37. Bölüm

37- Deponun İçindeki Ceset

Yazar Sude Kayhan
poncikss1234

"En beklenmediğiniz olaylar, aslında en beklediğiniz anda gerçekleşir."

İçimde hafif esen bir meltem gibi bir huzur dolaşıyordu. Sanki içimi ısıtan bir güneş var ama yakmıyor; sadece sıcaklığıyla sarıp sarmalıyordu beni. Yüzümde istemsizce beliren bir tebessüm var, dudaklarım bile mutluluğumu saklayamıyordu.

Zihnim berrak, düşüncelerim hafif sanki her şey olması gerektiği gibi… Küçük şeyler bile içimde kocaman bir sevinç dalgası yaratıyordu. Bir çocuğun kahkahası, rüzgârın ağaç yapraklarını usulca okşayışı, sevdiğim birinin sesi… Bunların hepsi, içimde çiçekler açtırıyordu.

Dünyaya daha parlak bir pencereden bakıyordum sanki. Ne geçmişin yükü vardı omuzlarımda, ne de geleceğin kaygısı. Şu anın içinde eriyorum, var olmanın hafifliğiyle kendimi akışa bırakıyordum. Kalbim ritmini huzurla atıyor, her nefeste içime yaşamı çekiyordum. Ve evrenle aramda tarifsiz bir uyum hissediyordum.

Bedenim müziğin ritmine teslim olmuş, her hareketimle adeta havaya karışıyordum. Ayaklarım yere basıyor ama sanki hiç olmadığı kadar hafiftim. Kalbim müzikle aynı tempoda atıyor; her adımda, her dönüşte içimde bir coşku patlıyordu.

Kollarım özgürce savruluyor, bedenim kendi hikâyesini anlatıyordu. Zaman kayboluyor, mekân silikleşiyor; sadece ben, ritim ve hareket vardı. Gözlerimi kapatınca bile içimde yankılanan melodilerle dans ediyordum.

Yüzümde farkında bile olmadan kocaman bir gülümseme vardı. İçimdeki her duygu, her neşeli titreşim dışarı taşıyor, hareketlerime karışıyordu. Öyle bir an ki bu, ne geçmişin yükü var ne de geleceğin endişesi. Sadece şimdi, sadece ben ve dansın büyüsü…

Müziğin sesi aniden kaybolunca, olduğum yerde kalıp başımı koltuğun üstüne attığım telefona çevirdim. Titreşimde olduğundan, hızlıca koltuğun soluna geçip uzandım ve Bintuğ’un aramasını cevapladım. Göreve gideceğini duyurdu ve bu kısa zamanı benimle geçirmek istediğini dile getirdi. Ben de hemen karşılık olarak hazırlanmak için izin istedim ve telefonu kapatıp odama koşarcasına gittim.

Önceden hastaneye hazırlamış olduğum kombinime baktığımda, hem havanın uygunluğuna hem de buluşma için ideal olan sade kıyafetlerimi yatağın üstüne bıraktım. Siyah mom jean pantolonumu ve siyah oversize kazağımı giyindikten sonra hızlıca saçlarımı at kuyruğu yapıp sade, görülebilecek tonlarda makyajımı yaptım. Odadan ayrılmadan önce çantamın içini kontrol edip eksik herhangi bir eşyamın olmadığını gördüm.

Siyah, zincir detaylı bilekte biten botumu da giyindikten sonra havanın yağmurlu göstermemesi üzerine de siyah, deri ceketimi giyindim. Bu kombinim sanki bir olay olmuş da yastaymışım gibi görülebilirdi fakat bugün siyahın asilliğini taşımak istemiştim.

Evden ayrıldıktan sonra kapının önünde beni bekleyen Bintuğ’a tebessüm edip hemen yanında yerimi aldım ve beraber park etmiş olduğu koyu gri arabanın önüne geldik. Bindiğimde, hızlıca birbirimize sarıldık ve nereye gideceğimizi sordum. O da sadece gülüp hiçbir şey demedi ve arabayı çalıştırıp yola çıktık.

Mem- û Zîn Türbesinin önüne geldiğimizde, açıkçası şaşkınlığımı gizleyememiştim. Arabadan indikten sonra Türbenin içine girdik ve el ele gezmeye başladık. O kadar yavaş hareket ediyorduk ki sanki zaman durmuş, Türbe bizi içine hapsetmiş gibiydi. Bintuğ bana dönerek “Bu Türbeye gelmemizin bir nedeni var. Yüz ifadenden de anlamıştım zaten memnun olmadığını fakat biraz sonra o yüzün mutluluktan kasılacak.” ona baktıktan sonra tekrar yürürken birden bana “Bu Türbenin hikayesini biliyor musun?” diye atıfta bulunduğunda, ona başımı onaylamaz bir biçimde sallayıp anlatmasını istedim.

“Cizre Beyi Mir Abdal’ın hizmetinde çalışan Mem, Erdelan Aşireti’nden Zin adlı bir kıza âşık olur. Zin de aynı şekilde Mem’e gönlünü kaptırır. Ancak bu aşk, iktidar ve entrikalar yüzünden trajik bir sona sürüklenir.

Cizre Beyi’nin veziri Beko, Mem’i kıskanır ve onun Zin ile evlenmesine engel olmak için türlü oyunlar oynar. Sonunda Beko’nun fitneleri yüzünden Mem zindana atılır ve orada hayatını kaybeder. Zin, Mem’in ölümüne dayanamaz ve onun mezarı başında hayatını kaybeder.

Cizre halkı, Mem ve Zin’in mezarlarını yan yana inşa eder. Fakat mezarlarının ortasında Beko’nun mezarı da vardır. Efsaneye göre, Beko’nun mezarından çıkan dikenler Mem ve Zin’in mezarlarına doğru uzanarak onların kavuşmasını hâlâ engellemeye çalışmaktadır. Bu yüzden bu Türbe aşkın hatırasını yaşatır. Hatta Bu efsane, sadece bir aşk hikâyesi değil; aynı zamanda adalet, sadakat ve aşk uğruna çekilen acıların bir sembolü olarak büyük bir yer edinmiştir.”

-Umarım burayı gezerken bizde onların büyüsüne kapılıp da ayrılmayız.

“Onlar, kavuşmak için hayatlarını feda ederken biz niye onların hikayesinden dolay ayrılalım ki? Bizi tekrardan birleştirmek için buraya getirdim. Hem fena mı olur, bu hikayeden sonra belki benim değerimi daha da iyi anlarsın.” Bintuğ’a ciddi misin bakışlarımdan sonra daha düz, yeşilliklerin olduğu bölüme geçtik ve birden onun dizlerinin üstüne çökmesiyle, kalp krizi geçireceğimi sandım.

Bağcıklarını bağladıktan sonra kalkıp kahkaha atmaya başladı ve beni göğsüne çekip gülüşünü durdurmaya çalıştı. O kadar hazırlıksız bir hareket yapmıştı ki gerçeği olduğunda nasıl bir tepki verecektim, emin değildim.

Kol saatine baktığında, buradan ayrılmamız gerektiğini nazik bir dille bana söyleyip çıkışa doğru yürürken, ben de mimarileri tek tek bir daha bakıp hafızama kazıyordum. Oradan ayrıldıktan sonra beni hastaneye bırakıp kendisi direkt olarak göreve gidecekti. Evin önüne geldiğimizde, hızlıca eve çıkıp kapının önüne koyduğum hastane çantamı alıp hızlıca tekrar aşağıya indim. Hastanenin önüne geldiğimizde, bahçe bölümünün kalabalık olması sebebiyle Bintuğ’da benimle birlikte içeriye girdi.

Daha önce nöbet tutan askerlerin de burada olduğunu gördüğümde, Ayşe’yi ya da Mehtap’ın burada olup olmadığına baktım. Ayşe, sol bankta oturmuş telefonla konuşurken, Mehtap ortalıkta gözükmüyordu. Bintuğ’un yanına askerin gelmesiyle hızlıca yanlarından ayrılıp Ayşe’nin yanına gittim.

Ayşe bana Barkın’ın hastaneye darp edilmiş olarak gelip kimseye görünmemeye çalışarak kendini tedavi ettiğini söylediğinde, ona nerede olduğunu sordum. O da bilmiyorum dercesine dudaklarını büzüp telefonuyla ilgilenmeye devam etti. Bu Barkın meselesi kapanmadan kesinlikle biz rahat yoktu.

Bir saat sonra;

Hastanenin diğer günlerden nazaran daha az kalabalık olması işimize gelirken kahve molası verme şansımız olmuştu. Sessizce kantinden kahveleri aldıktan sonra tekrar odamıza geldik ve herkes yerlerine geçip kahvenin keyfini sürdü. Vakaların olmaması ya da vakaların basitliğine göre acilden giren hemşireler sayesinde teknikerler olarak bugün daha rahat bir gün geçirmiştik. Bazı saat aralıklarında acilden giriş yapan önemli hastaların sayısına göre yardım etmiş, bana gerek olmadığını hissettiğimde de yerime gelmiştim.

Bintuğ’dan yaklaşık iki saattir haber alamıyordum ve ister istemez gün sonunda moralsiz eve dönüyordum. Umarım bu görevi diğerlerine göre daha az sürede biterdi.

Bintuğ Liva’nın Anlatımıyla;

Deponun kapısı, yılların ağırlığını taşıyan paslı menteşeler üzerinde ağır ağır gıcırdayarak açılıyordu. İçeriye adım attığımda, havada asılı kalmış toz zerrecikleri, dar pencerelerden süzülen solgun ışık huzmelerinde dans ediyor gibiydi. Nem ve eski tahta kokusu birbirine karışmış; havada hafif bir küf kokusu vardı.

Duvarlar, zamanın bıraktığı izlerle kaplı; yer yer dökülmüş sıvalar, altında çatlamış tuğlaları ortaya çıkarmıştı. Tavandan sarkan örümcek ağları, terk edilmişliğin sessiz tanıkları gibiydi. Raflar eğilmiş, metal kutuların üzeri pasla kaplanmış, bazıları devrilmiş ve içlerinde ne olduğu belirsiz malzemeler yerlere saçılmıştı.

Zemin, toz ve eski yağ lekeleriyle kaplıydı. Köşelerde, bir zamanlar işe yarayan ama şimdi kaderine terk edilmiş eski aletler ve çürümüş ahşap sandıklar vardı. Birkaç paslı çivi ve kırık cam parçaları, buraya ayak basan her misafire dikkatli olması gerektiğini fısıldıyordu. Sessizlik içinde, uzak bir köşeden gelen hafif bir damlama sesi duyuluyor, belki eski bir borudan sızan su, belki de zamanın içinde yankılanan geçmişin son nefesi bize eşlik ediyordu.

Yaklaştıkça ağır bir çürüme kokusu havayı dolduruyordu. Küf ve pasın keskin kokusuna karışan o tarifsiz koku, burada uzun zamandır unutulmuş bir şeyin varlığını bana gösteriyordu. Solgun ışık, dar pencerelerden içeri süzülerek gölgeleri duvarlara uzatıyordu. Tozlu zeminde belirsiz ayak izleri var, ama en dikkat çekeni, odanın tam ortasında duran eski, gıcırdayan bir sandalye Ve ona bağlı, hareketsiz duran bir beden.

Adamın başı öne düşmüş, çenesinin altından göğsüne doğru siyah lekelerle kurumuş bir kan akıntısı iniyordu. Eller, paslı bir tel ya da eski bir ip ile sımsıkı bağlanmış, bileklerinde derin kesikleri vardı. Giysileri zamanla solmuş, bazı yerleri yırtılmış ve lekelenmişti.

Gözleri, artık görmeyen boş bir ifade ile açık kalmış, yüzüne korkunun ve acının donmuş izleri kazınmıştı. Vücudu hafifçe öne eğilmiş, ölümün getirdiği o katılıkla hareketsiz bir heykel gibi… Ayaklarının dibinde, nemli beton zemine bulaşmış koyu renkli bir leke var; zamanla kuruyup çatlamış, ama hikayesini hâlâ fısıldıyordu.

Tavan arasındaki bir kirişten sarkan eski bir zincir rüzgârın etkisiyle hafifçe sallanıyor, odada boğuk bir tıkırtı yankılanıyor. Burada bir zamanlar yaşanmış dehşet, havaya sinmiş gibi… Sessizlik çığlık atıyor, bize haber veriyordu. Gözlerim, sandalyeye bağlı cansız bedene kilitlenmiş durumda, ama beynim bunu kabullenmiyor. Bu… Olamazdı.

Bir adım daha yaklaşıyorum, nefesim düzensizdi. Yüzüne bakmaya cesaret edemiyorum, ama içimdeki bir his, zaten bildiğim bir gerçeği haykırıyordu. Boğazım kuruyor, midem sıkışıyor, tüm vücudumu ince bir ürperti sarıyor. Yavaşça başını kaldırıyorum, o an içimde bir şey kopuyor.

Tanıyordum onu. Gözleri donuk, ama hâlâ orada, bana bakıyormuş gibiydi. O yüz, bir zamanlar bana alaylı ve kibirle bakıyordu. Şimdi solgun, cansız, yabancı bir maske gibiydi. Ellerim titriyor, bir adım geriliyorum, sanki gerçeklik üzerime çöküyordu.

Barkın’ın cansız bedenini gören silah arkadaşlarımda nefesini tutmuş, sadece benim vereceğim tepkiye bakıyorlardı. Ne tepkisi bekleyebilirlerdi ki? Homurdanmaları duyamıyor, kulaklarım çınlıyordu. Kim, neden öldürmüştü ki? Onun cezasını ben vermek isterken, kim Barkın’a acımadan zevkle öldürmüştü?

Aklıma direkt oğlu geldiğinde, istemsizce bağırarak Barkın’ın erkek çocuğu olduğunu, onu hemen aramamız gerektiğini söylediğimde, Tuğrul; elinde bulundurduğu kanlı kağıdı bana uzatmış ve başını üzgünce eğip okumamı beklemişti. Kağıtta yazılan en son cümle yüzünden bir süreliğine beynime kan sıçramış, gözüm kararmıştı. Nasıl oluyor da Barkın, öz evladını borcu yüzünden kendisini öldüren adama verebilmişti? Barkın için değil kendi merhamet duygum yüzünden o çocuğu ne pahasına olursa olsun kurtaracaktım.

Karargâha haber verdikten sonra gelen emire göre hareket edeceğimizden ben de Yiğit, Tuğrul ve Caner’i depoyu aramaları için görevlendirirken, dışarıdaki tehditlere karşı da Erhan; Karan, Erdem ve Ferhan’ı dışarıyı gözetim altında tutmalarını istemiştim.

Caner’in “Komutanım, acil buraya gelmeniz gerekiyor. Çok önemli bir şey buldum.” demesi üzerine depoyu arama işini birkaç dakikalığına durdurup Caner’in elindeki açık olan telefona baktım. Telefon, ses kaydına devam ettirmesiyle hızlıca durdurup ses kaydını kaydettim. Baştan sona dinlediğimizde, Barkın, ölmeden önce çocuğunun gittiği ev adresini ses kaydına almıştı. Bu işimize gelirken, telefonun da açık olmasıyla hızlıca bu sesi kendime yollayıp bu cihazın incelenmesi için de karargâhtan izin istedim.

Onay geldiğinde, önceden haber verdiğimiz ambulans deponu kapısının önünde park edilirken, Tuğrul’u onlara eşlik için dışarıya yollayıp biz de gelmelerini bekledik. Kısa süre içinde, olay yeri incelemenin de katıldığı bu olaya daha fazla müdahale etmek istemediğimden izin isteyip bu görevi de burada noktaladım. Yarın kimsenin haberi olmadan sadece kendime hazırladığım göreve odaklanmaya başladım. Yarın, zorlu ve ne olduğunu bilmediğim yeni bir olaya girecekken hemen eve gidip bu gördüğüm manzarayı unutmak istiyordum. Bakalım, yarın ne gibi zorluklara göğüs gerecektim?

Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Bu bölümü size hemen sunup aradan çekiliyorum ve Barkın’ın cenazesini hazırlıyorum… Umarım beğenir; yorum ve oy atarsınız. Şimdiden iyi okumalar diliyorum. Ufak bir not da vermek istiyorum; Hikaye alıntıdır ve efsane diye geçiyor. Şırnak- Cizre’de yaşan arkadaşlarımız bu efsaneyi iyi bilirler. Eğer yanlış bir yeri varsa rica ederim ki bana yazsın, ben de düzeltmemi yapayım. Şimdiden teşekkürler…

 

 

 

Bölüm : 03.04.2025 01:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yazar Sude Kayhan / Karşılaşma Cephesi / 37- Deponun İçindeki Ceset
Yazar Sude Kayhan
Karşılaşma Cephesi

19.38k Okunma

4.8k Oy

0 Takip
60
Bölümlü Kitap
1- Yüzbaşı ile Karşılaşma2-Onca Yıllık Kardeş Hasreti3- Ameliyathanede Gördüğüm Kişi4- Fotoğraf Dolusu Kutu5- Endişeli Bekleyiş6-Önyargı7- Acil Görev8- Ormanlık Alanda Hareketlilik9- Zehirlenme10- Aramızdaki Hain11- Bugün Ben Bir Güzel Gördüm12- Gizlenen Mesaj13- Yeni Atanan Kadın Yüzbaşı14- Görevden Önce Öpücük15-Bekleyiş16- Eceli İle Karşı Karşıya Gelmek17- Yaşanılan Korku18- Kavuşma19- İş Birliği20- Bulunan Zarf21- Ses Kaydı22- Evrak Eksikliği23- Mahkeme Günü24- Kaçırılan Bebekler25- Visal26- Dildâlde27- Aferist28- DNA Testi ve Sonucu29- Karargâha Barkın Rüzgarı30- Akıl Almaz Teklif31- Karşılaşma Cephesi32- Parçalanmış Aynanın Ucundaki İhanet Gölgesi33- Bitmeye Yakın Bir Hikâyenin Sessiz Adımları34- Kaçınılmaz Bir Son mu, Beklenmedik Bir Dönüş mü?35- Konumun Gelmeyişi Ve Merakla Beklenen Dakikalar36- Kelimelerin Yetmediği An: Sarılmak37- Deponun İçindeki Ceset38- Cenaze Ve Taziye Evi39- Karanlıkta Kalan, Yalanın İçinden Doğar40- Ouroborost41- Kodun İçindeki Hayalet42- Karanlık İzlence43- Gerçeğe Zincirlenmiş44- İçimizdeki Mesafe45- Huzurun Yolu: Birlikte Olmak46- Saklanan Satırlar47- Düğün Gecesi Fısıltıları48- Birlikte Dayanmak49- Yaşam ve Umut50- Atan Kalbin İzinde51- Çamurlu Adımlar, Temiz Nefesler52- Geçmişin Kirli Yüzü53- Aşkın Görülmeyen Hisleri54- Sevgiyle İyileşen Yaralar55- Yön Değiştiğinde Bile Yürümek56- Yeni Görev yerine Alışma Süreci57- Gizli Mesajın İzinde58- Gizli Çekim59- Bir Öpücük Yetmedi60- Papatya Sarılı Parmaklar
Hikayeyi Paylaş
Loading...