46. Bölüm
Sude Kayhan / Karşılaşma Cephesi / 46- Saklanan Satırlar

46- Saklanan Satırlar

Sude Kayhan
poncikss1234

“Saklanan her satır aslında bir vedanın sessiz çığlığıdır.”

Mihre Kandemir’in Anlatımıyla;

Kettle’ın içindeki su kaynamaya yaklaşırken oluşan uğultu, mutfağın sessizliğinde bir çeşit fon gibi dolanıyordu. Ellerimi tezgâha yaslamıştım. Normalde titremezdim ama ellerim sabit durmuyordu. Çünkü karşımda, yıllar boyunca sadece bir ihtimal olarak sakladığım biri oturuyordu. Kardeşim, Aydemir. Onu ilk gördüğümde içimde öyle bir şey kıpırdamıştı ki… isimler, kan bağları, belgeler, hiçbiri bu kadar kesin hissettirmemişti. Ama şimdi bu mutfakta, onunla yalnız kalınca… içimdeki ses o kadar netti ki: İşte bu, Mihre. Bu senin kardeşin.

Sessizce fincanlara kahveyi döktüm. Titremem geçmemişti ama ona fark ettirmemeye çalışmıştım. O ise dirseklerini masaya dayamış, yakasını gevşetmiş hâlâ dik durmaya çalışıyordu. Küçüklüğünde de böyle miydi acaba? Sert durur ama içten içe dağılır mıydı?

“Ben seni hep aradım,” dedim. Sözler ağzımdan dökülmeden önce midemde yanma hissi oluşmuştu. Çünkü bu cümle ona söylenmek için çok geç kalınmıştı. “Babam sustukça içimdeki boşluk büyüyordu . Annemle konuşmuştum, belgeleri de karıştırdım ama kimse bana ‘kardeşin var’ demedi. Sadece sustular. Sanki seni aramak, bir şeyleri bozmak gibiydi.”

Aydemir gözünü kaçırmadı bu sefer. Ama yüzüne bir gölge düştü. “Aranacağımı hiç düşünmedim,” dedi. “Sadece... unutulmaya alıştım. Unutulmuş biri gibi yaşadım hep.” İçim sıkışmıştı. Cezveyi ocağa koyarken elim neredeyse yanıyordu ama hissetmemiştim. O daha çocukken… ben neredeydim?

“Ben sekiz yaşındayken seni gördüğümü hatırlıyorum. Ama kimse bir şey söylemedi. Yıllarca kafamda ‘bir erkek kardeşim var mı?’ sorusuyla büyüdüm. Bir gün jandarmaya mektup yazdım. Adını bile bilmiyordum. ‘Kardeşim var mı, lütfen bulun’ diye. Dönüş olmadı.”

Aydemir başını eğdi. Uzun bir süre susup sonra yavaşça konuştu. “Annemiz öldüğünde on üç yaşındaydım. O gün, evin içine giren sessizliği hâlâ hatırlıyorum. Beni, babamızın bir akrabası almıştı. Birkaç ay. Sonra bakamayacaklarını söylediler. Ben de yurda geçtim. Kalabalıkta kayboldum. Hocaların bile ismimi öğrenmesi üç ay sürdü. Sonra askeri okula geçtim. Orada güçlü olursan yaşarsın.” Duraksadı. Gözlerini bana kaldırmadan konuşmaya devam etti. “Bir keresinde yurttayken bir doğum günü kutlamasında herkesin ailesi gelmişti. Benim gelmedi. Pastanın üzerindeki mumlara bakarken sadece bir şey diledim. ‘Bir gün biri gelsin, beni alsın.’ Gelmedi kimse. O gün bir şeyler kırıldı bende.”

Kalbim sanki elle sıkılmış gibi oldu. İçimde, onu o gün o masadan alıp götürmek isteyen o küçük kız hâlâ yaşıyordu. O gün bilmiyordum ama şimdi biliyordum. Ve geç bile olsa... artık oradaydım. Yanına gittim. Sandalyeye oturmadan önce elimi omzuna koydum. “Aydemir,” dedim. “Ben senin ablanım. O zaman bilmiyordum. Ama şimdi buradayım. Geçmişte ne yaşandıysa yaşandı. Ama bundan sonra yalnız değilsin. Ne olursa olsun, ben senin yanındayım.”

Başını kaldırdı. Gözleri dolmuştu ama yine de gülmeye çalıştı. “Sen çok güçlüsün Mihre,” dedi. “Sen de öyle,” dedim. “Sadece birileri görmedi. Ben göreceğim.” Ve ilk defa, bu kadar yakın oturduk birbirimize. Bir fincan kahve, geçmişin suskunluğu ve artık konuşan iki kardeştik. Sessizliğin ortasında kalmış ama artık birbirine tutunmuş iki hayattık. Bu defa yalnız değildik. Çok geç ama yine de zamanında kavuşmuştuk.

Kahvelerimizi bitirmiştik ve sohbetin içinde kaybolmuştuk. Ama bir şey vardı ki hâlâ beni meşgul ediyordu: O kutu. O kutu, Aydemir’i bulduktan sonra kendi kendime ona göstermeye söz vermiştim. Çünkü ondan önce, hiçbir zaman tamamlanmış hissetmemiştim. Bintuğ ve Duru’yla açtığımda, geçmişin sessiz fotoğrafları bana bir şeyler anlatıyordu ama o anı, Aydemir’le paylaşmak için beklemiştim.

Kutuyu neredeyse bir aydır odama saklamıştım. O kadar karışıktım ki. Hangi parçasını bulduğumu ya da eksik olanı nasıl tamamlayacağımı bilmiyordum. Ama şimdi, işte o gün gelmişti. Aydemir’in yanında her şey daha gerçekti. Yavaşça odadan çıkıp mutfaktan geçtim. Kutuyu aldım ve masanın üstüne koydum. Aydemir tam karşımda duruyordu. Onun gözleri, yıllar boyunca biriktirdiğim tüm soruları ve eksik kalmış anlamları taşıyordu.

“Bunu seninle gerçek anlamda açmak istiyorum,” dedim. “Seninle ilk defa.”

O an her şeyin içi su gibi berraklaştı. Bintuğ ve Duru ile açtığımda, o anı birlikte yaşamamıştık. Ama şimdi, yılların suskunluğunu kıran o sessizlik bir şekilde yeniden doğuyordu. Kutuyu açtım. Fotoğraflar döküldü, her biri zamanın gizemli izlerini taşıyordu. İlk fotoğrafı elime aldım, annem ve ben, çimenlerin üzerinde… O anın ne kadar kaybolmuş olduğunu fark ettim. Ama içimden bir ses bu kaybolmuşluğu bulacağımıza dair bir umut fısıldıyordu.

“Bu biziz,” dedim, fotoğrafı Aydemir’e uzatarak. “Annemle, seninle…” Aydemir fotoğrafa dikkatle baktı. Duru ve Bintuğ’la açtığımda anlamadıkları bir şey vardı. Ama şimdi, o gözlerle bakarken her şey bir anlam kazandı. “Aynı gülümseme,” dedi. “Sadece zamanla değişmişiz.”

Bir başka fotoğrafı çevirdim, bu kez Aydemir daha büyük bir çocuk, yanında ben. O gülümsememiz sanki birbirimize her zaman yakınmışız gibi görünüyordu. Ama gerçekte, o anlar bize ne kadar uzak kalmıştı. “Bu… bu zaman ne kadar kaybolmuş,” dedim, içimdeki duyguyu bastırarak. “Bu gülümseme, yıllar sonra bulduğumuzda ne kadar eksik bir anı tamamlıyor.”

Aydemir, fotoğraflara tek tek bakarken, gülümsedi ama gözlerinde bir eksiklik vardı. O eksiklik, geçmişin kaybolmuş ve bulunuş hazzını yansıtıyordu. O gece, birbirimizi tanımanın zor ve kolay yanlarını paylaştık. Bütün o kaybolmuş yıllar şimdi birer anıya dönüşüyordu. “Biz… gerçekten birbirimizi bulduk,” dedi Aydemir, yavaşça. “Gerçekten.”

Ve o an, ne kadar çok beklediğimi, ne kadar çok düşündüğümü fark ettim. Artık her şey bir arada, her şey bir bütün olmuştu. Kutunun içindeki her fotoğraf, geçmişin bir parçasıydı. Ama şimdi, o parçalarla geleceğe birlikte bakıyorduk. Bütün o fotoğrafları inceledikten sonra bir an için mutfakta sadece sessizlik vardı. Aydemir düşünceliydi, gözleri hâlâ fotoğraflarda. Ama birden telefonum çaldı. Arayan Tilki komutandı. Bintuğ’un telefonuna yanıt verdim, açtığımdan habersiz Duru ile mangalın detayları üzerine konuşuyordu.

“Mihre, mangal için planlar yapıyoruz. hep birlikte gidelim, sizin için uygun mudur?” dedi. Mangal fikri tam anlamıyla gündeme geldiğinde, havada bir neşe vardı. herkes bir şekilde heyecanlanmıştı. Bütün ekip sonunda mangal alanına toplanmıştı. Bintuğ, Duru, Aydemir ve ben… Her biri kendi tarzında ama aynı noktada birleşmişti: keyifli bir akşam geçirmek. Bintuğ, sakin ama dikkatli bir şekilde etleri hazırlarken, Duru bir yandan etrafı toparlıyor, bir yandan da şakalar yapıyordu. Ve ben, hepsini izlerken içimde bir huzur buluyordum.

“Abi, biraz da acılı yap senin baharat anlayışın en iyisi,” dedi Duru, etlerin başına gelip, Bintuğ’a göz kırparken. Bintuğ, Duru’nun bu enerjisine her zamanki gibi sabırla cevap verdi. “Duru, biraz sakin ol. Acılı olmazsa sadece yumuşak olur. Baharatla her şey yerinde,” dedi.

Aydemir, biraz daha yanlarına yaklaşıp, “Ben de baharatlı seviyorum, ama o kadar acıyı kimseye yediremem,” diyerek gülümsedi. Duru hemen araya girdi, “Aydemir, senin için özel bir tabak hazırlayacağım. Acılı olanı! Ama sonra sakın şikayet etme, tamam mı?” diye takıldı. Aydemir, kahkaha atarak, “Tamam, Duru. Acıyı seviyorum ama senin yemeğin olunca bende yanmalar olabilir!” dedi.

O anda hepimiz güldük. Bintuğ, sanki her şeyin düzenini kontrol ediyor gibi ama aslında herkesin keyif alması için ortama dahil oluyordu. Bazen Bintuğ’un bu sakinliği bazen de Duru’nun şakaları ortamı dengeleyip, eğlenceli bir hâle getiriyordu. Bütün o ciddiyetin içinde, Duru’nun enerjisi tam bir eğlence kaynağıydı.

Duru, Aydemir’i etrafına toplayarak, “Bak, bak, bak! Şu etlerin tam piştiği anı kaçırmayalım!” diyerek mangala yaklaşırken, etin üzerine biraz daha baharat serpti. Aydemir biraz şaşkın ama aynı zamanda eğlenceli bir şekilde, “Duru, seninle hiç sıkılmak mümkün değil,” dedi, gülerek.

“Bunu biliyoruz! Zaten mangal başında bu kadar eğlenmek harika!” dedi Duru, bir yandan etlere bakarken bir yandan da Bintuğ’a seslendi. “Abi, etlerin altını biraz açsana, bunlar dağılacak!” Bintuğ, gözlüklerinin üstünden bakarak, “Sakın merak etme, Duru. Bütün etler burada olacak hepsi mükemmel olacak. Hadi, etleri görmek istemez misin?” dedi.

Bütün atmosfer bir anda keyif dolu hâle geldi. Herkes birbirine takılırken, mangalda pişen etlerin kokusu yavaşça etrafı sardı. Aydemir, biraz daha kaybolmuş gibi ama çok rahatlamış bir şekilde etrafı izliyordu. Duru’nun gülüşleri ve şakaları, atmosferi ısıtıyordu. Herkesin kahkahaları, gülümsemeleri, o kadar samimi ve doğal hissediliyordu ki.

“Duru, Aydemir, Bintuğ” dedim, arada gülerek. “Buradaki etlerden sadece ben mi keyif alıyorum? Herkes bir arada birlikte güzel vakit geçiriyoruz, bu da çok özel!” Bintuğ hafifçe gülümsedi ama her zamanki gibi sakin bir şekilde, “Evet, bu akşam gerçekten çok güzel olacak. Hem etler mükemmel, hem de sohbetler güzel,” dedi. Duru, Aydemir’in yanında, “Bunu her zaman yapmamız lazım! Herkesin gülüşü, mangalda pişen etler kadar lezzetli!” dedi.

Ve o an hepimiz birbirimize baktık. Ne Duru’nun enerjisi ne de Bintuğ’un sakinliği birbirini engelliyordu. Herkes yerini bulmuş, mangalda pişen etlerin kokusuyla birlikte sohbetin tadını çıkarıyordu. Aydemir, gülümseyerek, “Bu kadar eğlenceli bir akşam için teşekkürler. Gerçekten güzel bir ortamdı,” dedi.

Duru hemen yanına gelip, “Bu sadece başlangıç, Aydemir! Bizimle vakit geçirdiğin için şanslısın,” diyerek şaka yaptı. Ve o an herkesin kahkahası etrafı sararken, mangalın etrafında, tam anlamıyla kaybolmuş olduk.

Mangalın bitişiyle birlikte, etraf bir anda sakinleşmişti. Gülüşler, sohbetler yavaşça kaybolurken bir anda garip bir huzursuzluk yayılmaya başladı. O an, yakınlarda birkaç adamın birbirine gülerek yaklaşması dikkatimi çekti. Sözleri kulağımda yankı yapıyordu: “Bu akşam çok güzelsin,” gibi, “Bizi bırakma, seni çok beğendik,” gibi cümleler.

İçimden bir şeyler aniden kırılmaya başladı. Yavaşça adımlarımı geri attım, bir yandan da gözlerim etrafı tarıyordu. Biraz önceki keyifli ortam bir anda gerilmeye başladı. Adamlar biraz daha yaklaştı ve söyledikleri sözler artık rahatsız edici bir boyuta ulaşmıştı. “Yalnız değilsin,” dedi biri, gülerek. “Sana daha yakın olmak istiyoruz,” dedi bir diğeri.

Bütün vücut dilim, bu anı uzaklaştırmaya çalışıyordu. Bir yandan da onların sözleri içimdeki korkuyu artırıyordu. Şimdiye kadar hep soğukkanlı olmayı başarmıştım, ama kalbim aniden hızla çarpmaya başlamıştı. İçimden bir şeyler yükseliyordu. Bu, öyle bir an değildi ki gözlerimi kaçırıp sessizce geri adım atayım. İçimdeki bir ses bana, sakin olmam gerektiğini fısıldıyordu ama aynı zamanda, bir adım daha ileri gitmem gerektiğini hissettim.

Kalbim hızla çarpmaya başladı. Gözlerim Bintuğ'a kaydı. O an her şey bir anda yerinden oynadı. Sadece birkaç adım attılar ve içimi korku sardı. Ellerini uzatarak, omzuma dokunmaya çalıştılar. Ama bu dokunuş bana kabul edilebilir bir şey gibi gelmiyordu.

O an, Bintuğ’un sesi patladı. “Hadi, elini çek!” diye bağırdı. Bütün havada bir anlık sessizlik oluştu ancak hemen ardından Bintuğ hızla hareket etti. Kollarını sallayarak, adamı yakalayıp sert bir yumrukla yere serdi. Adamın yüzü aniden yere çakıldığında, diğerleri şaşkınlık içinde geri adım attı, ama Bintuğ’un öfkesi daha da arttı.

Her kelimesi adeta ateş gibi yanıyordu. Adam kalkmaya çalışırken, Bintuğ bir tekme daha atarak onu yere serdi. O an, grubun geri kalan üyeleri de korkuyla geri çekildiler. Bintuğ, hıncını alamamış gibi bir süre daha adamı yere yatırarak onu uyarıyordu. Ama sonunda adamın birkaç kelimeyle savuşturulamayacak kadar ağır bir şekilde yere serilmesinin ardından, Bintuğ onu bırakıp sert adımlarla uzaklaştı. Ama bu olayın etkisi hâlâ sürüyordu. Bintuğ, hırsla uzaklaşırken, bir tanesi hâlâ cümlelerini kesmemişti. “Hadi ama, kimse kimseden korkmaz,” diye devam etti. Şimdi ne söyleyeceğini beklerken daha sert bir tavırla bana doğru yöneldi. O anda içimdeki huzursuzluk daha da büyüdü.

Aydemir, Bintuğ’un arkasından hızla ilerledi. Bir anda Bintuğ’dan bile daha sert bir şekilde seslendi. “Söylediklerine dikkat et, kimseyi küçümsemene izin vermem!” dedi. Adam, şaşkın bir şekilde Aydemir’e baktı. Ama bir an sonra Aydemir elini hızla kaldırıp onu yere serdi. Kafasına darbelerinden sonra diğerlerine de aynı şekilde yaklaşıp sırasıyla birer birer yere düşürdü. Bu kadar sert müdahale, grubun kalanı için çok fazla olmuştu.

Bintuğ ve Aydemir, her şeyin hemen ardından beni sakinleştirmeye çalıştılar. Yavaşça hepsi yanıma geldi, biraz daha güvenliydim ama tam olarak rahatlamış değildim. Bintuğ’un ve Aydemir’in bana olan koruma duygusu, o an içimdeki kaygıyı hafifletmişti.

Bir süre sessizce yürüdük. Kimse fazla konuşmadı. Hepimiz gergindik ama oradan uzaklaşmak, kendimizi bir şekilde toparlamak zorundaydık. Bintuğ’un evine doğru ilerlerken birkaç kelimeyle birbirimize cesaret verdik. “Her şey yoluna girecek,” dedi Bintuğ. Aydemir ise “Birlikte her şeyin üstesinden geliriz,” O gece, sanki her şey daha farklıydı. Yavaşça eve geldik, hepimizin içindeki gerginlik devam ediyordu ama bir noktada bir arada olmanın güvenini hissedebildik.

Evde, Bintuğ’un güvenli duvarları arasında her şey daha sakinleşmişti. Bütün o gerginlik ve korku, dışarıda kalan bir anı gibi görünüyordu. İçeri girdiğimizde, Bintuğ hemen kapıyı kapatıp bir süre hiçbir şey söylemeden durdu. Etraf sessizdi sadece derin nefes alırken, beni endişeyle izliyordu. Bir süre hiçbir şey söylemedik. İçimden çıkması gereken bir şey vardı ama henüz doğru kelimeleri bulamıyordum. Bintuğ, gözlerindeki o sert bakışı yumuşatarak, “İyi misin, canımın canı?” diye sordu, sesindeki yumuşaklık, bana biraz olsun rahatlama hissi veriyordu.

Başımı sallayarak, “Evet, şimdi iyiyim,” dedim ama içimde hâlâ o korkuyu ve gerginliği taşıdığımı biliyordum. “Ama… Bintuğ, o kadar korktum ki… Bir an her şey kontrolden çıkacak gibi hissettim.”

Bintuğ derin bir nefes aldı, yanımda olduğu her an sanki her şeyin daha güvenli olduğunu hissediyordum. “O adamlar… Ne diye bu kadar ileri gittiler bilmiyorum. Senin güvenliğini tehlikeye attılar. Ben de öyle olmasına izin veremezdim.”

Bir süre sessiz kaldık, Bintuğ’un gözlerinde içindeki öfkeyi hâlâ o adamların yaptığına duyduğu öfkeyi görebiliyordum. “Ama bazen… Bazen insan öyle bir noktaya geliyor ki ne kadar sakin olsan da duygularına hakim olamıyorsun,” dedi, sesindeki yumuşaklıkla. “Sana zarar vermelerine izin veremezdim, canımın canı.”

O an, Bintuğ’un bana duyduğu koruma içgüdüsünü daha fazla hissedebiliyordum. Gözlerindeki derinlik ve sadakat, her şeyin güvenli olduğu hissini veriyordu. Ama yine de… İçimdeki bu karışıklık tam olarak geçmiyordu. “Bunu yapmanı istemezdim,” dedim, biraz korkarak. “Senin de başın belaya girsin istemem. Ama senin tepkilerin... Her şeyi daha da büyütüyor gibi hissettirdim.”

Bintuğ, hafifçe gülümsedi ama yüzündeki ciddiyet hiç kaybolmadı. “Benim işim bu canımın canı. Bu tür şeyleri göğüslemek. Ama senin güvenliğini korumak her şeyin önündedir. Bunu sana zarar vermek için değil, seni korumak için yapıyorum.”

Bir an durakladım, onun söylediklerini düşünmeye çalıştım. Bütün o sertliği aslında sadece güvenliğimi sağlamak için vardı. O an, Bintuğ’un ne kadar doğruyu söylediğini fark ettim. Bazen dünyada iyi şeyleri korumak için sert olmak gerekebiliyordu. Ve o an, o sertliğin içindeki sevgiye çok daha yakın hissettim.

“Bunu geçtik,” dedi Bintuğ, sonunda gülümseyerek. “Ama bir daha o adamlar gibi birini görmek istemiyorum. Gerekirse, dünyayı yerinden oynatırım.” Gülümsememi zor da olsa tuttum ama bu kez içinde bulunduğum durumun ne kadar farklı olduğunu fark ettim. Bintuğ, her zaman olduğu gibi bana güven veriyor, arkamda duruyordu.

Bintuğ, bir süre sessizce beni izledikten sonra, “Canımın canı, sana her zaman arkamda duracağımı söylemiştim. Hiçbir şey seni tehlikeye atamaz,” dedi, ellerini omzuma koyarak. O sıcak dokunuşuyla biraz olsun rahatladım. "Ve her zaman, ne olursa olsun seni koruyacağım."

İçimdeki korku ve gerginlik yavaşça azaldı. Bintuğ’un yanında olmak, bu karışıklığın üstesinden gelmem için bana güç veriyordu. “Bir şey olursa, seni kaybetmek istemem,” dedim biraz daha yumuşak bir sesle. Bintuğ, gözlerimdeki endişeyi fark ederek “Canımın canı, ben seni kaybetmeye asla izin vermem,” dedi. "Bunu sana hep söyleyeceğim. Her zaman seni koruyacağım, her zaman yanında olacağım."

İçimdeki korku ve gerginlik yavaşça azaldı ve o anda bir şey fark ettim: O sert müdahale, aslında beni ne kadar önemsediğini ve sevdiğini gösteriyordu. Bunu kabul etmek zor olsa da her şeyin nedeni sevgiydi. Bu, Bintuğ’un tarzıydı bu yüzden ona güveniyordum.

Bir süre sonra rahatlayarak gülümsedim. “O zaman, her şeyin yolunda olmasını istiyorum,” dedim, bu kez daha rahat bir şekilde. “Bu geceyi birlikte huzur içinde geçirelim.” Bintuğ gülümsedi, başını sallayarak, “Tabii, seninle her şey çok daha güzel.”

Bintuğ, odadan çıkıp salona geçtiğinde ben de odasını incelemek için yataktan kalktım. Gözüm, komodinin köşesinde duran krem rengi bir zarfın kenarına takıldı. Masanın üzerinde öylece duruyordu. Üstünde ne isim vardı ne de bir açıklama. Sanki benim fark etmem için bırakılmış gibiydi. Elime aldım. Hafifti ama sanki içindeki hava bile geçmişi taşıyordu.

Zarfı açtım. Ve içinden çıkan şey, dünyamı sessizce altüst etti.

Barkın’ın el yazısıydı. Hemen tanıdım. Hafif yatık ama hep bir duyguyu taşıyan o yazı. Satırları gözümün önünde tek tek çözülmeye başladı. Kalbim… öylece sıkıştı. Satır aralarında sadece kelimeler değil, geçmişteki ben, kırgınlıklar, hayaller ve o yarım kalan şey vardı. Bunu bana yazmıştı. Bu bir aşk mektubuydu. Sessiz, içten ve... asla ulaşamamış bir mektuptu.

Ama bu... nasıl? Nereden gelmişti bu?

Hiç bilmiyordum böyle bir şeyin varlığını. Barkın’ın bana böyle bir şey yazdığından da bunun bir şekilde hayatta kaldığından da haberim yoktu. Bu mektup şimdi burada Bintuğ’un masasının üstünde hem de hiçbir uyarı olmadan önüme düşmüş gibiydi.

Elim titredi. Mektubu bırakamadım. Kalktım, yavaş adımlarla salona geçtim. Kalbim boğazımda atıyordu, kelimelerse içime sıkışmıştı. Hepsi hâlâ salondaydı. Sohbet ediyorlardı. Ama onların sesi benim kulağıma artık uzak bir gürültü gibi geliyordu. Bintuğ’un hemen yanındaki sehpaya, mektubu bir anda fırlattım. Tok bir ses çıkardı. Üçü birden bana döndü. Gözüm Bintuğ’un gözlerine kilitlendi.

“Bu ne, Bintuğ?” sesim hem öfkeyle hem şaşkınlıkla çatallaşmıştı. “Barkın’ın bana yazdığı mektup. Neden sakladın benden?” Aydemir bir an kalkacak gibi oldu. Duru hafifçe bana doğru yöneldi, “Mihre… bir dur, lütfen…” dedi. Ama ben duramazdım. İçimdeki her şey karışmıştı. Gözüm sadece Bintuğ’daydı. Bintuğ’un yüzü o an dondu. Mektuba sonra bana baktı. Gözlerinde karanlık bir öfke ve sıkışmış bir gerilim vardı. Konuşmadı sadece bir an sustu. Sonra, ağır bir tonda:

“Bunu bulduğunu sanmamıştım,” dedi. “Okumaman gerekiyordu.” “Nasıl okumam?” dedim, sesi titreyen bir çığlık gibiydi. “Bana yazılmış! Ölmüş biri tarafından! Sen kimsin ki bunu benden saklıyorsun?”

O an Bintuğ’un içindeki her şey taştı. Ayağa kalktı, elini uzatıp mektubu aldı. Kağıdı gözümün önünde buruşturdu sonra hiç düşünmeden ikiye sonra tekrar ikiye yırttı. Gözleri benim gözlerime değmeden. “Sana zarar verecekti,” dedi. “Onu yeniden hatırlamana izin veremezdim. Bitmiş birini yeniden anmanın, sana faydası yok!”

Duru soluk soluğa kalmıştı. Aydemir hâlâ hiçbir şey demeden olanları izliyordu. Bense… o yırtılan kağıtlarla birlikte bir şeylerin koptuğunu hissettim. Öfkem bile bir anda durdu. Sadece derin bir boşluk kaldı. Hiçbir şey demedim.

Odaya döndüm. Ceketimi aldım. Çantamı kaptığım gibi sessizce evden çıktım. Bintuğ’un sesini duydum arkamdan ama dönmedim. Ayakkabımın sesi merdivenleri çınlattı. Kapının kapanışı evdeki her şeye noktayı koydu. O gece... belki sadece bir mektup yüzünden değil bir güvenin kırılması yüzünden bu hâle gelmiştik. Ve ben, kendi evime dönerken, içimde çok daha büyük bir sessizlik taşıyordum.

Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Güzel harmanlanmış bir bölümle karşınızdayım. Mihre ve Aydemir’in sohbetleri ve geçmişi anmaları, mektubun bir anda! ortaya çıkışı gibi harika bir bölüm oldu. Umarım siz de seversiniz. Görüşmek dileğiyle. Oy ve yorumlarınızı da bekliyorum. İyi akşamlar 💖🙏

 

 

Bölüm : 14.05.2025 20:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Sude Kayhan / Karşılaşma Cephesi / 46- Saklanan Satırlar
Sude Kayhan
Karşılaşma Cephesi

17.65k Okunma

4.44k Oy

0 Takip
54
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...