46. Bölüm

46.

selin şafak
selinsafak

 

 

"Villa Turna?" diye, metal levhadan okuduğu yazıyı ağzı şaşkınlıkla açık halde tekrar eden Meyil, Arca'ya sorar gibi baktı.

Arca omuz silkti, "Villanın ismi var anasını satayım, üç sıfır daha ekle!"

Genç çiftin şakalaştığını düşünerek nazikçe gülümseyen gayrimenkul danışmanı, hevesli bir şekilde evin kapılarını açıp müşterilerini içeriye buyur etti. Arca için bir ismi olan villalar kadar alay edilesi olan diğer şey, kendisine artık emlakçı dedirtmeyen bu yeni nesil çakallardı. Oysa muhatabı, Bebek korusu sırtlarındaki Villa Turna'nın üç buçuk metre yükseklikte ve dört metre genişlikteki kanatlı kapılarını onlara çok hoş bir karşılamayla açıyordu. Genç çiftin, özellikle genç kadının büyülenmiş ilk bakışının tadını birkaç saniye çıkardıktan sonra profesyonel bir şekilde sunumunu yapmaya başladı.

"İnşaa eden mimar, turna kuşlarının hikayesini çok sevdiği için bu ismi vermiş, 2000'li yılların milenyum ruhunu taşıyan bu ünlü villamız, füturistik tarzıyla öne çıkan ve karakter sahibi bir yapı olma özelliğiyle fiyatını hak eden bir ev. Mimarımız birçok prestijli ödül sahibi ve aynı zamanda Marmara Üniversitesi Mimarlık Fakültesinin akademisyenlerinden, İbrahim Aydınoğlu."

"Neymiş turna kuşlarının hikayesi?"

Gayrimenkul danışmanı, tanıştıkları andan beri asıl etkilemesi gereken kişinin genç hanım olduğunu düşünerek çoğunlukla ona hitap ediyordu fakat Arca'nın bu dimdik sorusuyla hemen genç adama döndü. Acaba eşini mi kıskanmıştı, sesi biraz dik çıkmıştı, herif iyi giyimli olsa da pek görgülü bir tipe benzemiyordu, genç kadın ise güzel olduğu kadar nazikti.

"Efendim turna kuşları, Uzak Doğu kültüründe şans, uzun ömür ve sadakatin sembolü olarak görülüyor. Göktürkler'de ise ölümden sonra ruhun, gökyüzüne yükselip burada turna suretine büründüğüne ve bu surette gökyüzünde süzüldüğüne inanılmış. Ancak Mimar İbrahim Beyi asıl etkileyen onların aile bağları olmuş."

"Turna ailesi ha? Ne yapıyormuş peki bu turnagiller?"

"Yaşamları boyunca tek eşli olan ve bu nedenle saflığın, vefanın, sadakatin ve sonsuz aşkın sembolü haline gelen turnalar, bu eşsiz özellikleri sayesinde yüzyıllar boyu masallara, şarkılara ve türkülere konu olmuş. Turnalar, eşi ölünce uzaklara uçar ve bir daha başka bir eşle birleşmezmiş. Bu yüzden dünyada sadakat denilince akla gelen..."

Arca araya girdi, "Angutlar da öyle!"

Meyil, önünde dikilip seyre daldığı mermer kaideden gözlerini ayırıp bir kahkaha attı ve ekledi,

"Divane kuşları da var! Eşi ölünce kahrolup taş yiyerek kendini öldürüyor-muş!"

Danışman önce şaşırdı, sonra gülümseyerek Meyil'e katıldı.

"Diğer adıyla Albatroslar, değil mi hanımefendi? Kuşlara ilginiz var demek."

Meyil huysuzca burnunu kırıştırdı, "Yok!" dedi ve adama göz süzerek birkaç adım yaklaştı, "Ayrıca o tek eşli, eşine sadık diye güzellenen kuşların bile artık üçlü ilişkiler kurduğu gözlendi. Hindistandaki Sarus turnaları mesela iklim değişikliği ve insanların hayvanlara yaşam alanı bırakmaması yüzünden artık o tek eşli olma vasfını terkediyor, yani kuşlar bile kendini bozdu."

Adam ne diyeceğini bilemedi, Meyil ise kaç sene önce annesinin kuaför dükkanında can sıkıntısından izlediği belgesel bilgilerini, nasıl böyle ezber ettiğine kendi kendine şaştı.

Arca önce kol saatine baktı sonra bir sigara yaktı. "Gülüm evi gez hele, siz de bırakın bu romantik masalları da Meyil Hanımı ikna edin, benim vaktim yok."

"Tabi efendim."

...

 

Meyil, ertesi gün, yeni evinin tapusuyla birlikte şahane villaya geri geldiklerinde etrafa hayranlıktan öte, daha farklı bir gözle bakmaya başladı, etrafını sarmalayan karanlık zenginliğin rüzgarıyla ürperdi.

Gayrimenkul danışmanının ağzına sıçan, ayağına getirttiği noterin ve evin eski sahibinin yanında çanta dolusu dolarları sayarken kasım kasım kasılan Arca'ya, "550 milyon ha? Mide bulandırıcı derecede zengin bir züppesin artık!" dedi şaka yapmak ister gibi fakat yüzü kaskatıydı.

Arca omuz silkti.

Meyil devam etti, "İnsanlar üç kuruşa ay sonunu çıkarmayı düşünürken, fabrikalarda çalışırken, kira öderken, kredi kartı borçlarına takla attırırken, çocuğuna ayakkabı alamazken... Düşünüyorum da, bazı insanların bu kadar savurgan olması haksızlık! Ben yokluk içinde büyüdüm ve özellikle lisede, o zengin çocuklarının arasında, bu uçurumdan hep tiksindim. Şimdi tiksindiğim o yere gelip keyif çatmak tuhaf hissettiriyor."

"Saçma!"

"Artık gerçekten milyonersin, dimi?"

"Şahsi olarak, artık zenginim, evet. Ama benim ailem de hep varlıklıydı. Dedem, babam, amcam, annem, hepsi zengindi. Ben, onlara tamah etmedim. Kendi servetimi kendim yaptım. Bu paranın tüm kaynağını ben sağladım. Asıl zenginlik bu."

"Ben de ilk defa kendi paramı kazandığımda kendimi çok güçlü hissettim. Ama bu bir yandan da korkutucuydu. Parayla ne yapacağını bilemiyor insan. Yani gerekenden fazlasıyla. Gerekenden fazlası... Sence de tüm sorunların kaynağı bu değil mi? Mesela Dubai'deyken düşündüm de..."

Arca sabırsızca kızın sözünü kesti, "Evi mi beğenmedin?"

Tapuyu onun üstüne yapmıştı halbuki, bir kadın daha ne isterdi?

"Ben onu mu diyorum?"

"Öyleyse boş boş konuşma Meyil, bak işte keyfine."

"Sohbet etmeye çalışıyordum."

"Deldin beni, bu mu sohbet? Ben otele geçiyorum işlerim var. Birazdan şirketten gelecekler. Çalışanlarınla tanış, evini dekore et, yerleş, keyfine bak. Hadi eyvallah."

"Arca nereye?

Arca ardına bakmadan elini omzunun üstünden kabaca sallayarak çıkıp gitti.

Meyil, ortasında durduğu devasa salonun daha da büyüdüğünü, normal bir dairenin iki katı yükseklikteki tavanların tepesinde daha da yükseldiğini, kendisinin küçüldüğünü sandı. Duvarlar biran gözüne dağ gibi göründü ve Meyil'in cüssesi, çölün ortasındaki bir kum zerresi gibi ufalanıp savrulacak gibi oldu.

Bu ev, bu yeni hayat ona fazla mıydı, kendisi mi bu ihtişamın yanında azdı bilemedi. Neyi vardı böyle? Adını bile bilmediği acayip soslarla pişirilmiş özel bir deniz mahsulünün tadına ilk kez bakmış ve yediğinden hoşlanmadığı halde ona görgüsüz diyecekler diye söylemeye utanır gibi içine çekilmişti adeta. Damağında kalan kekremsi tadın kaynağını anlamıyor ve yutkunamıyordu, değil ki sindirsindi.

Sarıyer Büyükdere Mahallesinde, geniş Boğaz manzaralı, yeni restore edilmiş 1,5 dönüm arsa içindeki bu özel villa çok geniş bir bahçeye, açık yüzme havuzuna, altı araçlık açık otoparka sahip, 800 metrekarelik net kapalı kullanım alanıyla şahane bir tripleksti. 7+1 villanın içinde asansör, sauna, cam tavanlı panoramik teras ve tenis kortu bulunuyordu. Şok olduğu ve zengin/fakir edebiyatıyla Arca'yı kızdırdığı kadar vardı. Böylesini ne görmüş, ne duymuş, ne hayal etmişti. O deli herif, ona zorla tapuyu ve anahtarları verip -senin demişti.

Meyil, güncel kura göre evin yaklaşık 16bin Dolar veya 15bin Euro ettiğini kafasından çarpma ve bölme işlemi yaparak hesaplamış ve hesaba evin yıllık emlak vergisini de katınca epey yorulmuştu. Evin daimi ve yatılı çalışanları, iki mutfak ve iki güvenlik personeli olarak Arca'nın gönderdiği şirket tarafından kendisine takdim edilmişti. Ayrıca haftanın üç günü bir bahçıvan ve haftanın iki günü de dört kişilik temizlik ekibi eve gelecekti. Bunların maaşları da aylık 140bin lira tutuyordu. Arca, Meyil aksini kendisi isteyene kadar hepsini üstlenmişti. Böyle söylemişti. Kendi masraflarını kendisi karşılayabilecek zenginliğe eriştiğinde isterse kendisi ödeyebilirdi veya onun için farketmezdi, keyfine baksındı.

Deli miydi neydi? İnsan sevgilisine hiç bu kadar büyük bir servet bağışlar mıydı? Onu bu kadar çok mu seviyordu? Tamam, seviyordu ama o başka bir şeydi, bu kadarı çılgınlıktı! Noter tekrar tekrar sormuştu, adam bile çok şaşırmıştı. Ona bu kadar çok mu güveniyordu? İyi de niye güvenmesindi? Meyil, güvenilmez biri miydi, hiç değildi! Kendisinden mi şüphe duyuyordu şimdi de, iyice kafayı yemişti!

Yoo yoo, mesele sevgi ve güven değildi! Salak olma Meyil-di, ne kadar denyosun be kızım-dı! Arca kendine o kadar çok güveniyordu ki, laf arasında söylediğine göre otelinden bile daha pahalı olan bu evi ona hibe etmekte hiçbir beis görmemişti. Tabi görmezdi! Kim Adanalıya kazık atabilirdi ki? Evli olup olmaması da pek bir şey farketmiyordu, hayatına giriş çıkış yollarının tümü, onun tekelindeydi. Adanalı istemezse, Meyil ondan bir adım bile öteye gidemezdi. Bir sabah, ansızın, altın tepside sahip olduğu bu yarım milyarlık villanın tapusuna karşılık kendi hayatının tapusu, Arca Giray Kızılkan'ın elindeydi. Meyil hibe etmese de, öyleydi.

Gerçi bu karamsarlığının sebebi hormonaldi, kesindi. Günleri gelmişti ve işte yine, ayın o bilindik 'içine şeytan kaçmış' pms evresindeydi. Başka biri oluyordu bu evrede, mutsuz, huzursuz, kaprisli, memnuniyetsiz, heran kavga çıkarmaya hazır, geçimsiz... Bunlar, ay hallerinin psikolojik yansımasıydı fakat bedensel olarak da bambaşka biri oluyordu. En az iki kilo alıyor, göğüsleri şişip taş kesiliyor ve sızlıyor, karnı davul gibi geriliyor, saçları yağlanıyor ve asla şekle girmiyor, kuru cildi akneleniyor, diş etleri hatta tırnak dipleri bile cozutuyordu.

Meyil, 1/hormonlarıyla, 2/burcunun gezegen hareketleriyle fazlasıyla etki-tepki halinde yaşıyordu. Bir insan retrolardan ve pms'lerden en fazla ne kadar etkilenebilirse o kadar etkileniyor, günü gününe uymayan bir saatli bomba gibi oradan oraya atlıyordu. Neyse ki regl döneminin sonu güzeldi, hoştu. Biter bitmez öyle azgın oluyordu ki takip eden on beş gün boyunca Arca'yı deli divane ediyordu. İşte üç gün önceye kadar ofiste, asansörde, bilmediği bir evde, otoparkta Ferrarinin ön koltuğunda tavşanlar gibi sevişen sanki kendisi değildi. Şimdi kirpi gibi dikenlerini fırlatacak yer arıyordu.

...

Evi satın aldıktan sonra dört gün hiç görüşmediler. Meyil yeni evine hemen taşındı ve Holly sahnesine çıkmak için hazırlıklara başladı. Arca hazırlıklarla ilgilenirken ona soğuk davranıyor, eve gelmiyor, provalar esnasında kulüpte karşılaştıklarında Meyil'e dokunmuyordu. Dubai'de evlenme teklifinin üzerine yediği hezimetten sonra ona büyük bir servet değerindeki malikaneyi aldığı gün kızın saçma sapan konuşması, Arca'nın iyice canını sıkmıştı. Her şeyi onun için mükemmel hale getirmişti, daha ne istiyordu? Ona verdiği yüzüğü de takmıyordu, derdi neydi?

Kulüpte karşıdan karşıya verilen baş selamı ve birinin diğeri görmezken arkasından akıp giden bakışları hariç aralarında hiçbir iletişim yoktu, ikisi de tek kelime konuşmadı. Gururlarına gurur katıp diğeri gelsin diye beklediler. Bu arada Meyil yaptığı ve söylediklerinden pişman olmuş ve yeni evinde her gece Arca'yı özleyerek ağlamaya başlamıştı. Arca ise hala aralarında ne sorun olduğunu anlamamış fakat ciddiye alınacak bir sıkıntı olmadığı halde sevdiğinden uzak durmak zorunda hissederek kendi kendine onu cezalandırıyor fakat en büyük cezayı kendisi çektiği için deliye dönüyordu. Meyil'i uzaktan her görüşünde aklı başından gidiyor, aksayan bazı işlere sarıp hıncını adamlarından çıkarıyordu. İkisi de gururdan birer zırh kuşanmıştı. Zırhları sadece kendi canlarını acıtıyor olsa da diğerine bir adım atmıyorlardı. Villa Turna, onlara iyi gelmemişti.

...

Holly Kulübün açılış tarihini kendisine önerilenden epey ileri bir tarihe koymakla iyi ettiğini Arca bir kez daha anlamıştı, daha önce de tadilat tecrübesi olmuştu ve inşaat ustalarının hiçbir işi zamanında teslim etmeyişi, coğrafya kaderdir misali acı bir sosyolojik gerçekti. Bu kez İstanbul'un en iyi mimarlık ofisleriyle çalışmıştı, The Gulf'te yaşadıklarına nazaran çok daha az kafası ağrımıştı ama tadilat tadilattı işte ve her halükarda, beli silahlı tehditkar kabadayılar için bile tatsız bir süreçti.

Meyil ise sahne ve albüm öncesinde yapım şirketinin isteğiyle yoğun bir eğitim sürecine başladı. Piyano ve solfej dersleri için tutulan iyi bir müzik hocası ile her gün iki saat şan, nefes, tonlama ve ritim; New York'tan getirilen dans eğitmeni ile Holly sahnesinde, akşamları üç dört saat boyunca kareografi çalışıyordu. Dünyaca ünlü pop yıldızlarının da eğitmeni olan Amerikalı dans hocası Meyil için özel olarak sadece 10 günlüğüne getirilmiş ve epey pahalıya mal olmuştu. Ayrıca yapım ekibinin bağlantıda olduğu farklı profesyonellerden yeni imaj çalışması, diksiyon dersleri, eski gazino usülü sahne yönetimi gibi küçük çalıştaylar da, Meyil'in yoğun programına dahil edilmişti. Dans hocasını getirten Abel, kıza yaptığı bu yatırımın karşılığını almayı umuyordu.

Amerikalı dans eğitmeni Jay, dans ve sahne performansı denilince dünyada ilk akla gelen isimlerin günlük diyet ve antrenman programlarını da vermişti. Sahnede canlı şarkı söylerken dans edebilmesinin en zor yanı nefes kontrolü ve kondisyondan geçiyordu. Dayanıklılığının ve kondisyonunun artması için yapım şirketi, sözleşmede sigarayı yasaklamış ve Meyil'e kişisel antrenör tayin ederek her gün spor yapmasını da zorunlu kılmıştı. 55 yaşındaki Jennifer Lopez, 47 yaşındaki Shakira ve 44 yaşındaki Beyonce hala saatlerce şarkı söyleyip inanılmaz sahne şovlarını, disiplinli antrenmanlar yapmalarına borçluydu. Sahneyi her anlamda dolduran gerçek bir star olmak istiyorsa, spor ve sağlıklı beslenmeyi yaşam tarzı haline getirmeliydi.

Meyil, hızlıca hayatına doluşan bunca eğitim ve performans sırasında ilk günlerde öyle yoruluyor öyle bitkin düşüyordu ki işi bittiğinde ağlayarak ağzına gelen tüm küfürleri sıralıyordu. Tepesinde Demokles'in kılıcı gibi dikilip sürekli ahkam kesen yüz kiloluk Nurhan'ın saçını başını yolmamak için kendini zor tutuyor ancak içten içe kadına hak veriyordu. Tahmin ettiğinden çok daha zor bir programa zorla sokulmuş olsa da, eğer başarırsa hayal ettiğinden çok daha iyi bir konuma gelebilirdi. Herkes bir yana Jay'e hayran kalmıştı. Onu dört gözle izleyip can kulağıyla dinleyerek bedenini zorlamak ve günün sonunda ayaklarını kanatmak pahasına, direktiflerine harfiyen uyuyordu.

Arca ise Amerikalıya karşı aynı sempatiyi beslemiyordu. Aralarındaki ilk çatışma, daha ilk dersin başında adamın Meyil'e mayoya benzer bir spor atleti ve boxer şortu giydirmek istemesiyle yaşanmıştı. Arca, Meyil'i o halde sahnede görünce kan beynine sıçramıştı. Meyil, adamın kendisine 'vücudunu görmek istiyorum' ısrarını, Arca'ya 'Çalışırken kaslarımı görmesi gerekiyormuş, yoksa sakatlanabilirmişim' diye tercüme etmişti.

Arca, Nurhan ve başkalarının araya girmesiyle Jay'i dövmekten vazgeçmişti vazgeçmesine ancak Meyil'in provalarını izlemekten de vazgeçmişti. O günden beri kızın dans provalarına hiç katılmadı, Holly'de olduğu zamanlarda kendini ofisine kapattı ve göz ucuyla bile sahneye bakmadı. Zaten İngilizce anlamıyordu, sevgilisi elin herifiyle şakır şakır İngilizce konuşup, gülüşüp bazen iş gereği onun kollarında dans ederken, adam orasına burasına dokunurken katil olmamak Adanalı kanunlarına çok tersti. Üstelik Adanalılığın daha koyusu Kozanlı bünyesinin de tersi epey pisti. Daha işin başında pisleşmek istemiyordu. Neyse zaten Jay denen herif basbayağı gaydi.

Tüm bu çalışmalar Holly sahnesi ile müzik stüdyosunda sürerken menajeri Nurhan, genç kızın yanından ayrılmıyor ve saati saatine Abel'e rapor veriyordu. Kadın Meyil'in yüzüne karşı çok sivri dilli ve memnuniyetsiz davransa da, Meyil yanında değilken Abel'e verdiği raporlarda, genç kızdan övgüyle bahsediyordu.

Abel her gün, "Senin ve Arzu'nun ısrarıyla bu kıza güvenip dünya kadar para harcıyorum ama hadi hayırlısı bakalım! Neden sizin gazınıza geldim acaba? Üç gün sonra ben evleneceğim deyip evine kapanacak bir kıza niye dünya starlarının hocalarını falan getirdim? Hiç şaşmaz! Zengin kocayı bulunca müzik aşkını unutup evde bebek bakar bunların hepsi!" diye söyleniyordu.

...

Meyil on günlük sıkı eğitiminin son provasında, canı sıkılınca sahnede roman havası söylemeye başladı.

Brandayı muşambayı yırttılar

Limon gibi kızım seni sıktılar!

Portakal gibi soydular

Kağıt gibi yırttılar

Caaart curt!

Caaaaaart curt!

Yırt onu yırt yırt...

Şarkısını söyleyip Roman havası oynamaya başladı. Ertesi gün Dua Lipa konseri ile Holly, gece hayatına açılacak ve sonraki gün Meyil'in sahnesi başlayacaktı. Hanım hanımcık idealist avukat rolünden de, disiplinli pop star adayı rolünden de sıkılmıştı. Onun içi kaynıyordu, adalet savaşçısı olamayacak kadar hak hukuka aslen inanmıyordu, inanmamasına yetecek kadar haksızlık altında kıvranmıştı. Kendi kurallarını kendi koymak istiyordu. Kendi kurallarını koyarak özgür olacağı tek yer sahne değilse neresiydi, mahkeme salonu olacak değildi! İşte böyleydi. Kuralsızca...

Caaaart curt

Yırt onu yırt yırt!

Cart curt

Cart curt

O sırada içeri davetsiz misafirleriyle Arca girdiğinde, Meyil sahnede göbek atıyordu. Abel, Nurhan, Arzu ve hatta elinden tuttuğunu ünlü edip aylarca listelerden inmemesini sağlayan aranjör Cengiz Gürel, bir an gece kulübüne değil de mahalle düğününe geldiklerini zannettiler.

Nurhan'ın "Gel de kendi gözlerinle gör!" ısrarına dayanamayan Abel Karciyan çat kapı gelivermişti.

Meyil gelenleri fark edip orkestradan bandın sesini kapatmalarını isteyene kadar geçen otuz saniye içinde herkes zaman durmuşçasına birbirine bakakaldı.

Kocaman bir kahkaha patlatarak Cengiz, "Aayyyi ben bu şarkıyı çok seviyorum ayol çal eğlenelim, söyle kız zilli!" deyip kendini sahneye atmasa, beline bir şal bağlayıp göbek dansına başlamasa Meyil'in şarkıcılık kariyeri o gün orada bitebilirdi.

Neyse ki Trakyalı Cengiz, Roman havasına bayılıyordu, uzun zamandır memleketi Keşan'a gitmemiş ve bu tür yerel müzikleri duymamış olduğundan bir anda coşkuya kapılmıştı. Neşeli el kol hareketleriyle diğerlerine oturmalarını söyledi ve Meyil'i karşısına çekip onunla bir güzel kurtlarını döktü. Cengiz kurtlarını dökerken Meyil ecel terleri dökse de... Jay de onlara katılmış, dokuz sekizlik temponun kıvraklığından kendince feyz alarak Cengiz'in ayak hareketlerini kapmaya çabalıyordu.

Bu irrasyonel sahnenin sonunda Cengiz elleriyle terini havalandırırken

"O kadar müstesna bir şaheser ki, felçli dedem duysa ayağa kalkar!" Diyerek herkesi güldürdü.

Abel, Meyil'i umduğu gibi bulamasa da kızdaki çılgın yeteneği izlemek hoşuna gitmişti. Orkestra şefine seslendi, "Bay Jay'in hazırladığı şu kareografileri çalın da izleyelim bakalım." dedi.

Böylece orkestra çaldı, Meyil söyledi, Cengiz tempo tuttu, Jay dansa katıldı, prova provalıktan çıktı ve vur patlasın çal oynasın gümbür gümbür bir eğlenceye dönüştü. Meyil, az önce hep aynı tekrarları yaptığı için can sıkıntısından işi makaraya vururken karşısında yapım ekibini gayet hevesli halde görünce, tüm cevherini ortaya döker halde açılıp saçıldı. O böyle kararlar verdiğinde yer yerinden oynamıyorsa da küçük çaplı tsunamiler hasıl oluyordu. Sahnede hop hop zıplayan enerjisi, kıvrak ve kendine has dansı, muhteşem fiziği, sarı saçlarını savuruşundaki meydan okuyuşu, seyiriciyi olduğu yere mıhlayan gözünün içine bakışı, şarkı sözlerini beden dilinde yaşayışı, gırtlağından çağlayan o puslu sesinin gücü, tınısı, yaydığı davet... İzleyen insan gözünü kapatsa bile işittiği o ses, o ses, o ses... Meyil, sahnede her şarkıda yeniden doğan bir güneşti. Gözünü açtığında insan onun büyüsüyle kainatı kucaklıyordu.

Abel, sevgilisini gözünü kırpmadan, soluk bile almadan kaskatı bir ifadeyle izleyen Arca'ya eliyle sokulmasını işaret etti, Arca ona doğru yaklaşınca kulağına şöyle dedi.

"Bu kızı nereden buldun yahu!"

"Kısmet hocam."

"Böyle cevher kırk yılda bir gelir. Ve ben daha önce onun gibisini görmedim!"

Abel kısmete kadere pek inanmazdı, Arca'nın yüzünde asılı duran mucitlere has zafer pırıltısı da bu işin kısmetten öte, ince bir zevkin ürünü olduğunu belli ediyordu. Meyil söyledi, Abel planlar yaptı. Bundan böyle o söyleyecek ve tüm Türkiye dinleyecekti.

Cengiz, yeni albüm projesi için adını duyduğu, demo kaydını dinlediği fakat o güne dek canlı olarak görmediği Meyil'e bayılmıştı. Ayrıca Holly'nin açılış gecesi için kendi ekibinin hazırladığı repertuarı görünce, 'Çok cafcaflı bir liste olmuş, o kız altından kalkamaz! Ajda Pekkan sanki bana, millete rezil olacaklar, ben karışmam.' demişti. Şimdiyse konuşulanlara kulağını uzattığı için onlara katıldı,

"Konstantre yumuşatıcı şişesi gibi kız ayol! Dıştan küçücük ama çok kullanışlı. Hay maşallah! Önce Roman havası oynattı, sonra Eurovision şarkısında koparttı en son Ferdi Baba şarkısıyla bize açık kalp ameliyatı yaptı zilli! Sevgilin olay Aco Bey, tadını çıkar!"

Arca içinden Ya Sabır çekti ve başını öte yana çevirdi. Kıskançlıktan, hayranlıktan, aşktan, arzudan barut fıçısına dönmüştü. Meyil'i gördüğü güne lanet etmekle ölmeden bir huriye tapınmanın şükrü arasında, kıldan köprüler üzerinde Araftaydı, en zor sınavlardan bir kıskaçtaydı. O gece işi gücü erken toparlayıp Meyil'in evine düşmeye ve aralarında sürüp giden gereksiz küslüğü bitirmeye karar verdi. Yoksa kendine veya sevdiği kadına zarar verecekti. Meyil'in yumuşaklığını ve sıcaklığını hissetmeye ve onun kollarında gevşemeye ihtiyacı vardı.

Abel gitmek için yerinden kalkarken "Pes! Şa-ha-ne!" diyerek son noktayı koydu.

...

Ertesi gün Holly'nin açılışı olduğundan Arca'nın hiçbir yere kıpırdayacak hali ve vakti yoktu. Arzu ile otururlarken Meyil gelip çantasını bir sandalyeye bıraktı, Arca ve Arzu'yu yanaklarından öpüp selam verdi.

Arca'nın kulağına "Negatif." diye fısıldadı.

Arca kısaca başını salladı. Meyil, -bir şeyler atıştırıp provaya geçeceğim, deyip geldiği gibi gitti.

Arzu arkasından dikkatli gözlerle baktı, dudaklarını büzerek sordu,

"Neden hastaneye gitti?"

Arca "Hastaneye gittiğini nereden çıkardın?" diye terslenecek oldu. Meyil, bu kez test yaptırmaya onsuz gitmişti.

Arzu sıkıntıyla soluk verdi, "Kan vermiş, kolunda bant duruyor."

Arca buna dikkat etmemişti ama annesinin gözünden de hiçbir şey kaçmıyordu. "Şeysi gecikmiş, test yaptırdı." diye açıklamak zorunda kaldı, doğrusu Arzu ile rahatça konuşamayacağı hiçbir şey yoktu.

"Sonuç?"

"Yok bir şey tabi ki, doğum kontrol hapı içiyor."

Arzu da rahat bir soluk aldı. "Olmaz öyleyse."

"Her ay aynı muhabbet. Ne zaman biter bunun ergenliği?"

Arzu, oğlunun bıkkınlık ifadesinden biraz şaşırdı.

"Bu kızdan gönlün geçmiş gibi görünüyor."

"Ondan değil. Yok geciktim, yok hamile miyim, olursa ne yaparım, içim şişti. Olmaz diyorum, yine de hamileyim diye tutturuyor. Sen bir ara kadın kadına konuşsan?"

Arca'nın delici bakışlarından iyice işkillenen Arzu, oğlunun Meyil'e karşı hislerinin değiştiğini düşündü. Belki hevesi geçmişti, belki sıkılmıştı, belki farklılık istiyordu. Öyle ya, çok gençti, çok yakışıklıydı ve etrafında ona deli divane olacak kadınlar vardı. Babasına çektiyse hayatında tek kadınla yetinmeyecekti. Oğlunu çok az tanıyordu bu yüzden sadece tahmin yürütebilirdi ve iki tahmini de yüzde elli/ yüzde elli ağırlıktaydı: Birincisi, Arca evlenip çoluk çocuğa karışacak ve düzenli bir hayat kuracak adam değildi, onun tek hayatı güç üzerine kuruluydu. İkincisi ise istese her gün istediği güzel kadınlarla düşüp kalkabilecek imkanını kullanmayacaktı, güç üzerine kurulu hayatında güvenlik endişeleri buna mani oluyordu. Çok kadın, çok zaaf demekti. Arzu onunla geçirdiği sınırlı vakitte oğlunu gözlemlemeye ve anlamaya çalıştı. Ancak gözden kaçırdığı asıl gerçek bambaşkaydı...

"Konuşurum tabii. İlgi çekmeye mi çalışıyor sence?"

"Yeterince ilgileniyorum onunla."

"Kendin söyledin işte, daha çok toy. Bu yaşlarda kızlar böyle histerik olur. Yoksa bebek mi istiyor?"

"Yok daha neler! Daha 19 yaşında."

"Sen de çok gençsin oğlum. Seni evliliğe zorlamak için hap içmeyi bırakmaz değil mi? Dikkat et."

"Evlilik yok. İstemiyoruz. İyi böyle." Diye kesik kesik hırıltıyla cevapladı fakat içindeki sıkıntı geçmemişti.

Arzu ise fırsat bulmuşken ahiret sorgusuna başlamıştı. "Kim istemiyor, sen mi, o mu?"

"İkimiz de."

"Yapma canım, böyle tutkulu aşklarda hep biri kaçar, diğeri kovalar. Hanginiz istemiyor evlenmeyi?"

Arca, annesinden kaçırdığı bakışlarını kadına tekrar çevirmemek için telefonuyla meşgulmüş gibi yaparak ağzında geveledi.

"Ben istemiyorum tabii ki! Ben istesem Meyil havada karada!"

Arzu, oğlunun bakışlarını kaçırmasından, mimik ve jestlerinden, ses tonuna değin tüm beden dilinden bu işin aslının böyle olmadığını anladı, anlamakla da kalmadı emin oldu. Arca'nın Meyil ile ilişkisinin kendisinin hiç istemediği şekilde tek taraflı bir hakimiyetle sürdüğünden emin oldu. Bu adaletsiz tek taraflılık daha önce oğluna, tek oğluna, bileklerini kestirmemiş olsaydı...

Arca dudaklarını kemirerek Meyil'in çıktığı kapıya baktı, düşünceli halde dalıp gitti. Evlilik teklifini kabul etmediği iyi olmuştu. Bir anlık hezeyana kapılan kendisiydi. Evlenmek istemiyordu, bebek de istemiyordu. Sadece şuursuzca düzüşmek istiyordu ama Meyil, her regli döneminde ortalığı velveleye versin de istemiyordu. Bu sabah onu özel bir jinekoloji kliniğine gönderirken doktoruna düzenli olarak iğne vurulmak istediğini söylemesini tembihlemişti. Hap içmeyi bazen unutuyordu. Belki şu gebelik paniğinden sıyrılırdı. İhtimali bile dengesini bozuyordu.

O sabah Meyil, Boğaz manzaralı yatak odasında Arca'nın giyinirken gergin olduğunu anlayıp göğsüne ve boynuna sokularak -aşkım sana bakmak bile beni hamile bırakıyor, diye ateşli sözler söylemişti. Arca ise bunun şakasını bile korkunç buluyordu. Meyil'in her türlü ateşli iması onu azdırabilirdi ancak hamilelik konusu bütün libidosunu katlediyordu.

"Seninle tekrar başlayalı iki ay oldu, ikinci kez aynı tantana!" diye kıza çıkışmıştı.

Meyil ise onun azarına bozularak bağırdı, "Sana, diğer hap dokundu, başka bir hapa başlayacağım ama doktor bir ay ara vermemi söyledi dedim. Sen naptın? Dubai'de prezervatifsiz takıldın!"

"O şeyi takınca zevk almıyorum diyen sendin ulan! Şimdi ben mi suçlu oldum? Hem ben geri çekildim."

"İçeri kaçan kaçmış olamaz mı? Bir hafta geciktim işte!"

"Lan fikrimin ince gülü, lan sanat güneşim, ol-maz diyorum sana! Olmaz öyle, bir geceden bir şey olmaz."

"Ya olduysa Aco beni delirtme! Senin kafan bir milyondu hem ne bilicen? İçip içip azıyorsun sonra ol-maz bir şey! Ananın örekesi olmaz! Olursa görürsün!"

"Hobaa başlayacam böyle aşkın ızdırabına ha..."

Arca sabahki kavgalarına dalıp gitmişken Arzu yerinden kalktı, asistanını bir köşeye çekip tembihledi,

"Meyil'in gittiği hastaneyi ve doktoru öğren, ne tahlili yaptırdıysa sonucu bana getir. Yalnız dikkat et, sadece gerçek sonucu istiyorum. Oğlumun arkasından iş çevirmeye kalkmasın."

 

*****

Bölüm : 07.01.2025 00:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...