“Geçmişin gölgeleri ne kadar derinse, aydınlatmak için cesaretimiz o kadar büyük olmalı.”
Bintuğ Liva’nın Anlatımıyla;
Çadırın yanındaki kahverengi masa, gün batımının turuncuya çalan ışığıyla yıkanmıştı. Hafif esen rüzgar, masanın kenarındaki plastik örtüyü arada bir kaldırıyor, uzaklardan gelen bir hastane telsizinin cızırtısıyla birleşip sessizliğe dokunuyordu. Masanın başında Aydemir, dirseklerini dayamış, gözlerini yere dikmişti. Duru, elinde iki bardak çayla yanlarına yaklaşırken göz ucuyla ikimize birden baktı. Ben, cebimdeki zarfı elimle yokladım yine. Gün boyu oradaydı. Ağırdı. Kelimenin tam anlamıyla ağır. Üstünde sadece tek bir kelime: "Liva". “Ver artık şu zarfı, biriniz bayılacak yoksa,” dedi Duru, bardakları masaya bırakırken. Gülümsedi ama gözleri endişeliydi. Aydemir iç çekti. “Verme. Ya da ver, bilmiyorum. Bazen bilmek daha fazla acıtır insanı.”
Ona döndüm. “Ama bu senin hakkın. Senin ve Mihre’nin. Nejat Kandemir hakkında gerçekleri bilmelisiniz.” Aydemir, Duru’ya baktı, sonra bana. “Nejat Kandemir… baba. Kelimenin bile boğazıma oturduğu anlar oldu. Hepimizin hayatını bir şekilde yönlendiren adam. Ama kendini görünmez ilan etmiş biri.” Duru sessiz kaldı, sadece başını eğdi. Onun için de Nejat’ın adı artık sıradan bir unvan değil, karmaşık bir düğümdü. Zarfı yavaşça çıkardım. “Aydemir, Mihre'nin babası olduğunu bilmek bir şey. Ama senin de baban olduğunu bilmek… O başka bir şey. Bu zarf, sana yazılan bir şey değil sadece. Size.” “Okuyalım artık,” dedi Aydemir, sesi çatlak ama kararlı. Zarfı açtım, içinden katlanmış bir mektup ve birkaç belge çıktı. Mektubu açtım, sesli okumaya başladım.
Zarfı açtığımda çıkan ilk mektubu okumuştum. Sessizlik, üçümüzün üzerine ağır bir battaniye gibi çökmüştü. Ama mektubun arkasına sıkıştırılmış bir kâğıt daha vardı. Kat yerlerinden sararmaya başlamış, eski bir resmi evrak gibiydi. Gözlerim satırları taradı. Aydemir’in bakışları üzerime sabitlenmişti. “Bintuğ?” dedi, sesindeki ton sertleşmişti. “Ne var orada?” Yutkundum. Duru bile elindeki bardağı fark etmeden sımsıkı kavramıştı. “Elimde... bir ölüm raporu var,” dedim. “Ama bu sıradan bir rapor değil. Bu... Nejat Kandemir’in kendi el yazısıyla yazdığı bir itiraf.” Aydemir sandalyeden hafifçe doğruldu. “Ne diyorsun sen?”
Derin bir nefes alıp yüksek sesle okumaya başladım: “İçimde kalan en ağır yük, o geceydi. O dosya... karargâha hiç ulaşmadı. Çünkü dosyanın sahibi, o belgeleri sızdırmak isteyen kişi... Yaşamasına izin veremezdim. Tehlikeliydi. Hem sistem için, hem sizin için. Onu elimle susturdum. Kod adı: Şahin. Gerçek adı gizli kalmalı. Ama o gece, ellerimde öldü. Mihre bunu öğrenmemeli. Aydemir, belki bir gün sen... belki anlarsın.” Duru ağzını kapattı. “O... birini öldürmüş...” Aydemir’in yüzü buz gibi oldu. “Şahin... Bu isim kulağıma yabancı değil. Yıllar önce görevde duyduğum bir koddu bu. Ama babam... bizim için mi yaptı bunu, yoksa kendi sırrını mı korumak istedi?” Ben başımı eğdim. “Bilmiyorum. Ama o zarf bu sırrı sana bırakmış. Demek ki zamanı gelmişti.”
Aydemir gözlerini kapadı, uzun bir süre konuşmadı. Sonra başını yavaşça kaldırdı, sesi titriyordu: “Bu sır bizim omuzumuza yük. Ama Mihre bunu öğrenmemeli. Onun kalbi... kırılmasın.” Duru da başını salladı. “Sadece biz bilelim. En azından şimdilik.” Masaya zarfı geri koydum. Akşam serinliği üzerimize çökerken, karanlık artık sadece gökyüzünde değil, içimizde de geziniyordu. Zarfı masaya geri bıraktıktan sonra içimdeki rahatsızlık daha da büyümüştü. Nejat’ın satırları beynimde çınlıyordu: “Kod adı: Şahin.” Böyle bir şey sadece geçmişin değil, geleceğin de iplerini değiştirebilirdi. Aydemir’e döndüm. “Ben hemen birini aramam lazım.”
Cebimden şifreli telsizi çıkardım, düğmesine bastım. “Caner, müsait misin?” Birkaç saniye sonra cızırtının içinden tanıdık sesi geldi. “Buradayım komutanım, dinliyorum.” “Bana hemen eski kayıtları aç. Kod adı ‘Şahin’ olan tüm personel, tüm dosyalar. Gizli görevlerde kullanılmış tüm kodları tarat. Ve özellikle son on yıl içindeki iç soruşturma kayıtlarını. En acil protokolde.” Caner, sesi ciddileşmişti. “Anlaşıldı. On dakika verin. Geri dönüş yapacağım.” Telsizi kapattım. Aydemir’le göz göze geldik. “Böyle bir şeyi sadece Caner’e sorabilirim. O her şeyi bulur. Ve hiçbir şeyi sormaz.”
Duru başını kaldırdı. “Sence bu Şahin... hâlâ hayatta mıydı o sırada? Yoksa babası gerçekten öldürdü mü?” “Nejat Kandemir’in yazdığına göre elleriyle yaptı,” dedim kısık sesle. “Ama ‘öldü’ demekle ‘yok ettim’ demek arasında fark var. Gerçek ne, onu göreceğiz.” Tam on dakika sonra, telsiz tekrar cızırdadı. Caner’in sesi geldi. “Komutanım, Şahin kod adıyla eşleşen tek kişi var. Eski bir iç istihbarat görevlisi. Adı gizli kalmış ama ben ulaşabildim. Tam adı: Halil Şahinoğlu. Kıdemli teğmenlikten sonra görev dışı bırakılmış. Sızma teşebbüsü. Beş yıl önce görevden ‘disiplin cezası’ ile alınmış, ancak dosya gizli kalmış. Belgeler elinizde olsun diye merkezin sunucusundan çektim. Şu an size doğru yolda.”
İki dakika sonra koşarak gelen bir erin elinde kapalı dosya vardı. Elime alıp kapağını açtım. Tozlu ve yıpranmış sayfalarda Şahin'in tüm hayatı önümüze serilmişti: sahte kimlikler, gizli görüşmeler, bir kez Romanya'da yakalanıp geri gönderildiğine dair bilgi, ve en sonunda Nejat Kandemir’in el yazısıyla yazılmış bir iç not: "Şahinoğlu dosyasını ben kapattım. Sadece bir isim kaldı geriye. O da benimle gömülecek." “Hayır,” dedim fısıltıyla. “Seninle gömülmeyecek Nejat. Artık açıldı.” Aydemir sessizce yanıma geldi. “Bunu Mihre’ye nasıl söyleyeceğiz?” “Söylemeyeceğiz,” dedim. “Şimdilik değil. Ama öğrenmemiz gereken çok şey var. Babamız... başka bir adam olabilir.”
Dosyayı masanın üzerine yaydık. Duru sessizce yanımıza yaklaştı, bakışları kâğıtlarda geziniyordu. “Bu adam… Şahin… tehlikeli biriymiş,” dedi Aydemir, dosyadan bir sayfayı kaldırırken. “Kendine ait üç sahte pasaport, dört farklı ülkeye giriş çıkış, iki tanesi özel görev tanımı dışında. Sızmış… içeriden bilgi çalmış.” Ben sayfaların kenarını parmaklarımla düzelttim. “Ve tüm bunların üstü babanız tarafından örtülmüş. Yani Nejat Kandemir sadece bir doktor değilmiş. Aynı zamanda bir yargıç gibi davranmış. Hesap soran yok, açıklama yapan da…” Aydemir bir an sustu, sonra gözlerini bana çevirdi. “Bintuğ, bu belgeleri arşivlemek lazım. Hem yazılı olarak hem de dijital. Bunlar bir gün lazım olacak.” Başımı salladım. “Duru, bize boş A4 ve birkaç kalem getirebilir misin?” Duru hemen yanıt verdi, “Hemen getiriyorum.” Çadırın içine hızlıca ilerledi. Ben Aydemir’e döndüm. “Çevrede bilgisayara hâkim biri var mı? Güvenilir ve hızlı biri.”
Aydemir başını kaldırıp etrafı süzdü. “Benim burada tanıdığım Yasin var. Yazılım bilgisi iyi. Komuta merkezine veri şifrelemeyi de o yapıyor.” Duru, iki kalem ve temiz A4 kâğıtlarla döndü. Masanın üzerine bıraktı. “İsterseniz birer dosya yapayım, her bölüm başlığı için ayrı kâğıt hazırlayalım.” “Harika olur,” dedim gülümseyerek. “Başlık: Kod Adı Şahin – Gerçek Kimlik.” O sırada Aydemir telsizine uzandı. “Yasin, müsait misin?”
“Buradayım yüzbaşım,” diye cevap geldi kısa bir süre sonra. “Çadırın yanındaki kahverengi masaya gel. Önemli bir dijital işlem yapacağız.” Dakikalar içinde Yasin geldi. Elinde küçük taşınabilir bilgisayarıyla sessizce masaya yaklaştı. “Bu belgeleri tarayıp, ayrı klasörler hâlinde şifrelememiz lazım. Gerekirse merkeze yedekle ama bizim iznimiz olmadan kimse ulaşmasın.” Yasin başını salladı. “Anlaşıldı. Şifreli sistem üzerinden kendi dizinime alacağım. Hiç kimseye görünmeyecek.”
Duru, Aydemir ve ben A4’lere başlıklar, kronolojik sıralar, kodlar yazarken Yasin de belgeleri sırayla tarıyordu. Çadırın dışındaki sessizlik, masadaki kağıt hışırtısı ve Yasin’in tuşlara hızlı basış sesleriyle bütünleşmişti. Aydemir, dosyalardan bir tanesini işaret etti. “Bak, şu burada… ‘Tespit Edilen Son Görüşme: Kancalar Kamp Alanı – Şubat 2019.’ Nejat’ın Şahin’le son görüştüğü yer burasıymış.” “Yani bu karargâh…” dedim usulca. Aydemir’in bakışları karardı. “Bu topraklarda gömülü daha çok sır var, Bintuğ. Ve biz sadece bir tanesini açtık.”
Yasin son belgeyi tararken duraksadı. Ekrana yaklaştı, birkaç kez tıkladı. Bizim sessizliğimizin içine düşen o tek cümle, içime bir buz kütlesi gibi saplandı: “Komutanım… bu belge diğerlerinden farklı. Altına gizli bir klasör gömülmüş.” Aydemir anında yanına geldi. “Nasıl yani?” “Normal taramayı yaparken görünmüyordu. Ama dosyanın içinde steganografi yöntemiyle bir veri saklanmış. Eski tip ama etkili bir yöntem… Şifreli bir görsel içeriyor.” “Çözebilir misin?” diye sordum. Yasin’in elleri klavyede hızla hareket etti. “Deneyeceğim. Ama güvenlik katmanı var, biraz zaman alabilir.”
Dakikalar ağır geçiyordu. Duru, masadaki kâğıtları düzenlemeye devam ederken göz ucuyla Yasin’in ekranını takip ediyordu. Aydemir’le ben sessiz, ama birbirimize giderek daha gergin bakıyorduk. Sonunda Yasin başını kaldırdı. “Açılıyor.” Ve o an… Ekrana düşen görüntü, hepimizin yüreğini sıkıştırdı. Eski bir kareydi. Gece çekilmiş, siyah-beyaz termal kamerayla kayda alınmış gibiydi. Üç kişi görünüyordu. Ortada bir adam, yerde diz çökmüş, elleri arkadan bağlı. İki yanında silahlı adamlar. Yüzler net değildi ama üniformalar tanıdıktı. “Dur,” dedim. “Yakınlaştır.” Yasin görüntüyü büyüttü. Aydemir’in sesi boğuk çıktı. “Sol taraftaki... o...babam mı?”
Yüz hatları tam seçilmese de duruş, omuz yapısı, başının eğilişi… hepsi babasını andırıyordu. Yasin devam etti. “Veride tarih bilgisi var. 2019, Şubat ayı. Aynı tarih… aynı kamp alanı.” Duru fısıldadı. “O halde... Şahin gerçekten burada infaz edildi.” Hayır. İçimde bir şey hâlâ haykırıyordu. Gözümü kırpmadan ortadaki diz çökmüş adama baktım. Üzerindeki montun yırtık cebinden dışarı sarkan bir şey vardı. Bir arma. Hafif bir yansıma. “Büyüt şu köşeyi,” dedim. Yasin yeni bir filtre uyguladı. Görüntü keskinleşti. Montun cebindeki arma... bir okul armasıydı. Tıbbiye. Askeri Tıp Fakültesi. “Bu... bu adam doktor,” dedim neredeyse nefesimi yutarak. “Ve o… bu armanın sahibi… Nejat’tan başkası değil.” Aydemir ellerini başına koydu. “Babam... o gece… bir meslektaşını mı teslim etti? Yoksa... yok mu etti?”
Yasin, hâlâ bilgisayarın başındaydı. Yeni görüntüler yüklenirken sessizlik içimize dolmuştu. Ardından Yasin fısıldadı: “Bir dosya daha açıldı… aynı sistemle şifrelenmiş. Görüntü değil bu kez. Not defteri formatında metin.” “Ne yazıyor?” diye sordum, dizlerimi masanın kenarına dayayarak eğildim. Yasin ekranı bize döndürdü. Başlık dikkatimi hemen çekti:
'İzlenenler Listesi – Nejat Kandemir'in El Yazısı' Aydemir alçak bir sesle okudu: “Görev dışı etkileşim – Tehlikeli bağlantı: Muazzez Erten” Duru kaşlarını çattı. “Bu isim… tanıdık mı gelmeli?” Ben kâğıtlara uzanırken mırıldandım: “Durun… bu isim, Mihre’nin bir keresinde andığı eski bir hocaya benziyor. Üniversite yıllarında annesinin tanıdığı bir kadın. Tıp camiasında adı geçiyordu.” Aydemir devam etti: “İstanbul Askerî Tıp Akademisi mezunu. Psikiyatr. 90’larda kısa süreli istihbarat danışmanlığı yapmış. 2001’de görevden alınıyor. Kaydı silinmiş.” Yasin başka bir pencere açtı. “Şu an yaşıyor. Adı değiştirilmiş. Şu an... Elif Muzaffer adıyla doğuda küçük bir sağlık ocağında görevli görünüyor.”
Aydemir gözlerini kısmıştı. “Yani Nejat… bu kadını bir tehdit olarak görmüş. Ama neden? Ve neden Mihre’ye yakınlaştırmış olabilir?” Ben içimde büyüyen şüpheyi bastıramadım. “Ya Mihre bu kadını masum sanıyorsa? Ya Elif Muzaffer onun hayatına Nejat sayesinde değil, Nejat’tan habersiz girmişse?” Aydemir’in sesi kararlıydı. “Hayır. Nejat Kandemir bir adımı bile rastgele atmaz. Eğer bu kadın geçmişte bir şey biliyorsa… ve şimdi hâlâ hayattaysa… Nejat ya hâlâ onunla iletişimde… ya da onu izliyor.” Duru kâğıtlardan birini eline aldı. Not defterinden kopyaladığımız sayfada tek bir cümle daha dikkat çekiyordu:
"Muazzez ile bağlantı kesilmedi. Elindeki bilgi açığa çıkarsa... Mihre tehlikeye girer." Kelimeler masaya çarpmış gibi sessizliğe gömüldü. Aydemir derin bir nefes aldı. “Yarın o kadına ulaşacağız. Ya gerçekleri söyleyecek... ya da biz bulacağız.” “Şimdi bu da geldi,” dedim, Caner’in bıraktığı son zarfı masaya koyarken. “Şahin hakkında eski arşivlerden çıkarılan belgeler.” Aydemir gözlerini kısarak zarfa uzandı. “Bu iş artık tehlikeli olmaya başladı. Şahin dediğimiz kişi sadece eski bir gölge değilmiş…”
Duru sessizce yanıma yaklaştı, oturdu. Aydemir zarfı açtı ve içinden çıkan ilk belgeyi yüksek sesle okudu: “1991 – Mardin bölgesinde yürütülen istihbarat operasyonu. Operasyon kod adı: Beyaz Çizgi. Sahada kullanılan sivil bağlantılar: A.K. (Asuman Kandemir), M.T. (Kod Adı Şahin).” Duru’nun eli dudağına gitti. “Annenizin adı bu belgede nasıl olabilir?” Ben dosyanın altına iliştirilmiş ikinci belgeyi çektim. Sararmış bir not defteri sayfasıydı. El yazısıyla yazılmıştı, notu Nejat Kandemir tutmuştu:
“Asuman ile M.T. arasındaki bağ tahmin ettiğimden daha derin. 1989-1991 arasında yürütülen ‘sahte kimlik’ operasyonunda sivil danışmanlık yapmış. Şahin’in o dönemle ilgili tüm bilgileri Asuman aracılığıyla temin ettiğini düşünüyorum. Beni o yıllardan beri izliyor olabilir.” Aydemir başını kaldırdı. “Yani... annemiz Kod Adı Şahin'le birlikte mi çalışmış?” Duru çekinerek sordu. “Ama neden? Ne amaçla?” Ben düşündüm, kelimeler ağzımdan yavaşça döküldü: “Asuman... belki de o zamanlar, görevini ya da ailesini korumak için bu anlaşmayı yaptı. Belki Şahin’e yardım etti, çünkü onu tehdit etti... ya da kandırdı. Ama Nejat bunu biliyordu. O yüzden o dönemden beri kimseye güvenmiyordu.”
Aydemir yumruğunu yavaşça masaya vurdu. “Bu Şahin... hâlâ hayattaysa, bizim peşimize düşmesinin nedeni Mihre olabilir. Belki de Mihre’yi aracı olarak kullanmaya çalışıyor.” Duru birden başını kaldırdı. “Belki Mihre'yi değil, Asuman’ı... geri çağırmak istiyor.” Sessizlik, o masada geçmişten gelen bütün fısıltıları bastıracak kadar yoğunlaştı. Duru, Aydemir ve ben yorgun düşmüş, sessizliğe gömülmüştük. O sırada Yasin aceleyle çadıra girdi, elinde eski bir disket ve bazı notlar vardı. “Bintuğ, Yüzbaşım bu ilginizi çekebilir,” dedi, nefes nefese. “Eski bir bilgisayar dosyası ve beraberinde şifreli mesajlar buldum. Asuman ile bir ‘Şahin’ arasında yazışmalar.”
Duru merakla öne eğildi, Aydemir ise gözleri kısılarak dosyaları aldı. “Bunu açalım,” dedim, “ama dikkatli olalım. Bu, yıllar önce kalmış bir sır. Asuman’ın geçmişine dair önemli bir ipucu olabilir.” Yasin bilgisayarı açtı ve şifreyi girerken, ekranda eski tip metinler belirmeye başladı: “Sevgili Asuman, her şey planlandığı gibi gidiyor. Şimdi senin görevini yerine getirmenin zamanı. Unutma, bu sadece başlangıç...” Bir sonraki mesajda ise Asuman’ın cevabı vardı: “Şahin, her adımımı izliyorsun. Ama biliyorsun ki, bunu sadece ailem için yapıyorum. Eğer bir gün gerçeği öğrenirlerse, ben değil sen sorumlu olacaksın.”
Aydemir başını kaldırdı, sesi hafifçe titriyordu: “Anlaşılan annem yıllarca hem aile hem de bir oyun arasında sıkışıp kalmış.” Duru gözleri dolmuştu, “Ve şimdi bu eski sırlar, bizi bir kez daha tehlikenin tam ortasına çekiyor.” Ben derin bir nefes aldım, “Yasin, bütün bu yazışmaları ve dosyaları hemen güvenli bir yerde sakla. Biz de durumu Mihre ve Aydemir’le birlikte tartışacağız. Geçmiş ne kadar gömülü olursa olsun, artık gün yüzüne çıkıyor.”
Yasin hâlâ uyanıktı; yanındaki eski dizüstü bilgisayarıyla küçük, ışık hüzmesi altında çalışıyordu. Cihaz eskiydi, ekranın mavi ışığı yüzünü solgun gösteriyordu. “Bu dosyalar...” diye mırıldandı kendi kendine, “Sadece eski yazışmalar değil. Çok daha fazlası var.” Klavye tıklamaları arasında şifre kırma programı yavaş yavaş ilerliyordu. Her yeni şifre kırıldığında, ekranda yeni belgeler, gizli notlar, isimler ve tarihler belirmeye başladı. Yasin derin bir nefes aldı. “Bunu ortaya çıkarmak, bizi ya kurtaracak ya da... başka bir bataklığa çekecek.”
Birden ekran dondu. Yasin panikle birkaç tuşa bastı. Bilgisayar yavaş yavaş yeniden açılırken, Yasin kafasını kaldırdı. Çadırın dışından hafif bir hışırtı duydu. “Kim o?” diye fısıldadı, dikkat kesildi. Sessizlik vardı. Derin bir nefes aldı, tekrar ekrana döndü. İlerleyen dakikalarda, şifrelenmiş belgelerden biri çözüldü: Operasyon K-47: Kod Adı ŞAHİN’in gerçek bağlantıları, Asuman Kandemir'in geçmişi ve daha önce kimsenin bilmediği gizli işbirlikleri.
Yasin elinde flaş belleği, yanındaki eski dizüstü bilgisayardan çözdüğü belgelerle birlikte sessizce içeri girdi. Aydemir ve Duru kahverengi masanın etrafında bekliyordu. "Elimde önemli bir şey var," dedi Yasin, biraz nefesini toparlayarak. "Asuman’la Şahin’in bağlantısı düşündüğümüzden çok daha karmaşık. Sadece mesajlar değil, bazı gizli işbirlikleri ve... daha da önemlisi, 'Operasyon K-47' diye adlandırılmış eski bir dosya." Gözlerimi kısıp, derin bir nefes aldım. "Göster bakalım."
Yasin hızlıca bilgisayarı açtı ve projeksiyon cihazına bağladı. Masanın üzerinde yansıyan belgelerde, gizli yazışmalar, şifreli kodlar ve tarih notları yer alıyordu. Bir sayfada ise detaylı bir liste vardı; isimler, görevler ve gizli anlaşmalar… "Bakın," dedi Yasin, "Burada Asuman’ın uzun yıllar boyunca, resmi görevlerinin ötesinde bazı gizli bağlantıları var. Ve bu 'Şahin' kod adlı kişi, sadece ona değil, aynı zamanda bu ailenin diğer fertlerine de gölge düşürmüş." Aydemir gözlerini yumdu, derin bir iç çekti. "Yani annemizin geçmişi düşündüğümüzden daha karanlık. Bu işler yıllarca ailemizin üzerine kabus gibi çökmüş."
Duru başını salladı. "Ama neden şimdi? Bu belgeler neden yeni ortaya çıktı?" Sertçe yanıtladım: "Çünkü biri, bu sırları gün yüzüne çıkarmak istiyor. Bizim görevimizse, ne pahasına olursa olsun, gerçeği açığa çıkarmak." Yasin; "Daha da kötüsü var. Bu dosyada, geçmişte yaşanmış ve örtbas edilmiş olaylara dair bazı ipuçları var. Bazı isimler ölüme gönderilmiş. ‘Operasyon K-47’ sadece bir kod değil, aynı zamanda çok karanlık bir hikaye." Masaya yumruğumu vurdum. "Bu savaş, sadece düşmanla değil, geçmişle de."
Gece karanlığının içine gömülmüş çadırda, üzerimizde ağır bir sessizlik vardı. Yasin’in elinde tuttuğu o eski, sararmış dosyayı açarken, kalbimden hızlı hızlı atıyor, adeta her kelimeyi dikkatle dinliyordum. Dosyada “Operasyon K-47” yazıyordu; daha önce duyduğum ama asla iç yüzünü bilmediğim karanlık bir geçmişin kapısı. Sayfaları çevirdikçe, parmaklarımın arasından sanki soğuk bir rüzgar esiyordu. Yazılar neredeyse okunmayacak kadar solgundu ama kelimeler çok netti: “Devlet içindeki kritik birimlerdeki yasa dışı faaliyetlerin ortaya çıkarılması…” Hedef, hainlerdi ama daha da derindeydi mesele. Aydemir kaşlarını çatarak, “Üst düzey yetkililer de işin içinde olabilir,” dedi. O an, sadece bir operasyon değil, tüm ailenin tarihine gölge düşüren bir ihanetten bahsettiğimizi anladım.
Duru’nun sesi hafifçe titriyordu: “Peki Asuman’ın rolü neydi?” Derin bir nefes aldım, içimde bir şeylerin kırıldığını hissederek devam ettim: “Asuman, dosyalarda ‘gizli kaynak’ olarak geçiyor. Araştırmalar yapmış, ama bazı gerçekleri de saklamış. Ve dahası var; kod adı Şahin olan kişiyle birlikte hareket etmiş. Bu operasyonun başarısız olmasında büyük payı var.” Yasin, ekrandan belgeleri gösterirken, gözlerindeki ciddiyet beni daha da etkiledi: “Şahin sadece operasyonun içinde değil, aynı zamanda ailemizin geçmişindeki karanlık sırların da anahtarı.” Aydemir’in sesi kısık ve sertti: “Demek ki sırlar sadece saklı değil, ihanetle örülü.”
O an anladım ki gerçek acıydı, ama saklanmamalıydı. “Bu operasyon sadece geçmişin karanlığını aydınlatmakla kalmayacak,” dedim kararlılıkla, “aynı zamanda geleceğimiz için de yol gösterecek.” Duru’nun gözlerinde umut vardı, “Ne yapacağız şimdi?” “Öncelikle, Şahin’in kim olduğunu ve hala aktif olup olmadığını araştıracağız. Bu gölgeyi ailemizin üzerinden kaldırmadan rahat edemeyiz,” diye cevap verdim. İşte o an, bu savaşın sadece dış düşmanlarla değil, kendi geçmişimizle de olduğunu iyice kavradım.
Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Bu sefer de biraz aksiyon ekleyeyim dedim. Medya her zamanki gibi temsilidir... Umarım seversiniz. Bir sonraki bölümlerde görüşmek dileği ile oy ve yorumlarınızı bekliyorum. ❤✨💅
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
17.65k Okunma |
4.44k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |