"Her harita bir yol gösterir, ama her yol güvenli değildir."
"Gölgelerle örtülmüş bir harita, pusulasız bir adamı yutar."
Bintuğ Liva’nın Anlatımıyla;
Geceyi, ofisimin loş ışıklarının altındaki yoğun sessizlik sarhoş ediyordu. Ekranlar, masamın üzerinde düzensiz şekilde açılmış dosyalarla birlikte parlıyordu. Ama bu parıltı, gözlerimi yormaktan başka bir şey yapmıyordu. Bir süreliğine her şeyin yoğunluğundan uzaklaşmak istemiştim ama bu, karanlıkta her şeyin peşinden sürüklenmek gibiydi. Yavuz Kerem Tandoğan… Hala ardımda bırakmadığı bir gölge gibi, bir adım daha attıkça daha fazla belirsizlik yaratıyordu.
Ekibimi odama çağırmıştım. Onlar, benim gözümden daha net bakabilirlerdi. Yüzbaşı Aydemir, hiç gülmeden ve sabırla arka sırada durmuştu. Gözleri, tıpkı benim gibi bir şeylere odaklanmıştı. Geriye yaslanarak derin bir nefes aldı ve sessizce sözlerime kulak vermişti. Her biri ellerindeki cihazlarla odanın dört bir yanında gezinip, Yavuz'un adımlarını takip edebilecek en küçük veriyi arıyordu. “Ne bulduk?” diye sordum, sesimdeki gerilim, ekibimi iyice dikkate alacak şekilde yankılanmıştı.
Yiğit Fatih ekranın önünde durarak, klavyesinde hızlıca parmaklarını gezdiriyordu. Ekrandaki veriler akıp gidiyordu. "Her şeyin silindiği yerden başlamak gerek, ama biraz ilerledim," dedi. "Bazı dosyalar, Yavuz’un eski görev dosyalarına işaret ediyor. Hala gizli tutuluyorlar, ama sıradan bir asker olamaz. Bu adam başka bir şey."
Aydemir, ona bakarak sükunetini kaybetmemeye çalışmıştı. "Gerçekten, bu adamın peşinden gitmek için her şeyimizi riske atacak mıyız?" diye mırıldanmıştı. "Yavuz’un geçmişini inceledim. Çok geçmeden peşine düşmemiz gerekebilir. Geriye dönüp bakamam.”
Caner, ekranda ilerleyen verilerle ilgili bilgi aktarırken, birden bir ses duyulmuştu. Kapı hızlıca çalmıştı. Herkes bir anda dikkatini topladı ve ben de ayağa kalkmıştım. İçeriye elinde bir dosya tutan bir asker girdi. “Komutanım, hızlıca bilgilerinizi görmeniz lazım. İntikal etmemiz gerekebilir.”
“Ne oldu?” dedim, derin bir nefes alarak. Asker dosyayı uzattı. “Yavuz’un son konuşmalarından biri kayıt altına alınmış. Fakat bir şeyler garip. Konuşmalar normal değil, hiç duymadığımız bir dilde yapılıyor. Çözebilecek biri var mı?”
Yiğit Fatih hemen ekranı kontrol ettiğinde; “Hemen çözebilirim. Ama hızlanmamız lazım.” Her şeyin hızla tıkır tıkır ilerlediği anlarda, gerilim tavan yapmıştı. Bu sırada Aydemir, odada dönen huzursuzluğu hissediyordu. "Bunu çözmeden bir adım bile atmak tehlikeli olacak," dedi.
Ekranlar birbiri ardına yanıp sönüyor, bir şeylerin çok yaklaştığını hissettiriyordu. Caner, yanındaki bir cihazı kaldırıp, odanın başka bir köşesindeki ekrana bakarak sesini yükseltti: “Bintuğ komutanım, veri akışı gerçekten değişti. Bu iş, düşündüğümüzden daha büyük. Yavuz Kerem Tandoğan… O adam, bizden daha çok şey biliyor.”
Her şey bir an için kesildi. Sanki dünya, oda içinde durmuştu. O adamın arkasındaki sırlar, karanlık bir boşluk gibiydi ve bu boşlukta kaybolmak, kimse için iyi olmayacaktı. Yiğit Fatih bir yandan verileri çözmeye çalışırken, ben ve Aydemir birbirimize göz atmıştık. Her birimizin kafasında aynı soru vardı: Ne yapmalıydık? Yavuz’un adı, her geçen dakikayla daha tehlikeli bir hâl alıyordu. “Yavuz’un geçmişini ortaya çıkarmak, sadece bir ilk adım olacak,” dedim, ve ekibime döndüm. “Burada bir şeyler dönüyor, ama her şeyden önce onunla yüzleşmemiz gerek.”
Harita teknisyeni Doruk Efe’nin “Şu bölgeleri inceleyin.” dedi. Lazer işaretçisini üç farklı noktaya çevirerek. “Hepsinde anlık sinyal kesintisi, uydulardan kaybolan izler, elektronik karartmalar… Ve hepsinin arkasında tek bir isim olabilir: Yavuz Kerem Tandoğan.” Caner, önündeki ekranlarda veri akışını izliyordu. “Doğal bir kesinti değil bu. Kodlu bir bozum var. Üç bölge, aynı sinyal kesilme şekli… Bunu biri tasarladı. Hatta, biri mesaj bırakıyor gibi görünüyor komutanım.”
Yiğit Fatih’in de gözleri bilgisayardaydı ve parmaklarını klavyesinde gezdirerek konuşmaya başlamıştı: “1.3, 4.4, 5.5 MHz... Hepsinde bu üç frekans son saniyede tekrar ediyor. Bir imza gibi. Bunu rastgele biri yapmaz.” Aydemir ayağa kalktı, kararlı bir adımla masaya yaklaşmıştı. “Onun tarzı bu. Dikkatli bakanlara bile gizlenmiş tuzaklar. Sayılara takıntılıydı. Görevlerde şifreli izler bırakırdı. Onu tanıyan bir ekip bu sinyalleri okur.”
Timin geri kalanı sessizdi. Bu sessizlik, alıştıkları operasyon sessizliği gibi değildi. Bu bir bekleyişti. Aydemir bir an durdu, gözlerini kısarak etrafı incelemeye başladı. Hafızasındakileri yokluyor gibi bir sağa bir de sola volta atıyordu. Haritalara bir daha göz gezdirdi ve parmağını daha önce Doruk Efe’nin gösterdiği ikinci bölgeye yerleştirdi. “Yıllar önce bir görevde karşı karşıya geldik. Onu yakalayacak kadar yakındım. Nişan hattındaydı. Ama ben tetiğe dokunduğumda, o çoktan kaybolmuştu. Beni bekliyormuş gibiydi. Sanki ne zaman harekete geçeceğimi hesaplamıştı.”
Gözleri benimkine kilitlenmişti. “İşte bu yüzden buradayım. Yarım kalan bir hesabım var. Ama bu kez yalnız olmayacağım.” Başımı salladım. O görevin ayrıntılarını hiçbir tim birbirleri ile paylaşamazdı. Aydemir’in operasyondan geldiği zamanki ruh hâlini hatırladığımda, taşlar yerine oturmuştu. “Bu kez biz onun bir adım önünde olacağız. Ve yakaladığımızda, kaçacak bir gölgesi bile kalmayacak.”
Harita üzerinde strateji oluşturmaya başlamıştık. Sessiz giriş yapıp bölgelere eşzamanlı sızmayı planlıyorduk.. Amaç: İz sürmekti, yakalamak değildi. Çünkü daha önce namını duyduğumuz Yavuz, yakalanmazdı. Yalnızca izlenirdi. İz bırakan biri varsa, gölgeler bile onu saklamaya yetmezdi.
-Her şeyi siliyor ama bilinçli olarak bazı şeyleri bırakıyor. Bu, zayıflık değil. Bu, bizim için bir tuzak olabilir.
Aydemir onay vererek. “Yavuz düşman değil sadece. O bir matematik problemi gibi. Ve yanlış çözümlerde can alıyor.”
Birden dışarıda yoğun bir patlama sesi duyuldu. Ses, ofisimin penceresinden içeriye kadar girmişti. Herkes bir anda silahlarını kuşanmıştı. Bütün odada bir soğuk rüzgar esmiş gibi, bir an için her şey sessizleşmişti. “Hazır olun!” diye bağırdım. “Bu gece Yavuz’un peşinden gideceğiz. Ne olursa olsun, o adamın sırrını açığa çıkaracağız!”
Patlamanın yankıları, kulaklarımda çınlamaya devam ederken, odada bir anda tam bir kaos ortamı oluşturmuştu. Caner ve Yiğit Fatih hızla pozisyon almış, Aydemir ise hemen yanımdan geçerek, silahını hazırlamıştı. Pencereden dışarıyı gözetlemeye başlarken o sırada, odamın kapısının dışında ayak sesleri duyulmaya başlanmıştı. Birileri yaklaşıyordu.
“Hızlanın!” diye fısıldadım, adımlarım daha hızlı atılmaya başlamıştı. Caner, ekranındaki verilerin hızla geçişini durdurdu, gözleri bir saniye de olsa ekrana kilitlenmişti. “Dışarıda başka bir şey var,” dedi, ekrandaki verilere dikkatle bakarak. “O patlama… Birisi, Yavuz’u örtbas etmek için bir şeyler yapıyor. Ama ne?”
Yiğit Fatih , önündeki ekranı daha da yakınlaştırarak, şifrelenmiş bir dosyayı açmayı başarmıştı. “Komutanım, bu adamın peşinden gitmek daha tehlikeli hâle geldi. Görünen o ki, Yavuz’a yönelik bir operasyon var ama buna kimse müdahale edemiyor. Her şey gözden geçiriliyor, siliniyor.”
Birden, odanın kapısı sert bir şekilde açılmıştı. Dışarıya ne zaman çıktığını bile göremediğim Aydemir, içeriye girerken donuk bir ifadeyle konuşmuştu: “Bintuğ komutan, dışarıda yer yer patlamalar devam ediyor, ama şu an en önemli şey, Yavuz’un nereye gittiği. Eğer buradan bir işaret alırsak, onu durdurabiliriz.”
Caner, masanın üzerinde bulunan dosyaları hızla karıştırırken; “Bunun ne kadar tehlikeli bir oyun olduğunu biliyorsunuz, değil mi? Eğer Yavuz Tandoğan’ı durdurmazsak, işler kontrolümüzden çıkabilir.” “Farkındayım,” diye yanıtladım. “Ama ne yapacağız? Nereye gideceğiz? Bu adam her adımımızı izliyor gibi. O yüzden biraz daha dikkatli olmalıyız. Evet, belki bir hata yaparsak, sonu felaket olabilir.”
Aydemir, derin bir nefes aldı. “Buradaki gizli operasyonlar, bilmediğimiz derinlere kadar uzanıyor. Ama Yavuz Tandoğan’ın peşinden gitmek, sadece bizim değil, ülkenin güvenliğini de tehdit ediyor. O yüzden dikkatli olmalıyız. Her ne kadar riske girmemiz gerektiğini düşünsek de, bir yanlış hareket her şeyin sonu olabilir.”
Aydemir’in sözleri, odadaki havayı daha da ağırlaştırmıştı. Kimse konuşmadan yalnızca birbirine bakıyordu. Gerçekten ne yapmalıydık? Yavuz’un peşinden gitmek, belki de tüm ekibin sonu olabilirdi. Yiğit Fatih, kafasında hızlıca hesaplamalar yapıyordu. “Patlamalar…” dedi, “Bu patlamalar sadece bir işaret. Bizi buraya çekmeye çalışıyorlar. Yavuz bu kadar derinlere inmeye değer mi? Ya da belki de… O her şeyi bir tuzağa dönüştürmek istiyor.”
“Aynen öyle,” dedim, “O yüzden kimse acele etmesin. Önce ne olduğunu tam olarak anlayalım. Ardından en doğru adımı atacağız.” Birden masanın üzerindeki telefon çalmıştı. Aydemir hızla telefonu almış, “Alo,” demişti ama konuşmalarındaki tını, her zamankinden farklıydı. Sesinden bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım.
“Bintuğ, komutan.” dedi Aydemir, telefonun diğer ucundaki kişinin söylediklerini dinlerken, “Bunun peşine düşersek, bir grup daha var. Hem de bizim çok yakınımızda. Harekete geçmeden önce dikkat etmemiz gereken çok şey var.”
Telefonu kapatırken, yüzündeki ifade bir kez daha değişmişti. “Hızlanmalıyız. Yavuz’un peşine düşmeden önce, bir şeyler daha hazırlığa koymalıyız. Çıkmadan önce belirli noktaları temizlememiz gerek.”
Caner ve Yiğit Fatih , ellerindeki verileri hızla birleştirirken, Caner; “Evet, ama ne kadar hızlı? Veya bir hata yaparsak? Çok geç olabilir,” dedi, umutsuzca. Aydemir, hızlıca ekibe dönerek son bir kez düşünmüşlerdi. “Yavuz’un hareketleriyle ilgili her şey netleşene kadar, kimse acele etmesin. Her şey, bir adım daha ileri gitmekle değişebilir.”
Bir anda ekranda yeni bir uyarı belirmişti. “Ekranlar sıfırlanıyor. Yavuz’un izini kaybettik!” diye bağırmıştı Caner, ekrana bakarak. “Onu nereye gitmiş olabileceği hakkında en ufak bir fikrimiz yok!”
Bütün odada gerilim bir anda artmıştı. Her şeyin bir sonu olduğu, ama bizlerin bu yolda ilerlemeye kararlı olduğu belliydi. Fakat Yavuz’un bu kadar zeki ve düzenli olması, daha önce hiçbirimizin tahmin edemeyeceği kadar derinlere inmiş olması, işlerimizi karmaşıklaştırıyordu.
Sonunda, gerilimli bir sessizlik çökmüştü. Bütün ekibim gözlerini ekranda tutmuştu, ben ise bir an için düşüncelere dalmıştım. Yavuz Tandoğan, bizden önce her şeyi hesaplıyor, her adımımızı biliyor gibiydi. Bu, bizim için hayati bir test olacaktı. Ve biz, ne olursa olsun bu testin üstesinden gelmeliydik.
O anda, aklımda sadece bir şey vardı: Zaman. Yavuz Tandoğan’ın izini kaybetmiş olsak da, bu, onun bir adım önde olduğu anlamına geliyordu. Ve bu da bizi, her zamankinden daha dikkatli ve hızlı olmaya zorluyordu. Aydemir, ekibime dönerek daha net bir strateji çizmemizi istemişti.
“Aydemir’in “Komutanım… Sadece bizim, onun peşinden gitmemiz yeterli değil,” dedi, “Gizli bir iz var, mutlaka onu bulmalıyız. Tandoğan her şeyi saniyeler içinde silip yok edebilir, ama her zaman bir hata bırakır. O hatayı bulmalıyız.”
Caner, bilgisayarın başına geçip, mevcut verileri tekrar analiz etmeye başlamıştı. “Her şeyin dijital izi var. Bir şeylere bakmamız lazım. Yavuz’un güvenlik şifreleri, o patlamaların ardındaki bağlantılar… Bu, bir tür mesaj olabilir.”
Yiğit Fatih, bir yandan dışarıyı gözetlerken, diğer yandan kademe kademe ekranlardan yeni bilgiler topluyordu. “Bu kadar büyük bir operasyon yapıldığında, kesinlikle bazı hatalar olacaktır. Her zaman bir açık bırakılır,” dedi, gözlerini hızla ekranlardan çevirip kademe kademe verileri tarayarak. “Ama zaman daralıyor. Çıkacak başka bir patlama, belki de hepsinin sonu olabilir.”
Aydemir bir adım ileri atarak, cebinden telefonunu çıkarıp tekrar konuşmaya başlamıştı. “Bunu durdurmak için elimizden geleni yapmalıyız. Yavuz’un nereye gittiği hakkında bir şeyler bulmalıyız.” Gerilim daha da artmıştı. Bu kadar bilinmeyen arasında, geriye sadece bir şey kalıyordu: Her birimizin bir karar vermesi gerekiyordu. Ne kadar hızlı ve dikkatli olursak, şansımız o kadar artacaktı.
Birden Caner, bilgisayar ekranında bir şey fark etmiş, “Buldum!” diye bağırmıştı. “Yavuz’un son hareketleri, burada bir bağlantı oluşturuyor. Önceden gizli bir ağ oluşturmuş, ama bir hatası var. Bağlantıları denetlemek için daha dikkatli olmalıyız. Eğer doğru tahmin edersem, bir sonraki hedef belirli bir nokta.”
Aydemir, hızla Caner’in ekranına yaklaşıp verileri incelemiş, “Evet… Burası doğru olabilir. Tandoğan’ın bir sonraki adımını tahmin edebiliriz.” “Ne yapacağız?” diye sordum, daha önce hiç bu kadar hızlı karar almak zorunda kalmamıştım. “Yavaş olamayız, ama dikkatli de olmalıyız.” Yiğit Fatih , dışarıyı daha dikkatlice gözetlerken, “Yavuz bu kadar dikkatli hareket ederken, biz bir hata yaparsak her şey biter. Önce bir plan yapmalıyız.”
Aydemir, derin bir nefes alıp gözlerini ekibin üzerine çevirmişti. “Hedefi bulmalıyız ama her şeyin öncesinde, Yavuz’un nereye gittiğine dair kesin bir bilgimiz olması gerekiyor. Aksi takdirde çok geç kalabiliriz.” Bir anlık sessizlikten sonra, Caner’in ses tonu tekrar odadaki havayı kırmıştı. “Bir şifre var. Sadece biraz daha dikkatli bakmamız lazım.”
Hemen ekranına yöneldim. Gerçekten de, o kadar küçük bir hatayı fark etmekte zorlanmıştık. Yavuz’un sistemdeki son hareketi, bir ağda sonlanan bir yol bırakıyordu. Tam olarak gittiği yeri gösteren bir iz. Bu, bizim için bir fırsattı. “Bunu kaçırdık,” dedim, derin bir nefes alarak. “Şimdi harekete geçmeliyiz.”
Aydemir, kademe kademe hazırlıkları başlatmıştı. “Bu bizim son şansımız olabilir. Ama aynı zamanda en büyük tehlikemiz de bu. Eğer doğru tahmin eder ve hızla hareket edersek, Yavuz’u yakalayabiliriz.” Karan, silahını kontrol ederken, gözleri ekranda gezinmeye devam etmişti. “Dışarıda bir şeyler olacak. Yavuz’un gideceği yeri bulmalıyız ama, arkamızda başka bir şeyler dönebilir.”
Caner, gözlerini hızla ekranından kaldırarak, “Bunu sonlandırmak için risk almak zorundayız. Komutanım, bir adım önde olmalıyız,” dedi. Aydemir, odada bir adım daha atarak, kararını net bir şekilde vermişti. “Evet, risk alacağız. Ama dikkatli olmalıyız. Her şey an meselesi.”
Bütün ekip, hızla hareket etmeye başlamıştı. Aydemir, Caner, Yiğit Fatih ve ben, Yavuz Tandoğan’ı yakalamak için son bir adım atmaya hazırlanıyorduk. Her an patlayabilecek bir gerilim vardı. Ama bir şeyi daha biliyorduk: Geri adım atmak, kaybetmek demekti. Her şeyin sonunda, Yavuz’a dair bir sır açığa çıkacak, ve biz bunu çözmek için ne gerekiyorsa yapacaktık. Bu gece, her şey değişecekti.
Gerilim, odada hâlâ yoğun bir şekilde devam ediyordu. Hedefin ne kadar yakın olduğunu bildiğimiz hâlde, her bir adımımızı dikkatlice atmamız gerekiyordu. Yavuz’un ne kadar planlı olduğunu ve her an her şeyin tersine dönebilme ihtimalini göz önünde bulundurarak ilerliyorduk.
Caner, hızla yeni veriler analiz etmeye devam etmişti. Birkaç kez ekrandan sızan veri paketlerinin içeriğini inceledikten sonra, “Bu, kesinlikle Yavuz’un geçmişteki hareketleriyle uyumlu,” dedi. “Beni takip ediyorsa, bu da onun güvenlik ağlarını aşması için bir yöntem olabilir. Eğer bu bağlantıyı takip edersek, o zaman hedef noktayı tespit edebiliriz.”
Aydemir, dikkatle Caner’in üzerinde çalıştığı veriyi izlerken, gözlerinden belirgin bir kararlılık geçiyordu. “Bunu başarmalıyız. Yavuz’un bir adım önümüzde olduğu bir durumda, hem hız hem de dikkat çok önemli. Şimdi doğru zamanı beklemek yok. Harekete geçiyoruz.”
Karan, dışarıda dikkatli bir şekilde gözcülük yaparken, sesini içeriye doğru yükseltti: “Yavuz’un izini takip etmek için her bir dakika önemli, ama biz de tek başımıza değiliz. Dışarıda başka birilerinin de peşinden geliyor olabiliriz. Bunu unutmayın.”
Evet, haklıydı. Dışarıdaki tehlikeler de bizim kadar yakın olabilirdi. Bu yüzden, ekibimiz birbirine sıkı sıkıya bağlıydı. Her birimiz ne kadar hızlı hareket etse de, en ufak bir hatada tüm planımız altüst olabilirdi. Bütün gözlerimizin dışarıda olması gerektiğini biliyorduk.
Yiğit Fatih , bilgisayarın başından kalkarak, bilgileri birleştirip harita üzerinde işaretlemeye başladı. “Burada bir boşluk var. Eğer bu verileri doğru okursak, Yavuz’un geçebileceği bir yol var. Ama dikkatli olmalıyız. Yavaşlamamak lazım.”
Aydemir, sert bir şekilde başını salladı. “Tamam, o zaman ne yapmamız gerektiğini biliyoruz. Karan, dışarıyı taramaya devam et. Doruk Efe, sen harita üzerinde yönlendirmeye devam et. Yiğit Fatih, biz bu adımı atarken her şeyin en iyi şekilde kontrol edildiğinden emin ol.”
Aydemir’in söylediklerini hızlıca kafamda planladım ve derin bir nefes aldım. Ekibimle birlikte, hedefe doğru yola çıkmaya başlamıştık. Ancak her an her şeyin tersine dönebilmesi de ihtimal dahilindeydi. Bu yüzden, her bir adımımda tedirginliği bir kenara bırakıp, dikkatimi sadece çözmemiz gereken gizeme odaklamaya çalışıyordum.
Saatler geçti, her şey bir anda hız kazandı.
Caner, sistemdeki verileri hızla gözden geçirerek, “Yavuz’un geçtiği yer belli oldu!” diye bağırmıştı. “Bir sonraki adımını buraya yerleştirmiş. Şimdi, hedefin tam konumunu alabiliyoruz.” Aydemir, hemen harekete geçmemizi istemişti. “Şimdi yapmamız gereken şey, mümkün olan en hızlı şekilde o noktaya ulaşmak ve her türlü tehlikeyi hesaba katmak.”
Doruk Efe, harita üzerinde belirlediği noktayı işaret ederken, Karan dışarıya doğru dikkatlice göz atıyordu. “Çıkış yolu temiz. Kimse bizim peşimizde değil gibi gözüküyor.”
Yavaşça, dışarıya doğru adım atmıştık. Her an tetikteydik. Yavuz’un peşinde olmamıza rağmen, dışarıda bizi izleyen başka biri olabilir miydi? Gerçekten de, Yavuz’dan bir iz bulmak için neredeyse her saniye bir adım daha atıyorduk, ama her şeyin sonunda patlamaya hazır bir dinamit gibi hissetmiştim. Bu kadar derine inmişken, kimse geriye adım atmazdı. O yüzden her şeyin çok dikkatli yapılması gerekiyordu.
Gözlerim, ekibimden hızla diğer tarafa kayarak, her birini kontrol etmeye başladım. Caner’in elindeki veri, doğru olduğuna emindi. Karan’ın gözetlemesi mükemmeldi. Ancak yine de bir şeyler eksik gibiydi. Neredeyse her şeyin üzerinde toplanan yoğun baskı, yalnızca ikimizin — Aydemir ve benim — stratejik kararlarımızla şekillenecekti.
Yavuz’un bir adım önde olması, sürekli olarak adım atmamızı gerektiriyordu. O an, her şeyin dönüm noktasındaydık. Hedefin tam yanındaydık, ama bu kadar yakınken, her şeyin çözüme kavuşması da o kadar tehlikeliydi.
Bir karar anıydı.
“Şimdi, tam zamanıdır.” Aydemir’in sesi, odadaki tüm gerginliği kıran bir komut gibi yankılanmıştı. “Harekete geçiyoruz.” Gerilim, hızla vücuda yayılmıştı. Yavuz, bir adım önde olabilirdi ama biz, bu adımı atarken her şeyin farkındaydık. Bir anlık sessizlik sonrası, operasyon başladığında her şey bir hızla çözülmeye başlamıştı. Tandoğan’ın nereye gittiğini bulacak ve adımlarını atarken, ona bir adım daha yaklaşacaktık.
Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Yeni bölümü size emanet edip ben kaçıyorum. Umarım keyif alarak okuyor olursunuz. Sizi seviyorum, oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Herkese iyi geceler diliyorum. 🤍🙏
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
17.65k Okunma |
4.44k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |