16. Bölüm

15.Bölüm-Ev

Shinoluna
shinoluna

4 yıl önce

Sonunda eve dönmüşlerdi ve bir şekilde içeri girmeyi başarmışlardı. Yaşananlar son derece tehlikeliydi, ancak zorluklara rağmen bunu başarmışlardı. Eğer diğerleri olmasaydı, bu kadar büyük engellerle karşılaşmayabilirlerdi. Ancak asıl mesele şimdi başlıyordu ve görünen o ki, İres bayılmıştı.

Bulunduğu küçük geminin cam kubbesinden dışarı baktığında, gözlerinin önünde Astralis sistemi ve bağlı oldukları gemi Ladina duruyordu. Astralis, altı farklı güneşin etrafında dönen 42 gezegenden oluşan devasa bir sistemdi. Her bir güneş, sistemin dengesini ve çeşitliliğini sağlayarak gezegenlerin farklı özellikler kazanmasına neden oluyordu. Yaydıkları ışık ve enerji, gezegenlerin atmosferini, yüzey yapılarını ve yaşanılabilirlik koşullarını doğrudan etkiliyordu.

Bu altı güneşin her biri, dev Dyson küreleriyle çevrelenmişti. Bu küreler, güneşlerin yaydığı muazzam enerjiyi toplayarak gezegenlere dağıtıyor ve sistemdeki yaşamın sürdürülebilir olmasını sağlıyordu. Sistemin en büyük yıldızı Renas'tı ve yaşadıkları gezegen Aymil, bu yıldızın etrafında dönüyordu. Astralis'teki her bir güneş ve gezegenin kendine özgü isimleri ve özellikleri vardı. Bazıları tamamen elmas, orman, altın, okyanus veya demir gibi tek bir materyalden oluşurken, Aymil eşsiz kristal yapısıyla dikkat çekiyordu.

Bunun yanında, Reinaz İttifakı tarafından daha önce gizlice? keşif gemileri gönderilmiş ve yaşadıkları galakside beş yüz milyar üç yüz bin kırk iki sistemin var olduğu tespit edilmişti. Ancak bu sayının gerçekte çok daha fazla olduğuydu. Sistemlerin merkezinde yer alan yıldızlar dev Dyson küreleriyle çevrelenmişti. Bu bilinen evrenin ne kadar büyük ve keşfedilmemiş sırlarla dolu olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu.

Ladina, akıcı ve aerodinamik bir tasarıma sahipti. Uç kısmı ileriye doğru sivrilen keskin hatlarıyla hız ve çeviklik hissi uyandırıyordu. Balık benzeri zarif gövdesi, gemiye hem estetik hem de fonksiyonel bir görünüm kazandırıyordu. Gövdesinin yüzeyinde siyah ve mavi tonları kusursuz bir uyum içinde birleşmişti. Parlak ve pürüzsüz dış kaplama, ışığı ustalıkla yansıtıyor ve geminin tasarımındaki kusursuz bütünlüğü gözler önüne seriyordu.

Uç kısmında, siyah cam bir panel yer alıyordu. Bu panel, hem kokpit hem de gözlem alanı olarak işlev görüyordu. Kenarlarını çevreleyen ince altın detaylar, ona zarif bir çerçeve kazandırıyor, aynı zamanda geminin elit tasarımını vurguluyordu.

Yan bölmelerde, kıvrımlı kanat uzantıları bulunuyordu. Bu kanatlar yalnızca aerodinamik yapıyı güçlendirmekle kalmıyor, aynı zamanda Ladina'nın olağanüstü hareket kabiliyetini de artırıyordu. Altın kaplamaların arasından sızan hafif ışık huzmeleri, enerji akışını ve motorların işlevselliğini görsel olarak ortaya koyuyordu.

Arka kısımda, motorların bulunduğu bölüm daha geniş ve daha gösterişliydi. Altın renginde şekillendirilmiş yapılar, Ladina'nın olağanüstü hız kapasitesini desteklemek için özel olarak tasarlanmıştı. Motorların titreşimleri bile geminin ne denli güçlü olduğunu hissettiriyordu.

"Burası Ladina. Üç gemi kalkanları aşarak içeri girmeyi başardı. Gelen gemilerden ikisinde Prenses Eliana ve Krizia tespit edildi. Üçüncü gemide, DNA taramalarına göre insan ırkına ait bir kadın bulunuyor. Şu anda bilinçsiz durumda. Emirlerinizi bekliyoruz. Ona ne yapmamızı emrediyorsunuz?"

Gemileri, Ladina'nın alt kısmında yer alan geniş hangara indi. Ancak İres baygın olduğu için, onun gemisi uzaktan kontrol edilerek otomatik sistemler tarafından yönlendirildi ve gemiden çıkarıldıktan hemen sonra, üç gemi de güvenlik protokolleri gereği tekrar uzaya bırakılarak yok edildi.

Hangar, dış operasyonlar için tasarlanmış, geniş bir alanı kaplıyordu. Devasa kapılar, tamamen hava geçirmez olacak şekilde kapanabiliyor ve vakum etkisi sayesinde içerideki basıncı koruyarak mürettebatın güvenliğini sağlıyordu. Hangarın içinde, robotlar ve pilotlar için özel olarak tasarlanmış yüz adet hızlı saldırı aracı bulunuyordu. Bu araçlar, keskin aerodinamik hatlara sahipti ve özellikle manevra kabiliyeti yüksek, kısa menzilli operasyonlar için geliştirilmişti.

Hangarın bir köşesinde, bakım istasyonu yer alıyordu. Robotik kollar ve modüler araçlarla donatılmış bu istasyonda, hasarlı ya da arızalanan sistemler otomatik olarak tespit ediliyor, gerekli durumlarda elle müdahale imkânı sağlanıyordu. Ayrıca, hangarın derinliklerinde enerji kalkanlarıyla korunan büyük bir depo bulunuyordu. Burada, çeşitli ekipman ve donanımlar saklanıyor, her parça özel bir kodla işaretlenerek titizlikle kayıt altına alınıyordu. Ladina, gelişmiş yapay zeka desteğiyle çalışıyor olsa da, geminin tüm kontrolü mürettebatın ellerindeydi.

Geminin içi, ileri düzey teknolojiyi yansıtan bir kontrol odası ile donatılmıştı. Ana kontrol odası, geminin ön kısmında, siyah ve şeffaf panelin hemen arkasında yer alıyordu. Burası yalnızca geminin yönetimi için değil, aynı zamanda evrenin büyüleyici manzarasını izlemek için özel olarak tasarlanmıştı. Ön duvar, tamamen kristal netliğinde bir panelden oluşuyordu; ışık geçirgenliği ayarlanabilir bu panel, gerektiğinde tamamen opak hale gelebiliyordu.

Odanın tam ortasında, kristalden tasarlanmış bir merkez kumanda masası bulunuyordu. Bu masa, holografik ekranlarla donatılmış ve geminin her bölgesine erişim sağlayan bir komuta merkezi işlevi görüyordu. Yıldız haritaları, enerji seviyeleri, motor durumu ve dış tehdit algıları, masanın üzerindeki holografik ekranlarda anında görüntülenebiliyordu.

Koltuklar, ince işlenmiş kristallerden yapılmıştı ve yanlarındaki dokunmatik ekranlar sayesinde doğrudan kontrol olanağı sunuyordu. Tavan, yıldız desenli küçük LED ışıklarla kaplıydı; bu ışıklar, ortamın sakinleştirici bir hava kazanmasını sağlıyor, çalışma moduna geçildiğinde ise ışık yoğunluğu otomatik olarak artırılıyordu. Kumanda masasına bağlı yan terminaller, geminin güvenlik sistemlerini, iletişim ağlarını ve harici sensörlerini kontrol etmek için tasarlanmıştı. Kontrol odası, yalnızca yönlendirme merkezi değil, aynı zamanda savaş komuta merkezi olarak da işlev görüyordu.

Mürettebat odaları, zarif ayrıntılarla tasarlanmış, sakinleştirici bir atmosfere sahip özel alanlar hâline getirilmişti. Tavanda, yıldız desenli bir projeksiyon yer alıyordu ve bu, bulunduğu ortama derin bir huzur hissi katıyordu. Kristal çerçeveli yatak, ağırlığa duyarlı anti-yerçekimi destekli özel bir kumaşla kaplanmıştı; bu kumaş, kişinin vücut şekline göre uyum sağlayarak mükemmel bir konfor sunuyordu.

Duvarlarda, hafif yuvarlak kristal süslemeler bulunuyordu ve bu detaylar, ortamın sıcak ve zarif bir hava kazanmasına katkıda bulunuyordu. Banyo, tamamen kişiselleştirilebilir bir teknolojiyle donatılmıştı; sıcaklık ve su kaynağı, holografik bir sistemle kontrol edilebiliyor, suyun akışı yerçekimsiz bir ortamda bile ideal basınç seviyesinde ayarlanabiliyordu. Lavabolar, tamamen şeffaf kristallerden oyulmuş, ışıltılı yüzeyleriyle geminin estetik anlayışına uyum sağlamıştı.

Her detay, Ladina'nın sadece bir savaş gemisi değil, aynı zamanda bir teknoloji harikası olduğunu gösteriyordu.

Meli, duraksamadan konuştu:

"Prenses, Kraliçe Elvira sizi görmek istiyor. Bir an önce gezegene inin ve bilgi verin. İnsanı gözetim altında tutun, kraliçe onu da görmek istiyor. Hemen yola çıkmalısınız."

Bu sözlerin ardından Eliana kendi odasına Krizia ise başka bir odaya vakit kaybetmeden çekildi. Uzun yolculuğun ve yaşanan olayların ardından kendilerini tazelemek için duş aldılar. Suyun sıcaklığı ve hafif buhar, bedendeki yorgunluğu silerken zihni de sakinleştiriyordu. Duşun ardından, kendilerine ayrılmış özel kıyafetleri giydiler.

Elbiseleri, göğüs kısmında cesur ancak zarif bir V kesimle şekillendirilmişti. Bu derin dekolte feminenliği abartıya kaçmadan vurguluyor, giyen kişiye doğal bir asalet katıyordu. Kumaş, vücuda nazikçe oturuyor, ancak hareket özgürlüğünü kısıtlamadan hafif bir akışkanlık sağlıyordu. İnce ve dökümlü yapısı, her adımda dalgalanarak yumuşak bir ahenk sergiliyordu.

Etek kısmı, kalçadan başlayarak uyluğun üstüne kadar uzanan yüksek bir yırtmaçla tamamlanmıştı. Bu detay, elbiseye hem zarif hem de etkileyici bir görünüm kazandırıyordu. Hafif ve yarı şeffaf kumaştan tasarlanan alt kısım, yürüyüş sırasında adeta dans eder gibi süzülüyor, elbisenin etkileyiciliğini artırıyordu. Kumaşın dokusu, ışığın açısına bağlı olarak değişkenlik gösteriyor, zaman zaman parlak ve büyüleyici, zaman zaman ise mat ve sade bir görünüm sergiliyordu.

Renkler, beyazın ve mavinin farklı tonlarıyla harmanlanmıştı. Beyaz, saflığın ve zarafetin bir yansımasıyken, mavi tonları gökyüzünün ve denizin dinginliğini çağrıştırıyordu. Renk geçişleri, kumaşın üzerinde bir akışkanlık yaratıyor, ışığa göre değişken bir zarafet sunuyordu. Kumaşın hafif transparan yapısı, onu taşıyanın siluetini belli belirsiz ortaya çıkarırken, ince işlenmiş dokusu bedeni ikinci bir ten gibi sarıyordu. Onlar için iç çamaşırı gereksizdi; bu özgürlük hissi, kendilerini daha rahat ve doğal hissetmelerini sağlıyordu.

Hazırlandıktan sonra Eliana, vakit kaybetmeden kontrol odasına doğru ilerledi. Geminin koridorları, duvarlara gömülü hafif mavi ışıklarla aydınlatılmıştı. Adımları yankılanıyor, ortamın sofistike teknolojisi ile bir bütün halinde ilerliyordu. Kontrol odasına vardığında, holografik ekranlar ve kristal panellerin yansımaları içinde, yaklaşan görüşmenin ciddiyetini düşünerek bir an duraksadı.

"Aymil'e geri dönüşe geçiyoruz," dedi Eliana kararlı bir ifadeyle.

Kristal gezegen Aymil, yıldızların arasında devasa bir mücevher gibi süzülüyordu. Bütünüyle kristal oluşumlarla kaplı bu gezegen, evrenin derinliklerinde büyüleyici bir ışık oyununa sahne oluyordu. Dev kristal dağlar, şeffaf vadiler ve prizmatik ormanlar gezegenin yüzeyini süslerken, güneş ışınları kristallerin yüzeyine çarptığında gökyüzünde renklerin dansına dönüşüyordu. Işığın yansımaları, gezegenin atmosferine sihirli bir ihtişam katıyor, gökyüzü dalgalanan parıltılarla dolup taşıyordu.

Kristal okyanuslar, berrak ve katılaşmış bir yüzeye sahipti. Donmuş gibi görünen bu sular, dalgalar halinde kıyılara çarpıyor, dev buz yığınları gibi kırılıp yeniden şekilleniyordu. Gezegende hava neme doyduğunda, bu kristal dalgalar hafifçe çözülerek, saydam akıntılar halinde toprağa karışıyor ve yeryüzünü besliyordu.

Aymil'in derinliklerinde, yumuşak fosforlu ışıklar yayan kristal mağaralar uzanıyordu. Bu doğal ışık kaynağı, gezegene huzurlu bir aydınlık sağlıyor, gölgelerin bile dans eden bir ışıltıya sahip olmasını sağlıyordu. Rüzgâr, kristal ormanlardan geçerken melodik tınılar oluşturuyor, sanki gezegenin kendisi nefes alıyormuş gibi bir his yaratıyordu.

Burada yaşayan canlılar da gezegenin eşsiz yapısından payını almıştı. Aymil'in en bilinen yaratıkları, kristal kediler ve kristal tilkilerdi. Bu zarif varlıklar, gezegenin her yerinde özgürce dolaşıyor, şehirlerin sokaklarında bile rahatça hareket ediyorlardı. Bunlar dışında Geyik, çeşit çeşit kuşlar, vahşi kurtlar bile kristalden oluşmuştu. Ama bu hayvanlar yerleşim yerlerinden uzak durmayı tercih ederlerdi ve nadiren yerleşim yerlerine uğrarlardı.

Tamamen kristalden oluşan kediler, ışığın her kırılımında benzersiz bir görünüme bürünüyordu. Vücutları, safir, kuvars ve elmas benzeri kristallerle kaplıydı; hareket ettikçe yüzeylerinde gökkuşağı renkleri titreşiyordu. Zarif ve ince yapıları, hem narin hem de dayanıklı bir görünüme sahipti.

Gözleri, derin bir ametist parıltısıyla ışıldıyor, sanki içlerinde küçük galaksiler saklıymış gibi büyüleyici bir ihtişam yayıyordu. Yarı saydam ve hafif sivri kulakları, içlerinden geçen ışık sayesinde yumuşak bir parıltıyla çevreleniyordu.

Bacakları ince ve uzun olup, eklem yerleri daha koyu kristallerle güçlendirilmişti. Her adım attıklarında, ayaklarının bastığı zemin hafifçe ışıldıyor ve ince, melodik bir tını yayıyordu. Uzun, zarif kuyruklarının ucundaki kristaller, tıpkı avizeler gibi ışık saçıyordu.

Ancak bu kediler yalnızca görünüşleriyle değil, çıkardıkları seslerle de eşsizdi. Miyavlamaları sıradan bir kedi sesi değil, hafif bir çan çınlaması ya da rüzgarın kristal yüzeylere çarpmasıyla oluşan melodik bir yankıyı andırıyordu. Kristal bedenleri, aldıkları darbelere karşı oldukça dayanıklıydı, ancak hareketleri öylesine zarifti ki, onları gören biri neredeyse kırılgan bir sanat eseri izliyormuş hissine kapılıyordu.

Kristal tilkiler ise, nadiren üç kuyruklu olurdu onun dışında tek kuyruğa sahip olmalarına rağmen büyüleyici bir görünüme sahipti. Vücutları, pürüzsüz ve kusursuz biçimlendirilmiş bir yakut kristali gibi parlıyordu. İnce damarlar gibi ilerleyen altın rengi çizgiler, tilkilerin enerjisini gösteren canlı ışıklarla titreşiyordu.

Gözleri, safir mavisi bir ışıltıya sahipti; içlerinde adeta sonsuz bir bilgelik barındırıyor gibiydiler. Sivri kulakları, neredeyse keskin bir şekilde şekillendirilmiş, düzenli ve zarif bir görünüme sahipti. Burunları, kristalin doğal parlaklığını taşıyan saydam kuvars rengindeydi.

Uzun ve zarif kuyrukları, kırmızı kristallerden oluşuyor, neredeyse bir kılıç kadar keskin görünüyordu. Hareket ettiklerinde, kuyruklarının ucundan ince bir ışık izi yayılıyor ve her kıpırdanışları ardında büyüleyici bir parlaklık bırakıyordu. En dikkat çekici özelliklerinden biri de kuyruklarının ucunda bulunan, soğuk ancak göz kamaştırıcı bir kor yayı gibi parlayan kristal aleviydi. Bu alev, ısı yaymasa da çevresini büyüleyici bir ışıkla aydınlatıyordu.

Hareketleri zarif ve kararlı, adımları sessiz ama etkileyiciydi. Ses çıkardıklarında, yankılı ve huzur veren saf kristal tonları duyuluyordu. Tıpkı kristal kediler gibi, onlar da sıradan bir hayvandan çok, sanat eseri ya da efsanelerde anlatılan büyülü varlıkları andırıyordu.

Aymil, canlılarıyla, ışıklarıyla ve melodik doğasıyla evrenin en büyüleyici gezegenlerinden biriydi ve şimdi, Eliana bin yılın ardından bu büyüleyici dünyaya geri dönüyordu.

"Emredersiniz, prenses," dedi Meli ve Ladina, Aymil'e doğru harekete geçti.

"Sence kraliçe ne istiyor olabilir?" diye sordu Krizia.

"Leila ve diğerleriyle ilgili sorular soracak."

"Onları bırakmak hataydı, biliyorsun."

"Evet, biliyorum ama içeride birilerine ihtiyaç vardı. Bunu sen de biliyorsun."

"Evet, biliyorum ve bu canımı sıkıyor. Sence ne zaman bir araya geleceğiz? Bir yıl, on yıl... Ne kadar süre sonra birlikte olacağız, merak ediyorum."

O sırada, çevresinde ince bir ışık dalgası titreşen kalkanın içinde duran İres, etrafına şaşkın bir ifadeyle baktı. Gözleri hızla bulunduğu ortamı tararken, sesi hem karışık hem de dikkat çekici bir tınıyla yankılandı. "Burası neresi? Sylvia, Rika, neredeyiz biz ve neden etrafımda kalkan var?"

İres'in uzun ve dalgalı saçları, omuzlarından aşağı zarifçe dökülerek her hareketinde ışıkla dans ediyormuş gibi bir görünüm yaratıyordu. Saçlarının doğal hacmi ve yumuşak dalgaları ona hem çekici hem de etkileyici bir hava katarken, siyah ve derin gözleri bulunduğu ortama anlam yüklercesine bakıyordu. Hafifçe aralanan dudaklarının kıyısında beliren belli belirsiz gülümseme, yüzüne sıcak ve samimi bir ifade katıyordu.

Keskin ve belirgin yüz hatları, ona doğal bir asalet kazandırıyordu. Yüksek elmacık kemikleri, ifadesini daha da vurgularken, hafif sivri çenesi ve belirgin çene çizgisi zarafetini tamamlıyordu. Ancak, yüzündeki şaşkınlık ve belirsizlik, bu duruşun ardında bambaşka bir karmaşanın saklı olduğunu hissettiriyordu.

"Biz şu an itibariyle, ittifakın taktığı isimle Yasak Bölge'nin içerisindeyiz, yani kalkanı geçtik," dedi Eliana.

"İttifakın derken ne demek istiyorsun?" diye sordu İres.

"Doğru ya... Sen bizi Sylvia, Rika ve Asuka olarak biliyorsun. Ama bizim gerçek isimlerimiz Eliana, Krizia ve Leila. Bizler Kristal... daha doğrusu Vera'lıyız."

İres'in gözlerinde şaşkınlık ve inançsızlık belirdi. Yüzündeki kaslar gerilirken bir adım geri çekildi. "Saçmalama," dedi, sesi keskin ve neredeyse öfkeli bir tınıya sahipti. "Onlar yok edildi. Bunu biliyorsunuz; bulduğumuz görüntülerde ve bilgilerde yazıyordu."

"Evet," dedi, "o video ve bilgilerde Arcas tarafından 'Evrenin bilmesi gerekenler' yazılı sadece. Yakında tüm gerçekleri öğreneceksin. Ama buradan gidemeyeceksin. Sonuçta, bizi ölü biliyorlar."

İres'in parmakları istemsizce yumruk haline geldi. Gözleri öfkeyle kısıldı, ama içinde yatan şüphe ve karmaşa yüzüne yansıyordu. "Ölümü ölmedik," dedi, sesi keskin ve meydan okuyucu bir hale bürünmüştü. "Buradayız, işte."

"Ona gösterin," dedi Eliana, sesi keskin ve otoriterdi.

"Nasıl isterseniz, Prenses," dedi Anna.

O anda odadaki hava ağırlaştı. İres'in içinde, gerçeklerin ağırlığını hissettiren bir huzursuzluk yükseliyordu. Eğer karşısındakiler doğruyu söylüyorsa, bildiği her şeyin ardında çok daha derin ve karanlık bir sır yatıyordu.

Görüntüler izlenmişti ve görüldüğü gibi, gerçekler yakında açığa çıkacaktı.

Eliana, geminin geniş penceresinden gezegenin yüzeyine baktı. Aşağıda uzanan manzara, göz kamaştırıcı bir kristal dünyasının ihtişamını sergiliyordu. Binalar, gezegenin doğal kristal yapısıyla bütünleşmiş, doğanın akışına uygun şekilde inşa edilmişti. Hiçbir yapı doğaya hükmetmiyor, aksine onunla uyum içinde şekilleniyordu. Kristal damarları, mimarinin doğal bir parçası haline getirilmiş, yapılar gezegenin enerjisiyle uyumlu bir formda yükselmişti.

Şehirler, sanki büyüyle dokunmuş bir masal diyarı gibiydi. Kristal kuleler gökyüzüne uzanıyor, zarif kemerler ve organik formlar, ışığın binlerce farklı tonda kırılarak süzüldüğü, adeta yaşayan bir sanat eseri oluşturuyordu. Binaların iç mekânları keskin ve sert hatlara sahip olmak yerine akışkan ve organik şekillerle biçimlendirilmişti. Duvarlar, şeffaf ve yarı opak kristallerden oluşuyor, içlerine gömülü doğal ışık damarları sayesinde sürekli yumuşak bir parıltı yayıyordu.

Doğa ve teknoloji burada iç içe geçmişti. Tavanları süsleyen kristal sarkıtlar zaman zaman titreşerek huzur verici melodiler yayıyor, bu yankılar şehrin ruhuyla bütünleşiyordu. Zeminler, ışığı yansıtan pürüzsüz kristallerden oluşmuştu; adımların basıncıyla hafifçe titreşerek yürüyen kişinin hareketlerine uyum sağlıyordu.

Mobilyalar dahi doğanın bir uzantısı gibi tasarlanmıştı. Oturma alanları dev kristal bloklardan oyulmuş, üzerine ışık saçan yumuşak kumaşlar serilmişti. Masalar, ince kristal sütunlar üzerine yerleştirilmiş, içlerinden geçen ışık damarları sayesinde iç mekânları doğal bir aydınlıkla donatıyordu. Yüzeylerindeki zarif oymalar ise soyut motiflerle süslenmiş, Vera'lıların doğaya ve enerjinin akışına olan derin bağlılığını simgeleyen şekiller taşıyordu.

Şehirlerin merkezinde, yaşamın kaynağını dengeleyen Kristal Çekirdekler bulunuyordu. Bu küçük ama güçlü enerji kristalleri, her binanın merkezine yerleştirilmiş, ortamın sıcaklığını dengeliyor, havayı arındırıyor ve gece gündüz fark etmeksizin yapıları hafifçe aydınlatıyordu. Bu sistem, Vera'lıların mimarisine hayat veren ve doğayla bütünleşmiş bir enerji kaynağıydı.

Geminin penceresinden aşağıya bakarken, Eliana'nın gözleri özel bölgeleri hemen seçti. Bu bölgeler tamamen beyaz kristallerden inşa edilmişti ve diğer yapılardan belirgin şekilde ayrılıyordu. Bu alanların en önemli özelliği, yalnızca evli bireylerin girişine izin verilmesiydi. Bekârların girmesi kesinlikle yasaktı.

İres, gördüğü bu dünyayı zihninde anlamlandırmaya çalışırken, kristallerin içinde saklı derin sırları hissetmemek imkânsızdı. Burada, yüzyıllardır korunmuş bir medeniyetin yankıları vardı—ve şimdi, onun önünde gerçeği öğrenmesi gereken yeni bir kapı açılıyordu.

"Prenses, Aymil'e inişe yaptık."

"Güzel."

İres, gemiden iner inmez çevresini saran kristal dünyayı dikkatle inceledi. Eliana ve diğerleri yürüyerek saraya doğru ilerlerken, yolların iki yanında uzanan kristal ormanlar göz kamaştırıcı bir manzara sunuyordu. Parlak yüzeyler, gün ışığını kırarak sayısız renge bürünüyor, ortamı adeta büyülü bir atmosferle sarıyordu.

Yol boyunca, kristal tilkiler ve kristal kediler dikkatini çekti. Derileri yerine pürüzsüz, yarı saydam kristallerden oluşan bu yaratıklar, ışığı emerek farklı tonlarda parlıyor, her hareketleriyle gölgeler içinde renk oyunları yaratıyordu. Tilkiler uzun, zarif kuyruklarını savurarak gruplar halinde hareket ediyor, kediler ise sessiz adımlarla etrafı izliyordu. Doğa, burada canlılarla birleşerek neredeyse başka bir boyutun varlığı gibi hissettiriyordu.

Saray nihayet görüş alanına girdiğinde, İres duraksadı. Karşısında yükselen yapı, diğerlerinden çok daha görkemliydi. Devasa bir ametist kristalinin içine oyulmuştu ve dış yüzeyinden akan enerji damarları, yıldızlar gibi parıldıyordu. Doğal kristal yapısı bozulmadan şekillendirilmiş, ancak içindeki enerji akışı bilinçli bir tasarımın ürünüydü.

Bu muhteşem yapının adı Aetherion Tacı idi. Kristallerin ihtişamını ve Vera halkının medeniyetini simgeleyen bu saray, yalnızca bir hükümdarlık merkezi değil, aynı zamanda bir enerji odağıydı. Dışarıdan bakıldığında bile içindeki büyüleyici gücü hissetmek mümkündü; burası yalnızca bir bina değil, yaşayan bir varlık gibi duruyordu.

İres, gözlerini bu eşsiz yapıya dikti. İçinde, burada öğreneceği gerçeklerin ağırlığını hissetmeye başlamıştı.

Aetherion Tacı'nın kapıları sessizce açıldığında, İres içeri adım attı. Sarayın giriş holü, baş döndürücü bir ihtişama sahipti. Yüksek tavanları, içinden ışık saçan devasa kuvars sütunlar süslüyordu. Sütunların kristal yapıları, gelen ışığı kırarak duvarlara ve zemine yumuşak yansımalar bırakıyor, saraya büyülü bir hava katıyordu. Zeminde ise devasa bir enerji mozaiği uzanıyordu; her adım atıldığında mozaik desenleri hafifçe parlıyor, yaşayan bir sanat eseri gibi nefes alıyormuş hissi veriyordu.

İçeriye ilerledikçe, sarayın kalbinde yer alan Kraliyet Bahçesi açığa çıktı. Burası, doğayla kusursuz bir uyum içinde var olan bir huzur alanıydı. Bahçede, doğal olarak büyüyen kristal çiçekler, ışık saçan zarif sarmaşıklar ve ince gövdeli, küçük kristal ağaçlar bulunuyordu. En dikkat çekici olan ise prizmatik su havuzlarıydı; bu havuzlardaki su, sıvıdan çok yavaşça akan yarı katı kristalleri andırıyordu. Yüzeylerinde dalgalanan renkler, ışığın her yöne saçıldığı göz kamaştırıcı bir yansıma oluşturuyordu. Hafif bir rüzgâr estiğinde, kristal yapraklar birbirine çarparak melodik bir tını yayıyor, bahçeye huzur verici bir atmosfer kazandırıyordu.

İres, yoluna devam ederek sarayın merkezine, Taht Salonu'na doğru ilerledi. Salonun içine adım attığında, buranın görkemini hissetmemek imkânsızdı. Devasa bir ametist kubbenin altında yükselen taht, saf beyaz opalden oyulmuştu. Karmaşık ve incelikle işlenmiş detaylarla bezenmiş bu tahtın üzerinde, yıldız tozundan işlenmiş ince kristal süslemeler bulunuyordu. Salonun yüksek tavanından aşağıya doğru inen ince, cam gibi kristal teller, rüzgârın en hafif dokunuşuyla titreşiyor ve ortama dingin bir melodi yayıyordu. Bu melodiler yalnızca estetik bir dokunuş değil, aynı zamanda sarayın enerji dengesini koruyan bir sistemin parçasıydı.

Salonda ilerleyip tahtın bulunduğu platforma gözlerini çevirdiğinde, Kraliçe Elvira'nın ihtişamlı varlığıyla karşılaştı. Onun zarif ama güçlü duruşu, dikkat çekici ve doğal bir asalete sahipti. Yüz hatları belirgin ve inceydi; yüksek elmacık kemikleri, yuvarlak bir çene yapısı ve hafif sivri bir burun, ona güçlü ama narin bir ifade kazandırıyordu. Ten rengi porselen kadar pürüzsüzdü ve ışığın altında adeta parıldıyordu.

Kraliçe'nin uzun beyaz saçları, omuzlarından aşağı zarif dalgalar halinde akıyordu. Saçlarının arasına serpiştirilmiş ince kristal iplikler, ona adeta göksel bir hava katıyor, ışık her yansıyışında farklı renk oyunları yaratıyordu. Gözleri kristal mavisi bir renkteydi, derinliklerinde bilgelik ve sakinlik taşıyordu. Sade ama anlam yüklü bakışı, bir anda dikkat çekerken aynı zamanda büyüleyici bir huzur yayıyordu. Uzun ve koyu kirpikleri, bakışlarını daha da belirgin hale getiriyordu.

Başındaki kristal taç, mavi taşlarla süslenmişti ve kraliyet kimliğini zarif bir şekilde vurguluyordu. Ancak gereksiz görkemden kaçınan biri olarak, yalnızca gerektiğinde bu tacı takardı. Üzerinde gök mavisi tonlarında, ince kristal işlemelerle bezenmiş zarif bir elbise vardı. Kumaş hafifti ve hareket ettikçe ışıkla dans ediyormuş gibi bir etki yaratıyordu.

Eliana, ona bakarken, ırkının tüm kadınlarının zarif benzerlikler taşıdığını hatırladı. Ufak farklılıklar dışında hepsi aynı eterik güzelliğe sahipti. Kraliçe Elvira'nın huzurunda dururken, sarayın yalnızca bir yapı değil, bir medeniyetin özü olduğunu bir kez daha hissetti.

Kraliçe Elvira, tahtında otururken yüzü gölgelenmiş bir öfkenin izlerini taşıyordu. Zarif parmaklarıyla kucağındaki kristal tüyleri parıldayan kediyi okşarken gözleri Eliana'ya odaklanmıştı.

''Kraliçem'' diye seslendi Eliana.

"Leila ve diğerleri nerede, neden yanınızda değiller, Eliana cevap ver," diye sordu kraliçe Elvira.

Elvira, kucağındaki kediyi yavaşça yere bıraktığında, odanın içinde hafif bir tını yayıldı. Kedi, tahtın üzerine zıplayıp kıvrılarak yatarken, kraliçenin yüzündeki ifade sertleşti. Sesindeki hafif titreşim, içerdiği öfkeyi gizleyemiyordu.

"Onları geride bıraktık."

"Krizia, seni bir hafta önce buradan gönderdiğimde beşinizin dönmesini emretmiştim, hatırlarsan. Ama siz bana bir yabancı getirdiniz."

Kraliçe'nin gözleri Eliana'nın arkasında duran figüre kaydı. O ana kadar sessiz kalan İres, Kraliçe Elvira'nın keskin bakışları altında kıpırdamadan duruyordu.

"Prenses böyle olmasını istedi kraliçem, özür dilerim," dedi Krizia.

"O, arkadaşım ve bize yardım edecek, anne."

"Yardım mı? Sence yardıma ihtiyacımız var mı? Biz, Evren'de yaşayan en güçlü ırkız, bunu biliyorsun."

Sarayın yüksek tavanlarından sarkan kristal teller, kraliçenin sesiyle birlikte titredi, havada yankılanan melodik titreşimler ortamdaki gerilimi artırdı. Kraliçenin kristal mavisi gözleri kızının yüzüne sabitlenmişti.

Eliana, derin bir nefes aldı. Annesinin otoritesini ve ırkının gücüne olan sarsılmaz inancını biliyordu. Ancak bildiği başka bir şey daha vardı: Onların dünyası değişiyordu ve Elvira ne kadar reddetse de bu gerçeği görmek zorundaydı.

"Evet, anne, biliyorum." Sesinde ne bir tereddüt ne de korku vardı. "Ama bu kalkanın arkasına sıkışıp kaldık ve Evren'in yarısı bizi, üç bin yıl önce olan ama olmayan bir ırkla yaptığımız savaşta yok edildiğimizi zannediyor. Geri kalan yarısı da yakında bunu öğrenecek... Sen de bunun farkındasın."

Odada kısa süreliğine bir sessizlik hâkim oldu. Kraliçe Elvira, kızının sözlerinin ağırlığını tartarken başını hafifçe eğdi. Sarayın büyüleyici atmosferinde, tahtın etrafında yankılanan melodiler, bu sessizliğin içinde bile bir tür gerilim taşıyordu.

Kraliçe Elvira, tahtında biraz daha geriye yaslanarak kızına baktı. Yüzündeki ifadede sabır vardı ama bu, sınırlarının zorlanmakta olduğunu gösteren bir sabırdı. Gözleri, kristal mavisi ışıltısıyla Eliana'yı baştan aşağı süzdü ve sesinde soğuk ama otoriter bir tonla konuştu:

"Bilmediğim bir şey söyleyeceğini zannettim, kızım." Bir anlık duraksamanın ardından ekledi: "Şimdi Leila ve diğerleri nerede? Onları neden geride bıraktın, söyle bakalım."

Eliana derin bir nefes aldı. Annesinin huzurunda dik durmaya çalışsa da içindeki gerginlik hissediliyordu. Cevap vermeden önce bir anlığına düşündü. Kararını savunmak zorunda olduğunu biliyordu.

"Bin yıldır Reinaz'ın içindeydik ve kalkanı geçmek için çok az deneme yaptılar." Sesi kararlıydı. "Ancak yakında büyük bir denemede bulunacaklar ve böyle bir deneme gerçekleşirse, Leila ve diğerleri bizimle iletişime geçerek bildirecekler. İstemesem de onları bu nedenle arkada bıraktım."

Kraliçe'nin yüzünde bir gölge belirdi. Dudaklarını hafifçe aralayarak iç çekti, sonra gözlerini devasa ametist kubbeye doğru çevirdi. Bir an düşündü, ama bu düşünce kısa sürdü. Gözlerini tekrar kızına dikerek, sesine hafif bir sertlik ekledi:

"Onları geride bırakmanıza gerek yoktu." dedi, tahtın üzerinde yatan kediye zarif ama kararlı bir hareketle dokunarak. "Buradan bile Reinaz liderleriyle bağlantı kurup planları hakkında bilgi alabilirdik. O yüzden Lorena, hemen Melanie ile iletişime geç ve Leila ile birleşsinler. Olabildiğince az ayrı kalsınlar," dedi.

Lorena, Elvira'nın sağında duruyordu. Hızlı bir şekilde karşılık verdi:

"Emredersiniz, Kraliçem."

Kraliçe, bir süre daha Eliana'ya baktıktan sonra yorgun bir nefes verdi. Otoritesini korumakla birlikte, yüzündeki gerginlik hafifçe dağılmıştı. Eliana'nın ve yanındaki İres'in gözlerinin içine bir kez daha baktı. Ardından başını hafifçe yana eğerek, sesini daha yumuşak ama hâlâ buyurgan bir tonda yükseltti:

"O zaman siz gidip dinlenin. Arkadaşınızı da götürün."

"Emredersiniz, kraliçem," dedi Eliana ve odasına gitmek üzere taht odasından çıktılar. Onlar çıkarken Kraliçe'de tacını kafasından çıkardı ve kenara koydu.

İres, odaya adım attığında gözleri hayranlık ve şaşkınlıkla etrafı inceledi. Sarayın ikinci katında yer alan bu oda, saf zarafet ve kusursuz bir estetik anlayışının birleşimiydi. Her detayın incelikle işlendiği bu mekân, kristalin doğasından gelen berraklık ve ışığın yansıtılmasıyla adeta bir sanat eserine dönüşmüştü.

Yüzeylerin tamamı kristalden oluşuyordu; tavan, zemin ve duvarlar kristalin doğal parlaklığıyla kaplıydı. Bu berrak yüzeyler, ışığın en iyi şekilde yayılmasını sağlayarak mekâna hem genişlik hem de büyüleyici bir atmosfer katıyordu. Kristalin kendine özgü dokusu, duvarlarda ince geometrik desenlerle işlenmişti ve bu desenler, odanın her köşesine ayrı bir karakter kazandırıyordu.

Odanın merkezinde, büyüleyici güzelliğiyle dikkat çeken geniş bir yatak yer alıyordu. Kristal çerçeveli bu yatak, alt kısmındaki zarif ışık sistemleri sayesinde havada süzülüyormuş gibi görünüyordu. Yatak örtüleri, kristalin parlak dokusuna uyumlu olacak şekilde yumuşak ve ipeksi bir kumaştan yapılmıştı. Yatağın iki yanında, tamamen kristalden oyulmuş küçük çekmeceli dolaplar bulunuyordu. Bu dolaplar, yalnızca işlevsellikleriyle değil, aynı zamanda estetik açıdan odanın bütünlüğünü tamamlayan tasarımlarıyla da göz alıcıydı.

Odanın köşelerinde yer alan iki kristal masa ise zarif işlemeleriyle hemen fark ediliyordu. Üzerlerinde gömülü ışık damarları bulunan bu masalar, hem dekoratif hem de işlevsel bir yapıdaydı. Loş bir aydınlatma sağlayan bu ışıklar, odanın geceleri de büyüleyici bir atmosfere sahip olmasını sağlıyordu. Masalar, kişisel eşyaların ya da zarif kristal objelerin sergilenmesi için ideal bir düzen içindeydi.

Sağ taraftaki duvar boyunca, tamamen kristalden yapılmış büyük bir ayna ve yanında yine kristalden oyulmuş bir dolap uzanıyordu. Dolabın yüzeyine işlenen desenler, ışığın farklı açılardan yansımasını sağlayarak ona derinlik katıyordu. İç bölmeleri, kıyafetlerin ve aksesuarların düzenli bir şekilde saklanabilmesi için özel olarak tasarlanmıştı. Dokunmatik bir mekanizmayla açılan dolap, içerisindeki temel eşyaları hafif bir ışık huzmesiyle aydınlatıyordu.

Banyoya, kristal bir kapıdan geçilerek ulaşılıyordu. Zeminden tavana kadar kristalden yapılmış bu banyo, ışığın her yüzeyde eşit dağılmasını sağlıyor, böylece aydınlık ve ferah bir alan oluşturuyordu. Duş alanı, holografik bir kontrol paneliyle donatılmıştı; suyun sıcaklığı ve akışı, dokunmatik sistemlerle kolayca ayarlanabiliyordu. Lavabo, kristal bir kase şeklindeydi ve etrafını saran ışık halkası, ona zarif ve çağdaş bir görünüm kazandırıyordu. Duvar boyunca uzanan ayna ise hafifçe parlayan zarif bir çerçeveyle süslenmişti.

Sol duvardaki büyük pencere, hem dışarıdaki kristal manzarayı hem de gökyüzündeki yıldızları izleme imkânı sunuyordu. Çerçevesinde ince kristal işlemeler bulunan bu pencere, odaya ihtişamlı bir görünüm kazandırıyordu. Göz alıcı güzelliğiyle odanın her köşesi, kristalin doğal koruyuculuğu altında huzur ve estetiğin mükemmel uyumunu yansıtıyordu.

Burası yalnızca sarayın bir odası değildi; gezegendeki tüm yapılar aynı sanatsal ve mühendislik harikası tasarım anlayışıyla inşa edilmişti. Kristal mimari, yalnızca estetik bir unsur değil, aynı zamanda bu gezegenin varoluş biçiminin ayrılmaz bir parçasıydı.

İres, şaşkınlığını tam olarak üzerinden atamadan, gözlerini hâlâ odanın her detayını incelerken, "Sen prenses misin?" diye sordu. Sesinde hem hayret hem de hayranlık vardı.

"Evet, öyle," dedi Eliana, sakince. Ardından, yumuşak ama kesin bir ses tonuyla ekledi, "Sen bugünlük dinlen. Yarın konuşuruz. Onu kalacağı yere götürün."

"Nasıl isterseniz, prenses," dedi Loren ve İres'i odadan çıkararak ona ayrılan bölüme doğru yöneldi.

Eliana, kapının ardından kapanmasını izledikten sonra derin bir nefes aldı. Gün uzun ve yorucuydu. Üzerindeki ağırlığı hafifletmek için hızla banyoya yöneldi. Kristal duvarların içindeki ışık damarları, sıcak suyun buharıyla hafifçe parlayan bir hale bürünmüştü. Suyun vücuduna dokunuşu, zihnindeki düşünceleri biraz olsun yatıştırsa da, Leila hakkında hissettiği endişe bir an bile azalmadı.

Duştan çıkıp yatağına uzandığında, zihni hâlâ onun üzerindeydi. Ancak tam gözlerini kapatmaya hazırlanırken, odasına izinsiz giren iki kedi yüzünden uykuya dalması beklediğinden daha zor oldu. Yaramaz yaratıklar, zarif kristal mobilyaların arasında sessizce dolaşıyor, zaman zaman onun dikkatini çekmek istercesine hafifçe miyavlıyorlardı. Sonunda prenses, hafif bir gülümsemeyle pes etti ve kedilerden birini nazikçe kollarına alıp sevdi. Onların huzurlu varlığı, içinde taşıdığı kaygının ağırlığını biraz olsun hafifletti ve nihayet, gözleri yavaşça kapanarak derin bir uykuya daldı.

Sabah olduğunda, kahvaltısını bitirdikten sonra İres ile tekrar bir araya geldiler. Şimdi, tüm gerçekleri anlatmanın zamanıydı.

İres, duyduklarını sindirmeye çalışarak:

"Yani," dedi tereddütle, "bizim bulduğumuz bilgilerde ve o savaş videosunda gördüğümüz çatışma, aslında sizinle ittifak arasındaki savaştı... Ama verilere göre siz yok edilmişsiniz gibi görünüyordu."

"Yok, edilen biz değildik," dedi Eliaana net bir ifadeyle. "Bize saldıranlardı. Biz yalnızca yok edilmişiz gibi göründük. O savaş sırasında orada bile değildik. Tüm gemiler otomatikti, savaşanlar ise tamamen robotlardan oluşuyordu. Ve savaş, tam olarak bizim planladığımız gibi sona erdi."

"Peki, ittifak neden bize yalan söylesin ki?" diye sordu. Ancak sorusunu sorarken bile gözleri odada dolaşan kedilere kaydı.

"Evreni sömürmek istiyorlar," dedi bu sırada yakınlarda ki kediyi kucağına alıp sevmeye başladı. "Daha önce de denediler. Onlarla birçok kez savaştık ve her seferinde kazandık. Sonra, izlediğin savaş yaşandı ve biz Evren'le olan bağımızı kopardık. Çünkü Evren'in yarısı hâlâ İttifak'ın kontrolünde... ve bir savaş daha, çok fazla ölüm demek."

İres, kedilere bakarken bir an duraksadı. Duydukları, bildiği gerçekleri kökten sarsıyordu. Evren sandığından çok daha karmaşıktı ve görünenin ötesinde bambaşka bir boyuttaydı.

"Gerçeği söylesek olmaz mı?" diye sordu. Sesi, içinde hâlâ bir umut barındırıyordu. O sırada çekingen bir şekilde elini yakındaki kediye uzattı. Ancak hayvan, İres'i pek sevmişe benzemiyordu; aniden tısladı ve patisini savurarak onu uzaklaştırmaya çalıştı. Eliana, bu durumu gülümseyerek izledi ve hafifçe kahkaha attı.

"Merak etme, zamanla sana da alışırlar," dedi kediyi nazikçe yere bırakırken. Hayvan, huzursuz bir şekilde birkaç adım attıktan sonra hızla yanlarından uzaklaştı.

"Daha önce hiç denediniz mi? Gerçeği söylemeyi?"

"Daha önce söyledik," dedi sakin ama kesin bir sesle. "Üstelik ittifak'ın ana kurucularının soyundan gelenlere bile söylettik ama kimse inanmadı. Yani, bu boş bir çaba olurdu. İşte bu yüzden biz de İttifak'ın içine sızdık."

"İyi ama... sizinle ilgili kayıtlara baktığımda insandınız. Bu nasıl olabilir?"

"İlkel bir teknoloji," dedi hafif bir tebessümle. "Sızması oldukça kolay oldu. Sisteme erişim sağladıktan sonra bilgileri değiştirdik. Görünüşümüz ve kimliğimiz, İttifak'ın istediği gibi oldu."

"Benden ne istiyorsunuz?" diye sordu.

"Aslında seni buraya getirmek gibi bir planımız yoktu," dedi dürüstçe. "Ekibimiz kalabalıktı ve bizim de birilerini yanımıza almamız gerekiyordu. O da sen oldun."

"Asuka'nın son anda fikrini değiştirmesi... Peki, o ne olacak? Sonuçta o da sizden."

"Ben istediğim için öyle yaptı," dedi sakince. "Çoğu onu korkak olarak görecek ama o bunun üstesinden kolayca gelecektir. Yani, endişelenmene gerek yok."

İres, hâlâ sorgulamaktan vazgeçmemişti. Ancak prenses, gözlerini ona dikerek son cümlesini söyledi.

"Sen dünden beri ölüsün ve öyle kalacaksın." Sesi kararlı ve sarsılmazdı. "Bir süre gözetim altında tutulacaksın. Ve gözetim sonuçlarına göre... gerçekten ölü olup olmayacağına karar verilecek."

İres'in içini bir ürperti kapladı. Bu sözler, artık onun için geri dönüş olmadığını gösteriyordu.

General Lorena, ağır adımlarla odaya girerken gözleri etrafı taradı. Kararlı ve disiplinli duruşuyla odadakilere göz gezdirdi ve sonunda bakışlarını genç kadına dikti.

"General Lorena, neden buradasınız?" diye sordu Eliana, içinde büyüyen endişeyi bastırmaya çalışarak.

"Kraliçemiz bunu iletmemi istedi, o yüzden buradayım," diye yanıtladı. Ardından, gözlerini Krizia'ya çevirerek hafifçe başını eğdi. "Peki, siz nasılsınız? Özellikle sen, Krizia. Ablan geride kaldı ama sen burada, yanımdasın."

"Ben kalmak isteseydim bile ablam izin vermezdi," dedi yumuşak ama kesin bir sesle. "O, her zaman kendi kalmayı seçerdi. Anne, bunu biliyorsun."

"Evet," dedi kısa bir duraksamadan sonra. "Biliyorum ayrıca arkadaşınızı bugün son görüşünüz olabilir, o yüzden onunla vedalaşın."

"Nereye götüreceksiniz?" diye sordu Eliana, sesine hâkim olmaya çalışarak.

"Gözetim altında tutulacağı bir yere, prenses. Merak etmeyin."

"Siz tam olarak kimsiniz?" diye sordu, bir adım geri çekilirken. "Hakkınızda sürekli yeni şeyler öğrenip duruyorum."

"Biz mi?" diye sordu, sonra hafifçe gülümsedi. "Sana daha önce söyledim. Ben Prenses Eliana. Krizia ve Leila, General Lorena'nın kızları. Aynı zamanda, Leila ve ben birlikte büyüdüğümüz için kardeşiz."

"Peki... beni öldürecekler mi?" dedi İres, hâlâ duyduklarını sindirmeye çalışırken, içindeki en büyük soruyu sormaktan çekinmedi.

"Bilemem," dedi. "Buna ben karar vermiyorum. Kraliçe karar veriyor."

"Sen onun kızısın. Eğer söylersen, belki beni bırakır."

"Bırakmak mı?" diye mırıldandı. "Sen ölüsün, İres. Tıpkı bizim gibi. Şimdilik dönecek bir yerin yok."

"Sylvia, saçmalıyorsun," dedi sesi titreyerek. "Bırak gideyim. Olmaz mı?"

"Onu kraliçenin istediği yere götürün," dedi.

"Emredersiniz, general," dedi askerler ve İres'i yanlarına alarak hızla odadan çıktılar.

Odada bir süre sessizlik hâkim oldu. Eliana, yüzündeki düşünceli ifadeyle Lorena'ya döndü.

"General, sizce bize inanacak mı?" diye sordu.

"İnanır," dedi nihayet. "Ama bu onun hayatta kalacağı anlamına gelmiyor. Gözetim sonuçlarına göre gerçekten ölü olup olmadığına karar verilecek." Sonra bakışlarını Eliana'ya çevirdi ve sert bir ifadeyle ekledi: "Eliana, fazla oyalanma ve eğitim sahasına dön."

"Peki, general. Merak etmeyin, birazdan geliyorum," dedi ve ağır adımlarla kapıya yöneldi. Krizia da ona eşlik etti.

"Bu arada, Shou konusunda ne yapacaksın?" diye sordu Krizia.

"Bilmiyorum," dedi sonunda. "Şimdilik biz ölüyüz ve öyle kalacağız. Ayrıca sen de biliyorsun, asla Shou ile evlenmezdim." Sesi belirgin bir şekilde sertleşmişti. "Sonuçta ben Leila'ya aitim, tıpkı onun da bana ait olduğu gibi ve vakti geldiğinde tüm gerçekler ortaya çıkacak."

"Peki, gerçekler ortaya çıkınca ne olacak?"

"Tüm düzen yerle bir olacak," dedi kararlı bir sesle. "O yüzden o güne hazırlıklı olmalıyız. Biz burada, Leila ve diğerleri orada. Her şey evrenin kurtuluşu için, bunu biliyorsun."

"Evet, prenses," dedi sessiz ama kesin bir ifadeyle. "Ve bunun için ne gerekiyorsa yapacağız."

O sırada eğitim sahasına ulaşmışlardı. Eliana, kısa bir nefes alarak düşüncelerini zihninin derinliklerine itti ve kendini eğitime verdi.

Eliana, tüm günü yoğun eğitimle geçirmişti. Vücudu yorgun, zihni ise karmaşıktı. En sonunda kendini odasına attığında, Krizia da onunla birlikte gelmişti. Hiçbir şey söylemeden Krizia'nın dudaklarına kapandı. Krizia da karşılık verdi ve aralarındaki tutku hızla alevlendi. Saatler sonra, yan yana uzanmış ve yorgun düşmüş bir şekilde uykuya daldılar.

 

 

Bölüm İçinde Geçen Bazı Kelimeler Hakkında Bilgiler:

Astralis: Yıldızlara ait veya Yıldızlarla ilgili

Ladina: Nazik, iyi huylu

42: "Otostopçunun Galaksi Rehberi" (The Hitchhiker's Guide to the Galaxy) kitabına atıftır. 42 sayısı, özellikle bilim kurgu kültüründe oldukça ikonik bir anlam taşır ve genellikle "Hayat, Evren ve Her Şeyin Cevabı" olarak bilinir. Bu, Douglas Adams'ın ünlü "Otostopçunun Galaksi Rehberi" (The Hitchhiker's Guide to the Galaxy) adlı eserinde yer alan bir kavramdır. Adams, 42 sayısını bir matematiksel ve evrensel soru olarak ortaya koyar, ancak bu sayının gerçekten ne anlama geldiği asla açıklanmaz. Bunun yerine, 42'nin "her şeyin cevabı" olarak verilmesi, anlam arayışını ve evrenin karmaşıklığını hicveden bir espri halini alır.

Dyson küresi: Yıldızı tamamen çevreleyen ve onun enerji üretiminin neredeyse tamamını yakalayan varsayımsal bir mega yapıdır.

Renas: Latince ''yeniden doğuş'' anlamına gelen 'Renatus' adının kısa biçimi

Aymil: Roma İmparatorluğunda bir aile adı olan Aemilius sözcüğünden türetilmiş ad. Anlamı:1.Çalışkan, istekli, rekabetçi, yarışçı 2.Rakip,rekabet eden

Krizia: Bilinmeyen

Meli: Bal

Anna: Zarif,Tatlı

Aetherion Tacı: Aetherion, Aether kelimesiyle bağlantılı "eter" ya da "göksel enerji" anlamına gelir. Eter, eski zamanlarda evrenin her yerini doldurduğuna inanılan bir maddeydi, ya da bazen daha geniş anlamda evrensel bir enerji alanı olarak tanımlanır. "Aetherion" kelimesi, bu kavramın daha epik veya büyülü bir versiyonunu temsil eder. Taç ise zaten bilinen bir kraliyet sembolü olup, güç ve egemenlik ile ilişkilidir.

Melanie: Siyah, Koyu Renk

Loren: Laurus Latince defne ağacı anlamına gelir; onur, şeref ve zaferin simgesidir.

 

Bölüm : 28.07.2024 14:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...