Tüm gözler üzerimdeyken yerin dibine girdiğimi hissetmiştim. Herkes bana bakıyordu ve duydukları çok aşağılayıcı bir şeydi. Bitmiştim ben, mahvolmuştum. Böyle bir olay nasıl yaşanabilirdi? Bir daha bu insanların karşısına asla çıkamazdım. Rezil olmuştum. Yanaklarımın kıpkırmızı olduğuna emindim çünkü yandığını hissediyordum.
“Siktir git Cansu,” dedim dişlerimin arasından. Alaycıl şekilde bana baktı. “Sevgilimin önünde bir de gelmiş siktir git mi diyorsun?”
“Aynen öyle,” dediğimde gözlerim Savaş’ı bulmuştu. İfadesiz bir şekilde bana bakıyordu. Mekanda rezillik çıkardığım için ona özür dileyen bakışlar atmıştım.
“Ne yaptım ben şimdi?” diyen Cansu’ya döndüm. “Seni kaç kere uyardım, benim sırrımı söyleme diye.”
“Ne var bunda ağabey? Normal bir şey bu, nesi sır bunun?” dediğinde ona hayretle baktım. Zekaya bak, sahiden. “Sana söyleme dediğim bir şeyi söyleyemezsin.”
“Ya yiyişmekte ne var kardeşim? Sevgilinle yiyişmiyor musun?” dediğinde yumruğumu sıktım. Hala insanlar bizi izlerken beni rezil etmeye devam ediyordu!
“Hemen çıkın buradan.” Savaş yanımıza gelmişti. Ses tonu oldukça ruhsuzdu. Sert ifadesiyle birlikte, her zamanki gibi korkutucu görünüyordu. Ona ürkekçe baktım. Benim de mi çıkmamı istiyordu? Uzanarak çantamı alacağım sırada Savaş beni durdurdu. “Sen değil.”
Kızlar hasetle bana bakarken Savaş sıkıntıyla ofladı ve birden bağırmaya başladı. “Çıkın dedim! Hemen!”
Hepsi anında toparlanıp seri adımlarla çıkışa yönelmişlerdi. Savaş bana döndü. “Otur.”
Dediğini yapıp eski yerime oturduğumda o da diğer masalara dönmüştü. “Bu saçma ergen kız muhabbetini hiçkimseden duymayacağım. Olay burada kapandı, bir daha açılmayacak.”
Yanıma oturduğunda ona karşılık tebessüm ettim. “Teşekkür ederim, Savaş.”
“Seni neden uyardığımı anlıyor musun Güneş?” Kaşlarımı çattım ve anlamazca ona baktım. “Neden?”
“Burası şeytanlarla dolu. Okul arkadaşlarınla geçen ergen muhabbetini boş ver, asıl etrafında daha beterleri var. Seni dikkatli olman için uyarmıştım. Üzülen sen oldun ve bundan sonra da uyarımı dinlemezsen, daha kötü üzüleceksin.” Gözlerimin dolduğunu hissettim. “Ben bilemezdim ki böyle olacağını. Sırrımı herkes biliyor ve hakkımda iğrenç şeyler düşünüyorlar.”
“Düşündüğün kadar büyük bir olay değil Güneş, buradaki herkes böyle ve emin ol düşündüğün kadar büyütmüyorlar çünkü kendileri de yapıyorlar,” dediğinde akan gözyaşımı sildim. “Ama ben öyle birisi değilim. İlk öpücüğümü bile eşime saklayan birisiyim ben ve Rüzgar ile zaten evleneceğiz.”
Savaş’ın gözlerinden karanlığın geçtiğine şahit olmuştum. Buna şaşırmıştım. Sevgilimin olduğunu zaten biliyordu ve bana yan gözle bakmıyordu, değil mi? Bu düşünce kaşlarımın çatılmasına neden oldu ve birden kendimi Savaş’a hesap sorarken buldum. “Neden öyle baktın Savaş?”
“Nasıl bakmışım?” dediğinde sertçe yutkundum. “Rahatsız olmuş gibi. Seni rahatsız eden bir şey mi var söylediğimde?”
Alaycıl şekilde güldü. “Sevgilisi olan birisine yan gözle bakmam Güneş. Erkekleri senden daha iyi biliyorum, seni uyardığım zaman, aslında erkek arkadaşın için de uyarmıştım. Hak etmeyen bir insanla özel şeyler paylaşman rahatsız etti. Senin iyiliğin için.”
“Neden iyiliğimi istiyorsun ki?” dediğimde biraz utandığımı hissetmiştim. Bana hep iyilik yapan bir insana beni sevdiğini ima etmiştim resmen. Çok utanıyordum ve Rüzgar beni mahvedecekti. Savaş bana şefkatle baktı. “Tüm şeytanlar, burada yaşıyor. Seni ilk gördüğümde içinde hiçbir kötülük olmadığını ve burada acı çekeceğini anlamıştım.”
Rüzgar ise beni, kötülükle dolu olarak görüyordu. Her olayda, her zaman, her daim ben suçluydum, ben kötüydüm.
“Kötülük olmadığını nasıl anlayabilirsin ki?” dediğimde güldü. “O kadar masum bakıyorsun ki ve dışarıdan kendini bir izlesen sinir bozacak kadar saf olduğunu görürdün.”
Buna şaşırmıştım. Ben hep içime kapanık olduğum için sinsi göründüğümü düşünürdüm ama Savaş’ın gerçek beni görmesi gülümsememe neden olmuştu. “Bundan sonra ne yapacağımı bilmiyorum, herkes beni konuşacak ve adım çıkacak.”
Savaş alaycıl bir şekilde güldü. “Seni değil, onları kovmamı konuşacaklar.”
“Beni koruduğun için gerçekten de teşekkür ederim,” dediğimde tekrardan şefkatle baktı. “Bir de sürekli belaya bulaşmasan.”
“Ben bulaşmıyorum ki onlar gelip beni buluyor,” dedim masadaki lokmalardan yerken. Güldü ve ardından hemen ciddileşti. “İstediğin kadar belaya batmış ol ben yine kurtarırım ama yine de bulaşmanı istemiyorum çünkü kırılıyorsun.”
Savaş’a tüm kırgınlığımla baktım. Tavırları nedense incinmeme neden olmuştu çünkü Savaş, hayatım boyunca bana sadece iyiliği dokunan, kötülüğü dokunmayan tek insandı. Hayatımda hiç bu kadar iyiliğimi isteyen bir insan olmadığı için o masada ağlamak istedim. “Ne oldu?”
“Bana sadece iyiliği dokunan tek insansın,” dediğimde şaşkınca baktı. Bu kadar şaşıracak ne vardı ki? “Tek mi?”
Kafamı salladım. O da sessiz kalmayı tercih etmişti. “Çevremdekiler senden korksa da ben hep sendeki iyiliği gördüm. Buradan sorumlu olmayı hak ediyorsun bence Savaş.”
Omuz silkti. “Bunun iyi olmakla alakası yok Güneş. Burada düşündüğünden çok daha farklı olaylar dönüyor. Böyle basit meseleleri herkes halleder ama arkada dönenleri bilseler, kimse yerimde olmak istemez.”
Ürkerek ona baktım. Arkada neler dönüyor olabilirdi ki? Yeniden ensemde o, soğuk nefesi hissettim. Buraya geldiğim andan beridir beni ürperten o his yine buradaydı. Felaket çanlarının çaldığını işitiyordum ama anlam veremiyordum. Neden böyle hissettiğimi, neler olduğunu hiç bilmiyordum. Savaş’a döndüm. “Buraya ilk geldiğim günden beridir bazen bir soğukluk hissediyorum ve ürperiyorum. Sanki ensemde bir nefes varmış ve bana bir şeyler anlatmaya çalışıyormuş gibi ama ne olup bittiğini bilmiyorum bile.”
“Sezmişsin buranın tehlikeli bir yer olduğunu.” Ona korkarak baktım. “Ben korkuyorum.”
“Kimseye bulaşmadığın sürece korkmanı gerektirecek bir durum olmayacaktır. Eğer sana bulaşan olursa kapım her zaman açık.” Sessiz kaldım. Burası o kadar tehlikeliyse o neden endişelenmiyordu? Yoksa tehlikeyi yaratan o muydu? ”Ben gitsem iyi olur.”
“Seni bırakayım. O kızla kalabileceğine emin misin? İstersen kalacak yer ayarlayabilirim,” dediğinde kafamı olumsuz anlamda salladım. “Evde baş başa konuşsak iyi olur.”
“Kavga çıkma ihtimali var Güneş,” dediğinde gözlerimi büyüttüm. “Ben kavga edebilecek bir insan değilim.”
Kuşkuyla bana baktı birkaç saniye ama hemen sonra kafasını sallayarak ayağa kalktı ve önden geçmem için işaret verdi. Çıkışa doğru ilerlediğimde o da peşimden geliyordu. Mekandan çıkarken gözüm korumalara takılmıştı. Daha önce beni almayan korumalardı onlar. Beni tanıdıklarını mimiklerinden anlamıştım. Savaş onlara bakmadan yanlarından geçti. Ben de Savaş’ın peşinden giderken onlara dil çıkardım. Sinirlendiklerini ama Savaş’tan dolayı bir şey yapamadıklarını biliyordum.
Savaş’ın motorunun yanına geldiğimizde Savaş kaşlarını çattı. “Elbiseyle zor olur, arabayla gidelim.”
“Galerici misin hırsız mısın?” dedim gülerek. Garip bir bakış attı ve beni umursamadan cebinden bir anahtar çıkardı ve yürümemi işaret etti. Dediğini yapıp onu takip etmeye başladım. Siyah bir arabanın yanına gelince durduk.
Sağ koltuğa ilerlerken onun da arkamda olduğunu fark etmiştim. Uzanıp kapımı açarken istemsizce kafamı ona çevirdim. Mavi gözlerini ilk defa bu kadar yakından görüyordum. Yakından çok daha karanlık bakıyordu.
Ben de böyle karanlık bakabilmeyi isterdim ama sıcak tondaki kahverengi gözlerim hiçbir şeyi gizleyemiyordu. Sessizce kulağına fısıldadım. “Nasıl bu kadar karanlık bakabiliyorsun?”
“Senin gördüğün, karanlığın zerresi etmez,” dedi hemen ardından dudaklarını araladı ama geri kapattı. Oysa ne söyleyeceğini merak etmiştim. “Ne oldu?”
“Bir daha benimle kulağıma fısıldayarak konuşma Güneş,” dedi sert bir ses tonuyla ve geri çekildi. Neye uğradığımı şaşırmış bir vaziyette ona baktım ve sertçe yutkunup arabaya bindim. Kapımı kapattıktan sonra o da şoför koltuğuna geçti. Neden bu kadar kızmıştı ki fısıldayarak konuşmama? Anlamıyordum. Onu sağır yerine koyduğumu mu düşünmüştü?
“Bana sürekli kızıyorsun,” dediğimde kafasını bana çevirdi. “Kızmıyorum sadece, boş ver.”
“Rüzgar bana bayağıdır yazmıyor, ne olduğunu nasıl öğrenebilirim?” dediğimde bana garip bir bakış attı. “Yazarak, arayarak.”
“Ama sen yazma ben yazacağım demişti bana,” dediğimde Savaş arabayı sağa çekip durdurdu ve bana döndü. “Sen de onun yazmasını bekliyorsun, öyle mi?”
Kafamı olumlu anlamda salladığımda alaycıl bir şekilde güldü. “Kendine o kadar yazık ediyorsun ki Güneş? Hem müdahale etmek istemiyorum hem de böyle bırakmaya içim el vermiyor.”
Kaşlarımı çattım. “Neden ki?”
“Çünkü Güneş,” dedi sesini biraz yükselterek. “Erkek yazar, sorar, merak eder, haber almadan duramaz. Kırılan tırnağını bile hevesle dinler, değer verir. Anlıyor musun artık bu çocuğun sana değer vermediğini?”
Gözlerimin dolduğunu hissettim. Rüzgar’ın sesi kulaklarımda yankılandı. “Her şeye ağlıyorsun Güneş!” Heyecanla ona günümü anlattığım zamanki tepkisi aklıma geldi. “Kızlar hep böyle boş yaşıyorlar zaten.”
Sahiden Rüzgar bana değer vermiyor muydu? O kadar söz yalan mıydı? “Hep sana ait olacağım.” “Sen gitsen bile ben bu ilişkiyi yaşatmaya devam ederim, benim yolumun sonu yok.” “Kızımız olursa, benim yüzümden o da sana aşık olacak.”
Savaş ağladığımı görünce kaşlarını çattı. “Seni üzdüğüm için özür dilerim Güneş.”
“Sen üzmedin. Rüzgar kalbimi paramparça ediyor,” dediğimde kaşlarını daha çok çattı. Ben ise ağlamalarımın arasından konuşmaya çalıştım. “Beni çok seviyor, biliyorum. Kızımızın bana benzemesini isteyecek kadar hem de ama zor bir ilişkim var çünkü biraz sorunlu birisi.”
“Güneş, kendini kandırma. Bir erkek ne kadar sorunlu olursa olsun başkalarına karşı öyle olmaya devam eder ama hayatındaki kadına istese de öyle olamaz.” Korkuyla ona baktım. Neden böyle şeyler söylüyordu? Rüzgar gerçekten beni sevmiyor muydu? “Seviyor beni, biz birbirimiz için öyle fedakarlıklar yaptık ki.”
“Ne gibi?” dediğinde gülümsedim. “Ben zaten birinci sınıftım. Sırf o izne çıktığı için sınavlara girmedim onun yanına gittim ve şu an sınıf tekrarı yapıyorum.”
“O, ne fedakarlık yaptı peki?” dedi Savaş bana uzaylıymışım gibi bakarken. Biraz düşündüm. “Beni almaya da geldi, bırakırken de bıraktı.”
Alaycıl bir şekilde güldükten sonra bana acıyarak baktı. “Bunlar zaten yapması gereken şeyler Güneş. Sen onun için sınıf tekrarı yaptın kızım, kendine hiç mi önem vermiyorsun?”
Ürkerek ona baktım. “O, benim için her şeyden önemli ve herkes ilişkisi için fedakarlık yapmalı.”
“Kendine ve geleceğine zarar verecek kadar değil Güneş. İlk karşılaşmamızda olanları hatırlıyorsun, senin için endişelenmek yerine sana sırt çevirdi. Gözyaşlarının hiç kıymeti yok mu?” dediğinde derin bir nefes aldım. Kafam karışıyordu. “Rüzgar’ı seviyorum o da beni seviyor. Bunlar küçük pürüzler, aşılmayacak sorunlar değil.”
“Seni sevmediğinin kanıtı var gözünün önünde hala neden diretiyorsun?” dedi Savaş hafif sesini yükselterek. Ben de yükselttim. “Diretmiyorum!”
“Kendini kandırıyorsun!” dedi bana yaklaşarak. Öfkeyle kaşlarımı çattım. “Kandırmıyorum!”
“Kandırıyorsun Güneş!” Ona yaklaşıp daha çok bağırdım. “Ondan ayrılmaya cesaretim yok! İki yıl boyunca çok emek verdim ben! Çöpe atamam onca emek ve zamanı!”
Haykırmamın ardından aramızda bir sessizlik oldu. Yüzlerimiz yakındı ve sessizce birbirimizin gözlerine bakıyorduk sadece. Savaş yüzüme fısıldadı. “Gördün mü Güneş istersen kendine karşı dürüst olabiliyorsun.”
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.02k Okunma |
195 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |