13. Bölüm

11. BÖLÜM MASKELER PART 1

E
redelf

Cansu telaşla yanıma geldi. “Bulamadım onları Güneş.”

Derin bir nefes aldım ve montumu giydim. “Sen bekle. Ben onları bulup geleceğim.”

Önce terasa baktım ama onları göremedim. Bu durumda kesin kötü bir şey olmuştu ve dışarıdalardı. Kale’in çıkışına yöneldiğimde etrafta ürpertici bir sessizliğin olduğunu fark etmiştim. Kapının önündeki korumalara yöneldim. “Buradan çıkan kıvırcık saçlı bir çocuk ve kilolu bir kız gördünüz mü?”

“Aşağıya gittiler,” dedi koruma sertçe. Ona şaşkınlıkla birkaç saniye baktıktan sonra aşağıya doğru yürümeye başladım. Yolun sağında ve solunda bekleyen kalabalığı görünce adımlarımı hızlandırdım. Ben bekleyen insanların arasından geçip Melisalar’ı görmeye çalışırken tüm kalabalığın bana baktığını fark etmiştim. Melisa görüş açıma girdiğinde şaşkınlıkla dudaklarımı araladım. Berkan, Ümit, Mert, Furkan ve Eren kalabalık bir grupla kavga ediyordu ve Melisa durmaları için onlara bağırıyordu. Ben ilerlerken Melisa beni fark etti. “Güneş uzak dur, çekil!”

Onu dinlemeyerek cebimden biber gazımı çıkardım. Mecburen hepsine sıkacaktım, etkisiz hale gelmeleri için ama çok hızlı hareket ediyorlardı. Ben ise elimde biber gazıyla ne yapacağımı bilemez halde onlara bakıyordum.

Arkamda bekleyen kalabalığa döndüğümde kimsenin ayırmaması beni sinirlendirmişti. Ama onlar da bir şey yapamazdı birbirlerini öldüresiye dövüyorlardı. Berkan bir çocuğun kafasına vurduğunda Melisa çığlık attı.

“Yapmayın, lütfen,” diyebildim sadece. Tabi ki duymadılar bile. Arkamdaki kalabalığa tekrardan baktığımda Kale’nin terasında bir gölgenin bizi izlediğini görmüştüm. Savaş... Onu gölgesinden bile tanımama şaşırıyordum.

İçimde bir güven hissiyatı oluşmuştu. Savaş birazdan gelip çözecekti biliyordum. Melisa hala çığlıklar atıyordu. Kalabalık ise sadece izliyordu. Ben de öyle.

Karşı grup Melisa’nın arkadaşlarını adeta pert etmişti. Gözlerim Savaş’ı arıyordu ama o, yoktu. Mert bayılınca onu döven çocuk ıslık çaldı ve hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladılar. Hemen Mert’in yanına koştum. Melisa ve Furkan da gelmişlerdi. “Mert! İyi misin Mert? Ses ver!”

Mert’in tepki vermediğini görünce ikisi de ağlamaya başladı. Ben ise soğukkanlı bir şekilde izliyordum sadece. “Ne oluyor burada?”

Kafamızı sesin sahibine çevirdiğimizde, kırmızı ve mavi ışıklar gözlerimi alıyordu. Polisler gelmişti. Bize seslenen polisin yanındaki polis ambulans çağırdı.

Onlar polise olayı anlatırken cebimden bir sigara çıkardım ve kenarda bekleyen polislere doğru ilerledim. “Çakmağınız var mı acaba?”

“Bende var, al senin olsun.” Kalabalıktan seslenen kişiye baktım ve teşekkür ederek çakmağı aldım. Polislerle Melisalar’ın konuşmalarını az kenarlarında sigara tüttürerek dinlediğim için kenarda bekleyen polisler bana ters ters bakmışlardı.

Aklıma Cansu gelince hemen Melisa’ya seslendim. “Ben Cansu’yu alıp geliyorum.”

Koşarak Kale’nin girişine ilerlediğimde korumalar beni durdurdu. “Giremezsin.”

“Arkadaşım içeride ve eşyalarımız var,” dediğimde koruma bana doğru bir adım attı ve şaşkınlıkla donakalmamı sağlayan cümleyi söyledi. “Savaş Bey’in kesin talimatı var. İçeriye giremezsin.”

Şaşkınlıkla korumaya bakakaldım. Savaş neden kesin bir talimat verip beni içeriye aldırmasın ki? Gerçi kavgayı gördüğü halde gelmemişti üstüne bizi de içeriye aldırmıyordu. Kaşlarım çatılırken, yumruklarımı sıktım ve adama karşı ciyakladım. “Ne demek giremezsin? İçeride arkadaşım ve eşyalarım var benim!”

“Diretme! Giremezsin dedik sana.” Sinirden saçlarımı yolmak istiyordum. Zaten yaptıkları büyük bir saçmalıkken bunu, yaptıranın Savaş olması sinir katsayımı daha da yükseltmişti. Bambaşka bir Güneş’e dönüşmüştüm sanki. “Arkadaşımı almadan hiçbir yere gitmiyorum!”

“Zorluk çıkarırsan senin başın yanar! Anla laftan!” Dişlerimi sıkıp daha çok bağırmaya başladım. “Bana hiçbir şey yapamazsınız! Arkadaşımı almadan gitmem!”

Seslerimizin yükseldiğini duyunca Melisa yanımıza gelmişti. İkimiz de hararetlenirken duyduğumuz ses ile durduk.

“Ne oluyor burada?” Kafamı sert, gür sesin sahibine çevirdiğimde gözlerim Savaş’ın karanlık bakan mavi gözlerini bulmuştu. Yüz ifadesi oldukça sert ve öfkeliydi. Onu ilk defa böyle korkutucu görüyordum. Sahi, ben onu tanımıyordum ki.

“Kız zorluk çıkarıyor. Aşağıda kavga edenlerle beraber bu kız,” dedi koruma. Savaş, onu dinlerken gözlerini bir saniye olsun gözlerimden çekmemişti. Onun sert yüz ifadesine karşılık ben de sert bakmaya çalışıyordum ama yapamıyordum, ondan korkuyordum. Savaş bana döndü. “Güvenlik kuralları gereği içeriye giremezsin. İt kopuklar kafalarına göre çıngar çıkarıp kimsenin huzurunu bozamaz. İşletme burası, çocuk parkı değil!”

Savaş’ın böyle sert ve kaba konuşması beni hem kızdırmış hem de kırmıştı. Savaş’ı tanıdığım kadarıyla hiç kötü birisi değil ona rağmen nasıl bu kadar karanlık bakabilir diye düşünüyordum ama şimdi, bu karanlık bakışların tam da Savaş’ı yansıttığını biliyordum. Ona kırgınlıkla baktım ve fısıldadım. “Kavgayla alakam yok benim. Ben Melisa’yı arıyordum sadece.”

“Evet benim arkadaşlarım kavga etti ve eşyaları içeride kaldı. Onları vermemiz gerekiyor,” dedi Melisa. Savaş birkaç saniye sessiz kaldı. “Olayı içeriye taşımama şartıyla girebilirsiniz. Erkekleri içeriye almayın.”

Son cümleyi korumalara söylemişti ve sonrasında bir şey demeden içeriye girmişti. Onun ardından ben de içeriye girdim ve Cansu’nun yanına gittim. Cansu bıkkınlıkla etrafa bakıyordu. Yanına koşup kolunu yakaladım. “Furkanlar bir grup çocukla kavga ettiler dışarıda. Polisler geldi ve ambulans çağırdılar. Eşyaları toplayıp gitmemiz lazım.”

Cansu’nun gözleri korkuyla faltaşı gibi açılırken ben eşyaları toplamaya başladım. O da kendine gelince bana yardım etti. Masada hiçbir şeyin kalmadığından emin olduktan sonra mekandan çıktık. Melisalar’ın yanına koştuk. Mert yerde yatıyordu ve inliyordu. Furkan ve Eren ise ağlıyorlardı. Cansu, Furkan’ın omzunu sıvazladı.

Ambulans da gelmişti. Paramedikler Mert ile ilgilenirken Eren daha çok ağlamaya ve bağırmaya başladı. “Kardeşim! Hayır! Olamaz! Hayır!”

Paramedikleri takip edip bağıra çağıra ambulansa girmeye çalışırken utandığımı hissetmiştim. Görevlilere de zorluk çıkarmıştı ve onları sinirlendirmişti.

“İner misin? İşimi yapamıyorum ya yeter!” Görevli çıldırırken polisler Eren’i uzaklaştırdı. “Sakin ol, git.”

Mert ambulanstan indiğinde herkes onun etrafında toplanmıştı. Ağır yaralanmamıştı ve çok iyiydi. Ortalık da sakinleşmişti. Hepsinin de yüzü kanlar içindeydi ama ciddi bir durum yoktu çok şükür.

“Kızlar gerçekten kusura bakmayın, olanlar için,” dedi Furkan. Eren, Mert’i yürütmeye çalışıyordu. Cansu Furkan’a yaklaştı. “Siz niye kavga ettiniz ki?”

“Bunlardan biri bize bir şey söyledi, biz de anlamadık. Sonra uzaktan bakmaya devam edince terasa çağırdık. Sonra ‘Hayırdır terasa çıkarmalar’ falan derken kavga çıktı. Ümit saldırdı ilk.” Berkan’ın anlattıklarına karşılık göz devirdim. Ben hayatımda hiç bu kadar saçma bir hikaye dinlememiştim. Maalesef, ne kadar sinirli olsam da Savaş haklıydı. Aptal serseri çocukların tekiydi bunlar. Ortada hiçbir şey yokken saldırmak da nedir? Karşılığında dayağını yiyip oturursun işte. Üstelik Savaş beni onlar yüzünden bela mıknatısı ve itici olarak görüyordu.

“Ümit zaten buraya gelirken söylemişti ‘Bugün birisinin kafasında şişe kıracağım,’ diye,” dedi gülerek Berkan. Ona tiksinerek baktım. Aptal ergenler. Hiç üzülmüyordum çünkü bir insan yaşının olgunluğuna sahip olmalıydı. Furkan Mert’in kolunu kendi omzuna attı ve Eren’in onu yürütmesine yardım etti. “Kızlar çok memnun olduk. Size ayıp olmazsa, biz gidelim artık.”

Ben bir şey demeden kafamı salladım. Cansu da veda etmek için yanına gitti. “Haber ver olur mu Furkan?”

“Tamam, siz de dikkat edin. Tekrar görüşebiliriz umarım,” dedi Furkan tebessüm ederek. Birbirlerine sarılırlarken çok tatlı olduklarını fark etmiştim. Melisa da onlarla vedalaşıp yanımıza geldi. “Şimdi ne yapacağız?”

“İçeriye girelim. Kavgayı da kendileri çıkarmış zaten, ettiklerini buldular. Bu gece senin için buradayız ve hiçbir şeyin bunu bozmasına izin vermeyeceğiz,” dedim gülümseyerek. O da tebessüm etti ve tekrardan içeriye geçtik. Savaş ‘Olayı içeriye taşımama kaydıyla girebilirsiniz,’ dediğinden koruma sesini çıkarmamıştı.

Eski masamıza geçtiğimizde Melisa, Cansu ve benim kolumu dürttü. “Bakın Ertan tam karşımızda! Yanındaki kız kim ya?”

İşaret ettiği yere baktığımda esmer bir çocuğu sarışın bir kızla dans ederken görmüştüm. İzmir’deki erkeklerle flört olmamaları gerektiğini kaç kere söylemem gerekiyordu acaba? “Kızlar beni izleyin.”

Melisa hemen telefonunu çıkarıp bir şeyler yazmaya başladı. Ertan anında mesajına dönmüştü. Arkadaşımla mekana geldik.

Melisa gözlerini yumdu ve derin bir nefes verdi. “Çok şükür, arkadaşıymış.”

Ona inanmazca baktım. Beni dinlemeyeceğini biliyordum. Belki de yaşayarak görmeliydi ama yine de zamanını kaybetmesini istemezdim. Kim en güzel yaşlarını, bir daha gelmeyecek anlarını bir erkek için mahvetmek isterdi ki?

“Aa Cem değil mi o?” Melisa’nın sesiyle korkarak işaret ettiği yere baktım. Melisa tüm mekandakileri tanıyordu, sanırım. Umarım masaya birini getirmezdi, yine.

“Cem! Gel gel!” Gözlerimi devirdim. Melisa bu gece masamızı geneleve çevirmeye yemin mi etmişti? Huzursuzluk ve öfkeyle dolarken acaba gitsem mi diye düşünüyordum.

Cem masamıza geldiğinde Melisa bizi onunla tanıştırdı. Soğuk bir şekilde hafif tebessüm ederek kafamı salladım. Bugün başkaları yüzünden zaten eğlencem mahvolmuştu, bunun tekrarlanmasını istemiyordum. O yüzden onlardan bağımsız eğlenecektim.

Hareketli müzikler çalmaya başlarken kıvırarak dans eden ve twerk atan Cem’i görünce bir kahkaha attım. Melisa da ona eşlik ederken, Cansu da gülerek izliyordu. Gay gibi daha doğrusu kadınsı şekilde dans ettiği için başka masalardaki insanlar da bize dönmüş, Cem’i gülerek izliyorlardı.

Melisa, Cansu ve beni kendisine yaklaştırdı. “Şuradaki kısa kız var ya benim eski ev arkadaşımdı. Sevgilisini getiriyordu sürekli eve ve ben kondom bulmuştum.” Gösterdiği kıza baktığımda bir çocukla dans ettiğini görmüştüm. “Bu Seda, öyle bir orospu ki size anlatamam. Buğra da en adi piçtir, tam tencere-kapak bunlar. Bir gün şu kızı öyle bir parçalayacağım ki geberteceğim kaşarı.”

Onları incelediğimde, hiç de Melisa’nın bahsettiği gibi tipler olmadığını düşünmüştüm. Buğra, gayet efendi bir erkeğe benziyordu. Seda da gayet masum bir kıza benziyordu. Ama ne yazık ki insanlar maskeler takabiliyordu. Hiç beklenmeyecek insanlardan, en büyük kötülükler çıkabiliyordu. Kötü görünen insanlardan korkmazdım, çünkü ne ise o olduğu görülebiliyordu ama belirsiz insanlardan korkardım. Net olmayan, bilinmez insanlar korkutucuydu, onlardan ne çıkacağı belli olmazdı.

“Belli zaten kızın ne kadar sinsi olduğu,” diyen Cansu’ya baktım. Bence sinsi olduğu belli falan olmuyordu. Bir yorum yapmadan onlardan uzaklaştım ve kendimi çalan hareketli müziğin ritmine bıraktım. Kimin ne yaptığıyla ilgilenmiyordum. Buraya kız kıza eğlenmeye gelmiştik ve nedense gündem biz hariç başkaları oluyordu.

Okuldakilerle takılmak böyle bir şeydi. Aktivite anlayışları, başkalarını konuşmaktı. Ben, kendime odaklanmayı tercih ediyordum. Yapabilecek şeyleri konuşmak varken başkalarını ne yapacaktım ki?

Gözlerim merdivenden inen Savaş’ı bulduğunda onun gözleri de beni bulmuştu. Tepkisizce pipeti ağzıma götürüp, sodamdan bir yudum aldım. Bakışlarını üzerimden çekmemişti. Basamakları bitirdiğinde yanındakiler gülerek bir şeyler söylediler. Kafasını sallayıp o da gülümsedi ve bir şeyler söyledi onlara. Takım elbiseli adam onunla tokalaştı ve mekandan ayrıldı. Kalanları da bizim karşı masamıza geçtiler. Savaş da onlarla beraber masaya geçti.

Bölüm : 10.01.2025 23:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...