“Hatıranla dalmış yerimi kimler almış
Adımıza yazılan sevdalar yalanlarmış.”
“Her baktığında kopar ömrümden bir parça
Her daim aklımda bir köşede farkında
olmadın aslında.”
(SEMİCENK)
Onu özlüyordum. Özlem gerçekten de bambaşka bir duyguymuş. Onun var olduğunu biliyorken yanında olmayışını da bilmek, kalbimde sızı bırakıyordu. “Seninle bir gün karşılaşacağız, sanki birbirimizi ilk defa görür gibi bakışacağız. Ellerimiz uzanacak aşkla sevgiyle ve sonsuza kadar hiç ayrılmayacağız.”
Gördüğüm rüya ile yataktan hoplarken, nefesimi düzenlemeye çalışıyordum. Kendime az da olsa geldiğimde direkt yataktaki bütün nevresimleri çıkartıp kirli sepetine attım. Dolabın karşısına geçip kıyafet ayarladım ve beklemeden direkt kısa bir duş aldım. Kendimi bir nebze daha iyi hissederken, üzerimi giyinmeye başladım.
Evin içi çok sıcak olduğundan beyaz, ince uzun kollu bluzu giyinip üstüne de sarı tulumumu geçirdim. Hasta olmamak adına saçlarımı kurutup mutfağa geçtim ve kahvaltıyı hazırladım. Yavaş yavaş yerken Duru’nun mesajı ile bütün dikkatim telefona kaydı. Bugün buluşmak istediğini, attığı konuma bir saat sonra varacağını söylediğinde ona “Tamam.” yazıp yolladım.
Bugün sadece kendime vakit ayıracağıma odaklanmışken onun bu kadar buluşmaya istekli olmasını anlamlandıramamıştım. Masayı topladıktan sonra tekrar odama geçtim ve üstüme sadece siyah montumu alıp makyaj masama oturdum. Hafif bir makyajdan sonra çantamı da kontrol ettikten sonra evden çıktım ve buluşacağımız yere yürüdüm.
Yemyeşil ağaçları, ağaçların renginden esinlenmiş gibi uzun koyu yeşil deresi bulunan büyük piknik alanı gibi bir yerin olduğu yerde konum biterken ben de etrafıma bakındım. O sıra Duru’nun beni arayıp olduğu yeri belirtmesiyle, karşımdaki büyük girişten içeriye geçip beş dakika daha yürüdüm. Yaklaştıkça nedense heyecanlanmıştım ve bu heyecanımı nedense kontrol edememiştim.
Onu gördüğümde, bana el sallayıp yaptığı işine dönerken yanına varıp sarıldım ve neden burada olduğumuzu merakla ona sordum. O da temiz havanın bize iyi geleceğini hep evde oturmanın vücuttaki etkilerinden bahsettiğinde, gülüp çimlere oturdum. Kırmızı uzun sofra bezini serdiğinde, piknik sepetinin içindekileri de çıkartıp tek tek dizdi. Bu kadar fazla çeşit yemeği sadece ikimize getirmiş olmasını anlayamamıştım. Dizme işi bittiğinde, ona tebessüm edip merak ettiklerimi sordum.
-Bu kadar çeşit yemeği ne ara hazırladın? Nerden geldi aklına, yoksa bugün kaçırdığım özel bir gün falan mı var?
“Bugün uyandığımda, kendimi çok mutlu hissettim. O yüzden bu mutluluğumu seninle paylaşıp yüzünü güldürmek istedim. Hazır mısın?”
Tam cevap verecekken onun gözü bir yerde takılı kalmıştı. Arkama bakmaya çekinmiş, gözlerimin dolmasına engel olamamıştım. “Ya o değilse?” diye beynim bana komut verirken tırnaklarımı avucuma bastırmıştım. “Mihre’m.” diye seslendiğinde, tuttuğum gözyaşlarım bir bir akmaya başladı. Kalbim ağzımda atarken kendimi kafamı çevirmeye zorladım.
Ellerini boynuma doladığında, ben de refleks olarak ellerini tutmuştum. Ona canlı dokunabiliyor olmak şu an tarif edilemeyecek en güzel hislerdendi. “Güneşim, Sevgim.” kulağıma özlemle adımın anlamını hatırlatırken ayağa kalkmayı son anda akıl edebilmiştim. Sımsıkı sarıldığımda, ikimizin kalbi birbirine kavuşuyormuşçasına atıyor, ayrıldığımızda ise tekrar sarılmamız için bizi uyarıyordu.
Onun yanımda oturmasıyla, ben de vücudumu ona döndürüp doya doya yüzüne bakmaya başladım. Gözleri, denizin en açık kıyılarındaki eşsiz inci, dudakları; şarkının en güzel nakaratı gibiydi. Güldüğünde çıkan sesi, en değerli albümdü. Her şeyiyle eşsizdi. Onunla olmak, onunla kavuşmak bana göre en güzel sürprizdi.
“Ben sana visal oldum ya… Benden mutlusu kimse olamaz.” Onun konuşmasıyla istemsizce gülümsememle, ilk cümlesindeki “visal.” kelimesinde gülüşüm daha da büyüdü.
Visal; kavuşma demekti.
Duru’nun “Biliyorum, birbirinizi çok özlediniz ama yemekleri birkaç dakika daha geciktirirseniz etrafımızda dolanan kediler midesine indirecek.” ona kahkaha atıp güzelce pikniğimizi yaptıktan sonra mahkemedeki olayları tekrar gündeme getirdik. Rahatlamış bir şekilde bana baktıktan sonra gülüp “O kadar kıskançlık yapıyordun Mihre’m. Bak ne oldu? Gerçekler ortaya bir bir çıktı.” doğru söylüyordu. Sol kolumu boynuna sarmalayıp özür niyetimi gösterirken o da yanağımı öpmüştü.
Birbirimizden ayrılmayıp Duru’ya baktığımda, bize sevgiyle bakıyordu. Aklıma Aydemir’i de çağırmak geldiğinde, bu fikri ortaya attım. Bintuğ, onay verirken ben de kardeşimle iletişime geçtim. Gece nöbetinin olduğunu o yüzden gelebileceğini söyledi ve benden konum istedi. Ona konumu attıktan sonra kalan yiyeceklerin bozulmaması adına sepete koyduk ve onu beklemeye başladık.
Yarım saatin sonunda Aydemir’in geldiğini gördüğümde ayağa kalkıp sarıldım ve onların birbirleriyle olan selamlaşmalarını izledim. Duru ile Aydemir’in bana göre daha yakın olması gereken konular vardı. Bunun için belki de gizli görümce gibi davranmam gerekiyordu. İkisi gerçekten hem dış görünüş hem de iç güzellikleriyle tam da birbirleri için yaratılmışlardı.
Eğlenceli üç saatin sonunda evlere dağılmaya kararlaştırdığımızda, Aydemir bizden ayrılıp karargâha geçmişti. Duru da bizi yalnız bırakmak için kendi evine gitmeye hazırlanıyordu. Hep beraber Bintuğ’un arabasına bindik ve önce Duru’yu bıraktık. Baş başa kaldığımızda, “Ne yapmak istersin? Sinemaya gidelim mi?” diye sordu. Ona onay verdikten sonra buradaki çok da büyük olmayan alışveriş merkezine yol aldık.
Filmi seçtikten sonra bilete bakıp koltuklarımıza oturduğumuzda, yüzümden silinmeyen tebessümüm onun dikkatini çekmişti. “Bu kadar mutlu olacağını bilseydim eve değil direkt sana uğrardım.” dedi ve beni kendisine çekip sarıldı. Film başladığında, o pür dikkat ekrana dalmışken ben de beş dakika ekranda göz gezdirip Bintuğ’u izledim. Hiç sıkılmadan tam iki saat on beş dakika gözümü ayırmadım. Aniden ışıklar yandığında, gözlerimi kırpıştırıp ekrana döndüm.
Kısık ama gür kahkaha sesi direkt utanmama neden olurken o “Keşke sinemaya gelmeseydik. Evde de bu ortamı kurardık.” dedi ve elini elime kilitledi. Oradan çıktıktan sonra mağazaları gezdik. Birkaç elbiseyi göz gezdirip denedim. Bintuğ’un “Başka denemek istersen ben sabaha kadar beklerim ama hepsini beğendiysen direkt alıp çıkalım. Olmazsa da ben değiştiririm.” bu kadar düşünceli miydi gerçekten?
-Hayır, sadece siyah ve bordo elbiseyi beğendim. Hem benim de alım gücüm var. Çalışıyorum ya ben de. Seninle olduğum süreçte rica ediyorum hepsini sen üstlenme. Her şeyi beraber yapalım, beraber alalım. En önemlisi beraber olalım.
Mağazadan ayrıldıktan sonra arabaya binip bana geçmeyi teklif ettim. O da sessiz kalıp arabayı çalıştırdığında, hastane ile ilgili son durumu ona da haber verdim. Yarın işe dönecektim. Yüzündeki ufak tebessümle beni onaylayıp radyoya tıkladı ve ilk çalacak şarkıyı bana ithafen olduğunu dile getirdi.
Çalan şarkı Duman- Bal’dı.
Nakarata geldiğinde, Bintuğ bana bakmadan söylemeye başladı.
Neredesin, sevgilim?
Söyle, neredesin, bal
Artık benlesin, bal
Artık sen benim canımsın
Canlı kalan tek yanımsın.
Eve geldiğimizde, hemen üzerimi değiştirip aldığım elbiseleri dolaba yerleştirdim. Mutfağa geçip salonda oturan sevgilime “Kahve içer miyiz?” diye sordum. O da onayladıktan sonra sade Türk kahvesini yaptım. Önüne koyduktan sonra ben de yanına oturdum ve görev ile ilgili sorular sordum. Özel olduğu için birkaç dakika anlatabildi ve timi ile ne kadar gururlandığından bahsetti.
Bintuğ’un aklına bir şey gelmiş olacak ki kahveyi koyu ahşap sehpaya koydu. Bana tamamen döndüğünde, eski ciddiyetine geri döndü. Bu davranışından dolayı tekrar göreve gidecek korkusu ile yüzleşirken o bambaşka bir konu açmıştı.
“Mihre’m. Göz bebeğim. Seninle uzun zamandır konuşmak istiyordum fakat bir türlü fırsat bulamadım. Sen benim için çok değerlisin ve ben bu değeri kaybetmekten korkuyorum. Seninle o görünmez iplerimin kopacağından, birbirimizin hayatından çekip gitmekten korkuyorum. Benim mesleğim, herkes gibi zor ve ben gittim mi bir daha dönemiyorum. Arkamda bıraktıklarım bana güç verse de bazen o gücü tam olarak kullanamıyorum. Senin, beni her zaman bekleyeceğini biliyorum. Ya olur da bir daha beklemek zorunda kalmazsan? Biliyorum şu an yeri ve zamanı değil fakat bunları konuşmazsam bir daha dile getiremem.”
-Ne zamandır bu konuşmayı kafanda tasarlıyordun?
“Son göreve gittiğimde, bunu çok düşündüm. Daha doğrusu her göreve gittiğimde düşünüyordum lakin bu son görevde ben, aklımı kaybetmiş gibiydim. Duru ve sen gözümün önünden gitmiyordunuz. İkinizi yalnız bırakmaktan çok korkuyorum. Şimdi sana tek bir soracağım. Gerçekten bu ilişkiyi yaşamaya var mısın, iyisiyle ya da kötüsüyle?”
“Seni hiçbir zaman incitmeyecek biriyle olman imkansız. Bu yüzden acıya değecek olan kişiyle ol.” derler. Ben de bu sözle cevabımı verdiğimi düşünüyorum. Seni anlamaktan ziyade artık hissedebiliyorum. Bu bambaşka bir boyut. Rüyalarım sanki senin albümlerinle dolu. Seninle ayrı kalmaya dayanamıyorken bir de bana bunları söylemen…
Onu anlayabiliyordum. Belki de o bizi anlayamamıştı. Ben bu yola çıktığımda, bütün risklere göğüs germiştim. Fikrini değiştirmek için elimden geleni yapacaktım. Onun kafasındaki bütün soruları yanıtlayacaktım.
-Başka soracağın sorun var mı? Varsa eğer şu zamanda öğrenmen daha iyi olur. En azından göreve gittiğinde, seni hâlâ bekleyen bir kız arkadaşın ve kız kardeşinin olduğunu iyice kavrayabilirsin.
“Ben cevabımı aldım zaten canımın canı. Senin sormak istediğin bir soru var mı? Varsa seve seve cevap veririm.” ona ne sorabilirdim ki? Aklıma gelmesiyle tebessüm edip sorumu sordum.
-Ben asker olsaydım, sen de beni beklediğim gibi bekler miydin?
Merhaba arkadaşlar, size küçük bir bölüm atıyorum. Aşk Şarabı ve Ölüm Sokağı’na da sözüm olsun yarın bölüm atacağım. Kendimi biraz daha iyi hissediyorum. Soran- sormayan herkese teşekkür ediyorum. Bu bölümü size emanet edip ben kaçıyorum. Umarım beğenirsiniz. Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Hepiniz iyi ki varsınız, iyi okumalar diliyorum...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
17.65k Okunma |
4.44k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |