“Ben nasıl oldu da böyle bir yaşantıya tahammül edebildim düşüncesi ile ürperirsin.”
“Affetmeye hazır olmadığı şeyi affetmek, öfkenin yönünü değiştirir, yükünü değil…”
Hep düşünürüz. Düşünmekten bazen kendimizi iç dünyaya hapseder, o dünyanın gerçek hayat olduğunu zannederiz. Aslında sizi düşünmeye zorlayan insanları o gerçek dışı yere hapsetmek gerekirken bizler oraya itilebiliyoruz. Ne demişler; “ İnsan sonunda istediği yere vardığında, yolda başına gelenleri unuturmuş.”
O günden sonra kendimi her şeyden resmen soyutlamıştım. Evet düşünmek için zaman istemiştim lakin bu isteğim ben de büyük bir pişmanlık yaratmıştı. Benim yüzümden daha önce yaşanılan saldırı yüzünden de tedirgindim. Aklıma Caner geldiğinde, Bintuğ’a söyler tedirginliğini ile geri plana atsam da o her zaman yanımda olmuştu. Numarasının ben de olduğunu bildiğimden hızlıca onu hastanenin bahçesindeki boş bankta oturup aradım.
Beşinci çalıştan sonra resmi olmayan ama mesafeli ses tonu ile cevap verdiğinden ben de hemen konuya giriş yaptım. O da beni dikkatle dinleyip buluşmayı önerdi ve ben de seve seve kabul edip konum istedim. O da sağ olsun yanıma geleceğinden söz edip telefonu kapattı ve beni de en azından biraz da olsa rahatlattı.
Bazen hayatımıza giren insanların gölgeleri bile yeterli oluyordu ya işte benim hayatıma giren tüm insanların varlığı yeterli oluyordu. Onlar, hayatımım kahramanı; sırdaşları ya da kışın açan eşsiz kardelenlerdi. Onların hayatlarını sadece benim düşünüp onay verdiğim karar ile bozamazdım. Barkın’ı öyle bir ders verecektim ki hayatı boyunca sadece o aklında kalacaktı.
Mehtap ve Ayşe’nin gruptaki yazdıklarını okuduktan sonra kantinde oturup beni beklediklerini gördüm. Onları daha fazla bekletmemek adına hızlıca kapıdan girip sağa saptım ve merdivenlerden aşağıya indim. Hemen görüş açıma girdiklerinde, sol sandalyeyi kendime çekip oturdum ve konu için özet istedim. Onlar da sıkılmadan birkaç kez daha anlattı ve benden fikir istedi. Tanımadığım bir kişi hakkında fikir vermek doğru olmasa da en azından onların daha önce anlattıkları kadar yorumladım ve çaylarımızı gülüşerek içtik.
“Mihre, çökmüşsün güzelim. Ne oldu, son durumu bize anlatmadın. Yoksa Barkın hâlâ seni tehdit mi ediyor?” Mehtap, ellerini boğazının yanına koyup kafasını yatırdı ve bana ciddiyetle sordu. Ben de etrafıma bakıp onun yüzüne doğru eğilip yaşanan olayın en ince detayına kadar anlattım. O da hem şaşkın hem de kızgın bir ses tonuyla “Onu var ya elime verseler ameliyathanede keser, organlarını da bağış yapardım.” onun bu düşüncesine gülüp Ayşe’ye döndüm.
Ayşe’nin “O adam o kadar takıntılı ruh hastası ki, geçen acile yeni atanan kızla sohbet etmek için şekilden şekle girdi. Bunlara kaypak mı dersin yavşak mı, çözemedim. Kelime bulamıyorum.” o kadar haklıydı ki ne diyeceğimi bilmiyordum.
- Benim ameliyat saatim geldi dostlar. Kalkalım mı artık?
İkisi de onaylayıp kalktıklarında hepimiz aynı anda sandalyeleri düzelttik. Komik geldiğinden kıkırdadım ve koridora girmek için sağa doğru yönümüzü aldık. Bekleme odasına geldiğimizde, hızlıca değerli eşyalarımı çekmeceye koyup kilitledim. Ameliyat için hazır olduğumu hissettiğimde bizimkiler ile ayrılıp hemen ameliyathane on ikiye giriş yaptım. Kalp damar cerrahilerinin kullandığı en meşhur odaydı.
Ameliyathane masasının hazır olduğunu gördüğümde, kaşlarım istemsizce çatılsa da daha sonrasında iki tekniker olabileceğimizi düşünüp eski duruşuma geri döndüm. Ayşe’nin gelmesiyle ona kafamı salladım ve doktor gelene kadar esprili sohbet ettik. Hastanın girişiyle birlikte hemen görev dağılımını yaptık ve doktorun gelmesiyle de ameliyata başladık. Ayşe’nin yanlış cerrahi malzeme vermesiyle doktor hemen koterini bana uzattı ve sert, kızgın bakışlarıyla ona baktı. O da işareti aldığından başını eğip sterilizasyonunu bozdu ve beni tek bıraktı. Kenarda tam dört saat ayakta izledikten sonra ona arkasındaki sandalyeyi gösterdim. O da hemen eliyle onaylamaz bir şekilde cevap verdi.
Beraber odadan çıktığımızda, sessizdik. Hemşire dinlenme odasına geçtikten sonra biraz morali düzelsin diye kahve yapıp önüne koydum. O da tebessüm etse de kırıldığından dolayı bunun içten olmadığını biliyordum. Caner’in bana attığı mesajı gördüğümde, saate baktım. Çıkış saatime on dakika vardı ve hemen soyunma odasına geçip oyalansam o sürem çıkış saatime denk geliyordu.
Herkesle vedalaştıktan sonra yavaş adımlarla soyunma odasına geçip giyindim ve eşyalarımı toplayıp çantama yerleştirdim. Aynanın karşısına geçtim ve dağılmış saçlarımı at kuyruğu yapıp askılıktan montumu koluma yerleştirdim. Dışarıya çıktığımda, kapının önünde nöbet tutan iki asker ile Caner’in sohbet ettiklerini gördüm. Beni fark ettiğinde, soldaki adamın omzuna dokunup yanlarından ayrılarak çıkışa doğru yürümeye başladı.
Yanına vardığımda selamlaşıp gideceğimiz yer hakkında birbirimizden fikir alırken benim bildiğim boş, sade ve kalabalık olmayan bir kafe vardı. Sahibi de orta yaşlı bir çiftti. O da tanıdığını belirtti ve beni onaylayıp oraya yönümüzü çevirdik. Kafeye geldiğimizde, amcayı kasada görüp hemen yanına gidip selamladık ve hâl hatır sorduk. Karısının da mutfakta olduğunu ilettiğinde, ona da uğrayıp sohbet ettik.
En sol, duvar kenarına konulmuş pencereli, iki kişilik masaya geçip oturduk. Çantamı boş sandalyeye koyup üstüne de montumu koydum. Ellerimi masaya birleştirip Caner’in ortak verdiğimiz siparişlerin bitmesini bekledim. Garsonun masadan uzaklaşmasıyla Caner’in gözlerini hemen bana doğru çevirip “Mihre, bu kadar önemli ne oldu? Yine o adam mı seni rahatsız etti?” hem korumacı hem de mesafeli davranışıyla ona o kadar kanım kaynamıştı ki Aydemir’den farkı yoktu benim için.
-Bana bir anlaşma teklif etti. Bu anlaşma sen de tahmin ediyorsundur ki Bintuğ’un üzerine. Sadece benim düşünüp karar vermem gerektiğini neredeyse emretti. Ben de onu geçiştirdim fakat o, o kadar ciddiydi ki ben orada kabul etmeseydim Bintuğ’un mesleğinden ihraç haberi gelirdi. Benim yüzümden kimsenin hayatını mahvetmek istemem. Senden rica ediyorum onun haberi olmadan bu olay çözülsün. Duru’nun ya da kardeşimin de bu konuşulanlardan haberi yok. Aklında bulunsun.
“Güzel bir fikrim var tabii sen de kabul edersen.” ona gülümseyerek bakıp hemen konuşması için heyecanla parmaklarımı masaya vurdum. Garsonun siparişleri getirmesiyle sussa da ona teşekkür edip tekrar odağımı ona çevirdim. Bana “Yarına kadar mı bir karara varacaksın? Ona yarın onay verdiğini, Bintuğ ile ayrıldığınızı söylüyorsun. Ben de Aydemir, Duru ve Fatih Yiğit ile birlikte sizin hastanenin kantininde oturup sizi takip edeceğiz. Eğer sen kabul ettikten sonra sana herhangi bir teması ya da sözel tacizi olursa işte o zaman hastanenin kapısında duran askerleri üstüne salacağım. Onlar da tutanak tutacağından dolayı da en az iki hafta rezilliğinden hastaneye gelemeyecek. Sonra da komutana her şeyi açıklarız.”
- Ben kabul ettiğim an hastanede herkese beni rezil edecek. Hem hastaneyi geçtim, kendi evinde kalmam için her zamanki gibi üstümdeki baskısını daha da sıklaştıracak. O zaman ne yapacaksınız?
“Ben ona ne yapacağımı biliyorum.” bu konuyu az da olsa çözdüğümü hissettiğimde, ona teşekkürlerimi sunup hesabın benden olduğunu şirince söyledim. Aniden ciddileşip dudakları düz bir çizgi hâline gelse de ortak bir noktada buluşup eski havamızı yakaladık.
Bir saattir burada oturup istişaremizi yaptıktan sonra akşama nöbetinin olduğunu söyleyip kalkmak için izin istedi. Beraber kalktığımızda, Alman usulü ödeyip kafeden ayrıldık. Eve yaklaştıkça bana tekrar tekrar planını hatırlattı ve onunla yolun sonundaki yol ayrımında vedalaşıp ayrıldık. Eve geldiğimde, önce ışıkları yakıp hemen eşyalarımı hole boşalttım.
Kirli olan ne varsa sepete koyup banyoya götürdüm. Salondaki ufak tefek dağınıklığı da düzenledikten sonra mutfağa geçtim. Dünden kalan makineyi de yerleştirdikten sonra kendime yemek hazırlayıp masaya oturdum. Öğünlerimi nöbet yüzünden tam yerine getiremiyordum. Bu durum yüzünden vücudumun bağışıklık sistemi aniden düşüyor, beni çok zorluyordu.
Masayı topladıktan sonra banyoya geçip önce duş aldım. Biraz daha yorgunluğumun azaldığını hissettiğimde, sıra sıra tüm makineleri çalıştırıp salona geçtim. Telefonumun yerini bulamadığımdan dolayı sıkılıp televizyonu açtım ve neredeyse köy baskısından dolayı izlemediğim haberleri izledim. Ülkenin son durumu gerçekten de içler acısıydı. İnsanların bu yaşam kalitesi gittikçe hızlı bir şekilde düşüyordu.
Kapının alacaklı şekilde çalmasıyla, korkudan yerimden sıçradım ve elimi hemen kalbimin üstüne koydum. Kapının aralığından baktığımda, Bintuğ’un volta atar gibi bir sağa bir sola açmamı bekliyordu. Bekletmeden açıp hemen ona baktım. Beni görünce yüz ifadesi yumuşasa da aklına bir şey gelmiş olacak ki hemen eski hâline geri dönüp içeriye girdi. Arkasından yaklaşık beş saniye kadar bakıp daha sonra kapıyı kapattım ve ben de yanına gittim.
- Hoş geldin. Bir sorun mu var?
“Evet bir sorun vardı ve seni görünce geçti.” ona anlamadığıma dair boş bir bakış attım ve daha açık olmasını istedim. O da derin bir nefes alarak “Telefonun hangi cehennemde bilmiyorum lakin sen buradasın ya o bana yeter.” aydınlandığımda, yanındaki boş yere oturup yüzümü tamamen ona döndüm. İçim içimi yese de söylememeyi tercih ettim. Evet, kabul ediyorum, şu an belki bundan dolayı aramıza büyük bir mesafe girecekti fakat ben de onu düşündüğümden, daha fazla benim yüzümden mesleğinin riske girmesini istemiyordum.
“Daldın. Asıl sen beni boş ver de sen bana sorununu söyle.” dudaklarımı büzüp aynı konular olduğunu, o yüzden de toparlanamadığımı açıkça ifade ettikten sonra o da elini hemen omzuma atıp kendisine çekti. Sarıldığında, ben de karşılık verdim. Sarılışı, sanki beni cephede duran düşmanların gözünden sakınıyor gibiydi.
-Hatırlıyor musun, seninle karargâhın önünde çarpışmıştık. O günden beri çarpıştığımız alana bir isim bulmak için çok düşündüm. Sonunda en güzel ve bana göre de en özel ismi buldum. Sen de beğenirsen eğer karargâhın sağ tarafındaki boş parkın adını “Karşılaşma Cephesi.” koyalım.
Bana sanki cennetten bir arsa almışım da onun tapusunu veriyormuşum gibi bakmıştı. O kadar içten, o kadar mutluydu ki ben de onun bu mutluluğuna ithafen dudaklarımı yanağına bastırdım. Boynumdaki dudakları, boynumdaki öpücüğün verdiği sıcaklıkla gözlerimi kapatmıştım. O da kısık, eşsiz gözlerini, benim koyu kahverengi gözlerime kilitlenmişti. Bana özel olan gülümsemesi ile “Karşılaşma Cephesi mi? Kesin bu da senin için özel bir anlama sahiptir.” ona kıkırdadıktan sonra gözlerimi kırpıştırdım. Hiç beklemediğim şekilde bana gözlerimi kapatmam gerektiğini söyledi. Şaşırsam da hemen dediğini yaptım. Dudakları, göz kapaklarımla buluşurken soğuk soğuk terlemeye başladım.
“Gözlerin en büyük servet, rengi toprağın ıslak hâli; damarların, ünlü ressamların özenle çizdiği aşka giden yollar. Kirpiklerin ise sayıp da unutamayacağım en özel hazinem…”
Sadece onu görebildiğim güzel gözlerim vardı. Dışarıya kapalı, evine giriş yaptığında da bütün güzelliklerini hafızama depolardı. “Beni çok değiştirdin. Nasıl söyleyeceğimi cümlelere sığdıramam ama tek kelime ile açıklayabilirim. Ben tamamen kendimi sana ait hissediyorum.”
Bu güzel ortamın içinde Barkın’ı tamamen aklımdan çıkartmıştım. Bintuğ’un bugün benimle yatmak istediğini söylediğinde, sevinip onay vermiştim. Yarın beraber işe gitmek sevindirici olsa da hâlâ içimde bir sıkıntı vardı. Yatak odama geçtiğimizde, Aydemir’in buraya getirdiği birkaç açılmamış pijama takımını ona verip ben de banyoya geçtim. Hızlıca dişlerimi fırçalayıp nemlendiricimi sürdükten sonra yatağa uzandım. Huzur içinde uyumayı diledikten sonra uyuyakaldım.
Sabah, Bintuğ’un telefonu ısrarla çalarken gözlerimi yavaşça aralayıp soluma baktım. O da uyanıp telefonuna cevap verdikten sonra hızlıca kendi alarmıma baktım. Daha iki saat yirmi beş dakika vardı ve bu da açıkçası onun erken çıkacağına işaretmiş gibiydi. Tamamen ayılıp sıra sıra banyoya geçtik ve ben de onu giyinmesi için yalnız bırakıp mutfağa geçtim. Pencereleri yarım olacak şekilde açıp temiz havanın ciğerlerime dolmasını beklerken, o da yanıma gelmiş, sarılmıştı. Kahvaltıyı bahane edip kalmasını istesem de o da dudağını büzüp kabul etmedi ve benimle sarılıp hole çıktı.
Onu uğurladıktan sonra bir daha uyuyamayacağımı bildiğimden, her zaman yediğim kahvaltılıkları masaya çıkartıp iştahlıca yedim. Koltuğun altında sıkışmış telefonumu da bulmuşken bildirimleri kontrol ettim. Kayıtlı olmayan telefon numarası dikkatimi çektiğinde, hızlıca kim olduğuna baktım. Profil fotoğrafında gülümseyen bebek gördüğümde, Barkın’ın olduğunu anladım. Mesajda; “Karar verdin değil mi? Duymak için sabırsızlıkla bekliyorum. Hastanenin arka tarafındaki ağacın altına gel.” onun bu mesajına göz devirdim. Normalde direkt engelleyecekken, aklıma Caner ile konuşmamızı hatırladım ve ona göre cevabımı verdim.
Caner; Duru ve Aydemir’in olduğu grup kurmuş ve uzun bir mesaj atarak her şeyin tıkırında gittiğini söylemişti. Duru’nun sinirle yanlış yazdığı cümleler beni güldürürken, Aydemir’in sadece emoji ile cevap vermesi de merakımı arttırmıştı. Duru ile grupta buluşacağımıza karar verdikten sonra hazırlanıp evden çıktım. Onun attığı konuma yürürken onun da bana doğru geldiğini gördüm. Bana biriktirdiği tüm soruları sıra sıra nefessiz kalmaya korkar gibi sorarken, sabah enerjisinin yüksek olmasına asıl şaşırmıştım.
Uçurumun kenarına geldiğimizde, hemen düz bir zemin bulup oturduk ve çantasından çıkardığı termos ile de ortamı şenlendirdi. İkimizde gülüştükten sonra pet bardağa kahveyi doldurdu ve bana dönerek konuşmam için bakışlar attı. Ben de yaşadığım bütün her şeyi ona es geçmeden anlattım ve Caner ile buluşmamızı zaten bildiğini söyledim. Onun bana attığı mesajları okutturduktan sonra biten kahvelerimizin bardaklarını elimize alıp sıra sıra kalktık.
Hastanenin oraya geldiğimizde Duru “Dikkatli ol, ben nöbetçilerle iletişimde olacağım. Bir şey olursa hızlıca oradan uzaklaş.” ona onay verdikten sonra hastanenin arkasına geçtim ve söylediği ağacın altında beklemeye başladım. Heyecanlı olduğu her hâlinden belli olan Barkın’ı görüp kusma isteğim gelirken kendimi sakin olmam için uyardım. Onun sırtı hastanenin giriş kapısını görüyorken benim yüzüm direkt askerleri görebiliyordu. Barkın’a konuşacağımı söyleyip onu susturdum.
-Dün tek başıma, kimseye bir şey demeden çok düşündüm ve kararımı verdim. Ortada bir bebek var ve o bebeğin hatırına seninle olmayı kabul ediyorum.
Aniden bana sarıldığında, direkt kapıya bakmıştım. Soldaki askerin telefonunu çıkartıp bize doğru yöneltmesi ile fotoğrafımızı çektiğini düşündüm. İster istemez rahatlarken Barkın’ın “O zaman Bintuğ’a bir fotoğraf atalım hayatım, ne dersin?” Ona şaşkınlıkla baktığımda, hızlıca telefonunu çıkartıp ben daha dediğini kavrayamadan fotoğrafımızı çekmişti. Bu kesinlikle planımız dahilinde değildi. Eğer o fotoğrafı Bintuğ’a yollarsa işte o zaman kıyamet kopardı. Acil bir çözüm bulmam gerekiyordu.
Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Sizi hemen yeni bölümle buluşturup ben kaçıyorum. Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Ölüm Sokağına da taslak oluşturdum. Haberiniz olsun. Sizi seviyorum esen kalın, hoşça kalın… 🤍🙏
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
17.65k Okunma |
4.44k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |