12. Bölüm

10. BÖLÜM ŞİZOFREN PART 4

E
redelf

“Bu daha hızlı gitmiyor mu ya Güneş yere yapışsın!” Cansu’nun sesiyle onlara dönüp güldüm. “Sakın!”

“Bize mi güldün sen? Senin saçını tekerleğe dolarım.” Melisa’nın şaka adı altındaki nefret söylemlerine karşılık göz devirmemek için kendimi tuttum. Sadece kendisine komik geldiğinin farkında mıydı acaba? Ya da onu umursamadığımın?

Korkarak binsem de bisiklet çok hızlanmadığı için düşme riskim olmamıştı. Yani onların planı suya düşmüştü hatta onlar pedalı zar zor çevirip yorulurken ben oturduğum yerde, geziyordum. Karşımızdan gelen üçlü bisiklete baktığımda, pedalı çeviren kadın bana gülümsedi. “En güzel yere oturmuşsun.”

Söylediğine karşılık güldüğümde kızların bana ters bakışlar attığını fark etmemle gülümsemem soldu. Yeni bir arkadaşlık için güvenmemelerini anlayabilirdim ama bu düşmanca tavırlar artık bende soru işareti oluşturuyordu.

“Hadi in, park edelim,” diyen Cansu’ya tepki vermeyip bisikletten indim ve onları beklemeye başladım. Bisiklet gezintisi iyi gelmişti. Kızların boş şakalarını saymazsak tabi. İçimde, onlara karşı bir huzursuzluk vardı. Ya bana karşı kötü niyetleri vardı ya da sevgi göstermeyi bilmiyorlardı.

Gözaltı kafeye doğru yürümeye başladığımızda yol boyunca Melisa’nın flörtü Ertan’dan bahsetmesine katlanmıştım. Bu, itici bulduğum bir şeydi. Ben sürekli Rüzgar’dan bahsetmiyordum nasılsa. Çünkü onları boğacağını biliyordum. Kim oturup, umurunda olmayan bir erkeği dinlemek isterdi ki? Üstelik İzmir’deki erkeklere pek güvenilmezdi ama bunu kızlara anlatamıyordum.

Kafeye geçtiğimizde tüm çalışanların değişmiş olduğunu görünce şaşırmıştım. Bunu diğerleri de fark etmişti. Cansu oradaki masalarla ilgilenen genç adamın yanına gitti. “Volkan abi yok mu?”

“Haberiniz yok mu? Babası vefat etti. Hani hep şu köşedeki koltukta oturan yaşlı bir amca vardı ya o,” dediğinde hepimiz şaşırmıştık. O yaşlı adamı görmüştük ve adam çok iyiydi, hiçbir şeyi yoktu. Bir anda nasıl gidebilirdi böyle?

“Başınız sağ olsun,” diye mırıldanıp bir masaya geçtim. O kadar ani gelen ve beklenmedik bir ölümdü ki. Sahiden üzülmüştüm. Kızlar da yanıma oturunca aramızda bir süre sessizlik oldu.

“Ben de ölmekten korkuyorum. Bu ameliyattan sonra ne olacak bilmiyorum.” Melisa’nın söyledikleriyle, Cansu da ben de ona döndük hızlıca. Sertçe yutkundum. “Saçmalama Melisa. Kötüyü düşünüp kötüyü çekme sakın.”

“Hiçbir şey olmayacak. İyi bir şekilde döneceksin,” dedi Cansu. Melisa’nın gerçekten bu kadar güçlü ve yaşamayı seven bir kız olduğunu tahmin edemezdim. O, kanser olduğunu söylemeseydi aklımın ucundan bile geçmezdi onun kanser olduğu.

“Bugün o kadar çok eğlenelim ki bir daha böyle bir günümün olmama ihtimalini unutmayalım lütfen. İki erkek arkadaşım da gelecek bana veda etmek için. Sizin için bir sorun olur mu?” Kafamı olumsuz anlamda salladım. “Senin için gidiyoruz tabi ki de arkadaşların gelebilir sadece benimle muhattap olmasınlar çünkü Rüzgar çok kıskanç biliyorsun.”

Gerçi Rüzgar’ın artık aradığı sorduğu yoktu. Ayrıldık da benim mi haberim yoktu acaba?Melisa, söylediklerime karşılık kafasını sallamıştı. Ben de saati kontrol ettim. Gitmek için hala erken bir zamandı ve biraz daha oyalanmamız gerekecekti.

Girişte bize vefat haberini veren ağabey yanımıza geldi. “Kızlar acil eleman aranıyor da çevrenizde çalışmak isteyen, iş arayan var mı?”

Kızlar kafalarını olumsuz anlamda sallarken ben öne atıldım. “Aslında ben çalışmak istiyorum.”

Bana anlamazca bakıyorlardı. Burayı çok sevmiştim ve çalışmayı da istiyordum. Kendi ayaklarımın üzerinde durabilirdim. Hayatta bunu herkesin öğrenmesi gerekiyordu. Adam bana kuşkuyla baktı. “Çalışabilir misin?”

“Tabi ki ne zaman isterseniz başlayabilirim,” dediğimde kafasını sallayarak telefonunu çıkardı ve birisini aradı. Çok geçmeden telefonu cevaplanmıştı. “Volkan ağabey, eleman buldum ben. Buraya gelen öğrencilerden.”

Kısa bir süre karşı tarafı dinleyip bana döndü. “Rizeli olan mı diye soruyor.”

Kafamı olumlu anlamda salladım. “Evet ağabey, tamam mıdır senin için?” Veda edip telefonu kapattıktan sonra ona baktım. “Ne dedi?”

“Yarın sabah 07.00’da başlıyorsun.” Gülümseyerek kafamı salladım. Bu kafenin bambaşka bir atmosferi vardı. Burada mutlu bir şekilde çalışacağıma emindim. Okuldan sonra eve gitmek istemiyordum. Kızlarla takılmak da bana çok iyi gelmiyordu. Buluşmalarımız, keyiften çok zamanımın boşa gittiğini hissettiriyordu. Ders-okul-iş yapmak benim için güzel bir düzen olacaktı.

Kafeden ayrılıp Kale’ye geldiğimizde girişte arama yaptıklarını görmemle kızları durdurdum. “Bendeki emanetleri saklamamız lazım.”

Seri bir şekilde, şok cihazını göğüslerimin arasına sıkıştırdım. Melisa da biber gazını, Cansu da çakımı göğüslerinin arasına sıkıştırdı ve içeriye girdik. Arama sırasında fark ederler diye tedirgin olsam da neyse ki hiçbir şey olmamıştı.

İçeriye geçtiğimizde mekanda müthiş bir rock parçanın yankılandığını işitmiştim. Sahnede çalan gruba gülümseyerek baktım. Biraz imrenmiş olabilirdim, birazcık. Güzel sanatlar okusam da sesime güvensem de sahne korkum vardı ve bunu aşamıyordum. Sahneye ait olduğumu, sahnenin evim olduğunu söyleyebilirdim ama hiç çıkmamıştım. Çıkmayı da istemiyordum. Bu, bir travmanın eseriydi.

İlkokulda olduğumu hatırlıyordum. Lavabodan zilin sesi duyulmuyordu ve tenefüste çok fazla sıra oluyordu. Çok beklemiştim, işimi halletmek için sonrasında da derse geçmiştim ama geç kalmıştım. Benim gibi geç kalan başka öğrenciler de vardı. Haberimiz bile yoktu dersin başladığından. Ne telefon vardı ne de saat... Zil ise duyulmuyordu. Biz derse geç girince hoca çok sinirlenmişti ve geç kalanları tahtaya kaldırmıştı. Beni fark etmemişti. İçimden buna şükrederken sınıf arkadaşlarım bağırmışlardı. “Hocam Güneş de geç gelenlerden!”

“Geç tahtaya!” Hocanın bana bağırmasıyla boynum büküp şekilde tahtaya geçtim. Kafamı utanç ve korkudan kaldıramıyordum. Sırayla hepimizi tahtada dövdüğünde hayatımda ilk defa gözler önünde bir his tatmıştım. Utanç... Kalabalık gözlerin önüne çıkmanın bende uyandırdığı his utanç, değersizlik ve yetersizlikti. Bu yüzden bir daha hiç gözler önüne çıkmaya cesaret edememiştim. Rüzgar, benim utangaç ve çekingen olmamı çok tatlı buluyordu ve seviyordu ama ben bundan nefret ediyordum. İlkokul hocamdan da öyle. Ailemin ona karşılık vermemesinden de öyle. Bu olay yüzünden değersiz ve sıradan biri olduğumu öğrenmiştim. Oysa küçükken, önemli biri olduğuma çok inanmıştım ve aksini öğrenmem, özellikle de bu şekilde öğrenmem beni mahvetmişti.

“İşte buradalar!” Melisa’nın sesiyle kendime geldim. Düşüncelere dalmışken yumruğumu sıktığımı fark etmemiştim. Masamıza bizim yaşlarımızda iki genç adam gelmişti. Berkan ve Ümit kendini tanıtırken yapmacık bir tebessüm ettim. Tokalaşmak istediklerinde ben geri çekilirken Melisa öne atıldı. “Onun çok kıskanç bir sevgilisi var da o erkeklerle tokalaşmıyor.”

Onlar aralarında sohbet ederken ben de kendi halimde dans ediyordum. Sahne çok büyüleyici görünüyordu. Ve evime uzaktan bakmak, beni hüzünlendiriyordu. Orada olmayı ve tam benim tarzım olan rock parçaları söylemeyi istiyordum. Konservatuvarı kazanacak yeteneğim vardı. Hatta elektro gitar da çalabiliyordum, dokuz yaşımdan beridir. Kendi şarkılarımı sarı bir elektro gitar alıp söylemek istiyordum. Gitar kursuna gittiğim zamanlarda kendi şarkılarımı da yazıyordum ve söylerken hep şarkılarımı farklı seslere bölmeyi hayal ediyordum. Erkek seslerini çok beğeniyordum. Benim şarkılarıma bas erkek sesinin, bariton erkek sesinin ve tenor erkek sesinin eşlik etmesini çok istiyordum. Benim sesim mezosoprano olduğu için ek kadın sesine ihtiyaç yoktu benim şarkılarım için. Ve DÖRT isimli, benden ve üç erkekten oluşan bir müzik grubu kurmayı hayal ediyordum hep küçükken. Bu küçüklük hayalimi bir kız arkadaşıma anlatmıştım eskinden. Bu üç kişiyi bulup hayalimin grubunu kurmak istediğimi söylemiştim.

“Küçükken hayalini kurduğun bu üç kişiyi bulacağını mı düşündün Güneş?” Kıza karşılık heyecanla başımı aşağı yukarı salladım. “Peki Güneş hiç şizofren olabileceğini düşündün mü?”

Bu tepki, kalbimi fazlasıyla kırmıştı ve gidip Rüzgar’a anlatmıştım. “Güzelim benim insanlar böyledir, saçmalık bu hayatta olmaz derler, konuşurlar. Ve sen yapınca da işte yapacağını hep biliyordum derler,” gibi bir tepki beklerken onun bana söylediği şey kanımı dondurmuştu. “Peki Güneş hiç o kızın haklı olabileceğini düşündün mü?”

Hayalimi istediğim için beni şizofren yapmıştı. Bir şizofren...

İçine daldığım düşünceler yüzünden tadım iyice kaçarken kendimi toparlamaya çalıştım. Buraya bugün kazandığım bir zaferi kutlamaya ve kanser arkadaşıma veda etmeye gelmiştim. Bir şizofren beni balkondan atmaya çalışmıştı ve ben kurtulmuştum. Bugün en çok benim mutlu olmam gerekirken ben gereksiz kuruntular yapıyordum. Derin bir nefes aldım ve gülümsedim. Her zaman gülümseyecektim ve gülümsemem her zaman bana zaferler getirecekti.

“Ay inanmıyorum! Bunların burada ne işi var? Mert!” Melisa yanımda ciyaklarken yüzümü buruşturdum ve seslendiği yöne baktım. Üç erkek de bize doğru geliyordu. Melisa’nın masamıza beş erkek getirmesi beni çok rahatsız etmişti ama sesimi çıkaramıyordum. Çünkü belki son günleri olabilirdi. Mert, Furkan ve Eren’i bizimle tanıştırırken mesafeli davranmaya özen gösterdim. Melisa lütfen artık kimseyi getirme masaya. Beş erkek, üç kızdık ve ben kendimi çok rahatsız hissediyordum. Rüzgar kıyameti koparacaktı.

Onlar alkol sipariş ederken ben tekrardan soda istedim. “Sen neden alkol içmiyorsun?”

Eren beni incelerken soğuk bir şekilde sorusunu cevapladım. “Dışarıda alkol almıyorum.”

Hareketli şarkıların açılmaya başlanmasıyla Cansu ve ben dans etmeye başladık. Melisa da bize katılmıştı. Cansu kulağıma eğildi. “Furkan’ı aşırı beğendim. Terasa sigara içmeye çıkalım mı belki o da bizimle gelir?”

Kafamı sallayarak onu onayladım ve montumu giydim. O da Furkan’a eğilip bir şeyler söylediğinde Furkan da kafasını salladı. Üçümüz terasa giderken Cansu ve Furkan’ı düşünüp gülümsedim. Bir bahane bulup onları yalnız bırakacaktım.

Onlar sigara yakarken ben de bir tane yaktım. Çok nadiren içerdim. Güzel bir ortam, atmosfer ve müzik varken tek tük yakmayı seviyordum. O ikisi sohbet ederlerken olabildiğince muhabbetin dışında kalmaya çalıştım. Cansu bana göre Furkan için fazla güzeldi ama onu beğendiyse desteklerdim. Tabi ki Furkan’ın onu üzmesine izin vermezdim. Biz, Furkan’ın tıp okumasına, Furkan da bizim konservatuvar okumamıza şaşırmıştı.

“Benim alanım elektro gitar, Cansu’nun da akustik gitar bu arada,” dedim ve elimdeki sigarayı söndürdüm. Topu atmıştım, Furkan zeki bir çocuksa buradan yürüyebilirdi. “Çok üşüdüm de içeriye geçiyorum izninizle.”

Onları baş başa bırakıp bizimkilerin yanına döndüm ve etrafı incelemeye başladım. Buraya ilk geldiğimizde kızlar şehrin sahiplerinin hep buraya geldiğini söylemişti. Hatta Savaş’ı da burada görmüşlerdi. Burası onlar için ne ifade ediyordu merak ediyordum. Ve neden burada parti düzenlediklerini... Eğer firmaların bir etkinliğiyse kesinlikle bunun bir parçası olmak istemiyordum. Hiç durmaksızın zehirli gaz salıyorlardı bu şehre. İnsan canının hiç önemi yok muydu? İnsanları zehirleyip bir de bunu kutluyor olamazlardı herhalde.

Cansu ve Furkan yanımıza gelirken bu sefer diğerleri çıkmıştı terasa. İkisinin bir tık daha samimi olması yüzümde şerefsizce bir gülümseme oluşmasını sağlamıştı. Cansu ile göz göze gelince ona “Yolundasın.” bakışı attım. O da şeytani bir gülümsemeyle karşılık vermişti.

Onlar sohbet edip dans etmeye devam ederken telefonumu kontrol ettim. Evet, Rüzgar’dan hala ses seda yoktu. Telefonumu cebime koyarken Savaş ve birkaç adamın gülüşerek bir şeyler konuştuklarını görmüştüm. Kale’nin onlar için önemini daha fazla merak etmeye başlamıştım. Başlarda şehrin sahibi olma olayını ergence bulup ciddiye almasam da Savaş’ı tanıyınca gerçekten bu işi ciddiye aldığını ve bu işe en uygun kişi olduğuna şahit olmuştum. Ama yanındaki adamların olayını merak ediyordum. İçimden bir ses her şeyin göründüğü kadar kusursuz olmadığını söylüyordu. Ve ben bunu kurcalamayacaktım, başıma bela almayacaktım.

Dakikalar sonra Melisa yanımıza geldi ve Furkan’ın kulağına eğilip bir şeyler söyledi. Yüz ifadesi oldukça telaşlıydı. O ikisi masadan ayrılırken Cansu’ya sorarcasına baktım. O da “Bilmem,” dercesine omuz silkti. O ikisi uzaklaşınca Cansu bana yaklaştı.

“Numaralaştık biliyor musun?” dediğinde heyecanla ciyakladım. “Ne? Ciddi misin?”

O da sevinçle kafasını sallarken gülerek ona sarıldım. “E süper bu! Gerçi senden güzelini mi bulacak?”

Sevinçle kıkırdarken Savaş ile göz göze gelince gülümsemem soldu. Beni fark etmesini beklemiyordum. İfadesiz bir şekilde bakışlarını benden çekti ve elini yanındaki kızın beline attı. O ikisi terasa doğru ilerlerken Cansu da onlara baktı ve bana döndü. “Ay ben kafamda kurmuşum resmen. Savaş’ın sevgilisi varmış.”

Bir şey demeden gülümsedim. Bugün herkes yolundaydı. Savaş da öyle. Hala Melisalar’ın gelmediğini fark edince kaşlarımı çatarak Cansu’ya döndüm. “Neredeler bunlar?”

“Ben bir bakıp geleyim,” dedi ve terasa doğru yürümeye başladı. İçimde kötü bir his vardı. Kesinlikle bir şeyler yolunda değildi. Biliyordum. Üstelik Savaş’ı da görmüştüm. Savaş’ı görmek kesinlikle belanın habercisiydi.

Bölüm : 10.01.2025 22:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...