Yenilenmenin verdiği huzurla yola çıkıp Dolunay'ın yanına gittim. İşten çıktığı için çok yorgundu. Göz göze geldiğimiz anda birbirimize sımsıkı sarıldık. Uzun zamandır ilk defa kendimi bu kadar iyi hissediyordum. Ayrıldığımızda gülerek elimi tuttu ve beni odaya çekti. "Çok özledim seni."
"Ben de," dedim gözlerim dolarken. Dolunay, ikimize de kahve hazırladı ve masaya oturduk. "Annenle konuştuğumuzda olanları anlattı. Çok geçmiş olsun. Rüzgar size destek olur mu?"
"Dolunay," dedim gözlerimden bir damla yaş süzülürken. Bana sorarcasına baktı. "Benim hayatım bitti."
Ona yaşadığım her şeyi anlattım. Şizofren bir ev arkadaş, diğer ev arkadaşımın, Rüzgar'ın, okuldaki arkadaşlarımın ihanetini... Dolunay birkaç saniye donuk bir ifadeyle bana baktı ve fısıldadı. "Güneş..."
"Merak etme, toparlanacağım. Artık asla o kız olmayacağım. Her şeyi bizzat kendim düzelteceğim ve asla durmayacağım," dediğimde Dolunay'ın da gözleri dolmuştu. Elimi tuttu. "Çok güçlüsün Güneş, her zaman yanındayım, biliyorum."
"Peki ya sen?" dedim gülümseyerek gözyaşlarımı sildim. Anlatmak ve anlaşılmak o kadar iyileştiriciydi ki. Dolunay'a yönelttiğim soruyla gözlerinden gölgeler geçmişti. Bir şeyler vardı benim bilmediğim. "Dolunay?"
"Hastalığım ortaya çıktı Güneş. Borderline kişilik bozukluğuna sahibim ve ilaç tedavisine başladım. Evi geçindirmek için okula gitmediğimi biliyorsun, üstüne Alper'in borçları üzerime kaldı. Biz nişanlanacaktık ve bana kaç kere kredi çektirmişti ve bir şeyler aldırmıştı, hep ayrıl-barış yaptığımızı da biliyorsun. En son 'bekle beni geleceğim sadece zaman ver' dedi ve birkaç gündür onu bekliyorum," dediğinde anında sözünü kestim. "Bekleme. Sakın kimseyi bekleme."
Dolunay sessizce gözlerimin içine bakarken onun elini tuttum. "Kimseyi beklemeyeceksin. Senin hayatın asla başka biri için duramaz. Sana yıllardır hangi borcunu ödedi ki o? Dolunay sakın benim hatamı yapma, asla."
"Onu çok seviyorum," dediğinde sertçe yutkundum. "Onu sevdiğin kadar kendini sevseydin belki de hasta olmazdın."
"Sence o beni sevmiyor mu?" dediğinde kafamı olumsuz anlamda salladım. "Bir erkek seni severse, acaba seviyor mu sorusu asla kafandan geçmez, sevdiğini her zaman bilirsin."
Dolunay ağlamaya başlamıştı, onu görünce benim de gözlerim doldu. Kendi yansımamı görüyordum onda. "Güneş nasıl bırakacağım, canım çok yanıyor. Babam benden nefret ederken minicik bir şefkate muhtaç bırakırken Akay benim yanımda oldu."
"Maske takan birine inanman senin suçun değil," dedim elini sıkıp. Mağdur edilenler değil kötüler suçluydu her zaman. Dolunay'ın iyileşmesi için her şeyi yapmaya hazırdım çünkü en iyi ben anlıyordum onun halinden. Başkaları ben düştüğümde hiç acımamıştı ama ben bunu birine, en önemlisi de en yakın arkadaşıma asla yapmazdım. "Neden bana anlatmadın?"
"Ümiversiteye gitmiştin ve aklının bende olmasını istemedim, sen neden anlatmadın?" dediğinde güldüm. "Üzülmemen için."
Birbirimize sımsıkı sarılırken Dolunay gözyaşlarının birini sildi. Ben de hızlıca diğer yaşı sildim. Dolunay telefonunu çıkarıp bana baktı. "Her şeyden uzaklaşalım mı bugün?"
"Harika olurdu ama nasıl?" dediğimde birine birkaç mesaj attı. "Sizinkilere haber ver, kampa gidiyoruz."
☀️
Hayatımda hiç kampa gitmediğim için Dolunay'ın teklifine karşı çıkmıştım ve sonuç olarak Dolunay'ın arkadaşı ve onun arkadaşıyla arabaya binmiş İzmit'e gidiyorduk. Dolunay ile tartışmaya girip kazanabilen çıkmazdı ama kampa sayısız kez gittiği için de tecrübesine güvenmiştim.
Arabada, istediğimiz şarkıları açarken Dolunay'ın arkadaşının arkadaşı Yalçın'ın dikiz aynasından bana baktığını fark etmiştim ama görmezden geldim. Terk fark eden ben değildim Dolunay da bunu fark etmişti ve ona doğru eğildi. "Yalçın ağabey yola bak."
Dolunay'ın dominant ve özgüvenli tavrına karşılık gülümsedim. Onun herkese haddini bildirmesine bayılıyordum. Arkadaşım dediği çocuk Enes'in ona pek de arkadaş gözüyle bakmadığını sezmiştim ama bunu daha sonra çıtlatacaktım.
Kamp alanına gelmemiz oldukça uzun sürmüştü. Hava kararmıştı ve oradaki kampçıların yaptığı ışıklandırma ve yaktıkları ateş sayesinde yolu birazcık görebiliyorduk. Kamp ekipmanlarımızı uygun bir yere taşıyıp kurmaya başladık. İlk ve son kamp maceram olabilirdi kesinlikle. Çünkü çok yorucu ve uğraştırıcıydı.
En sonunda kurulumu yapıp rahatça kamp sandalyelerimize oturduğumuzda onlar rakı içerken ben de volim içmeye başlamıştım. Çok saçma bir dörtlü buluşma olmuştu ama gerçekten de iyi gelmişti. Her şeyden uzaklaşmıştık. Yalçın'ın sorusuyla ona döndüm. "Nasıl bir erkek arıyorsun?"
"Maskülen, güçlü, karakteri düzgün, zeki, olgun ve ağır," dedim anında. Böyle bir erkeğe kimse hayır demezdi bana göre. Dolunay güldü. "Çevrende böyle bir erkek oldu mu hiç?"
Kafamı olumsuz anlamda salladım. R'ye odaklı olduğum için hiç erkeklere dikkat etmemiştim ama Rüzgar kesinlikle bu kriterleri karşılanıyordu. Gram karşılamıyordu hem de. Sayesinde ne istemediğimi, ne istediğimi öğrenmiş olmuştum. Enes güldü. "Tanıdığım tüm erkekleri düşünüyorum da hepimiz toplansak yine de o kriterleri karşılayamıyoruz. Ketçap mayonez de olsun mu?"
"Aslında böyle biri var," dedim Dolunay'a gülümseyerek. Sahi Savaş kesinlikle öyleydi sadece benim kriterlerime göre daha kaba bir erkekti. Bir erkek aynı zamanda beyefendi de olmalıydı. Aslında Savaş da öyleydi ve centilmendi ama bilmiyordum, çok sert biriydi. Korkutucu bir tarafı vardı onun. Dolunay merakla bana doğru eğildi. "Kim?"
"İzmir'deki birisi. Şaşıracaksınız ama gerçekten de öyle birisi. Sadece fazla soğuk, ciddi ve sert," dediğimde Yalçın'ın yüzü düşmüştü. Rakıyı kafasına dikti. "Desene o adamla yarışamayız."
Buna gülmek istedim. Savaş'ın, olmadığı yerde bile bir yarışı kazanması çok güçlüydü. Böyle birisi olmayı isterdim.
Sohbetten sonra çadırlarımıza geçtiğimizde Dolunay bize bir yatak yaptı. Uzanmadan öyle eliyle yeri yokladı. "Güneş sol tarafa geç, orada taş yok."
İkimiz de uzandığımızda Dolunay taş olan yere yatmıştı benim için. Gülümseyerek ona sarıldım ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.
☀️
"Güneş! Uyansana!" Yüzümü buruşturarak Dolunay'a sırtımı döndüm ve uyumaya devam ettim. "Ya Güneş kalksana!"
"Rahat bırak beni," diye mırıldandığımda bu sefer beni dürtmüştü. "Şuraya bak, çabuk!"
Öfkeyle kalktım ve söylenerek gösterdiği yere baktım. "Ne var Dolunay-"
Gördüğüm manzarayla gözlerim kocaman açılmıştı ve adeta nutkum tutulmuştu. Gün aydığı için gece göremediğimiz manzarayı şimdi görebiliyorduk ve mükemmeldi! Deniz kenarındaydık ve yan yana dizilmiş bir sürü çadırlar vardı. Küçük dalgalar kıyıya vuruyordu ve adeta cennette gibiydik. "Dolunay burası çok güzel!"
"Hadi keşfe çıkalım," dedi ve çadırdan çıkıp beni de peşinden sürüklemeye başladı. Çok erken olduğu için herkes uyuyordu ve dışarıda dolaşan sadece ikimiz vardık.
Deniz kenarındaki bir kayaya oturduğumuzda gülümsedim. "Cennette gibiyim."
"İyi ki geldik Güneş, çok güzel burası," dedi o da gülümseyerek. "Dönüşü var bir de bunun."
"Evet, eski hayatıma dönmek istemiyorum hiç," dedi bıkkınlıkla. Derin bir nefes aldım. "Dönmeliyiz ki her şeyi değiştirebilelim. Her şey düzelmeyecek biz düzeltebiliriz."
"Ama nasıl olacak bilmiyoruz," dedi Dolunay denizi izlerken. Fısıldadım. "Bu uçurumdan kurtulmanın bir yolu olmalı."
"Hayatımızı değiştirecek bir parça olsa keşke bir anahtar gibi," dedi Dolunay. Aklıma fotoğraf kesmek için ansiklopedileri karıştırdığım sırada sırf sarı renkte olduğu için anahtar kelimesini kestiğim gelmişti. Açıklamasında ise MİFTAH yazıyordu. Fısıldadım. "Bir MİFTAH."
"MİFTAH mı?" dedi Dolunay anlamazca. Kafamı salladım.
"Evet anahtar demek. Cevap anahtarı anlamına da geliyor. Bizim hayat
ımızın MİFTAH'ını bulmamız gerekiyor Dolunay. Bu MİFTAH her şeyi değiştirecek."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.02k Okunma |
195 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |