22. Bölüm
Pekbiafiliyalnizlik / KOF / İçimizdeki Ateş

İçimizdeki Ateş

Pekbiafiliyalnizlik
pekbiafiliyalnizli

Parmaklarımda gri lekeler gittikçe çoğalıyordu. Uzayan tırnaklarım arası bile bazen griye boyanıyordu. Sürekli ucunu açtığım ahşap kalemimin rengiydi bu. Ahşap masanın üzerinde silgi soyukları vardı, ıslak mendille silmeye çalıştığımda ise çıkmıyordu. Kuru peçeteyle alıyordum.

Gece gündüz yaptığım tek şey tüm adanmışlığımla ders çalışmaktan ibaretti. Bir haftadır evdeydik ve ben sadece yemek yapıp test çözüyordum. Matematik sorusu çözerken artık bunalarak kitabı birden kapattım. Geriye döndüğümde bunaldığım o soru benim için artık kolay bir soru olacaktı, bunu biliyordum.

Hızlıca masamın üzerini toparlamaya başladım. Silgi soyuklarını elimle masanın ucuna kadar süpürüp diğer elimi siper ederek avcuma aldım, bunu yaparken gözüm söz yüzüğüme çarptı. Silgileri çöpe atıp yüzüğümle oynamaya başladım, sözlümle sözlendiğimiz günden beri yüz yüze görüşmemiştik. Dinçer bu ara yoğun olduğu için buraya gelemiyordu, ona belli etmesem de çok özlüyordum.

Ağabeyimle bu evde yaşarken günler keyifli geçiyordu ama içim rahat değildi. Buraya ait olmadığımı içten içte hissediyordum. Bu his beni huzursuzluğa itiyordu. Şunu da artık içten içe hissetmeye başlamıştım, bu evde hiç kimse vasfıyla kalmak istemiyordum. Dinçer'in sözlüsüydüm ama bunu sadece ikimiz biliyorduk, onun ailesi ne düşünüyordu, bilmiyordum.

Yetiştirdikleri adama baktığımda onların da iyi insanlar olduğunu hissediyordum ama içten içe bir ama çıkıyordu dudaklarımdan. Hangi anne el bebek gül bebek büyütüp, meslek sahibi yaptığı oğlunu köylü bir kızla görmek isterdi ki? Üstelik ağabeyimin durumunu öğrendiklerinde suratları hiç asılmayacak mıydı? Ağabeyimi bir an olsun fazlalık olarak görmeyecekler miydi?

Bu düşünceler nefes almamı zorlaştırdığında havanın soğuk olmasına aldanmadan odanın camını açtım. Üzerimdeki göğüs kısmı çamaşır suyu olmuş çiçekli penye bluzumun solan çiçeklerine taktım şimdi de kafayı, Dinçer'le aramızdaki farklılıklar beni üzüyordu. Bu basit bir kıyafette bile belli oluyordu. Dinçer ayakkabılarına kadar marka giyerken benim üzerimdeki her şey eski püsküydü.

Eğer diş hekimliği okuyor olsaydım fakirliği ve köylülüğü daha çok sahiplenirdim. Dışarıya karşı kendimi aslan gibi savunacak halim olsa da içten içe rahatsızdım. Okula gidemiyor olmak, senelerimin çalınmış olmasının öfkesini kursağımda hissediyordum. O kursağımdaki sızı ara ara kendini hatırlatıp ben buradayım diyerek uzaklaşıyordu. Evet o sızı oradaydı ama onu yer yer yok saymak da benim elimdeydi.

''Belçim ben acıktım!'' diye seslenen ağabeyimle birlikte pencereyi kapatmaya yeltendim. Perdeyi çekerken sokaktaki birkaç insanla göz göze geldim. Yüzlerini dikkatli göremeden perdeyi çekmiştim, pek aldırmadan salona ağabeyimin yanına gittim. Kapalı televizyonun karşısında dizine yasladığı kitaba bir şeyler çiziyordu. Yemek ısıtmaya gitmeden önce ona sırnaşmayı denedim.

''Ağabey ne çiziyorsun?''

''Bakma,'' diyerek çekti, ''Nazarın değer, yirmi yedi kere maşallah de.''

Yalandan suratımı asarak yüzüne baktım, ''Kırk bir bir kere o, akıllım benim.''

Yüzüme birkaç saniye boyunca öylece baktı, sıkıntıyla oflayıp, ''Cahil bir kardeşsin.'' diyerek önüne döndü. Onu pek sorgulamasam da kaşlarım çatılmıştı.

''Ama ağabey ben ne dedim ki şimdi?''

Ağabeyim söylediği şeylere cevap vermeyi pek sevmez, kendisi yeni bir konu açmak isterdi, ''Demir dedi ki eğer okumayı öğrenirsem beni ders çalışmak için kütüphaneye götürecekmiş.''

''Çok sevindim ağabey.''

''Demir Fenerbahçe üniversitesinde okumuş biliyor musun?''

Kaşlarımı çatarak onu anlamayı denedim, ''Öyle bir üniversite yok ki ağabey?''

''Cahil olmak ayıp değil bence.''

''O nereden çıktı ki şimdi?''

''Ayıp olsa sen sürekli cahillik yapmazsın, bence.''

Yüzümde taze laf yemiş aptal bir sırıtışla kalakaldım. Ağabeyimle yarışamayacağımı anladığımda kalkıp mutfağa gittim. Dünden kalan patates yemeğini ve mercimek çorbasını ateşe koydum, lapa olan mercimeğe sıcak su koyup ısıtmaya başladım. Onlar ısınırken mutfak tezgahına koyduğum telefonum çaldı. Elife öğretmen arıyordu, heyecanla telefonu açtım.

''Öğretmenim, nasılsın?''

''İyiyim Belçim, Bekir'in istediği defterleri getireceğim, bugün müsait olur musunuz?''

''Tabii öğretmenim, müsaidiz buyurun gelin.''

''Akşamüstü okuldan çıkınca gelirim, bir şey isterseniz beni arayın mutlaka.''

''Sağ olun öğretmenim.'' diyerek telefonu kapattım. Heyecanla sırıtmaya başladım. Elife öğretmen demek huzur demekti, onunla ne zaman konuşsam huzur doluyor, geleceğe dair ümitleniyordum. Bir genç kızın desteği beni güçlü yapıyordu.

Öğretmen hanım gelecek diye kek yapmaya karar vermiştim. Evde yumurta olmadığını fark etmemle suratım asıldı. Dün ağabeyim ben uyurken yumurta resmi çizmek için tüm yumurtaları tek tek çıkartıp kırmıştı, canın sağ olsun desem de mutfağı beraber temizlemiştik.

Evin eksiklerini kafama not alıp üzerimi giyinmeye başladım. Kıvırcık saçlarımı bileğimdeki tokayla sıkıca alttan topuz yaparken ağabeyime bir şey isteyip istemediğini sordum. Sürpriz yumurta ve pamuk şeker istiyordu. Kahverengi kenarları aşınmış cüzdanımda nakit para pek yoktu. Kartımı avcumun içine sıkıca hapsedip evden ayrıldım.

Apartmandan Dinçer'siz ilk çıkışım olduğundan tedirgin hissetmiştim. O tedirginliği hızlıca üstümden atıp kambur yürüyüşüme bir son vererek dik yürümeye gayret ettim. Eve en yakın markete yürürken yol üstündeki atm'ye uğrayarak nakit para çektim. Kartımdaki parayı her gördüğümde emeklerim aklıma geliyordu, kendi paramı harcarken mutlu hissediyordum. Gün gelecekti diş hekimi olduğumda ilk maaşımı alacaktım, o zaman yaşayacağım duygular için seneler öncesinden de olsa heyecan duymaya başladım.

Markete girip evin eksikleri almaya başladım. Koluma taktığım sepet dolduğunda kasaya yürüdüm. Aldıklarımın ücretini ödeyip poşetleri yüklenerek eve yürüdüm. Apartmana girerken sırtımda hissettiğim gözler olsa da geriye dönüp bakmaya cesaret edemedim. Asansörü es geçip merdivenleri hızla yürüyerek eve girdim. kapanan çelik kapının arkasına yaslanıp derin soluklar aldım, neydi benim bu yersiz korkum, ben ne ara bu kadar korkak bir kız olmuştum?

İnip kalkan göğsüm ağabeyimi görünce yatıştı. ''Bana pamuklu şeker aldın mı?'' diye sorması bile gülümsememe neden olmuştu. Eğilip poşetleri karıştıran ağabeyime sarıldım, ''Aldım canımın içi, aldım.''

Ağabeyim onun deyimiyle pamuklu şekerini yerken benim aklıma Pamuğum düşmüştü. Onu çok özlemiştim, güttüğüm hayvanlar içerisinde en çok ona bağlandığım için ara ara aklıma geliyordu.

Pamuk'un bir yerlerde mutlu olmasını umarak mutfağa girip kek yapmaya başladım. Üç büyük yumurtayı çırpıcı olmadığı için çatalla çırparken Dinçer'i aramak geldi içimden, içimden gelenler ona dair olduğunda bu isteğimi susturmadan onu aradım. Sona doğru telefonumu açtı ve ben onun o gür sesini duydum.

''Gül güzelim?''

Yüzüme yerleşen o derin tebessüm hep ona dairdi, ''Dinçer yanıma gelmen lâzım!''

'''Hayırdır ne oldu?'' diye sordu endişeli bir sesle, ''Bir durum mu var? Neredesiniz siz? Bekir ağabeyim nerede? İyi misiniz güzelim siz?''

Hep tetikte olmasını mesleğine yoruyordum, ''Sakin olsana sen, seni özlediğimden demiş olamaz mıyım?''

''Yok olamazsın, sen bana özledim demezsin.'' dedi alıngan bir tonda.

''Akşama Elife öğretmen bizi ziyarete gelecek, onun için kek yapıyorum da yumurtayla şekeri çırpamadım, onun için çağırıyorum seni.''

Birkaç saniye ses gelmedi ben de bu durumla oldukça eğleniyordum, ''Canın sağ olsun güzelim, eğer göreve çıkmayacak olsam gelirdim.''

Yumurta çırptığım çatalı usulca kabın kenarına bıraktım, ''Göreve mi,'' derken düşük çıkmıştı sesim, ''Çıkıyorsun?''

''Evet bebeğim ama görev bu her zamanki gibi olur, endişe etme sen.'' diyordu ama beni rahatlatmak için söylüyordu, artık onu daha iyi tanıyordum.

''Ne zaman gidiyorsun ki?''

''Sabah namazıyla.''

Gözlerim dolmuştu, ''Göremem seni değil mi?''

''İmkansız.'' dedi durgun bir sesle.

''Hiç mi göremem?'' diye sordum yalvarır gibi, içim ezilmeye başlamıştı.

''Deme kız şöyle içim hoş oluyor.'' dedi çapkın bir sesle.

''Sen göreve gidince benim içim hoş oluyor asıl.'' dedim dolu gözlerle.

''Belçim, güzelim benim ne olursun yapma, işim bu benim. Sen ileride diş çekince ben de sana böyle yaparım bak.''

Gülümsedim zorlukla, ''Kanal tedavisi yapınca daha çok üzül ama tamam mı?'' diyerek şakasına uydum.

''Sana asistanlık etmeme izin verir, alırsın gönlümü.''

''Gönlünü çoktan aldım, gönlüme sakladım.''

''Ben senin gönlüne kurban olayım, güzelim benim.''

Dinçer görev hazırlığı yapacağı için telefonu kapatması gerekiyordu ama benim içimdeki endişe ona dairdi, ''Göreve çıkmadan ara beni sesini duyayım, olur mu?''

''Müsait olursam ararım, ama sen bekleme.''

''Dinçer, bir şey diyeceğim ben sana.'' dedim utangaç bir sesle.

''De bakayım.'' diye konuştu istekli bir sesle.

''Çok seviyorum ben seni, şimdi yanımda olsan öperdim seni.''

''Kızım denir mi bu?'' dedi isyan eder gibi, ''Askerde olsam firar sebebisin.''

Gülümsedim, ''Bir öpücüğün saklı bende, göreve gitmeden yanıma gel ve al.'' diyerek telefonu kapattım. İnip kalkan göğsüme ve bedenimdeki yanma hissi yalnızda o gelince dinecekti, biliyordum.

Elife öğretmen yaklaştığına dair haber verdiğinde ağabeyimle kapının eşiğinde onu beklemeye başladık. Daha zile basmadan eli kolu poşetlerle dolu öğretmene kapıyı açtık.

''Hoş geldiniz öğretmenim.'' diyerek sevinçle atıldı ağabeyim. Ardından ben de hoş geldiniz diyebildim.

''Hoş bulduk Bekir, nasılsın bakalım?'' diye sordu öğretmen otoritesiyle.

''Ben çok güzelim öğretmenim, çalışkan bir öğrenciyim tüm ödevlerimin hepsini Belçim'e yaptırdım.''

''Belçim'e mi?'' diye sorduğunda ağabeyim saf saf başını salladı.

''Hepsini o yaptı, çok iyi bir öğrenciyim değil mi öğretmenim?'' diye sordu sevecen bir sesle.

Elife öğretmenin bakışları mahcup benimle yaptığından gurur duyan ağabeyim arasında gidip geliyordu, ''Ona sonra karar vereceğim Bekir.''

Elife öğretmenin elindeki poşetleri aldım, ''Ne zahmet ettiğiniz öğretmenim?''

''Misafirliğe eli boş gidilmez.''

''Sağ olun öğretmenim.'' diyerek içeriye davet ettim.

''Üzerindekini alayım öğretmenim.'' dediğimde bej rengindeki kabanını çıkardı ''Sağ ol Belçim.'' dediğinde kabanını aldım. Üzerindeki kalem elbiseye içim gitmişti. Kahverengi elbise o kadar yakışmıştı ki, yapılı saçları ve varla yok arasındaki makyajıyla çok güzel görünüyordu. Ağabeyim Elife öğretmeni büyük bir neşe ile salona davet ettiğinde elimde market poşetleriyle arkalarından bakakalmıştım. Ne kadar güzel bir kadındı öyle, ardından başımı eğip üstümdekilere baktım, süslenmek püslenmek geliyordu içimden ama rengi solmuş kıyafetlerim beni ısıtıyordu, şimdilik.

Poşetleri mutfağa bıraktıktan sonra çayın altını açarak ben de hevesle salona koşturdum. Ağabeyim Elife öğretmene hevesle sorular sorarken o zarifçe cevaplıyordu.

''Buyurun öğretmenim, oturun.'' diyerek salondaki baş köşeyi işaret ettim.

''Ev çok sıcakmış.'' diyerek gülümsedi koltuğa otururken.

''Dinçer'in amcasının evi, Demir'in babasının, sağ olsunlar.''

''Demir beyle tanıştık, köy okuluna uğradı gitmeden önce. Eksikleri raporlamamı istedi, tüm eksikleri de tamamladı.''

Ben konuşacakken ağabeyim araya girdi, ''Demir çok güzel birisi, benim en ama çok en yakın arkadaşım. Kendisi kocaman bir avcı olduğu için her şeyi yapabilir.'' dedi burnunu dikerek, Demir'le gurur duyuyordu.

''Demir bey savcı Bekir, ve evet bence de iyi birisi.'' diyerek ağabeyimi kibarca düzletti.

Havadan sudan sohbete başladık. Okulun keyifli ama zor gittiğini anlatıyordu.

''Okulda çocuklarla uğraşmak zor değil ama sürekli birilerinin benimle tanışmak istemesinden yoruldum Belçim.'' diyerek sohbetimizi daha samimi bir yere vurmak ister gibi konuştu, ''Daha yirmi üç yaşındayım, mezun olur olmaz sınava girdim, çok şanslıydım ki atamam hemen yapıldı. İnsanlarla nasıl iletişime geçeceğimi bilemiyorum, sınırlarımı düzgün çizemediğim için her yüze gülümsüyorum ve bu tebessümler çok yanlış anlaşılıyor. Vallahi çok bunaldım.''

''Çok haklısın öğre-.''

''Elife de ne olursun, hiç arkadaşım yok sen de bana öğretmenim dersen ben öleyim en iyisi.'' dedi şakaya vurarak.

Ben de onun gibi gülümsedim, ''Ağzından yel alsın Elife.'' diyerek onunla arkadaşlığımızın ilk ve sağlam adımını attım.

Ağabeyim Elife'nin ona verdiği ayaküstü dersleri yaparken biz de kek yiyip çay içiyorduk. Ben akşam yemeğinde çok yediğim için sadece Elife ve ağabeyime kek koydum. Ağabeyim yumurta kokuyor diyerek yemek istemeyince Elife öğretmene baktım merakla.

Bir çatal kek alıp usulca çiğnedi, hemen ardından çayından içti. ''Nasıl olmuş Elife?''

''Ellerine sağlık.'' dedi, ''Güzel olmuş.'' dese de bir dilim kek anca yemişti. Zaten zayıftı yememesi normal gelse de birazcık alınmıştım.

Dakikalar geçtikçe, onunla sohbet ettikçe gayet normal birisi olduğunu görüyordum. Gözümde hala çok büyüktü ama artık benim arkadaşımdı işte, bu da demekti ki arkadaşlık statü ile olmuyordu, insan ilişkileri sadece sevgiye ve saygıya dayanıyordu.

''Matematik netlerin çok iyi, sen bence tıpı bile tutturursun.'' dedi deneme istatistiği tuttuğum defterimi incelerken.

''Yok Elife, ben diş hekimi olmak istiyorum. Çocukluktan beri en büyük hayalim bu.''

Defterime uzandığımda elimi tuttu, ''Bu yüzük mü bakayım?'' diye sordu anahtarlık halkamı incelerken.

Utanarak gülümsedim, ''Dinçer'le kendi aramızda, sözlendik diyelim.''

Şaşkınlıkla yüzüme bakarak gülümsedi, ''Maşallah size, Allah tamamına erdirsin.''

''Amin.'' dedim koca bir istekle.

O andan itibaren sadece aşk konuşmaya başladık. Elife üniversitede yaşadığı bir ilişkiden sonra kalbi boş kalmış bir kadındı ama aşka da açıktı, aşkın bir titreşim olduğuna inanıyordu. Aşk insanı önce titretir diyordu.

Ağabeyim uykusu geldiğinde uyumaya gitmişti, biz de saat gece yarısını geçmesine rağmen sohbet etmeye devam ediyorduk. Elife ile konuşmak bana çok iyi gelmişti.

''Belçim, senin şu güzel zeytin gözlerine eyeliner o kadar yakışır ki.''

Gözlerimi kırpıştırdım, ''Hiç makyaj malzemem yok ki, daha önce Selvi birkaç kere sürmüştü o kadar.''

Gülümsedi, ''Benim makyaj çantam yanımda, yapayım mı sana?''

''Yok Elife, zahmet etme.'' desem de deli gibi istiyordum.

Hemen ayağa fırlayıp portmantoya adımladı, birkaç saniye içinde çantasını alıp geldi. ''Hemen sana harika bir makyaj yapıyorum, asla itiraz etmiyorsun.''

Heyecanla gülümsedim, ''Anlaştık.''

Başımı kanepenin başlığına yaslamış gözlerimi kapatmıştım, Elife yüzüme yumuşak bir şekilde bir şeyler sürerken uyumak üzereydim.

''Ruj süreceğim şimdi.''

''Çok abartılı olmaz mı?''

''Olur ama olsun.'' dedi omuz silkerek.

Dudaklarımda hafif plastik bir tat hissettiğimde içim gıdıklandı. Elife saçlarımı açıp tarakla şekillendirmeye başlamıştı. Gittikçe kendimi merak ediyordum.

''Belçim, zaten güzeldin ama şimdi su gibi oldun Dinçer seni böyle göremediği için kafasını istediği taşa vurabilir.''

İçimdeki heyecanla aynanın karşısına koşturdum. Aynada gördüğüm kişi önce yabancı gelmişti. Sivilce izlerim kapanmış, göz altımdaki mor halkalar silinmişti. Gözlerimim karalığı iyice meydana çıkmış, kırmızı ruj bir vişne renginde dudaklarıma parlıyordu sanki.

''Bir hoş olmuşum Elife.''

Saçlarımı düzeltirken konuştu, ''Fıstık gibi oldun.''

Tekrar aynaya baktım, ilk bakışta garip gelse de kendimi beğenmiştim. Elife'ye sarıldım, ''Teşekkür ederim.''

Sırtımı sıvazlarken konuştu, ''Ne demek Belçim, artık arkadaşız biz.''

''Söz çok iyi bir arkadaş olacağım.''

''Ben de söz veriyorum.'' dediğinde ikimizde gülümsedik.

Elife o gece merkezdeki öğretmen evinde kalmak için gitti. Ben de onun arkasından kapıyı kapattım. Yüzümdeki makyajı silmem için bıraktığı mendile elim gitmiyordu, biraz daha böyle kalmak istiyordum.

Saat ikiye gelirken uykum olmadığından masaya yerleştim. Yatmadan biraz problem çözmek için kitabı açtım. Dakikalar ilerlemişti, ben sorulara dalmışken tıkırtılar duydum. Kapıyı kilitlememiştim. Elimdeki ahşap kalemi kitabın arasına bırakıp ayağa kalktım. Odanın kapısını açmadan önce aynadan kendime baktım, yüzümdeki makyaj olduğu gibi duruyordu. Sönen saçlarımı elimle kabartıp kapıyı açtım.

Bana dönen bir çift orman gözle karşı karşıya kaldığımda kalbim titredi. Biliyordum ki ben Dinçer'e ne zaman gel desem, o gelirdi, aynı şimdi geldiği gibi.

''Hoş geldiniz komiserim.'' dedim üzerindeki üniformayı da işin içine katarak.

Gözleri yüzümde ama en çok dudaklarıma gezeliyordu, ''Hoş buldum.'' dedi dalgalı bir sesle yanıma adımlarken, beni kollarının arasına alıp, belimi sıkıca kavradı, başını her zamanki gibi boynuma gömerek beni hafifçe yerden kaldırarak saçlarımı öptü.

''Gel dedin, geldim.'' dedi yere bırakmadan.

Kollarımı usulca omzuna yerleştirdim, ''Sana kek yaptım.''

''Hadi oradan numaracı, Elife öğretmene yaptın o keki.''

''Yumurtayla şekeri bile çırparken seni düşündüm ama.''

''Ben de kurşun sıkarken seni düşünüyorum, üç yüz tane erkeğin olduğu merkezde duş sırası beklerken de sen aklımdasın, nerede kuzu görsem aklıma düşüyorsun.''

Memnun bir gülümseme belirdi dudaklarıma, ''Makyaj mı yaptın sen?'' diye sordu ayan beyan belli olsa da.

''Heves edince Elife yaptı, yakışmış mı?'' diye sordum çekingen bir sesle.

''Çok yakışmış, gözlerindeki boyalar on numara.'' dedi Elife'nin çektiği sürmeyi kastederek.

''Öylesine yaptım yani ama sivilce izlerim falan kapanmış bak.''

Belimi biraz daha sardı, ''Sivilce izi falan görmüyorum ben sana bakarken.''

Dudaklarım keyifle kıvrıldı, ''Keki çayla mı yersin?''

''Sütle.'' dedi burnunu burnuma sürterken.

''Beni yere indir, sana süt koyayım.''

Yere indirmeden daha da kavrayıp mutfağa götürdü, ''İnşallah Bekir ağabeyimin uykusu ağırdır.''

Bu şapşal hallerine gülümseyerek uzamış saçlarını karıştırdım, ''Ağır merak etme.''

Dinçer mutfak masasındaki küçük sandalyeye oturmuş ona verdiğim iki dilim keke bakıyordu. Karşımda çocuk gibi görünüyor olmasına kahkahalar atmak istiyordum. Elimdeki sütten bardağa boşaltıp kekin yanına koydum ve karşısındaki sandalyeye yerleştim. Dirseğimi masaya koyup elimi çeneme yaslayarak onu izlemeye başladım, ''Hadi ye bakalım beğenecek misin?''

Ben çatalla yemesini beklerken o bir dilim keki tekte ağzına atıp birkaç saniye içerisinde çiğnedi, ''Çok güzel olmuş,'' diyerek diğer keki de aynı şekilde ağzına attı, ardından sütünden içti.

''Beğendin mi gerçekten?'' diye sordum heyecanla.

''Beğendim tabii, harika olmuş.''

''Ben sana biraz daha vereyim.'' diyerek ayaklandığımda el bileğimden tutarak beni durdurdu.

''Sen bana keki komple getir, ikide bir ayağa kalkma şimdi.''

Koca keki karşısına koydum, bıçakla kesip kesip leblebi yer gibi yiyordu.

''Dinçer senin bu şapşal hallerini o kadar seviyorum ki.'' diyerek ellerimi uzatıp yanaklarını mıncırdım.

O ise elinde kalan keki tabağa bırakıp, ''Ben obur herifin tekiyim, sana bir şey yaptım dersen dibini sıyırırım bence bir daha başına iş alma.''

Bir dilim keki alıp ellerimle ağzına uzattım, ''Ye sen ye, çok beğendin hepsi senin olsun.''

''Sağ ol fıstığım.''

Dinçer tüm keki yiyip süpürdüğünde bir bardak süt daha içti. ''Ben dişlerimi fırçalayıp geliyorum, bir yere kaybolma.'' diyerek banyoya gitti.

Dinçer o kadar iştahlı yemişti ki canım çekmişti. Tabakta kalan kırıntıları alıp ağzıma attım. Ben şekerli bir tat beklerken çok acı bir tat ağzıma yayılmıştı. Boğazım yandığında hemen ağzımdakini çıkartıp süt içmeye başladım. Keke şeker yerine tuz koymuştum...

Yüzümdeki buruk ifadeyi normale çevirmeye çalışırken Dinçer çıkageldi.

''Ne oldu Belçim?''

Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım, ''Kek çok güzel olmuş değil mi Dinçer?''

''Evet, çok güzel olmuş.'' dedi tabakta kalan kırıntılara uzanırken.

Eline hafifçe vurdum, ''Yalan atma zehir gibi olmuş, tuz katmışım yanlışlıkla.''

Yüzündeki masum ifadeye içim gidiyordu, ''Ben senin tercihindir sanıyordum.''

''Tuzlu keki neden yedin? Kötü olmuş desen ben anlardım.''

''Kötü falan olmamış, yedim işte karnım doydu ellerine sağlık.''

''Ama sen hep ben kötü yemekler yapınca karşı çıkmayıp yiyecek misin böyle?''

''Yerim, hatta komple seni yerim.'' dedi yanağımı öperek.

Benim için çiğ tavuk yiyeceğine emin olduğum adam mutfak masasını toplarken ben de ağzımdaki buruk tadı geçirmeye çalışıyordum. Mutfakta işimiz bittiğinde salona geçtik. Işıklar kapalı kanepeye oturmaya başladık. Dinçer yanımda oturmaya son verip başını bacaklarıma yasladığında anlık olarak heyecanlandım. Ama ardından memnuniyetle kucağıma yatan adamın saçlarını sevmeye başladım.

''Kanepeye sığmadın koca adam.'' diyerek kanepeden sarkan bacaklarına güldüm.

''Ankara'daki odamızdaki yatak bayağı büyük, o zaman gülemezsin bana.''

''Odamız?'' dedim şaşkınca.

Saçlarında gezinen elimi tutup yüzük parmağımı öptü, ''Sözlüm değil misin güzelim? Benim olan her şey senin, benim mantığım budur.''

''Dertler de dahil mi bu konuya? Benim derdim de senin derdin mi Dinçer? Bak bunu hiç istemiyorum.''

''Derdin derdim, mutluluğun mutluluğum, hayatın hayatım. Sayısalcısın sen, mantığı kur kafanda.''

''Elife ile üniversiteleri konuştuk, iyi bir üniversiteye gitmek istiyorum, adı olan bir yere.''

''Yakışır benim güzelime.'' dedi beni gönülden destekleyerek. Ben gitmek istediğim üniversiteleri anlatırken Dinçer ilgiyle dinliyor bazen de 'orada çok lavuk.' vardır diyerek hevesime limon sıkıyordu.

''Dinçer yarın göreve gideceksin, kalk uyu.''

''Görev dönüşü sana bir sürprizim var.'' dedi yüzüne sarkan kıvırcık saçlarımı parmak uçlarına dolarken.

Gözlerim parladı, ''Ne o?''

''Söylemem, sürpriz söylenmez.''

''Dinçer, merak ediyorum ama ben.''

''Et diye söyledim zaten.'' dedi eğlenen bir sesle.

Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım, ''Senin söyleyeceğin yok, sabahın köründe görevin var hadi git.''

''Kovuyor musun sen beni?'' diye sordu şaşkınca.

''Kovuyorum, göreve gecikirsen olmaz ki.''

Alınmıştı, kucağımdan kalktı, ''Tamam giderim ben.'' diyerek ayaklandı. Bu haline gülerek ayağa kalkıp elimi sol omzuna yerleştirdiğimde acıyla inleyerek geriye çekildiğinde yüzümü astım, ''Ne oluyor?''

''Yok bir şey, gidiyorum ben.'' dedi kaçar gibi.

Gitmesine izin vermeden önüne geçtim, onun yanında kısa kalmama rağmen ufacık halimle ona kafa tutuyordum, ''Dinçer, omzuna ne oldu?''

''Bir şey olmadı, keyfi yerinde, aslan o aslan.'' diyerek anlamazdan geldi.

Ona biraz daha yaklaşıp işaret parmağımla yüzümü işaret ettim, ''Karşında Pamuk mu var senin? Kandıramazsın beni, neyin var söyle hemen.''

Sadece bana olan o çapkın gülümsemesiyle kabarık saçlarımı sevdi, ''Az önce kovmadın mı sen beni?''

''Kovmuyorum Dinçer, neyin var söyle.''

''Basit bir darbe aldım, o kadar.''

İşittiğim şeyle içime bir buz kütlesi düştü, ''Soyun göreyim.''

''Bak bu iki ediyor.''

''Dinçer, zorla soyarım seni, hadi kendin soyun, bakacağım basit mi değil mi.''

''Yavrum Bekir ağabeyim uyuyor, şimdi bizi görür tövbe tövbe.''

Kolundan tutup yattığım odaya sürüklemeye çalıştım, ama sadece çalıştım. Bir milim oynamadı, ayakta dimdik duran adamın yüzüne baktım, ''Dinçer yürüsene.'' diye sessizce bağırdığımda kendi isteğiyle odaya geldi.

Odanın kapısını kapatıp kaçmasın diye kilitledikten sonra anahtarı cebime koydum, ''Hadi çıkar üstünü.'' dediğimde Dinçer bu halimle eğlenir gibiydi. ''Dinçer vallahi anneni ararım.''

''Annem alışıktır zaten, çok takmaz.'' dedi rahat bir tonda.

''Babanı ararım.''

''Babam bu saatte telefonuna bakmaz.''

''Ali amcanı ararım.''

''Yaranı sar geçer der.''

''Halide yengeni ararım.'' dediğimde bu işe yaramıştı.

''Tamam tamam soyunuyorum, şimdi yengem herkesi ayağa kaldırır.'' diyerek silahını palaskasından çıkartıp sehpaya bıraktı. Üzerindeki üniformanın düğmelerini açmaya başladı. Dinçer soyunurken içimdeki endişe daha da büyüyordu. Üstünü çıkartınca onu yarı çıplak görmek beni yutkundurmuştu. Elindeki üniformayı kenara koyup yatağın üzerine oturdu. ''Gel bak, ufak bir şey.''

Korkuyordum, belki gerçekten de ufak bir şeydi ama Dinçer'e bir şey olmuş olması bile canımı çok acıtır olmuştu. Usulca yanına varıp yatakta arkasına oturdum, omzundaki bandajı dikkatle çıkarttım, bıçak yarasına benziyordu. ''On yedi dikiş var burada, hani basit bir şeydi.''

''Çok sık dikmişler, yoksa basitti.'' dedi durgun bir sesle.

''Biraz daha yukarıya gelse ne olurdu Dinçer?''

''Ölürdüm güzelim, ölebilirim de. Polisim ben, yaşanan olaylar bunlar. Ölüm en çok bize yakın, en çok bize gerçek. Sen de zamanla alışacaksın, herkesin alıştığı gibi.''

Aramızda sessizlik oldu. Ne o konuştu, ne de ben. Bir süre sessizce ağladım. Bandajı dikkatle yarasının üzerine kapatırken gözlerimde biriken yaşlar sırtına akıp gitmişti. Uzanıp yarasının kenarına bir öpücük bıraktıktan sonra kollarımı sırtına sarıp başımı diğer omzuna yasladım.

''Aşık oldum ben sana.'' diye fısıldadım ağladığım için yorgun çıkan sesimle, ''İçim titriyor senden uzaktayken. Hayatıma girdiğinden beri ayaklarım yerde bile değil.'' Gözyaşım sırtına akarken parmak ucumla usulca o gözyaşını sildim, ''Artık şunu çok iyi biliyorum, senin ayağına taş değse, benim kalbime kaya oturur.''

Bir süre ona sıkıca sarıldım, onu hissettim, onu yaşadım. Dinçer oldu yüzünü bana dönen. Belimden tutup beni kucağına çekerek oturttu, yanaklarımı sildi usul usul, ''Ağlama bebeğim, ben yanındayım senin, hep yanında olacağım.''

Dinçer kollarını belime sardı, ellerimi yüzüne yerleştirip yüzümü ona yaklaştırarak alnımı alnına yasladım. Dinçer'in eliyse gözyaşlarımı siliyordu. ''Seni içime aldım Dinç, sen benimsin artık, her yerimdesin.'' diyerek dudaklarına kapandım.

Ellerimi omuzlarına koyup öpücüğün derinleşmesine müsaade ettim. Omuzlarından itip onu yatağa düşürdüğümde belimi sıkıca kavrayarak üste çıktı. Nefeslerimiz birbirine karışırken boynumda öpücüklerini hissettim. Ellerim saçlarını bulduğunda ayaklarım yerden kesildi. Üzerimdeki kazağı çıkarmasına yardım ettim. İkimizin üstü de çıplak kaldığında göğüslerimiz aynı kalplerimiz gibi birbirine değdi ve aramızdaki ateş bu gece bu odada harlandı ve birlikte ilk kez bu kadar çok yandık.

Omuzumda gezinen sıcacık dokunuşlarla gözlerimi araladım. Birkaç saatlik uykum en güzel haliyle bölünüyordu. Omzuma, boynuma konan yumuşacık öpücüklerle uyanmak, dünyanın en güzel hissi gibiydi.

''Günaydın.'' dedim tebessümle, sabahın ilk ışıklarının yardımıyla gördüğüm, karanlıkta bile parlayan yeşil gözlerini izleyerek.

O yeşil gözler gelip, kara gözlerime kondu. ''Gün sana aymadı daha güzeller güzelim, sen uyu.''

''Gün sana ayıyorsa, bana da aymıştır.''

Üzerime eğilip dudaklarımı öptü, ''Zamanı durdur deseler, ölsem çıkmam buradan.''

''Biliyorum.'' dedim gülümseyerek, ''Ben de çıkmam.''

Dinçer zor da olsa yanımdan kalkıp üzerini giyinmeye başladı, ben de doğrulup sırtımı yatak başlığına yasladım, dizlerimi kendime çekmiş onu izliyordum. Silahını palaskasına yerleştirdiğinde hazırdı.

Yanıma gelip yatağın ucuna oturdu, dün gece dağıttığım saçlarını düzeltmeye başladım. Önce saçlarını, sonra kara kaşlarını sevdim parmak uçlarımla. Ardından elimi yanağına yerleştirip yeni çıkmaya başlayan sakallarını okşadım, başını yana çevirip avuç içimi öptü.

''Şimdi gitmem gerek, süresi belli değil, eğer on beş günü geçerse Demir sizi gelip buradan alacak. Bana ulaşamazsan hemen ailemi arayacaksın, bir sorun olduğunda hemen yanına gelecekler. Görev dönüşü hayatımızda çok güzel gelişmeler olacak, bana güven ve beni bekle.''

''Sana güveniyorum, çok güveniyorum Dinçer. Beni sakın bırakma, ben sabırla seni bekleyeceğim, seni çok seviyorum.''

Sıkıca sarıldık, saçlarımı öptü gitmeden hemen önce. Ben onun yokluğunda saçlarımda bıraktığı öpücüğü severek onu anacaktım.

Dinçer göreve gideli daha bir gün olmuştu. Ağabeyimle normal hayatımıza geri dönmüştük. Ben onsuzlukla bu kez çok daha zorlanacaktım. Ama yine deli gibi test çözüyor, elimden geldiğince ağabeyime iyi bakmaya çalışıyordum. Kahvaltının ardından ağabeyim odasında bir şeyler çizmek istemişti. Onu orada bırakıp Elife'nin benim için getirdiği soru bankasından problem çözmeye devam ediyordum. Bugün ders çalışmaya ve soru çözmeye o kadar dalmıştım ki akşamüzerine doğru anca odadan çıkmıştım.

''Ağabey, sen acıkmadın mı daha?'' diye sordum masanın üzerini toplarken. Hemen cevap vermesine alışık olduğum ağabeyim cevap vermeyince uyuduğunu düşünerek odaya girdim ama orada yoktu. Banyoya ve mutfağa baktım hızlıca, endişeyle evi gezerken bir yandan da ona sesleniyordum.

Dış kapının aralık olduğunu görünce elim kalbime gitti. Telefonu aramaya başladım ama bulamadım. Evin anahtarını yanıma alarak hızlıca evden çıktım. Kendimi dışarıya attığımda dört yanımı saran soğuk havaya aldırmadan ağabeyimi aramaya başladım. Sokakları koşa koşa gezerken çoktan ağlamaya başlamıştım. Ağabeyim evden çıkarsa asla geriye dönemezdi, yön kabiliyeti gelişmemişti. Her dükkana, gördüğüm her insana onu soruyordum ama cevap yoktu.

Belki eve gelmiştir diye geriye dönmeye karar verdim. Evin sokağına girerken beyaz bir şahin araba önümde durdu. İçinde sakallı birkaç adam ve gördüğümde kanımın çekildiği birisi vardı.

Arabanın kapısı açıldı ve keçi sakallı iki adam inip yanıma geldi, ''Ağabeyin bizimle, gel seni ona götürelim.'' diyen keçi sakallı adamın iğrenç kokusu burnumun direğini sızlatırken kusmamak için zor durdum.

Bir kıskacın arasında olduğumu hissediyordum. Yardım isteyeceğim birisi olur umuduyla etrafıma bakındım ama kimsecikler yoktu. Kaçmak için bir adım geriye attığımda kolumda sert bir el hissettim, vücudumdaki yumuşak dokunuşlara Dinçer'le yeni yeni alışırken canımın yanması beni gerçekle yüzleştirdi. ''Deneme bile, bin arabaya ağabeyine gidelim.''

İte kakıla arabaya bindirildim. İşte böyle başlamıştı 'beni bırakma' dediğim adamdan ayrı kaldığım günlerim.

 

Bölüm : 02.03.2025 20:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...