“Senin bana nasip olman, şahsi hayatımın en değer biçilmez talihidir.”
(Nazım HİKMET)
Bintuğ Liva’nın Anlatımıyla;
Onunla ilk tanıştığımızda sanki yeni göreve başlıyormuş gibi bir his doğdu içimde. Mesleğime ne kadar bağlıysam ona da o kadar bağlanmıştım. Bu görünmez iplerin bir gün kopacağından korkuyordum. Ya onu bir daha göremezsem düşüncesi ile her gün yanıp tutuşuyordum. Duru ile ne kadar anlaşamasak da onun kılına benim yüzümden zarar gelmesini istemiyordum.
İlk bu mesleği seçtiğimde, ilk destekçim o olmuştu. Benimle birlikte o da çok zorluk çekmiş, pes etmeye başlayacağımda ise beni tekrar ayağa kaldırmıştı. Hayatımda iki kadın vardı. Bu kadınlara, toprağın yağmura ihtiyacı gibi ihtiyacım vardı. Onlar sayesinde üstümdeki ölü toprağı yeşertmeye başlamıştım.
Görev ilk açıklandığında, kanımın çekildiğini hissetmiştim. Kendilerini ispat etmek yerine ölümü tercih etmeleri, şaşırmama neden oluyordu. Onların bulunduğu köydeki evlere dadanmış, yeni doğan bebekleri kaçırmışlardı. Onların akıbetini öğrenmek en önemlisi de kurtarmak için şüphesiz kabul etmiştim. Tim ile toplantı yaptığımda, onların gözündeki hırsı ve intikam ateşinin dumanlarını görmüştüm.
Helikopterden indiğimizde, boş bir arazinin bizi karşıladığını gördüm. Mayın mühimmatların kontrolü için Astsubay Alper Akay’ı görevlendirirken, havadan haber bekleyen Üsteğmen Doğaner Pamir ile iletişime geçilmesini söyledim. Az bir sürede iletişimleri ayarladıktan sonra telsizlerin çalışıp çalışmadığını da kontrol ettim.
Alper Akay’ın “Bu bölgede mayın yok komutanım.” demesi üzerine sessiz ve sakince arazinin etrafını gezmeye başladık. On beş dakikanın sonunda ağaçlık bir yer bulup harita teknisyeni Doruk Efe’yi yanıma çağırdım. Sırt çantasından çıkardığı uzun iki haritayı yere sererek en kısa yolu bana gösterdi ve risklerini de anlatmayı ihmal etmedi.
Timi toplayıp açıklamayı yaptığımda, Tuğrul’un “Kısa ama riskli olana gitmek daha makul komutanım. En azından uzun yolda harcayacağımız vakti, riskleri aşmakta kullanırız.” Gözlerim timin yüz ifadelerinde gezerken, en çok Caner, Erdem ve Ferhan’a bakındım. Erdem ve Ferhan’ın en iyi şekilde nişan alabilmesi için herkesin fikrinin ortak olması gerekiyordu.
Ferhan’ın “ Timde dört tane keskin nişancı var. İkili takım olup dağılabiliriz. Ben ve Erdem; burada kalır, Erhan ve Karan sizinle gelir. Telsizlerle iletişime geçer, olağanüstü durumda destek isteriz.” mantıklıydı fakat keskin nişancılarımı ayırmak gibi bir durumum hiçbir zaman olmamıştı.
Caner’in “Ferhan’a katılmakla beraber, Doruk’un dediği yoldan gitmek bana daha mantıklı geldi. Uzun yoldan gidersek eğer onlardan biri bizi görür ve elebaşlarına haber verirler. Onların kaldığı yerlerde esir var mı, kaç kişiler onu da bilmiyoruz. O yüzden her şey tamamsa yola çıkalım.”
Doruk Efe’nin bizi yönlendirmesiyle yokuşa girmiş, Caner ve Tuğrul da gözlem için arkada kalmayı tercih etmişlerdi. Beş dakika da bir Ferhan’dan haber gelirken, Caner’in “Komutanım, duralım.” deyişiyle silahları hazırlamıştık. Tuğrul yavaş ve temkinli adımlarını çalılığın arkasında kalan kazılmış bölgeye yürürken, yeni doğmuş erkek bebeğini gördü. Kucağına aldığında, bebeğin yakasındaki küçük notu hızlı adımlarla bana verdi.
Notta; “Ah! Tilki komutan. Buraya geleceğinizden haberimiz vardı. Bu bebek sadece küçük bir gösteriş için oraya konuldu. Yanımda daha nice bebekler var ellenmemiş, daha nice bebekler var öldürülmemiş. Ya bu topraklardan ayrılırsın ya da yanımdakilere mezar kazmaya başlayayım. Ne dersin?”
Buradan geri dönüşümüz yoktu. Onların da planlarının olduğunu zaten biliyordum lakin işin içine yeni doğmuş bebekleri katması, işte ona çare bulamıyordum. Onları sağ salim yuvalarına döndürmek için elimizden geleni yapacaktık. Ferhan’ın bana seslenmesiyle notu cebime atıp onu dinlemeye başladım. Üç kişinin olduğunu, yokuşa doğru yol aldıklarını söylediğinde, onları halletmelerini, yanında taşıdıkları telsizleri almalarını ilettim. O da bir şey demedi ve ben de time yola devam etmemiz gerektiğini hatırlattım. Caner’in kucağındaki bebek için acil destek isterken, beklediğimizden daha kısa sürede yanımızda olup bebeği hastaneye götürmek için yola çıktılar.
Güneş’in batmaya başlamasıyla birlikte havanın da aniden soğuması, yaklaşık yarım saat içinde sislerin buraya çökeceğinin habercisiydi. Hiçbirimizden ses çıkmıyorken, sağ üst arazi bitiminde kalan koyu kahverengi ahşap kulübeden bebek ağlama sesi duyulmuştu. Caner ve Yiğit Fatih’in benden izin alarak oraya doğru koşmalarıyla, Erhan ve Karan’a hazır olmalarını söyledim. Karan’ın eliyle onay vermesiyle birlikte biz de hazır ol da durduk.
İkisinin evden çıkmasıyla, benim onlara doğru yürümem bir olmuştu. Ellerindeki ses cihazlarına baktığımda, bizi galeyana getirmişti. Caner’in “Bu tür cihazlardan anlayan var mı?” demesi üzerine hemen Doruk el kaldırmıştı. Kaşlarımı çattığımda, o “Komutanım, harita eğitimi aldığımızda biz de bu tür cihazları kullandık. Görüntü ve ses içeren cihazların içindeki çipler sayesinde birçok işe imza attık.” Caner’in elinden alıp ayakkabısının ortasına gelecek şekilde yerleştirdi ve birkaç ezme işleminden sonra camın çatladığını gördü.
Parmağı ile camı tamamen kırdıktan sonra, içerideki kabloları kopartmadan yerinden çıkarttı ve metal, küçük kare şeklindeki demiri de çantanın ön gözünden çıkarttığı küçük delici kesici aletle söktü. Çipi elime koyduğunda, gururla ona baktım ve geri verip kodunu telsizle birime iletmesini söyledim. Havanın kararmasıyla, dağdan gelen sisler artık bize de ulaşmış, gece görüşlü kameraları kuşanmıştık. Yokuş bitiminde ayrılan yolları, sekizer kişi ve ikişer grupla ayrıldık. Karan’ın telsizdeki konuşmalardan duyduğu konum hakkında bilgi vermesiyle, sağ yoldan giden Canerlere dikkatli olmalarını, Erdem’in hazırlanmasını istedim.
Yürürken arkamdaki candaşlarıma kod adlarını kullanmalarını, süratimizi arttırmamız gerektiğini söyledim. Karanlıkta sadece ayakkabılarımızın çıkarttığı sesi duyuyorken, on beş metreden gelen beyaz ışık yüzünden aniden yerimizde durduk. Telsizden son durumu Caner’e sorduğumda, varmak üzere olduklarını söyledi.
Arkama dönmeden “Ben ışığın olduğu yere gideceğim, siz de gideceğimiz yolu takip edin. Orada buluşuruz.” Onların konuşmalarına izin vermeden hızlı adımlarla oraya vardım. Korkuluğun üstüne bağlanmış feneri gördüğümde, bunun tuzak olduğunu anladım. Belki de mayına basmış olabileceğimden yerimden kıpırdamadım ve Alper Akay’ı destek için çağırdım.
O da dikkatlice benim yönlendirmem ile bastığım yerlere bastı ve benden birkaç adım geride durup çantasından mayın dedektörünü çıkarttı. Ölçme işlemini beklediğimizde, Caner ve Ferhan’ın sesleri aynı anda bütün timde yankı yapmıştı. Ferhan’ın “Aşağıya doğru indiklerini, Caner’in ise bebeklerin bulunduğu yerin güvenli olmadığını.” söylüyorlardı.
Dedektörden gelen yeşil ışıktan anlamıştım ki kıpırdamamam gerekiyordu. Alper’in bir saatlik yoğun uğraşları sayesinde kurtulduğumda, artık vaktimizin çok olmadığını her an tuzakla karşı karşıya gelebileceğimizi anlatırken, Canerlerin olduğu bölgeye giriş yaptık. Dağıldığımızda, oyuntuların içine tek tek bakıp başımı onaylamaz şekilde sallıyor, onlar da bulamadıklarını dile getiriyorlardı.
Son oyulmuş büyük kayanın içindeki tıkırtıların sesi, bizim için umut ışığı olurken ilk önce ben girdim. Arkamdan adım seslerini duyduğumda, direkt baskını yaptık. Sadece kullanılmış kıyafetler ve yarım kalan sütün dumanını görüyordum. Fazla uzaklaşmış olamayacaklarını bildiğimden, o oyuktan çıkıp arkasından dolanmaya başladım. Şu an tek hedefim bebeklerin canlı olması ve kurtarılmasıydı.
İki kişinin yarım yamalak koştuğunu gördüğümde, ben de arkalarından koştum. İkisinin ense bölümünden tuttuğum gibi arka adalesine vurdum ve çömelmelerini sağladım. Kucaklarına baktığımda, yeni uyumuş bebekleri gördüm. Demek ki o oyuktan kaçan bunlardı.
Sağ elimle hızlıca iki rakamını gösterip anladıklarını düşündüm ve kaçakların önüne çömelip sorular sordum. Onları burada rehin tuttuklarını, arazinin bitimindeki sol yol ayrımında kalan küçük köyden kaçırdıklarını söylediklerinde, onların kimlik tespiti için karargâha ilettim. Onları güvenli bir bulup yerleştirdikten sonra, tarif ettikleri barakalara doğru ilerledik.
Havanın şiddetle esmesi ve yağmurun da hızla yağmasıyla, bastığımız her yer çamur oluyor, balçıklaşıyordu. Varacağımız dakikadan daha uzun sürdüğünden, artık onların yaşama şanslarının olmadığını düşünmeye başlamıştım. İlk defa bir görevi kabul ederken olduğumdan daha emindim.
Barakalara yaklaştıkça rehin alınan insanların seslerini duyabiliyor, ağlayan bebeklerin çığlığını duyabiliyordum. Erhan ve Karan, bizden ayrılıp görüş açılarına uygun kayalıkların olduğu bölgeye yerleşirken ben de Caner, Tuğrul ve Yiğit Fatih ile ilk barakaya pusu kurduk. Sesler, net gelmese de içerideki eşya taşınma sesleri, burun çekme gibi ince sesleri algılayabiliyordum.
Caner ve Tuğrul kapıyı kırıp içeriye girdiklerinde, ben de onları takip ettim. Üç kadın, iki erkek kolları ve bacakları bağlı sandalyede otururken, iki erkek bebeğin de hemen yanlarında bulunan elle yapılmaya çalışılmış beşiklerin içinde gördüm. Bebekleri benim almam ile direkt içeriden çıkıp helikopter ayarlanması gerektiğini sertçe söyledim. Artık tahammülüm kalmamıştı.
Didik didik bana söylenen bütün baraka, kulübe ve oyuntulara bakmıştık. Zaman kavramı benim için biterken saati sormayı akıl edememiştim. Aklım bir yandan yaşayan bebeklerde bir yandan da Mihre ve Duru’daydı. Onların mahkemeleri nasıl geçmişti, sonuçlar beklediğimiz gibi miydi, bilmiyordum. Derin bir nefes alıp bütün kontrolleri sağlamak adına timi toplayıp eksik olup olmadığını sordum. Ferhan ve Erdem’e ulaşıp son durumu sordum. Onlardan da aldığım bilgi ile içim rahatlarken burada işimiz bitmişti.
İlk plan yaptığımız büyük yeşil ağacın önüne geldiğimizde, hava aydınlanmaya başlamıştı. Hepsini canı gönülden tebrik edip internetin çekip çekmediğini sordum. Fatih Yiğit, tebessüm edip çektiğini dile getirince hemen çantadan telefonumu çıkarttım ve açılmasını bekledim. Ekran geldiğinde, beklemeden interneti açtım ve bildirimlerin düşmesini bekledim. Mihre’nin bildirimlerini görünce hızlıca tıklayıp okumaya başladım. Mahkeme sonuçları istediğim gibiydi , öğrendiğim şeyler de beklemediğimden şaşırtıcıydı.
Hızlıca mesaja yanıt verdikten sonra döneceğimi söylemedim. Time de Kemal ve Kamil’in durumunu anlatıp bilgilendirdim. Ferhan’ın “Komutanım, Doğaner komutan geldi. Hazırsanız yerlerimizi alalım.” Ona onay verip timi de yerden kaldırdım ve hep beraber helikoptere bindik. Bindiğimiz an bastıran uykuya direnirken bir an önce evime gitmek istiyordum. Tuğrul’un “Komutanım, bilgi geldi. Yarın sabah rapor için albay sizi çağırıyor.” Dudaklarımı ıslatıp söyleyeceğim kelimeleri tartarken kalbi kırılmasın diye sessiz kalmayı tercih ettim.
-Hepinizle gurur duyuyorum aslanlar. Beni hayal kırıklığına uğratmadınız. Hepiniz elinizden gelenin en iyisini ortaya koydunuz, sizi canı gönülden bir kez daha kutluyor ve iki günlük izini size bahşediyorum. Helikopterden indiğimiz vakit izniniz başlıyor. İyice dinlenin, daha kurtaracağımız bir sürü can var.
Hiçbirine belli etmesem de onların mutluluğu benim de mutluluğumdu. Onların bana olan güveni, beni daha da güçlendiriyordu. Bu tim ile ölüme gitmek hiç bu kadar zor olmamıştı. Onlar herkesin canı, benim ise canımdı. Tırnak etten ayrılmadığı gibi ben de onlardan ayrılamazdım.
Merhabalar, nasılsınız? Ben çok iyiyim. Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. İyi okumalar diliyorum, umarım bu bölümü de beğenirsiniz. Ufak bir notum var. Normalde bu tür şeyleri araştırmadan yazmam fakat kurgu olduğundan çok göze batacağını zannetmiyorum. Yanlış olan birçok durum vardır, kabul ediyorum lakin eğlencesine yazdığım için lütfen siz de o gözle bakmayın. Tekrardan iyi okumalar diler, oy ve yorumlarınızı beklerim. Gece belki bir daha bölüm gelebilir, emin değilim. 🤍❕
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
17.65k Okunma |
4.44k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |