“Her şey düzeltmeye değer değil.”
“Eski yollar sizi hiçbir zaman yeni kapılara götürmez.”
Onun her ortaya çıkışında, etrafta huzursuzluk beliriyordu. Sanki bulunduğu yerin havası ağırlaştırıyor, sohbetlerin samimiyetini solduruyordu. Her zaman olduğu gibi, sahte bir gülüşle etrafa bakınıyor, ama gözlerinde en ince bir sıcaklık bulunmuyordu. Onun gözleri, insanları süzüyor, analiz ediyor, kimden ne koparabileceğini tartışıyordu. Bir insana güvenmenin somut hâli gibiydi…
Konuştuğundaki sesi rahatsız edici. Kendisinin zeki olduğunu, konuşurken sergilediği ukalalık, kelimelerini yapay bir cilayla kaplasa da, İçindeki çirkinliği gizleyemiyordu. Kendi sesini dinlemeyi o kadar seviyor ki, gerçekten saçmalasa bile söylemlerine kulak veriyordu.
Beden dili bile aslında onu ele veriyordu. Burnunu sürekli havada taşıyor, sanki herkes ona hayranlık duyuyormuş gibi bir edayla hareket ediyordu. Ellerini nasıl koyacağını hesaplıyor, yüzüne yapıştırdığı o yapay gülümsemeyle kendini daha iyi biri gibi tutmaya çalışıyordu. Ama gözler… Gözlerinin onun yalan olduğunu bütün herkese haykırıyordu.
İnsanları kullanmada o kadar başarılıydı ki çoğu kişi bunu farklı bir şekilde gerçekleştirirdi. Sinsiliği, sabrı ve hesapçılığı sayesinde yavaş yavaş güven kazanıyor, sonra da maskesini düşürmeden insanları istediği gibi yönlendiriyordu. Bir yılan gibi, önce yaklaşır, sonra sarılır ve en beklenen anda zehrini akıtırdı.
Ama en rahatsız edici yanı şu: O asla değişmeyecekti. Çünkü yaptığı her şey ona bire bir uyuyordu. İnsanların zaaflarını, farklılarını, korkularını kullanarak ilerliyordu. Ve en kötüsü, buna rağmen kendini masum sanıyordu.
küçük, hissettirmeden seni manipüle eder. Seni yönlendirdiğini bile fark etmezsin. Ama günün sonunda, onun istediği şekilde davranışlarını hazırlamışsındır.
Bunu yaparken asla açık vermez. Çevreye bakıldığında, herkesin kendisini, ona güvendiğini görürsün. Yüzüne yüzüne gülüyor, nazik görünüyor, dost canlısı gibi davranıyordu. Ama parçalar hiç kimseye bağlı değildi. Onun için herkes alt statüdedir.
Bintuğ ise o adamın tamamıyla tersiydi. Onun hakkında ne söylesem az kalırdı. O, yalnızca zekâsıyla değil, İçindeki sonsuz iyilikle de yaşayabilenlere ışık saçan birisiydi. Her zaman nazik, her zaman anlayışlı… En zor anlarda bile sükûnetini koruyup insanların umut edebilen nadir görülen biriydi. Girdiği ortamlarda onun yaşadığı pozitif enerjiyle sararır, bir anda havayı değiştirir, ruhu yorgun olanlara bile huzur verirdi.
Sözleri, kalpten gelirdi. Yaptığı her işte titiz, her kararında adildi. Kendi başarısından çok, bireysel iyiliğini düşünecek kadar fedakar ve alçakgönüllüydü. Başarılıdır ama asla kibirli değildir; bilgiyi derindir ama kimseyi küçültmezdi. Yardım ihtiyacı olduğunda en önce o, bölgede omuza dokunur ve "Buradayım" derdi.
Onunla, gün boyunca konuşmak, bir deniz boyunca dalgaları izlemek gibidir. sakinleştirici, huzur vericiydi. Söylediği her söz bir bilgelik kırıntısı taşır; basit cümleleri bile insanın içine işlerdi. Onun gibi birini seçme bir şansı, yeteneğini elinde tutmak ise büyük bir nimetti. Çünkü, o, sadece duruşuyla bile dünyaya örnek olabilecek kapasitedeydi. Ne var ki bu saydıklarımın arasındaki anlayışlık boyutu sadece kendi doğruları kapsamında olmasaydı.
Onu evde beklerken aslında ne kadar da heyecanlı olduğumu, holün yanında asılı duran boy aynasından fark etmiştim. Belki bu heyecanım barışma manasında değil, onu bir hafta sonra ilk kez karşımda göreceğim içindi. Onun için su gibi akan zamanın nasıl geçtiğini şeffaf bir şekilde anlatmasını isteyecektim.
Bana sanki asırlarca süren bu beklemenin sonucunda nihayet kapım tıklatılmıştı. Onun duyup duymadığından emin bile olamadığım nefes alışveriş hızım ve kalp atış sesim yüzünden geç açmak zorunda kalmıştım. Ne zaman bu duygu yoğunluğumu bir kenara bırakacaktım, bilmiyorum.
Ağır çekimdeymişim gibi kapı yana doğru açılırken, başımı yerden kaldıramadım. Ne zaman onun boğaz temizleme sesini duydum, işte o zaman teslim olmaya yaklaştım. İlk göz göze gelişimizden dolayı gözlerine saliselik dalsam da kendimi toparlayıp yana kaydım ve kendisine yer açtım. Onun kapıdaki işlerinin bitmesini beklemeden ben içeriye geçmiş bulundum.
Eski, tartıştığımızdaki tekli koltuğa oturup bacaklarımı birbirine çektim ve bağdaş bir şekilde yerimi aldım. Ellerimi, bacaklarımın arasına sokup etrafıma sanki hiç bakmamışım gibi bakarken, onun salona girişini gördüm. Yine gözlerimiz buluştu lakin bu sefer kendisi o büyülü anı bozdu.
İlk beş dakika sessizce bakışlardan birbirimizi anlıyormuşçasına sohbet ederken, sessizliğin artık son bulması için ben ilk sorumu sormaya hazırlandım. O kadar sorulacak sorum vardı ki nereden başlasam gerçekten de bilmiyordum. Ellerimin birden bire soğuduğu, üşümeye başladığım bu ortamda zihnim, kendisini toparlayamıyordu. Bu fırsatın bir daha gelmeyeceğini bildiğimden, sorumu ona sordum.
-Bu kararı alırken en çok neyi düşündün?
Gerçekten düşüncelerini merak ediyordum. Evet, kendi aramızda bu tür paylaşımlar yapıyorduk ama belli ki içinde biriktirdiği daha farklı düşünceleri vardı. Bana bakmayı sürdürürken, kaşlarım ister istemez havaya kalktı ve sorunun cevabını almak için ona süre tanıdım. Cevap vermediğini gördüğümde, ikinci sorumu sordum.
-Bana söylemek isteyip de söyleyemediğin bir şey var mı?
“Söylemek isteyip de söyleyemediğim ne gibi bir durum olabilir ki? Bunca geçirdiğimiz süreçte ne gibi gizli saklı işim oldu?” bana yönelttiği soru ile cevap vermeyi reddederken, ben de cevap vermesi için çaba gösterecektim.
-Başından beri gitmeyi mi planlıyordun?
Ona karşı o kadar soğuk savaş veriyordum ki içimi görse fikri değişirdi. Bana yandan bakışlarını atmaya devam ederken “Gitmeyi planlamıyordum, gitmek zorunda kaldığımı hissettim ve kimseyi kırmamak adına buradan ayrıldım. Eğer burada kalsaydım, işte o zaman şu anki gibi yüz yüze oturup da konuşamazdık.” kendisini nereden aklayabileceğini iyi biliyordu lakin ben de ona izin vermeyecektim.
-Bu kadar kolay vazgeçebiliyorsan, neden buradasın?
Onun şu anki hayalinin bana göre aramızı düzeltmek olduğunu düşünüyordum. Bunca kalp kırmalar ve bunca gereksiz yükselmeler sonucu şimdiki yaşadığımız gergin durumdan dolayı asla barışma hayalini gerçekleştirmeyecektim.
“Neden bana böyle saçma ve cevap verilmeyecek kadar gereksiz sorular soruyorsun? Buraya kendimi anlatmaya gelmiştim fakat sen içindeki kini ve öfkeni nereden çıkarsam diye kıvranıp duruyorsun. Bu yaptığın dışarıdan bakıldığında hiç hoş değil, haberin olsun.” onu hayretle dinliyordum. İster istemez güldüğümde, sineye çektiğimi düşündü.
-Peki, o zaman şöyle yapalım; sen, bana her şeyi tüm gerçekçiliğinle anlat, ben de sana inanmış gibi yapayım. Ne dersin?
Bana umutsuz vakamışım gibi bakarken bu sohbetin sonunu düşünüp duruyordum. Anlatacağını kanaat getirdiğimde, yayılmış olduğum pozisyonu bozdum ve vücudumu daha dik bir hâle getirdim.
“Öncelikle ne anlatırsam anlatayım bana inanmayacaksın, biliyorum. Ben anlatayım; sen de inanmış gibi yap. Şırnak’tan uzaklaşmak için seninle tartışmayı beklemedim. Önceden planladığım bir durumdu ki bence iyi yapmışım. Çünkü daha sakin ve algılarım açık bir şekilde yanına geldim. O Barkın denen varlığın, yaptığı konuşma ve hareketleri yüzünden kendime hakim olamaz, bu sefer de kendime zarar verirdim. Bunu da ben dahil hepimiz istemeyeceğimize göre bu konuyu kapatalım. Sana ulaşmama durumuna gelecek olursak da kendimi yüzleşmeye hazır hissetmedim ve yine birbirimizi yanlış anlarız korkusu ile geri çekildim. Bilmem anlatabiliyor muyum?”
Kişiliğinden ötürü dedikleri, kendisi için en uygun alınabilecek kararlardı fakat beni bir anlığına da olsa aldığı karar ya da kararlarda yok sayması, buna tahammül edemezdim. Ya sadece kendisi yoluna devam edecekti ya da hayatında benim de olduğunu her saniye düşünüp ona göre hareket edecekti.
Kendisi bu düşüncelerimi bilse bencil olduğumu söyleyebilirdi fakat ilişkide yapılması gereken durum buydu. Ya ilişkiye bunca vakit geçmesine rağmen hazır hissetmiyordu ya da tamamen karakterini ilişkiye göre değil, dışarıdan aldığımız olumsuz müdahalelerle şekillendiriyordu.
-Bu sohbet çok uzadı. Nöbetten çıktım ve dinlenemedim. O yüzden rica ediyorum son söylemek istediklerini söyle ve beni yalnız bırak. Bir hafta yalnız ne yaptıysan, aynı şekilde devam et. Şu an beni tekrar kazandığını zannetme.
Bana hayretle bakarken, ben de sanki tüm duygularımı şu saniyelerde şırıngayla çekmişim gibi tepkisizdim. Benim tepkisizliğim, onu bozarken ayağa kalktı ve benim kalkmamı istemeden evden ayrıldı. Salon sessizliğe bürünürken, bu dik duruşumu kendimce tebrik edip koltuktan kalktım. Kasıldığımı, belimin tutulmasından anladım ve durduğum yerden esneme yaparak odama doğru yürümeye başladım.
Komodinin yanındaki gece lambasını kapatıp yatağıma yerleştim ve kendimi hiçbir şey düşünmeyerek uykuya teslim ettim. Sabah, kaçıncı çaldığını anlamadığım telefonumun sesi uzaktan kulağıma gelirken, uykumu hâlâ tam almış değildim. Bu kadar çalmanın önemli bir sebebi olduğundan, istemeyerek de olsa kalkıp karşıdaki koltuktan telefonu aldım.
Altı kere Aydemir’in ve beş kere de Duru’nun aramasıyla, bütün uykum kaçmıştı. Endişelensem de sakin kalmaya çalışıp önce Aydemir’in aramalarına geri döndüm. Hat meşgul çaldığında, bekletmeden kapatıp Duru’ya döndüm. Duru; endişeli bir şekilde Bintuğ’un hastaneye gittiğini, Barkın ile konuşacağını ve yaklaşık iki saat olmasına rağmen dönmediğini söylediğinde, ona hazırlanıp bahçeye geleceğimi söyledim.
Karargâhta olduklarını, haber beklediklerini ilettiğinde de ona onay verip telefonu kapattım. Neler yapabileceğini şu an hayal bile etmek istemiyordum. Hızlıca hazırlanıp evden çıkarken, yol bana uzamaya başlamıştı. Yürüdükçe sanki varamayacakmış gibi endişeye kapılmıştım. Önüne geldiğimde, bir şey demeden açık demir kapıdan içeriye geçip direkt beyaz kapıdan koridora ulaştım. Aydemir’in odasına yürürken, Duru’nun arkamdan seslendiğini duyup hızlıca yönümü değiştirdim.
Bana sarıldıktan sonra ben de karşılık verdim ve olayı öğrenmek için anlatmasını istedim. Kendisinin de fazla bilmediğini, öğrenmek için burada olduğunu söyledi. Dünden sonra bir olaya dahil olacağını düşünmezken, yaptığı ani davranış ya da hareket ile tüm ilgiyi yine üzerine çekmeyi başarıyordu. Aydemir’in nerede olduğunu laf arasında sorarken, o da Yiğit Fatih ile birlikte karşımdaki odadan koridora çıkmışlardı. Ona seslendikten sonra ikisinin de başı bana döndü ve ikisi de hızlı adımlarıyla yanıma ulaştı.
Aydemir’in odasına geçip oturduğumuzda, Aydemir önce hastaneyi arayacağını daha sonra da Bintuğ’u bir kez daha arayacağını ifade edip sessiz olmamızı istedi. Çıt çıkmazken telefonu sesliye alıp çalmasını dinlerken, hastanenin başhekiminin sesini duydum. Ona sorulan her soruyu titizlikle cevap verip yönlendirme yapabileceğini belirtti. Kardeşim de hızlıca onay verdiğinde, acilde bulunan danışmanın hattı bağlanıldı ve orada görev yapan kadının sesi duyuldu.
Aynı soruları ona da sorduktan sonra tam kapatılacakken kardeşimin beklemesini istedi. Hiçbir şekilde taviz vermeyerek Barkın’a seslendi ve sistemde bir sıkıntı olduğunu dile getirdi. Onun da dikkatini çekmiş olacak ki sesi, telefona daha da net gelmeye başladı. Barkın’ın “Hülya, nöbetimin saatini ileriye al, birisi ile buluşacağım.” demesi üzerine, Hülya hemen “Hocam, nöbet saatlerinde sorun vardı, o yüzden maalesef ki değiştiremem. Ama siz buluşacağınız kişiyi odanızda ağırlayabilirsiniz.” onun bu mantıklı hareketinden dolayı hastaneye gittiğimde, kutlayacaktım.
“Buluşacağım kişi özel birisi. Onunla aramızda birkaç husumet var ve onunla birlikte bir çözüm üretip hayatlarımıza devam edeceğiz. Eğer saati değiştiremiyorsan o zaman ben de geç kalmışım gibi lanse ederim ve bir saat geç çıkarım. Yerini de sana konum atar, bir şey olursa da attığım konuma jandarmayı yönlendirirsin. Aramızda olduğunu bildiğimden sana söylüyorum. Bu arada bu telefon neden yerinde takılı değil?”
Yakalandık mı diye endişelensem de daha sonra tanıdık bir sesin acil diye seslenmesi üzerine adım sesi gittikçe uzaklaşıyordu. Birkaç dakika daha konuşulduktan sonra telefonu kapatıp konumu beklemeye başladık. Yaklaşık üç saate kadar buradaydık ve ne arayan ne de mesaj atan vardı. Gittikçe kaygılanıyordum.
-Şimdi ne yapacağız? Eğer konum gelmiyorsa o zaman Barkın’ın sinyallerine bakın, olmaz mı?
Aydemir’in “Baktık fakat hâlâ hastanede gözüküyor. Bintuğ komutana da baktım fakat hiçbir ize rastlanmadı.”
Nereye gitmişti ki? Benim konuşmalarıma kırılıp kendi başının çaresine mi bakıyordu yoksa beni kırmak istemediğinden dolayı yine benden uzaklaşmış mıydı?
Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Yeni bölümü size emanet edip ben kaçıyorum. Umarım beğenirsiniz. Oy ve yorum atmayı unutmayın. Sizi seviyorum, hoşça kalın, esen kalın. Bakalım Bintuğ beyefendisi nerede çıkacak? Bu kadar drama Queenlik olmaz be Bintuğ! 🤍😔💅
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
17.65k Okunma |
4.44k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |