileri çıkarıp banyoya yöneldi. Sıcak suyun altında kaslarının gevşemesine izin verdi, tüm günün yorgunluğunu üzerinden attı.
Duştan çıktığında, kedilerin yatağına kıvrıldığını fark etti. İkisini de nazikçe kucağına aldı ve odanın bir köşesinde yere bıraktığı elbiselerin üzerine yatırdı. Onların rahatça esneyerek kıvrılmalarını izledikten sonra kendisi de yatağına geçti. Çıplak bedenini yumuşak kumaşın üzerine bıraktı, gözlerini tavana dikip zihnini sakinleştirmeye çalıştı. Düşünceleri istemsizce Leila'ya kaydı.
O anda kapı açıldı ve içeri Amanda girdi. Kuzeni her zamanki kendinden emin hâliyle yanına yaklaşırken, "Sabah Lora ve Krizia ile eğitim yapacaksın," dedi duraksamadan. Eliana, başını hafifçe sallayarak bunu not etti. Amanda, yerde yatan kristal kedilere yaklaşıp sevdi. Sonra tek kelime etmeden üzerindekileri çıkardı ve Eliana'nın yanına uzandı. Odada sessizlik hâkimdi, sadece nefeslerin ritmik ahengi duyuluyordu.
İkisi de sessizce birbirine baktı. Odadaki loş ışık, yüz hatlarını yumuşatıyor, aralarındaki mesafeyi daha da anlamlı hale getiriyordu. Eliana gözlerini kaçırmadan konuştu:
"İkimizin de ait olduğu kişiler burada değil ve ben özür dilerim."
"Evet, öyle... ama neden özür diliyorsun ki?"
"Lilya normalde dönecekti ama ben istemediğim için geride kaldı."
"Sorun değil, biliyorsun ki o sürekli düşmanın içinde casusluk yapıp duruyordu. Zaten alışığım yani."
Eliana bir an tereddüt etti. Sonra, yavaşça kuzeninin elini tuttu. Aralarındaki bağ, kelimelerle açıklanamayacak kadar karmaşıktı. Ama ikisi de yalnızdı ve birbirlerinin varlığında huzur buluyorlardı.
"Anladım... O zaman ikimizin de ait olduğu kişiler burada olmadığına göre..."
Birbirlerine iyice yaklaştılar ve parmakları birbirlerine hafifçe dokunduğunda, odadaki hava değişti. Birbirlerine duydukları güven, tüm tereddütleri silip süpürdü.
Gece ilerledikçe, sadece tenleri değil, ruhları da birbirine dokunuyordu. Her temas, geçmişin ağırlığını biraz daha hafifletiyor, ikisini de anın içine çekiyordu. Amanda, nazikçe kuzeninin yüzünü avuçlarının arasına aldı, gözleriyle uzun uzun onu süzdü ve sevişmeye başladılar. Gece ilerledikçe birbirlerini tatmin etmeye devam ettiler ve en sonunda Eliana kuzeni Amanda'yı kucağıma aldı. Oyuncağı yavaşça önden içine soktu ve yavaş yavaş gidip gelmeye başladı ve bu şekilde biraz devam ettikten sonra Amanda 'seni en sevdiğin pozisyonda yapacağım Eliana' dedi.
"Hayır, saçmalama o pozisyonda beni sadece Leila yapabilir," dedi ve ardından birbirlerine yaklaşıp sevişmeye başladılar. Amanda kuzenini yatağa sırt üstü yatırdı ve oyuncağı yavaşça ön tarafından içine sokmaya başladı. Zamanın nasıl geçtiğini fark etmeden birbirlerine teslim oldular. Gece ilerledikçe, odada yankılanan sesleri dışında hiçbir şey duyulmuyordu. Kediler bile bu yakınlıktan rahatsız olmamış gibi uykularına devam ediyorlardı. Sonunda, yorgun düşerek yatağa uzandılar ve huzurlu bir sessizlik içinde uykuya daldılar.
Sabah olduğunda, odadaki kediler çoktan ortadan kaybolmuştu. Amanda, sessizce yatağından kalkarak kendi odasına dönerken, o da ağır adımlarla banyoya yöneldi. Sıcak suyun vücudunu sarmasına izin vererek uzun bir duş aldı. Su damlaları, zihnindeki düşünceleri temizler gibi akıp giderken, önünde geçireceği günün planlarını yapıyordu. Kahvaltısını hızlıca bitirip, her zamanki disiplinli haliyle eğitim alanına geçti.
Eğitim alanına vardığında, Lora ve Krizia'nın henüz gelmediğini fark etti. Beklemek yerine kılıcını kuşanarak orada bulunan diğer savaşçılarla antrenman yapmaya başladı. Vücudu sezgisel olarak hareket ediyor, her darbeye karşılık verirken düşünmek zorunda bile kalmıyordu. Nihayet, Lora ve Krizia'nın alana girdiğini fark etti. İkisine de meydan okumaya hazırdı.
"İkinizle aynı anda savaşmak istiyorum," dedi, gözlerinde mücadeleye duyduğu tutku parlıyordu. Ancak Lora ve Krizia, aynı anda savaşmayı reddetti. Bunun yerine, ilk olarak Lora onun karşısına geçti. Savaş kısa sürdü; o, Lora'yı kolaylıkla alt etti.
"Pekâlâ, sırada sen varsın," dedi, kılıcını Krizia'ya doğru kaldırarak.
Krizia, hiç tereddüt etmeden saldırıya geçti. Hızlı ve ani darbelerle onu zorlamaya çalışıyordu. Ancak her saldırısı, anında karşılık buluyordu. Geri çekildiği bir anda, Krizia'nın gözlerinin ve göz çevresinin yavaş yavaş kırmızıya döndüğünü fark etti. Saçları bile bu değişime eşlik ediyordu.
"Yasak kan, demek. Beni yenmeyi o kadar çok mu istiyorsun?" dedi, hafif bir merakla.
"Evet, prenses," diyerek tekrar saldırıya geçti. Ancak her hamlesi boşunaydı. Eliana, yasak kanın etkisine rağmen Krizia'nın tüm saldırılarını savuşturabiliyordu. Gücünü kontrol altında tutarak, fazla zorlanmadan savaşı kazandı.
Günler geçti. Yoğun antrenmanlar ve savaş stratejileri arasında geçen günlerden sonra, İres ile tekrar bir araya geldiler. Bu kez, ona ittifak hakkında anlatılması gereken başka gerçekler vardı.
"İttifak ile ilgili gerçeği mi? Zaten söylemiştiniz. İttifak Evren'i ele geçirmek istiyor, ayrıca her şeyi zaten öğrendim," dedi İres, kollarını göğsünde kavuşturarak.
"Öğrendiğini biliyoruz. Yine de anlatmamız gerekiyor, o yüzden otur ve beni dinle," dedi Eliana, sesine hafif ama otoriter bir ton ekleyerek.
"Peki, öyleyse," dedi. Gözleri, anlatılacakların ne kadar önemli olacağını anlamış gibi ciddiyetle ona odaklanmıştı.
İres karşısında duran kişiye dikkatle bakıyordu. Konuşulan her kelimenin ağırlığını hissediyordu.
"Öyleyse ilk olarak şunu bilmelisin," dedi Eliana, gözlerinde ciddiyetin gölgesiyle. "Evren'de Arcas adında bir ırk var. Fakat bu, İttifak'ın bildiği Arcas değil. Gerçek Arcas, şu an İttifak'ın 'keşfedilmemiş bölge' olarak adlandırdığı yerde yaşıyor. Teknolojileri orta gelişmişlik seviyesinde ve İttifak onların varlığından bile habersiz. Hatta bunu tamamen bir uydurma sanıyorlar."
İres kaşlarını çattı. Bu, duyduğu en çarpıcı bilgilerden biriydi ve Eliana derin bir nefes alarak devam etti:
"İttifak, kendisine bağlı ya da henüz keşfedilen ve hiç saldırıya uğramamış ırklara saldırıyor. Ardından, kendilerinin gerçek kimliklerini bilmeyenleri gizli bir üsse topluyorlar ve sonra o üsse bir saldırı düzenliyorlar. Sonrasında ise..." kısa bir duraksama yaptı, ardından gözlerini İres'in gözlerine kilitleyerek ekledi, "Reinaz onları alıp Arcas askerlerine çeviriyor ve düşman rolü oynamalarını sağlıyor."
"Bunu biliyorum," dedi sert bir sesle. "En son görev yaptığım üs saldırıya uğradığında, bir önceki üsten bazı askerleri görmüştüm."
"Evet, öyle," dedi, sesi karanlık bir gerçeği kabullenmiş gibiydi. "Bu oldukça korkunç bir şey, ölenleri rahat bırakmak yerine, onları birer makineye çeviriyorlar ve sonra düşman rolü oynatıyorlar."
"Peki," dedi tereddütle, "Sizin yok olduğunuz söyleniyordu. O ne olacak?"
"Bizler yok olmadık," dedi, "İttifak'ın öyle düşünmesini istedik. O savaş sırasında biz orada bile değildik. Savaşanların hepsi robottu. Yok, edilenler de onlardı. Reinaz da bizi gerçekten yok ettiğini sandı. Böylece içlerine rahatça sızmayı başardık."
Tam o anda, bulundukları yere kristal tilkilerden birkaç tanesi yaklaştı. Parlayan kürkleri, soğuk ışık gibi etrafa hafif bir parıltı yayıyordu. İres bir an dikkatini onlara verse de zihnindeki soruların ağırlığı devam ediyordu.
"Evet," dedi, gözlerini tekrar karşısındakilere çevirerek. "Ama Evren'deki diğer ırkların sizin için bir değeri yok mu?"
"Biz, İttifak'a bağlı tüm ırklara gerçeği söyledik ve kanıtlar sunduk. Ama hiçbiri bize inanmadı," dedi, gözlerinde yılların yüküyle. "Biz de vakti gelene kadar yok edilmiş gibi davrandık. Şimdi ise Evren, İttifak tarafından tehdit ediliyor. Ve İttifak üyelerinden gerçeği bilen birkaç kişi dışında, kimse bu tehdidin farkında değil. Üstelik kendilerine yapılan saldırıları Arcas'ın düzenlediğini sanıyorlar."
"Bulduğumuz bilgilerdeki savaş, gerçekten olduğu gibi mi gerçekleşti?" diye sordu, sesi şüphe doluydu.
"Hayır," dedi kesin bir ifadeyle. "O savaş, göründüğü gibi değildi. Orada bizim yerimize Reinaz'ın bize saldıran liderlerinden biri dışında hepsi yok edildi. Fakat onların müttefikleri vardı, çok fazla. Ve şimdi, yeniden Evren için büyük bir tehdit haline geldiler."
İres, derin bir nefes aldı. İçinde bir yerlerde, bu gerçeği kabullenmek istemeyen bir parça vardı. Ama her geçen saniye, bu savaşın ne kadar büyük ve karmaşık olduğunu daha net anlıyordu.
İres, duydukları karşısında kaşlarını çattı. İçindeki şüpheyi gizlemeye gerek duymadan konuştu:
"Sırf bu yüzden mi gizlendiniz? Bu biraz saçma değil mi?" dedi sert bir ifadeyle. "Kaydedilen bilgilere göre siz, Evren'deki en yaşlı ve en güçlü ırksınız. Neden saklanma ihtiyacı duydunuz ki?"
Elian, İres'in tepkisini anlayışla karşıladı ama ifadesi değişmedi. Sakin ve kararlı bir ses tonuyla konuşmaya başladı:
"Evren'in yarısı düşmanın tarafında yer alıyorsa ve hepsine karşı tek başına mücadele etmek zorunda kalırsan, bunun için hazırlık yapman gerekir," dedi. "Biz de bu yüzden saklanma ihtiyacı duyduk. Ama bu, Reinaz'a saldırmayacağımız anlamına gelmiyor."
İres, sözleri sindirmeye çalışırken, Eliana anlatmaya devam etti:
"Sürekli olmasa da zaman zaman kaynağı belirsiz saldırılar düzenliyorduk. Çoğunlukla hedefimiz, liderlerden birinin bulunduğu üslerdi. Üç bin yıl içinde binlerce liderin bulunduğu üs yok edildi. Ancak her seferinde yeni bir lider ortaya çıktı ve yeni bir üs kuruldu. Sonunda, diğer üsler de kendilerini koruyabilmek için güçlü kalkanlar kullanmaya başladılar. Ama o kalkanlar, bizim saldırılarımıza hiçbir zaman dayanamadı."
İres, bu bilgiyi zihninde tartarken bir an duraksadı. Anlatılanlar giderek karmaşıklaşıyordu. Bir süre düşündükten sonra, anlam veremediği noktayı sorguladı:
"Bir dakika, durun. Kafam karıştı," dedi gözlerini kısmış halde. "Şimdi Evren'de bir yerlerde Arcas diye bir ırk var ve onu Evren'in bu tarafında sizin dışınızda bilen kimse yok, öyle mi?"
"Evet, öyle."
İres, aldığı cevabı bir an tarttı, sonra yeniden konuştu:
"Peki, siz bunu nasıl biliyorsunuz?"
"Bu Evren'de, kendimizle alakalı bazı önemli olaylar dışında, bizim bilmediğimiz bir şey hiçbir zaman olmadı," dedi. "Irkımızın doğası gereği, Evren'de yaşayan tüm canlılarla iletişim kurabiliyoruz."
İres, duydukları karşısında istemsizce gerildi. İçinde beliren bir şüpheyle gözlerini karşısındakine dikti.
"Mesela," diye devam etti, İres'in tepkisini izleyerek. "O gün, verdiğim emir doğrultusunda geri dönmek istedin. Ama sonra birdenbire fikrini değiştirdin ve bizimle birlikte kaldın."
İres'in nefesi kesildi. O anı hatırlıyordu. Kararını neden değiştirdiğini kendisi de tam olarak bilmiyordu. O anda içgüdülerine güvenmişti, ama şimdi anlıyordu ki bu, sadece içgüdülerinin bir sonucu değildi.
"Evet, öyle oldu. Yani bunun nedeni zihnimi kontrol etmenizdi, öyle mi?" diye sordu İres, sesi biraz daha sertleşmişti.
"Evet, öyle," dedi soğukkanlı bir şekilde "Sonuçta yakında baban, Dünya ana üssünün ana lideri olacak ve senin bizim yanımızda olman, babanın ve Dünya'nın yanımızda olması anlamına gelir."
"Babam mı? Siz neyden bahsediyorsunuz? Benim babam..."
"Hyuki, senin baban ve Ishii'de kardeşin. Yani bizden saklamana gerek yok. Ayrıca saklayamazsın da; sonuçta zihninden geçenleri biliyoruz." Eliana, konuşurken dikkatle gözlerini İres'in üzerinde gezdiriyordu.
"O yüzden beni yanınızda getirdiniz."
"Evet, öyle." Krizia'nın sesi şimdi daha ciddi ve sakin bir tonla devam etti. "Şimdi otur ve kaldığımız yerden devam edelim."
"Merak ettiğim bir şey daha var," dedi ve sesi hafifçe titriyordu. "O yüzden gördüğüm kişiler ve eğitim sahasındakiler hiç konuşmuyordu, öyle mi? Anlattıklarınıza bakılırsa zihninizden geçenlerle iletişim kurabiliyorsunuz."
"Telepati ile iletişim kuruyoruz," dedi Lora ve açıklamaya başladı. "O yüzden sen bizim kendi aramızda konuştuklarımızı duymuyorsun."
"Ayrıca konuşsak bile dilimizi anlaman imkânsız," dedi ve Eliana bir an İres'in yüzüne bakarak hafifçe gülümsedi.
"Anladım, fakat bu mahremiyeti ortadan kaldırmaz mı? Ayrıca dilinizi öğrenmem mümkün mü?" diye sordu, hala kafasında soruların yanıtını arıyordu.
"Hayır, merak etme, bizler için sorun değil," dedi, ama hemen ardından kesin bir şekilde ekledi: "Ama dilimizi öğrenmen imkânsızdır."
"Anlıyorum ama merak ettiğim bir konu daha var," dedi ve Eliana'ya bakarak sordu: "Neden erkekleriniz hiçbir yerde yoktur? Etrafta neden sadece kadınlar ve sadece iki çeşit hayvan gördüm?"
"Bu, bizim toplumsal yapımızla ilgili bir durum. Erkeklerimiz..." dedi ve bir an duraksadı, sözcükleri dikkatle seçiyordu.
İres, tüm bunları anlamaya çalışarak başını salladı ve bir süre sessiz kaldı. Tüm bu bilgiler kafasında bir araya gelmeye başlamıştı ama hala tam olarak neyin ne olduğunu çözebilmiş değildi.
Eliana'nın derin bir nefes aldı ve kaldığı yerden devam etti. "Erkeklerimiz çocuk yapmak ve diğer ihtiyaçlarımız için kullanılır. Bunun dışında tüm savaşçılarımız kadınlardan oluşur. Hayvanlara gelecek olursak, istedikleri gibi gezegende dolaşıyorlar ve genelde bu ikisi dışında bize yaklaşan olmaz," dedi ve elini yerde uyuyan tilki çiftine doğru uzatarak, sonra da masadaki kediyi gösterdi.
"Bu saçma değil mi? Neden erkeklerinizi bu şekilde kullanıyorsunuz?"
"Erkeklerimiz, kadınlarımız kadar güçlü değil. Ayrıca, bizim gibi doğuştan özel bir güç ile doğmazlar. Bu yüzden de erkekler sadece ihtiyaçlarımız için kullanılır."
"Ayrıca, erkeklerimizin de iyi olduğu bir şey var ve olur da merak edersen falan, bunu sakın deneme. Sen bunu asla kaldıramazsın ve bunun sonucunda ölebilirsin." Amanda, bu sözleri söylerken masaya oturdu ve kediyi sevmeye başladı, gözleri biraz dağınıktı, ama gözlerinin derinliklerinde bir anlam vardı.
"Her neyse, sana öncelikle Arcas'ın gerçekte var olduğunu ve orta düzeyde bir teknolojiye sahip olduklarını ve bu ırkı Reinaz'ın henüz bulamadığını, bunun nedeni ise Reinaz'ın taktığı isimle keşfedilmemiş bölgede bulunmaları olduğunu sana söylemiştim," dedi ve bir anlığına durakladı. "Reinaz henüz Evren'in tamamını keşfedemedi. Şu an Reinaz, kendisine göre keşfedilmemiş milyonlarca galaksi olduğunu düşünüyor, gerçekte bu sayı trilyonlarca diyebiliriz."
"Trilyonlarca mı? Yani Reinaz'ın söylediği Evren'in neredeyse tamamının keşfi bir yalan mı?" İres'in sesi, şaşkınlığını ve kafa karışıklığını yansıtıyordu.
"Evet, öyle. Reinaz tüm Evren'i keşfedemedi ama biz şu an Evren'de tam olarak kaç tane ırk olduğunu biliyoruz," dedi Krizia.
Bu noktada, Lora bir adım öne çıkarak söz aldı. "Gysk galaksisini biliyorsun, öyle değil mi?"
"Evet, en son keşfedilen galaksi," dedi, Gysk'ın ne kadar önemli bir yer olduğunu vurgulamak için.
"Evet, öyle. Reinaz henüz Gysk'ın ötesine geçmeyi başaramadı. Bunun nedeni ise şu anlık keşiflere ara vermeleri, ama yakında Gysk'ın ötesine gitmek zorunda kalacaklar. Fakat bizden kurtulamayacaklar ve onları orada da takip edeceğiz." Diğerleri Eliana'nın söylediklerini onaylar şekilde kafalarını salladılar.
"Yani, her şeyin kontrolü elinizde mi?" dedi, gözlerinde bir soru işareti belirdi.
"Kontrol, her zaman bizdeydi. Ama en önemli şey, bu savaşın tam anlamıyla nasıl sona ereceğini bilmememizdir. Reinaz'ın bu kadar geniş bir Evren'i keşfedememesi, bizim için bir avantaj."
İres, bu yeni bilgilerin ışığında, Krizia ve arkadaşlarının ne kadar güçlü ve tecrübeli birer strateji uzmanı olduklarını anlamaya başlamıştı. Ancak hala birçok sorusu vardı.
İres, Eliana'ya dikkatle bakarak sordu:
"Merak ettiğim bir şey var. Reinaz ya da Arcas ile savaşmaya nasıl başladınız?"
"Reinaz ile ilk savaşımız, Rkaj'dan önce yaşadıkları Okty galaksisindeki ırklara saldırılarından hemen sonra oldu. Çok zorlanmadan onları yendik ve yok olmaktan kaçarak kurtuldular. Şu ana kadar yaptığımız hiçbir savaşı kazanamadılar. Onlar, bizi yok ettiklerini ve üç tane kraliçemizi ve generalimizi öldürdüklerini düşünüyorlar, fakat gerçekten de bir generalimiz öldü."
İres, Eliana'nın gözlerine şaşkınlıkla baktı ama o devam etti:
"Bunu Arcas ya da Reinaz değil, beş yüz bin yıl önce yaşadığı galaksideki diğer ırklara savaş açan bir ırka müdahale ederken kraliçeye yapılan saldırının önüne geçti. Saldırıyı kendisine aldı ve orada vefat etti. Onun dışında savaşlarda ölen hiç kraliçemiz ya da generalimiz olmadı, ama halkımızdan ölenler oldu."
İres, yaşanan savaşların ne kadar karmaşık ve yıkıcı olduğunu kavramaya çalışırken, Eliana'nın anlatımı bir anda kesildi. Luna, yanlarına yaklaşarak söze girdi. "Prenses, özür dilerim ama general eğitiminize dönmenizi istiyor."
"İzinli olduğum söylenmişti."
"Kraliçenin doğrudan emri, Reinaz ile ilgili anlattıklarına daha sonra devam etsinler," dedi.
"İres, sen ise benimle geliyorsun, izlemen gerekenler var," dedi ve birlikte, eğitimin başladığı alana doğru hareket ettiler. Luna ve İres'in ayrılmasından sonra, diğerleri de eğitim alanına yöneldiler ve çalışmalarına devam ettiler.
Eğitimine sıkı bir şekilde devam eden Eliana, artık uyumak ve yemek dışında molası olmayan bir rutine girmişti. Bu, ona oldukça zor geliyordu. Aradan birkaç gün geçtikten sonra, İres'i görmeye gittiğinde, Reinaz ile yaptıkları son savaşı izliyordu. Eliana'da yanına oturup savaşı izlemeye başladı. Savaşın sonunda kurtulan gemilerin sayısının çok az olduğunu fark etti. İres derin bir nefes aldı ve "Savaş bitince, bu bulduğumuz görüntülerdeki savaştan daha kanlı neden Reinaz bizden bunu saklasın ki? Üstelik savaşın kanlı olduğunu bulduğumuz görüntülerden biliyordum ama bu biraz fazla."
"Öyle aslında. Reinaz, tüm Evren'e Arcas'ın çok güçlü olduğunu göstermek için savaş görüntüleri üzerinde oynama yaptı. Gerçekte oradan kurtulan gemi yüz tane falan ama Reinaz'ın müttefiklerine ve daha sonradan ittifaka katmak istediği ırklara gösterdiği görüntülerde binlerce gemi sağlamdı ve Reinaz ile ittifak kurmayanlar, bu savaştan sonra birliğe katıldı."
"Savaş tüm Evren'e canlı yayınlanmış, bildiğim kadarıyla," dedi İres.
"Evren'e canlı yayınlamak mı? Sen olsan, kaybedeceğini bildiğin bir savaşı Evren'e canlı yayınlar mısın?" diye cevap verdi. Ardından başını sallayarak devam etti, "Savaş canlı yayınlanmadı. Söylediğim gibi, savaşın görüntüleri üzerinde oynama yaptılar ve daha sonra canlıymış gibi yayınladılar. Sonuçta Vera yok olmuştu ve bunu yalanlayacak kimse kalmamıştı."
"Reinaz şu an çok güçlü. Tek başımıza neredeyse tüm Evren'e karşı olacağız. Bu resmen ölüm demek, neden saklanmaya devam etmiyoruz? Reinaz kalkanı geçmeye çalışırken, kalkanın içindeki silahlar tüm gemileri yok eder."
"Evet, neredeyse tüm Evren karşımızda olacak, ama bize karşı hiç şansları yoktur. Özellikle yaşadığımız ortaya çıkınca ve gerçeği görünce, Reinaz'ın tarafında olanların çoğu onlara karşı savaşmaya başlayacaktır."
"Tüm ırklar birleşip Reinaz'a saldırsalar, onları yok edebilirler."
"Bu pek mümkün değil. Bunun iki nedeni var. Birincisi; Reinaz'a göre Evren'de teknolojisi en gelişmiş üç galaksi var. Bunların ilki Prym, ikincisi Rkaj ve üçüncüsü ise Shnk galaksisi. Reinaz'a göre keşfedilmemiş bölgeler haricinde bilinen Evren'de bu üçünden daha gelişmiş galaksi yoktur." Eliana bir an durakladı ve ardından devam etti. "İkinci neden ise; Reinaz'ın on tane ana lideri var, bunların yanında bu on ana liderin kendi içinde bin tane ara kol lideri ve bu bin ara kolun da kendi içinde bin tane kolu var. Kurdukları sistem sürekli alt kollara ayrılarak devam ediyor ve bu şekilde on binlerce askerleri ve gemileri var. Yani tüm Evren saldırsa bile, bizim yardımımız olmadan asla kazanamazlar. O yüzden senin bir an önce karar vermen gerekiyor. Artık seninle zaman kaybedemeyiz. Yakında savaş başlayacak ve Reinaz'a savaş başlamadan oldukça fazla zarar vermemiz gerekiyor."
Eliana'nın sözleri odadaki gerilimi artırmıştı. Henüz konuşmalarını tamamlamadan, bir alarm sesi aniden çalmaya başladı. Eliana, alarmın ardından Reinaz'ın kalkanının etki alanını ölçmek amacıyla bir gemi gönderildiğini duydu. Ancak gemi etki alanına girdiği anda yok oldu.
"Görünüşe göre yemi yuttular," dedi Eliana, alaycı bir şekilde. "Bu geminin aldığı kalkan etki alanı bilgileri yanlış ve kalkanı geçmeye geldiklerinde kalkan etki alanında oldukça güzel bir sürpriz ile karşılaşacaklar. Pek çok gemi daha savaşın başlangıcında yok edilecek."
"Yanlış etki alanı mı? Ne demek istiyorsun? Sonuçta kısa sürede olsa Shnk'te bulunduğum üs bu görevi yerine getiriyor ve kalkan şu an bir ışık yılına etki ediyordu."
"İşte o bilgi yalan. Kalkan şu an üç ışık yılına etki ediyor ve bu şaşırtmayı kullanarak onlara her seferinde kalkanın etki alanının çok az arttığını düşündürdük. Kalkan çoktan üç ışık yılına ulaştı ve bu gelenlere güzel bir sürpriz olacak."
"Reinaz kendisini her şeye hâkim gibi görüyor fakat gerçekte hiçbir şeye hâkim değiller," dedi kraliçe Elvira.
"Kraliçem, siz..." diyebildi Eliana.
"İres, bir an önce karar vermen gerekiyor. Sonuçta seni zorlamak gibi bir niyetimiz yok. O yüzden bu kararı kendi başına vermelisin."
"Peki, sizin yanınızda yer almazsam, bana ne yapacaksınız?"
"Hiçbir şey. Sonuçta sen ölüsün. O yüzden vakti gelene kadar buradan ayrılamayacaksın ama zamanı geldiğinde gitmekte özgürsün. O yüzden de bu karar senin kendi kararın olmalı."
Kraliçe Elvira ve general, sonra Eliana ve İres'in bulunduğu alandan ayrıldılar ve özel bölgeye doğru gittiler. Eliana, kalan sessizlik içinde bir süre durdu ve düşüncelerine daldı.
"Siz kaç yaşındasınız?" diye sordu. Eliana, dizlerinin üzerine çökmüş kediyi severken şaşkın bir şekilde başını kaldırdı. "Bu da nereden çıktı şimdi?" diye yanıtladı.
"Merak ettim. Hepinizin saçları beyaz ama benimle aynı yaşta gözüküyorsunuz."
"En yaşlımız on bin yaşından büyük. Şu an eğitim alanında küçüklere ders veren herkes Reinaz ile savaş olduğunda üç bin yaşından büyüktü," dedi Eliana ve bu sırada kediyi kucaklayıp ayağa kalktı.
"Ama sizler benimle aynı yaşta gözüküyorsunuz."
"Irkımızın özelliği bu; asla yaşlanmayız ve otuz yaşından büyükte durmayız."
"Bu biraz garip doğrusu ve sormak istediğim bir şey daha var. Biliyorsunuz ki ben Shnk galaksisinde ki üslerden birisinde Kızıl Kan'ı izlemekle görevliydim ve tek bir seferlik galaksiden ilerisine de araç gönderdik ama orada hiçbir şey yoktu, bu nasıl olabilir?" dedi, biraz kafa karışıklığıyla.
"Orada galaksiler vardı, çok da uzak olmayan bir geçmişte oradaki bir ırkla savaş yaptık ve onları yok ettik."
"Yok, mu ettiniz ama galaksiler neden yok?"
"Hepsini yok ettik. Sonuçta yaptığımız savaşta orada yaşayan tüm ırklar düşmanın tarafında yer aldılar. Biz de orada yaşayanları ve galaksileri yok ettik. Ama ondan önce..." derken sözlerini kesmeye çalışan bir ses duydu.
"Eliana, ona bu kadar bilgi vermen yeterli, o bölge bizim dışımızdaki tüm ırklar için tehlikeli," dedi Amanda.
"Biliyorum ama o arkadaşım en azından bunu bilmeli..."
"Bu kadar yeterli, kuzen ve bu konuyu uzatmayın," dedi bu sırada kediyi seviyordu.
"Peki, öyle olsun o zaman," dedi. Ardından kediyi Amanda'ya bıraktı ve eğitime geri döndü.
Aradan birkaç ay geçtikten sonra, İres, Eliana ve Amanda'nın yanına gelerek savaşmaya karar verdiğini açıkladı. O günden sonra, o bölge hakkında bir daha soru sormadı.
•❅──────✧❅✦❅✧──────❅•
İres'in Gözünden Aymil
Buraya geleli neredeyse bir yıl olmak üzereydi ve İres, sonunda kendi isteğiyle Vera'nın yanında savaşma kararı aldı. Her ne kadar onun yardımına ihtiyaç duymasalar da bu kararı almayı ona bırakmışlardı. Bu süreç boyunca, adeta bir esirden çok misafir gibi yaşamıştı. Etrafta istediği gibi gezebiliyordu, ancak her yere giremiyordu. Buna ek olarak, Reinaz ve Vera hakkında öğrendikleri o kadar fazlaydı ki, bir de Reinaz'ın taktığı isimle keşfedilmemiş bölgeler vardı. Vera için tüm Evren keşfedilmişti, ancak İres bu durumu oldukça karmaşık buluyordu.
Bunun yanı sıra, bir de imkânsız gibi görünen bir durum vardı. Vera'nın yaşadığı sistemde altı adet güneş vardı ve bu altı güneşin yörüngelerinde dönen irili ufaklı 42 gezegen bulunuyordu. Bu gezegenlerden 21 tanesi yaşama uyumlu, geriye kalanlar ise kayalık, gaz ve diğer benzeri gezegenlerden oluşuyordu. Fakat bu sistemde pek çok garip gezegen de yer alıyordu. En garipleri, tamamı elmas olan bir gezegen, tamamı orman olan bir gezegen, tamamı altın olan bir gezegen, tamamı okyanus olan bir gezegen, tamamı demir olan bir gezegen ve en garibi ise tamamı kristalden oluşan bir gezegen vardı. Şu anda üzerinde yaşadıkları gezegen de dahil olmak üzere, bu sistem oldukça ilginçti. En dikkat çekeni ise, diğer gezegenlere gitmek için kullanılan portallardı.
Vera'nın yaşadığı gezegene en yakın gezegen ise kayalık bir gezegendi. Kadınlar, aralarındaki savaşları bu gezegenlerde yaparlardı. Gezegenin yüzeyinde savaşlar başladığında, hem Aymil hem de diğer gezegenler ve güneşler büyük kalkanlarla korunurdu. Başta bu durum İres'e garip gelmişti, ama savaşları izledikçe nedenini anlamıştı. Sonuçta, kadınlar oldukça güçlüydü ve bu kalkanlar olmasa, diğer gezegenler bu savaşlardan doğrudan etkilenirdi.
Aymil dışında hiçbir gezegenin ya da güneşin ismini öğrenememişti, üstelik galaksilerinin ismini söyledikleri halde, ismini bile hatırlayamıyordu. Bunun yanında bir de İres'ten sakladıkları bir konu vardı. Bir defa sorduğu ve tek öğrendiği şey, Kızıl Kan galaksisinden ileride neden başka bir galaksi olmadığıydı. Aldığı cevapsa, Vera dışında diğer tüm ırklar için bu bölgenin tehlikeli olduğuydu. O bölgede yaşayanları kendi ittifaklarına katan bir ırkla savaştıktan sonra o galaksilerin yok edildiğini öğrenmişti, ama galaksilerden geriye kalanlar hakkında hiçbir bilgi edinememişti.
Aymil gezegeni ise tamamen kristalden oluşuyordu ve gezegendeki tüm yapılar da aynı şekilde kristaldi. Öyle ki sadece binalar değil, ağaçlar, çiçekler, sular bile kristaldendi. En önemlisi, gözleriyle birkaçını görmüş olsa da çoğunun sadece fotoğraflarını gördüğü kristalden hayvanlar da vardı. Burası oldukça garip bir gezegenin ta kendisiydi. Üstelik neden burada yaşadıklarını sorduğunda, diğer gezegenlerdeki canlıları rahatsız etmek istemediklerini söylediler. Aymil'de en garibine gelen şey ise saray olmamasıydı. Aslında saray vardı, ama diğer binalardan yalnızca ufak bir büyüklüğe sahipti. Diğer binalar gibi gösterişten uzak ve sade bir şekilde inşa edilmişti. Kraliçe bile abartıdan kaçmıştı ve sade bir taç takıyordu, ama çoğu zaman tacını takmazdı. Bu da tüm kadınların eşitliğini simgeliyordu.
Ayrıca, ırkın dilini öğrenmeye çalışmıştı, ancak Eliana'nın söylediği gibi, bu imkânsızdı ve sonunda öğrenmekten vazgeçmişti.
Tüm Vera kadınları, bunlara kız çocukları da dâhil, savaş ve eğitim dışında sade, açık elbiseler giymeyi tercih ederlerdi. Özellikle ince beyaz elbiseleri çok severlerdi ve bazen de mavi ve tonlarında elbiseler giyerlerdi. Elbiselerinin göğüs dekoltesi ve yırtmacı oldukça derindi ve anlaşılması zor bir şekilde, iç çamaşırı giymezlerdi. Bir defasında, İres de bu tür bir elbise giymişti, ama pek hoşuna gitmediği için bir daha giymemişti. Sonuçta, Vera kadınları, insanlar gibi utanma ya da duygulardan yoksundular, bu nedenle onlar için bu durum hiç sorun değildi.
İres'i en çok etkileyen şey, tüm Vera kadınlarının eşit olmasıydı. Kraliçeleri olmasına rağmen, gerektiği zamanlarda kraliçeye ismiyle hitap ederlerdi. Bu durum, İres'i başlarda oldukça şaşırtmıştı, ama sonradan buna alıştı. Yine de, o asla kraliçeye ismiyle hitap etmemişti. Üstelik kraliçe halkın içinde istediği gibi dolaşıyor ve oturup sohbet ediyordu ama kimse karşısında kraliçe varmış gibi hareket etmiyor aksine normal arkadaşlarmış gibi konuşuyorlardı.
Vera ile ilgili öğrendiği en değişik bilgilerden bazıları şunlardı; erkeklerin özel bir gücü yoktu, bu yüzden de gezegenden ayrılmaları yasaktı. Erkeklerin yaşam alanı ise kadınlardan farklıydı, ama İres oraya hiç gitmediği için erkeklerin nasıl bir yerde yaşadıkları hakkında bir bilgisi yoktu. Vera ırkının kadınları ve erkekleri için özel bir bölge olduğu da öğrendiği bilgilerden biriydi ve evli olmayan kadınların ve erkeklerin bu bölgeye girmesi yasaktı. Bir kadının erkek çocuğu olursa, beş yaşına kadar — Vera'ya göre bu, yüz yaşına tekabül ediyordu — ona bakar ve sonra babasına teslim ederdi. Kız çocuğunu ise kendisi büyütürdü. Nedenini hâlâ anlamadığı bir şekilde, kadınlar seçtikleri erkekle evlenirlerdi ve kadın gidip "Ben bunu istiyorum" dediği zaman, erkek asla karşı çıkmazdı.
Vera'nın garip bulduğu bir diğer durumu ise ırkın soyunun kadınlardan devam etmesiydi, yani diğer ırklarda olduğu gibi erkeklerden değil. Nedenini sorduğunda ise, kadınların kutsal olduğunu ve kutsal bir varlıktan soyun devam etmesi gerektiğini söylemişlerdi. İres hâlâ bunun ne demek olduğunu anlamadığını hissetmişti.
Bir gün Eliana, izinliyken ona yaşadıkları sistemin neden böyle garip olduğunu sormuştu. Eliana, herhangi bir gariplik olmadığını söylemişti. Daha sonra, onunla ilgilenen Luna adında bir kadına sorduğunda, o da aynı cevabı vermişti. İres, sonunda Luna'ya 6 tane güneşin olduğu bir sistemde yaşam olmasının imkansız olduğunu, çünkü Evren'de tekli ya da ikili yıldız sistemlerinde yaşam olabileceğini, ancak bundan daha fazla güneşi olan sistemlerde yaşamın var olamayacağını söylemişti. Luna'nın cevabı ise, "Doğru, bilinen Evren'de bu mümkün değil, ama şunu unutma ki, sana galaksinin ismini bile söyledik ama sen ismini bile hatırlamıyorsun ve burası hakkında bizim sana öğrettiklerimiz dışında herhangi bir bilgin yok," olmuştu. Luna'nın söylediklerinde haklıydı ve İres bir daha bu konuda soru sormamaya karar vermişti. Sonuçta, bu tür konularda sorduğu sorulara aldıkları cevaplar giderek daha karmaşık hale geliyordu.
Bu şekilde dört yıl geçmişti ve İres ailesini özlemişti. Acaba onlar da Reinaz hakkında gerçeği öğrenmişler miydi? En çok bunu merak ediyordu.
•❅──────✧❅✦❅✧──────❅•
Günümüz...
İzinli bir günlerinde, İres ile birlikte dolaşırken, Eliana, Kraliçe'nin onu çağırdığını öğrendi. Hızla eğitim alanına gitmek üzere yola çıktılar. Eğitim sahasına vardıklarında, generalin sahanın ortasında beklediğini gördüler.
"Eliana, ne kadar ilerleme kaydettiğini görmemiz lazım. Bu yüzden gidiyoruz," dedi general, kararını net bir şekilde açıklayarak.
İkisi de portaldan geçip, asıl savaşlarının yapıldığı gezegene yöneldiler. Kılıçlarını çekerek, savaşın başlaması için verilen emri beklemeye başladılar.
Bu gezegen, Bellum'du. Tamamen kayalıklardan oluşan sert ve zorlu bir araziye sahipti. Yüzey, keskin kenarlı kayalar, derin yarıklar ve geniş sütunlarla kaplıydı. Gri ve siyah tonlarındaki toprak, burada hiçbir bitkinin yetişmesine ve hayvanın yaşamasına izin vermiyordu. Gökyüzü genellikle bulutsuz ve açıktı, ancak zaman zaman gezegende güçlü rüzgarlar, taşınabilir toz fırtınaları oluşturuyordu.
Savaş alanı, gezegenin en büyük vadilerinden birinde yer alıyordu. Zemin, geçmiş savaşlar sırasında oluşan derin yarıklar ve çatlaklarla doluydu. Ancak savaş alanı yalnızca bu vadilerle sınırlı değildi; zaman zaman gezegenin farklı bölgelerine de yayılabiliyordu. Uçurum kenarlarında yapılan düellolar, devasa taş sütunlarının arasında geçen kovalamacalar, burayı tam anlamıyla bir savaş arenasına dönüştürüyordu.
Savaş sırasında, taş yüzeylere çarpan silahların yansımaları gezegenin dört bir yanında yankı buluyor, kayalık vadiler bu seslerle titriyordu. Burası, yalnızca savaşmak için gelen ırkın kadın savaşçılarının ayak bastığı bir gezegendi. Ne bir şehir ne de bir yerleşim alanı vardı; burada ne bir hayvan ne de başka bir canlı bulunuyordu. Gezegenin kendisi, devasa ve sonsuz bir savaş alanıydı.
"Tüm halkı, savaş konusunda uyarın ve gezegenler ile güneşler etrafındaki kalkanı maksimum dereceye çıkarın," dedi Kraliçe, kararlı bir şekilde.
"Emredersiniz, kraliçem," dedi Anelya.
Bir dakikalık sessizliğin ardından, Kraliçe tekrar konuştu:
"Gezegenlerin kalkanı aktif hale getirildi, ayrıca herkes uyarıldı."
"İkiniz de başlayın," dedi Kraliçe, gözleri savaş alanına odaklanmıştı.
Savaş başladı. İlk darbe, hemen savaş alanını sarsarken, Eliana dikkatle geri çekildi. General ile savaşıyor olması, her adımını daha da tecrübeli bir şekilde atmasını gerektiriyordu.
"Savunmada kalırsan kazanamazsın prenses," dedi General, sert bir bakışla ve hafif bir gülümseme ile.
"Irkımızın en güçlüsüyle savaşıyorum, bunun içinde dikkatli olmam gerekmez mi?"
''Haklısın prenses'' diye tekrarladı, vuruşlarına devam ederek. Eliana, General'in sert darbesinden kaçmak için manevra yaptı, ancak bu yetmedi.
Şimdi Eliana'nın karşısında, General, tüm gücüyle savaşı sürdürüyordu. Zihninde neler olacağını planlamaya çalışan Eliana, hiç beklemediği bir anda Yasak Kan tekniğini kullanma kararı aldı. Ancak, General, bu hareketi fark etti ve hızla geri çekildi.
"Pekâlâ, gel bakalım prenses," dedi tekrardan ilerleyerek Yasak Kan tekniğini kullanmadan saldırmaya başladı.
Eliana, zor durumdaydı. Yasak Kan tekniğini kullanmış olmasına rağmen, Generale yetişemiyordu. General, henüz bu tekniği kullanmamıştı, ancak Eliana ne yapacağını düşünmekten bir türlü kurtulamıyordu.
"Savunmada kalırsan kazanamazsın prenses."
"Biliyorum, ne yapacağımı düşünüyorum."
"Pekâlâ, bu savaşı bitirme zamanı," dedi General, bu kez Yasak Kan tekniğini kullanarak hızla saldırmaya başladı.
Savaşları gittikçe şiddetlenen Eliana ve General'in mücadelesi, bir süre sonra gezegenin kendisini bile sarsmaya başladı. Savaş alanı, etrafındaki her şeyle birlikte yok oldu. Gezegenin kalkanı, ufakta olsa zarar gördü ve Eliana, savaşta kaybetti ve Aymil'e geri döndüler.
"Bu iyi, oldukça ilerleme kaydetmişsin. Leila ve diğerleri dönünce..." dedi Kraliçe, gözlerinde hafif bir onay belirerek.
"Kraliçem, Leila'dan bir çağrı aldık. Şu an Melanie ve Lilya ile birlikte P-100 noktasında bulunuyorlarmış," dedi Anelya, telaşsız bir şekilde.
"Eliana, hemen geminin mürettebatına haber ver, beş dakika içinde gidip Leila ve diğerlerini alacaksınız," diye emretti Kraliçe, kararlı bir şekilde.
"Emredersiniz, kraliçem," dediler ve hemen İres'i yanlarına alıp, Ladina'ya doğru yola çıktılar. Aymil'den ayrılarak, Leila ve diğerlerini almak için yola çıktılar.
"Ne yapacağınızı biliyorsunuz," dedi Eliana, gemiye binerken.
"Evet, prenses, merak etmeyin. Reinaz'a ait gemilerden birisinin kimliğine büründük," dedi Meli, güvenle.
"Güzel ve dikkatli olun. Tahminen yalnız değillerdir," dedi Eliana, temkinli bir şekilde.
"Emredersiniz, prenses," dediler ve yolculuklarına devam ettiler.
P-100 noktasına ışık hızında vardıkları sırada, yakınlarda dört gemi tespit ettiler. Hızla uzaklaşan bu gemiler, onları fark etmiş olmalıydı. Durumun farkındaydılar ve ani bir manevra yaparak hızla uzaklaştılar. Eliana ve ekibi, gezegene inmeye devam ettiler ve Leila ile diğerlerini alarak Aymil'e geri döndüler. Üçü de hemen duş alıp, elbiselerini değiştirip beş dakika içinde ana kontrol odasında toplandılar.
................
"Siz altınıza yeni bir görev veriyorum. Gemileriniz ve mürettebatınız hazır, eminim görevinizi biliyorsunuzdur," dedi Kraliçe, ciddi bir ifadeyle.
"Evet, kraliçem. Lider avına çıkmak," dedi Eliana, kararlı bir şekilde.
"Sıradan bir lider avı değil bana..." diye ekledi, daha ciddi bir tonda.
"Burası Ladina ve Larina, kraliçenin emri ile kalkış izni istiyoruz," dediler ve Aymil'den ayrılarak, görevlerini yerine getirmek için yola çıktılar.
Bölüm İçinde Geçen Bazı Kelimeler Hakkında Bilgiler:
Lora: Defne ağacı, Eski Yunan ve Roma'da onuru, zaferi ve gücü temsil eder.
Amanda: 1. Sevilmeyi hak eden, sevgiye layık. 2.Herkes tarafından çok sevilen.
Lilya: Zambak Çiçeği
Telepati: Bir kimsenin kafasından geçenleri ya da çok uzakta geçen bir olayı, arada hiçbir araç, duygusal hiçbir bağlantı olmaksızın algılama yeteneği.
Luna: Ay; Dünya'nın uydusu olan gök cismi.
Prym: İlk
Bellum: Savaş
Anelya: Altın
Larina: Koruyucu
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
169 Okunma |
81 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |