
Herkese merhaba nasılsınız?
Kof biraz talihsiz bir kitap oldu, maalesef ama onu çok seviyorum. Şu an Zora Sarıldık'ı düzenlerken ona gerektiği vakti ayıramıyorum ama yine de yazmaya gayret ediyorum.
Eğer Kof'u seviyor ve okuyorsanız lütfen yorum ve beğeni bırakmayı unutmayın. Çünkü yazmak için hevesimi getiren sizlersiniz. Hayalet okuyucu görmek istemiyorum, çünkü bir boşlukla konuşuyor gibi hissediyorum.
Sizlere mutlu olacağınız da bir haberim var. KÜLDEN ÇIKAN YANGIN, ZORDUR BÖYLE BULUŞMALAR ve GECELER KADAR SİYAH isimli kurgularım 1 haftalığına yayımda olacak.
İnstagram hesabımdan duyuracağım, @pekbiafiliyalnizlik beklemede kalın.
Bence kof'a değer veren okuyucularım oldukça fazla, bu bölümün etkileşimini güzel bekliyorum. En az 1000 yorum diyorum, lütfen değerinizi gösterin, keyifli okumalar.
*
Hayatımın en önemli sınavıyla aramda artık günler değil; saatler vardı. İçimdeki heyecanı tarif etmem imkânsızdı. Ne kalemim elimde duruyordu ne defterim önümde... Hepsi sanki bana yabancı olmuştu. Bunca zamandır çalıştığım onca saat, gözlerimi harflerle, sayılarla doldurduğum günler; şimdi zihnimin en ücra köşesine saklanmış gibiydi.
Tüm çocukluğumu, genç kızlığımı adadığım okuma tutkum, damarlarımda dolaşıyordu. Uğruna amcamlara katlandığım, Selvi'ye diller döktüğüm hayalim; şimdi bir sınav kadar yakındı bana. Küçüklüğümden beri yanıp tutuştuğum diş hekimliği fakültesini son günlerde rüyamda görür olmuştum.
Bir kez daha içime keskin bir heyecan saplandı. Oturduğum koltuktan kalkıp odanın içinde volta atmaya başladım. Bir adım sağa, bir adım sola gidiyordum. Kalbim göğsümde öyle hızlı çarpıyordu ki, nefes alamıyordum. Ellerim buz kesmiş, nefesim kısalmıştı. "Ya yapamazsam?" korkusu damarlarımda zehir gibi dolaşıyordu.
Pencereden dışarı baktım. Gökyüzü ne kadar sakinse, ben de o kadar fırtınalıydım. Kuşlar özgürce uçarken, ben kendi içime hapsolmuştum. Bunca emek, bunca hayal... Hepsi yarının sabahında sınanacaktı.
Bazen gözlerimi kapatıyor, sınav salonunu gözümün önüne getiriyordum: Uzun sıralar, beyaz kâğıtlar, kalem sesleri... Ve ben, titreyen ellerimle şıklara bakarken terleyen avuçlarım. O hayal bile midemi burkuyordu. Camı açtım, ellerimi pervaza yaslayıp derin nefesler almaya başladım. Şimdi arkamdan gelip belime sarılacak, başımı sırtına yaslayıp saçlarımı öpecek Dinçer operasyonlardaydı. Ona en çok ihtiyacım olan zamanda o benden uzaktaydı.
Bir insana nasıl hasret duyulur, Dinçer'le öğrenmiştim. Onu özlemek hiç dinmiyordu. Nefesim duruluyor ama onsuzluğum durulmuyordu.
Bu geceyi nasıl onsuz sabahlayacağımı bilmiyordum. Kendimi hiç olmadığım kadar yalnız hissediyordum ki, içimdeki boşluğun lüzumsuzluğunu hisseden bir telefon geldi. Atlas görüntülü arıyordu.
Atlas bu süreçte sürekli yanımdaydı; derslerle alakası sıfırdı ama beni motive etmek için elinden geleni yapıyordu. Telefonu çalışma masama sabitleyip Dinçer'in bana aldığı rahat çalışma sandalyesine oturdum. "Merhaba," diyerek açtım. Atlas, her zamanki gibi telefonun dibine girmişti; sadece yüzünü görüyordum, avanak tipliydi yine.
"Merhaba ne be? Ne oldu, sığır diye açmadın mı geçen telefonumu?"
Bazen beni deli ediyordu. "Kibarlığım üzerimde, istersen zorlama," diyerek gözdağı verdim.
"Ay aklıma ne geldi gelin. Sen annemin ayakları hakkında ne demiştin sen geçen gün? Fırıncı küreği gibi mi?"
Gözlerimi dehşetle açtım. "Atlas, adisin! Anneme doğum gününe ayakkabı modeli sordum sana; sen de annemin ayakları kar küreme aracı gibi dedin!"
Atlas bir süre dondu. "Peki, Demir için ne demiştin? Yobaz demedin mi?"
"Atlas, kafanı taşa mı vurdun? Onu diyen sendin! Üstü çıplak fotoğrafını çekip sosyal medyaya koymak isteyince izin vermemişti. Sen de bana bu oğlan çok yobaz oldu demedin mi?"
"Hassiktir Belçim ya! Demedim öyle," diyerek konuyu kapatmaya çalıştı. Telefonun içine biraz daha girdi. "Babam hakkında ağır konuştun ama, çok cimri dedin!"
"Selim babam daha geçen gün okula gideceksin diye harçlık gönderdi bana. Sen duyunca delirip 'Babam bir bana cimri, gençken de Ali amcamların evine kuma olarak girmiş, kira vermemek için her şeyi yapmış, evlenince de annemin evinde oturmuş içgüveyi olmuş' demedin mi?"
O sırada arkadan gür bir ses yükseldi: "Ulan içgüveyi mi dedin bana!"
Ses Selim babamındı. Atlas'ın kafasına vurarak kadraja girdi. "Uzaklaş, gözüm görmesin seni!" diyerek Atlas'ı uzaklaştırdı ve telefonu eline aldı.
O an anladım: Atlas Ankara'daydı. Tüm aile bireyleri koltuklarına oturmuş bana bakıyordu. Gözlerime kocaman bir tebessüm yayıldı. "Herkese iyi akşamlar!" diye selamladım neşeyle.
Selim babam telefonu tutarak açıkladı: "Kızım, yarın sınav günün. Arayalım, konuşalım dedik. Bu it, bu görümce kılıklı seni oyuna getirmeye çalıştı. Meğer herkesin dedikodusunu yapmış ha kızım!"
Başımı salladım. "Evet baba, hepsini anlattı yemin ederim. Daha da var ama terbiyem müsaade etmiyor."
Ali amcam araya girdi: "Atlas bu, delidir kızım, yapar. Neyse, sen nasılsın bakalım?"
Ben konuşacakken Selim babam mimikleriyle işaret etti. "Her şeyi bilmek istiyorum." Ben de gülerek gözlerimle karşılık verdim: "Detaylarıyla anlatacağım babacığım."
Ardından Ali amcama döndüm. "Sağ ol amca, iyiyim valla. Dinç görevde, o da çok mutlu bu ara. İşe koşarak gidiyor."
"Boş ver şimdi Dinçer'i," diyen annemdi. "Sen kendini anlat fıstık. Heyecan var mı?"
Başımı salladım. "Çok var anne, içim titriyor sanki."
"Ah kuzuma kıyamam," diyen Halide yengem oldu. "Kızım bak, heyecan yapma. Ben de sınava Muğla'da girmiştim. Tabii en büyük motivasyonum Ali'yi unutup yeni bir hayat kurmaktı ve başarmıştım."
Fırat amcam kahkahayla araya girdi: "İyi ki unuttun Halide. İki çocuğunuz var, bir de unutmasan."
Herkes gülerken Ali amcam karısının şakağına sıcacık bir öpücük kondurdu. "İyi ki unuttun karıcığım, sayende mutlu bir adam oldum."
Halide yengem sırıttıktan sonra yeniden bana odaklandı. "Belçimciğim, o dönem, genç yaşlarda insanı ileriye iten hep yeni bir hayat gayesidir. Benim en büyük destekçim Ali'ydi, o bilmese bile. Senin de en büyük destekçin vardır, ona sıkıca sarıl. Emin ol çok etki edecektir."
"Annem haklı," diyen Demir oldu. "Ben de amcam gibi hukukçu olmak için oldukça hırslıydım. Sen de hırslısın Belçim, başarabilirsin."
Gülümsedim. "Teşekkür ederim Demir. Hırsım var ama yetecek mi, endişelerim de var."
O sırada Alphan amcam söz aldı: "Hırs tek başına yetmez, yeğenim. Umudun olacak. Tam bitti dediğin anda ayağa kalkmayı bileceksin. Bir gün olacak, 'Hayatım bitti, ne yapacağım?' diyeceksin ama tam o an karşına bir çift göz çıkacak, bir el uzanacak, seni kaldıracak. Bahar gelecek hayatına. Yaşayacaksın." Sözlerini bitirip karısının sarı saçlarını öptü.
Sıra Bahar yengemindeydi. "Sana şans diledim Belçim. Başarılı olacağına eminim ama lütfen hayatını sadece bu sınava bağlama. Önünde uzun yollar var. İdeallerine ulaşmak için tek şansın bu değil. Bazen vazgeçiş ve kaybediş, asıl kazanıştır," dedi tatlı tebessümüyle.
En son Fırat amca telefonun karşısına geçti.
"Kızım, hiç heyecanlanmıyorsun, ben sana bir anımı anlatacağım; dinleyince heyecanın kalmayacak," dedi. Öksürüp boğazını temizledi, sonra başladı:
"Yaşım beş, bilemedin altı. İzmir'deyiz. Saçlarım şu ankinden beş ton daha sarı, kaşlarım görünmüyor o derece... Zengin piçiyim yani! Beslenme saati geldi, heyecanla çantamı açtım. Annem çantama portakal koymuş. Hiç sevmem portakalı, mandalina severdim ben. Bir de beslenme örtüm örümcek adamlı değildi; nasıl moralim bozuldu anlatamam. Neyse... yanımda oturan kıza aşıktım. Adını unuttum, neyse Mine olsun. Onun mandalinası vardı. Ben de mandalinayı çok severdim. Kız bana uzatacaktı, ben de mutlu olacaktım."
Heyecanla sordum: "Eee, amca? Verdi mi mandalinayı?"
"Yok, vermedi. Ben de arsız gibi 'Ben mandalina istiyorum, verir misin?' dedim. Kız, 'Hep benden istiyorsun, aç,' deyip reddetti. İlk reddedilişim oydu işte."
Üzüntüyle kala kalmıştım. O sırada Selim babam araya girdi:
"Kız, buradan ne anlam çıkarsın lan hayatım?"
"Ben derin konuştum, kim ne anlamak istiyorsa anlasın," dedi Fırat amcam ciddiyetle.
Alphan amcam homurdandı: "Ben senin anılarını-''
Ali amcam susturdu hemen: "Seveyim Fırat, anılarını severim sarım, seni seveyim hayatım benim." Ona doğru sarılacaktı ki Fırat amcam itti.
"Lan gençken hepimiz aynı evde yaşıyorduk. Herkes birbirine 'hayatım' diyordu. E Selim sürekli bana yakın temas halindeydi. Kızlar beni kesin gay sandı, ben de öylece bekar kaldım," dedi, aydınlığa kavuşmuş gibi.
"Saçmalama," diye atıldı Ali amcam. "Sonra delirirsiniz şimdi, kızımıza odaklanalım."
Az önce aileden dışlanan Atlas geldi bu kez.
"Bak, stres yapma. Özel üniversiteye gidersin, ne olacak?"
"Parasını sen ödersen giderim."
Atlas bağırdı: "Parayla üniversite okuyanlar bence vatan haini!"
Herkes sırayla moral verdi, şakalaştı, güldü. Ama ben onların sözlerinin ardını da, gözlerinin içini de gördüm. Okumasam, çalışmasam bile bana kollarını açacak ailem vardı. Etimle, kemiğimle onları sahipleniyordum.
Telefonu kapattığımda yüzümde kocaman bir tebessüm vardı. O tebessümün silinmesi zaman aldı. Ne zaman konuşsak, kapattıktan sonra bir süre şanslı olduğumu düşünüp mutlu oluyordum. Hep aynı soruya dönüp geliyordum: Ben ne sevap işlemiştim de böyle bir ailem olmuştu?
Bir süre odada sessizlik yankılandı. Telaşım, ailemin verdiği destek sözlerinden sonra biraz hafiflemişti ama aynı zamanda ağır bir yük de bırakmıştı omuzlarıma. "Onların yüzünü kara çıkarmamalıyım," diye fısıldadım kendi kendime.
Masamın kenarına oturdum. Kalemler önümde, defterler üst üste yığılmıştı; ama hiçbiri bana ait değilmiş gibiydi. Beynimin her kıvrımına sinsice sızan tek düşünce vardı: yarın sabahki sınav.
Ayağa kalktım. Odaya sığamıyordum. Duvarlar üstüme geliyordu sanki. Adımlarım beni banyoya götürdü. Kapıyı kapattığımda nefesim hızlanmıştı. Duşun soğuk fayansına sırtımı yaslayıp derin bir nefes aldım. Sonra suyu açtım.
İlk damlalar tenime değdiğinde içimde bir şey kırıldı. Suyun sesi, bütün gün susturduğum duyguları uyandırdı. Gözlerimden yaşlar boşaldı. Sessizce ağladım önce; sonra hıçkırıklarım suyun sesiyle birleşti.
"Ya yapamazsam..." dedim fısıltıyla. "Ya bütün hayallerim boşa giderse... Ya Dinçer'e söz verdiğim gibi güçlü duramazsam..."
Gözlerimi kapattım. Gözlerimin önüne onun yüzü geldi. Kaşlarının arasındaki ciddi çizgi... gülerken gözlerinin kenarında beliren minik kırışıklıklar... ellerinin sıcaklığı. Şimdi görevdeydi, dağların karanlığında belki pusuda, belki bir çadırda. Yanımda değildi ama gölgesini bile özlüyordum.
Su saçlarımdan süzülürken, onu delice özlediğimi fark ettim. "Keşke şimdi yanımda olsaydın Dinç..." dedim titrek bir fısıltıyla. Sesim boğazımda düğümlendi.
Duşun buharı banyoyu sararken gözlerimi kapadım. Sıcak su tenimden akıp giderken içimde başka bir sıcaklık yanıyordu: Dinçer'in yokluğu. Bir gün bile görmesem, bana aylar gibi geliyordu. Ona deli gibi alışmış, bağlanmıştım.
"Dinçer..." dedim. Dudaklarımdan çıkan ismi, sanki boynuma değen nefesiymiş gibi hissettim.
Bornozunu elime aldığımda içimdeki özlem taştı. Kumaşına yüzümü gömdüm, kokusunu içime çektim. O koku; göğsüne yaslandığım geceleri, saçlarımı okşayarak uyuttuğu sabahları hatırlattı.
Onu öyle çok özlemiştim ki, bedenim bile hasretiyle yanıyordu. Saç diplerimden ayak uçlarıma kadar onun dokunuşunu arıyordum. Dudaklarım titredi. Keşke şimdi gelip alnımdan değil, nefesimden öpseydi. Keşke sırtımı fayanslara değil, göğsüne yaslasaydım.
Dinçer'in adı kalbimde bir ateşti. Ve ben o ateşle yanarken, suyun altında titreyerek ona fısıldadım: "Dön... ne olur. Bu geceyi kollarında sabah etmek istiyorum. Sensizliğe dayanamıyorum..."
Bornoza daha sıkı sarıldım. Gözlerimi kapattım, hayalimde onu yanıma çağırdım. Kollarını belime dolamış, nefesi saçlarımı okşuyormuş gibi. Yokluğu içimi dağlasa da, varlığının hayaliyle yeniden nefes alabildim.
Duştan sonra odama geçip giyindim. Üzerime, iç çamaşırlarım dışında, Dinçer'in tişörtünü geçirdim. Bana elbise gibi gelen tişörtünü koklayarak üzerime çektim. Saçlarımı kurutmamıştım; evin sıcaklığında nasılsa kururdu.
Mutfağa su içmeye gidecekken telefonumun sesi yönümü değiştirdi. Odamda bıraktığım telefonun ekranında abimin adı yazıyordu. Canım abim, beni görüntülü arıyordu.
Aylardır Muğla'da tedavi görüyordu. Onu bir kez bile görememiştim. Doktorunun belirlediği günlerde, belirli sürelerde konuşuyorduk. Ama her konuşmamızda sanki başka biriyle konuşuyormuşum gibi hissediyordum.
Telefonu kitapların üzerine sabitledim. Dolan gözlerime ellerimi siper ederek açtım. Abim odasındaki masasında oturuyordu; odası her zamanki gibi topluydu. Dudaklarıma sıçrayan koca bir tebessümle konuştum:
"Canım abim, nasılsın?"
Abim de gülümsedi. Bu kez öncekiler gibi tutarsız değildi, güzel gülümsüyordu. "Merhaba Belçim, iyiyim. Sen nasılsın?" diye sordu.
"Yarın sınavım var, heyecanlıyım," dedim.
"Heyecanlanma," dedi. "Akıllı bir kızsın sen. Hani iki kere iki beş eder diyordun ya, bence yaparsın."
Sırıttım. "Salakmışım abi."
"Salak hakarettir, seni dava edebilirim," dedi. Sonra fikrini değiştirdi: "Etmem ama sana salak diyen olursa avukatın olurum."
"Demir'le yine çalışıyor musunuz?"
"Demir'le çok az konuşuyoruz. Bana verdiği kitapları okumaya çalışıyorum. Bazen anlamıyorum ama demişti ki 'Anlamasan da anlarsın.' Kafam yandı işte," diyerek saçlarını karıştırdı.
"Abi..." dedim. Yüzüne, gözlerine bakınca geçmişin kötü günleri düşüyordu aklıma. Ona annelik yapmaya çalıştığım günlerin sızısı içimdeydi. "Seni çok özledim. Orada çok mutlusun biliyorum. Beni özledin biliyorum. Geçecek ama, söz." Ağlamamak için direniyordum.
Ama abim benden dirençli çıkmadı. Ağlamaya başladı. ''Belçim... seni özledim. Yengemi de özledim, amcamı da. Selvi'yi de özledim..." Burnunu çekti. "Ben deliyim tamam, iyi olmam şart mı? Benden bıktığın için mi beni buraya attın?"
İçime daha önce hiç hissetmediğim bir acı düştü. Kavruldum, yandım. Gözlerim itirazla açıldı. "Abi, o nasıl söz? Ben senden bıkar mıyım hiç? Sen benim abimsin, kardeşimsin... Sen benim oğlumsun..."
Abim daha çok ağlamaya başladı. Ben de hıçkırıklara boğuldum. Etimden et ayırıyorlardı sanki.
"Herkes bana deli deyip etrafımda dönerken ben de eğleniyordum. Peki neden iyileşmek zorunda kaldım? Ben kötü biri miyim?"
Hıçkırığımı zor tuttum. "Abi, o nasıl laf? Sen deli değilsin. Böyle konuşmayacaktın hani?"
"Çok yalnızım Belçim. Bırakma beni. Gel yanıma, ne olur."
Karnım kasıldı, içimde koca acılar büyüdü. "Gelemem abi, yarın sınavım var."
"Sınav ne demek? Doktor da söylüyor, beni her gün sınava sokuyor. Sen sınava girince ne olacak? Anaokuluna mı gideceksin? Okulu mu daha çok seviyorsun, beni mi?"
"Seni tabii ki. Sen benim canımdan ötesin."
"O zaman gel, al beni buradan. Rüya görüyorum sürekli. Annemi görüyorum Belçim. Hiç görmedim ki, nasıl görüyorum?"
"Abi, bir şey mi yapıyorlar sana?"
"Evet, çok şey yapıyorlar. Canım acıyor, karnım ağrıyor, gözlerim bozulacak!"
Öfkem acımı bastırdı. Abim orada nasıl bir muamele görüyordu? Endişeyle gözlerim kocaman açıldı. "Abi, ne oluyor orada? Sen iyi değil misin?"
"Hiç iyi değilim. Kötüyüm. Kanım akıyor her gün. Canım acıyor. Gel al beni. Köye gidelim, bana elma ağacının altında masal oku..." Hıçkırıklarının arasından yalvardı: "Belçim, beni sevmişsen gel al beni. Lütfen kardeşim, lütfen..."
Ve telefonu kapattı.
Donup kaldım. Ne yapacağımı hayal bile edemedim. Telefon parmaklarımın arasından kayıp yere düştü. Nefes almak bile zor geldiğinde cama koştum. İçime nefes diye çektiklerim bıçak oluyor, saplanıyordu.
Yerden telefonu alıp abimi aradım, açmadı. On kere de arasam açmadı. Telaşla Dinçer'i aramaya başladım. Abimin orada acı çekiyor olma ihtimali bile etimi kemiğimden ayırıyordu. Ruhum parçalanıyor, kalbim paramparça oluyordu.
Ama Dinçer aramalarıma cevap vermiyordu. Ve gecem karanlığa sürükleniyordu.
Telefonu tekrar tekrar çevirmeme rağmen abim açmadı. Parmaklarım titriyordu, kalbim göğsümü parçalayıp çıkacakmış gibi atıyordu. "Abi..." dedim boşluğa, sesim kendi kulaklarımda bile yabancı geldi. O an sınavın telaşı, geleceğin korkusu, bütün hesaplar silindi. Geriye tek kalan şey abimdi.
Köyde ona annelik yaptığım günler bir bir aklıma düştü. Saçlarını tarayıp dizime yatırıp masallar anlattığım vakitler... Küçücükken bile bana sığınan gözlerindeki o kırılganlık şimdi kocaman bir çaresizliğe dönüşmüştü. Ve ben, sadece bir ekrandan seyrediyordum.
Dizlerimin bağı çözüldü, odamın ortasına yığıldım. Telefon hâlâ elimdeydi ama artık çalmıyordu. Dudaklarımdan çıkan tek şey hıçkırıktı. Boğazımı yırtarak gelen o sesin ardında hep aynı cümle yankılanıyordu: "Belçim... beni sevmişsen, gel al beni..."
Kalkıp tekrar aramaya başladım. Aradıkça açmadı. On kere, yirmi kere... Sanki her aramamda ellerim biraz daha buz kesiyor, kalbim biraz daha paramparça oluyordu.
Dayanamadım Dinçer'i tekrar aradım. O açmadıkça içimdeki karanlık büyüdü.
"Ne olur aç," dedim.
"Allah'ım, Dinçer aç..."
Parmaklarım ekranın üzerinde dondu kaldı. Telefonu kulağıma bastırmıştım, o sırada yüzümden akan yaşlar Dinçer'in tişörtünü ıslattı. Bana elbise gibi olan tişörtünün içinde küçülmüş, kocaman bir boşluğa düşmüştüm. Onun kokusu hâlâ üzerimdeydi, ama yanımda değildi.
İçimden bağırmak geldi:
"Neredesin Dinç? Sen bana 'yalnız bırakmam' demedin mi? Kardeşim orada çırpınıyor, ben burada nefes alamıyorum. Gel, sesini duyur bana, elimden tut..."
Pencereye koştum. Camı açtım, gece serinliği yüzüme vurdu. Ama o serinlik bile içimdeki yangını söndürmedi. Gökyüzündeki yıldızlara baktım, hepsi üstüme düşecekmiş gibi parlıyordu. İçimden yalvardım:
"Allah'ım, abimi koru. Dinçerimi bana ulaştır. Ben bu yükü tek başıma taşıyamam..."
Telefonun ekranına gözüm takıldı: hâlâ aramalarım cevapsızdı. Dizlerimin üzerine çöktüm, tişörtünün kollarını yüzüme bastırdım. Dinçer'in kokusuna sığınarak, gözlerimi kapatıp hem abime hem kocama aynı anda dua ettim.
Saat ilerlerken ne yapacağımı şaşırmıştım. Beni hayat döndüren anahtarın çevrilme sesiydi. Dinçer gelmişti. Beni çaresizce düştüğüm kuyudan yalnızca o çıkarabilirdi. Hızla kapıya koştum, Dinçer kanlı canlı karşımdaydı.
Saatlerdir kalbimde yankılanan çığlık, bir anda sustu. Kapının kilidinde dönen anahtarın sesi, sanki ruhuma nefes oldu. Dinçer... Kapıya koşarken ayaklarımın altı yere değmiyordu sanki. Tişörtünün içinde küçülmüştüm. Gözlerimden yaşlar hâlâ akarken, onu karşımda kanlı canlı görünce boğazımdaki düğüm koptu.
"Dinçer..." dedim, sesi titreyen bir çocuk gibi çıkmıştı.
O ise bakışlarını bana sabitledi. Gözleri yorgun bakıyordu ama beni görünce ışıldadı.
Kollarına atıldım. Sırtına yapıştım, bırakmamacasına. O an dünyada her şeyi unutmak istedim. Abimin acı çektiğini, sınav korkusunu, kalbimin içinde taşıdığım bütün karanlığı... Hepsi onun göğsüne yaslandığım anda yok olsun istedim.
Dinçer saçlarımı okşadı, alnımı öptü.
"Ağlama Belçim," dedi kısık bir sesle. "Ben geldim."
Ama ağlıyordum işte. İçimdeki taşlar gözyaşı olup akıyordu. Onun boynuna sarılıp hıçkırıklarla konuşmaya çalıştım:
"Dinçer abim..." diyebildim gerisi gelmedi.
Yüzümü elleri arasına aldı.
"Ne oldu? Bekir abime bir şey mi oldu?" diye sordu gergin bir sesle. Yeşil gözleri üzerimde parçalara ayrılıyordu sanki.
Hıçkırıklarımın arasından konuşmayı denedim:
"Bekir... abim... bana öyle şeyler söyledi ki... dayanamıyorum Dinç, içim yanıyor. Onu orada bırakmış gibiyim. Kardeşim orada acı çekiyor..."
Dinçer ellerimi tuttu, yüzümün iki yanını daha kuvvetli kavradı. Gözlerimin içine baktı, öyle bir kararlılıkla konuştu ki, yıkılmış halime umut gibi düştü:
"Sakinleş, yanımdayım, nefes al."
Diyerek beni kucakladı ve yatak odamıza götürdü. İlk olarak bir su içirdi, bense deli gibi ağlıyordum.
"Belçim, sakinleş güzelim," diyerek saçlarımı sevmeye başladı.
"Dinçer, abim iyi değilim dedi, içime bomba düştü, yanıyorum! Yarım et beni abime götür!" dedim koca bir yalvarışla.
"Sen sakin ol, arayıp konuşacağım," diyerek alnımı öptü. "Bir şey olmasına izin vermem, merak etme," diyerek uzaklaştı.
Telefon konuşmalarını duydum, korkuyla odada bekliyordum. Geçen zamana daha fazla dayanamayarak yanına koşturdum, Dinçer telefonu kapatmıştı.
Sorguya giriştim:
"Dinçer ne oldu?"
"Bir şey yok, iyiymiş uyuyor şimdi."
"Dinçer ne demek iyiymiş! Uyuyor ne demek! Bana dedi ki burada canım acıyor! Gel beni kurtar dedi! Sen uyuyor diyorsun!"
Dinçer ellerimi tuttu.
"Sakinleş," dedi yumuşak bir sesle.
"Bu dönemde normalmiş, psikolojik olarak zorlandıkça konfor alanına dönmek istiyorlarmış."
Gözlerim kocaman açıldı.
"Abim bana yalan mı söyledi yani? Canım acıyor dedi yahu! Mutsuzum dedi var mı ötesi!"
Öfkeyle haykırdım.
"Beni abime götür Dinçer!"
"Yarın sınavın var."
"Sınav umurumda değil. Benim abim acı çekerken matematiği fullesem mutlu olacak mıyım?"
"Bak fıstığım," diyerek kollarıma ellerini sardı.
"Bekir abim iyi, klinikte iyi koşullar altında bakılıyor. Zaman uzadıkça o da aynı sıkılmış bunalmış demek ki seni aramış bunları söylemiş. Normal, olabilirmiş zaten bu durum."
Kabullenemiyordum, abim benden yardım istemişti ve Dinçer beni dinlemiyordu.
Dinçer'in kolları arasından uzaklaştım.
"Abim ağladı Dinçer. Çok ağladı, gel al beni dedi, özledim seni dedi. Kahroldum anla, yapamıyorum anla."
"Anlıyorum," diyerek sarıldı bana.
"Ama Bekir abim iyi, sen de bunu anla. Uyuyor şimdi, sağlığı yerinde, senin ilgini çekmek istemiş."
Hayır, başka bir şey vardı. Dinçer üzülmemi istemediği için saklıyordu.
"Başka bir şey var, içim acıyor!"
"Bana güvenmiyor musun?" diye sordu. Ama konu o değildi, ben acıyla yanıyordum.
"Sana kendimden çok güveniyorum ama abimin sesi gitmiyor zihnimden."
"Güzeller güzelim," diyerek bana yaklaştı.
"Bekir abim iyi."
"İyi değil!" diye gürledim.
Dinçer de sinirlenmişti, alnındaki damarları görüyordum.
"Ne olsun istiyorsun Belçim! Ne!"
"Abim canım acıyor dedi!"
"Spor yapıyor çünkü, alışık değil canı acır!"
"Karnım ağrıyor dedi!"
"Çok çikolata yemiş."
"Gözlerim bozulacak dedi!"
"Ders alıyor Belçim, tahtaya bakmaktandır."
"Kanım akıyor dedi!"
"Değerlerine bakıyorlar, düzenli kan veriyor."
Aldığım cevaplar beni duvara toslatmıştı. Ama gözlerimdeki hırçınlık yerini koruyordu. Usulca kocama yaklaştım.
"Dinçer, yalvarırım sana beni abime götür. Onu kanlı canlı görmeme izin ver, içim kıyılıyor anla."
Dinçer ise farklı yerinden yakalamıştı konuyu. Beni artık çok iyi tanıdığını söylemek ister gibiydi sözleri.
"Sen korkuyorsun. Sınavdan korkuyorsun. Abini bahane ediyorsun. Çünkü içten içe ailemizin abinin kılına bile zarar gelmesine izin vermeyeceğini biliyorsun."
Haklı sözlerini duymak içimi oymuştu, ama dilimde aynı inadın türküsü dönüyordu.
"Dinçer çok kötüyüm! Ben abime gideceğim!"
Ondan beklemediğim bir cevap verdi.
"Sen hiçbir yere gitmeyeceksin! Sen eşek gibi uyuyup yarın o sınava gireceksin!"
"Dinçer, beni hiç mi sevmiyorsun!"
Aramızdaki mesafeyi kapattı.
"Seni sevdiğim için yapıyorum salak karım benim! Sana âşık olduğum için karşı çıkıyorum!"
Ellerini ittim hırçınca.
"Dinçer! Abimi özledim, ciğerim yanıyor anla!"
"Ciğerinin acısı dinecek. Dinmek zorunda! Sen o fakülteye girip diş hekimi olmak zorundasın! Sen hayatını seçmek, yaşamak zorundasın!"
"İstemiyorum Dinçer, sınava girmeyeceğim! Abime götür beni yalvarırım!"
"Unut bunu. Bu evden yalnızca sabah o sınava gitmek için çıkabilirsin."
"Abimi bana getir. Yaparsın biliyorum. Çevren var, herkes güçlü yaparsın."
"Asıl bu kötülüğü abime yapamam. Adam aylardır emek veriyor, tek bir gün uğruna ona yazık edemem."
Dinçer'e yaklaştım, yüzünü ellerimin arasına aldım, okşadım çok sevdiği yüzünü.
"Bir kez görsem ne olur?" dedim yalvarır gibi.
"Çok şey olur. Abin seni görünce rahata erişecek, iyileşmek için uzak kalması şarttı. Doktorun önerisini unutamayız. Sen abini göremezsin Belçim.''
"Kardeşini görse ne olur? Kötü şey mi bu?"
"Herkesin emeği var, yok etme. Aylardır ailemiz abim için uğraşıyor. Halide yengem Bekir'e faydam dokunsun diye psikoloji eğitimine başladı, Ali amcam kliniğin güvenliğini kontrol ediyor, korumaya çalışıyor. Bahar yengem Bekir abimden o kadar etkilendi ki kafesinde çalışanların çoğu engelli bireyler şimdi. Demir be Demir, Bekir nasıl hukuk okuyabilir diye kafasını patlatıyor, utanmasa kanun tasarlayacak! O Atlas, dünya yansa kibrite koşacak adam, abine bir sürü ayakkabı hediye aldı, gelince giyeriz diyor ama en güzelleri kendime ayırdım diye sırıtıyor. Ailemiz üzerimize titriyor, Bekir abim hepsini çok seviyor. Sen sanıyor musun adamı orada yalnız bırakırız? Aklın eriyor mu kızım?"
Haklıydı, ben o anki yürek yangınımla mantığımı konuşturamamıştım.
''Bana, aileme güveniyor musun?'' diye sordu.
Tek bir saniye tereddüt etmedim, ''Çok güveniyorum.''
''O zaman sorgulama, Bekir abim iyi, güvenmeye devam et.''
Haklıydı ben Dinçer'e de aileme de sonsuz güveniyordum ama içimde abime duyduğum özlemin ağırlığı vardı. Ağlamaya başladım. İçim ezilmişti. Dinçer gelip kollarının arasına aldı beni, "Sınav stresine girdin, ya olmazsa diyorsun anasını satayım! Düşünme bile olacak!"
"Ya olmazsa?" diye sordum korkarak.
Çenemden tutup gözlerini gözlerime sabitledi, "İhtimali yok, olacak."
"Olmazsa, yanımda mısın Dinçer? Yanımda kalacak mısın?"
"Üstümüze doğru tren geliyor olsa, kılım kıpırdarsa şerefsizim!"
Dinçer beni kucağına aldığında gözyaşlarım hâlâ yanaklarımdan süzülüyordu. Ama onun adımlarında öyle bir güven vardı ki, içimdeki bütün panik yavaş yavaş çözülmeye başladı. Banyoya girdiğimizde ışığı biraz kıstı.
"Gözlerin rahatsız olmasın," dedi. O an, en küçük detayları bile düşündüğünü fark ettim.
Suyu açtı, bileğini altına tutarak sıcaklığı ölçtü. "Tamam, bu iyi," dedi.
Ardından bana döndü, gözlerime baktı. "Şimdi sadece rahatla. Gözlerini kapat, gerisini bana bırak."
Öyle de yaptım. Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım. Üzerimdeki kıyafetleri her zaman yaptığı gibi çıkardı. Saçlarıma usulca dokundu. Avuç içleri ılıktı. Şampuanı avucuna aldı, köpürttü, sonra saç diplerime yumuşak hareketlerle yedirmeye başladı. Parmak uçları o kadar nazikti ki, gözyaşlarım suya karışırken dudaklarımdan derin bir nefes çıktı. Sanki bütün günün ağırlığı köpüklerle beraber omuzlarımdan akıyordu.
Başımı hafifçe öne eğdirdi. "Ağır gelirse söyle," dedi.
Omzumdan destek vererek saçlarımı duruladı. Köpükler suyla beraber kayıp giderken içimdeki karmaşanın da yavaş yavaş çözülüp akıp gittiğini hissettim.
Sonra boynuma geçti. Ellerini suyla ıslatıp enseme dokundu. "Üşüyor musun?" diye fısıldadı.
Başımı iki yana salladım. Ellerini omuzlarıma indirdi. Parmakları, sabırlı bir şefkatle omuzlarımdan kollarıma doğru kaydı. Yavaşça yıkadı, hiç acele etmedi. Her hareketiyle bana şunu hissettiriyordu.
Kollarımdan ellerime kadar usulca yıkadı. Bileklerimi avuçlarının arasında tutarken gözlerim kapalı, sadece kalbimin ritmini hissediyordum. Avuç içlerime dokunduğunda titredim, o ise dudaklarımı zor duyacak kadar kısık bir sesle:
"Rahat ol güzelim," dedi.
Sonra göğsüme, kalbimin üstüne geldi. Avuçlarını yavaşça koydu, köpüğü özenle yaydı.
"Burası çok hızlı atıyor," dedi şefkatle.
Cevap veremedim, gözlerim kapalıydı, sadece gözyaşlarım suyla birleşip yanaklarımdan akıyordu. Kalbimi usul usul ovarken fısıldadı: "Yarın o sınava gireceksin, güzel bir sonuç alacaksın. Mutlu olacaksın Belçim, ben seninle gururlanacağım."
Sonra bacaklarıma indi. Dizlerimden ayak bileklerime kadar yavaşça, tek tek yıkadı. Her dokunuşunda içimdeki gerginlik azaldı.
Başımı kaldırıp gözlerimi açtım. O an bana öyle bir baktı ki, bakışlarıyla bile sarıyordu. Yanağıma su damlaları arasında bir öpücük kondurdu.
"Tamam," dedi, "artık yeter. Hadi çıkalım."
Havluyu omuzlarıma sardı. Beni kurularken elleri yine acele etmedi. Saçlarımı havluyla nazikçe sıktı, omuzlarımı, kollarımı, dizlerimi tek tek kuruladı. Ardından bana kendi tişörtünü giydirdi. Üzerime düştüğünde onun kokusu beni sarmaladı. İçimde öyle bir huzur yayıldı ki, gözlerim yeniden doldu.
Yatağa götürdü. Yorganı üzerime örttü, saçlarımı parmak uçlarıyla taradı. Yanıma oturup elimi avucunun içine aldı.
Nemli saçlarıma uzun bir öpücük kondurdu, "Artık uyuyabilirsin karıcığım," dedi. "Ben yanındayım."
Gözlerim kapanırken dudaklarımla sadece bir kelime fısıldayabildim.
"Yine kıyamadın bana..."
Dinçer başımı okşadı, alnıma bir öpücük bıraktı. "Hiç kıyamam, Belçim," dedi.
Ve o sözle, kalbimdeki bütün yaralar şefkatin merhemiyle sarıldı. Ama bazen merhem her yaraya iyi gelmezdi.
*
Gece ansızın kendimi karanlık yollarda yürürken buldum. Adımlarımın sesi boşluğa çarpıyor, bir otobüsün farları gözlerimi kamaştırıyordu. Otogarın loş ışıkları altında sabahı bekledim. Muğla otobüsüne bindim, kalbim deli gibi çarpıyordu.
Saatler süren yolculuktan sonra kliniğin önüne vardım. Soğuk cam kapının ardında abim oturuyordu, tam anlaştığımız gibi. Gözlerimden yaşlar aktı.
"Belçim," dedi şaşkınlıkla, "Sen geldin mi?"
"Geldim," dedim kararlı bir sesle. "Artık yalnız değilsin."
Koluna girdim, bavulunu birlikte topladık. Onu oradan çıkarırken kalbim hem korkuyla hem umutla çarpıyordu. Sanki yanlış bir şey yapıyordum ama doğru hissettiriyordu.
Otobüse bindik, bu kez yönümüz Diyarbakır'dı. Yol boyunca abim başını omzuma yasladı. Arada uyanıp: "Amcam bizi görünce kızar mı?" diye sordu.
Gülümsedim. "Kızmaz, o çok seviyor bizi."
Köye vardığımızda taş evlerin arasında yürüdük. Tanıdık kokular, toprağın sertliği, sabahın serinliği bana körelmiş çocukluğumu hatırlattı. Kapının önüne vardığımızda içim titredi. Bu bahçede yediğim dayakları, azarları, küçük görülmeleri hatırladım.
Ben üzerimde çiçekler olan solgun bir elbiseyle buradaydım. Saçlarımın bukleleri omuzlarıma düşüyor, sabahın ayazında omuzlarımdan uzaklaşıyordu. Eskinin kokusu burnuma sertçe çarpıyordu ve benim nefes almaktan başka çarem yoktu.
Bakımsız bahçenin kapısında ilk beliren Selvi oldu. Saçları şimdi siyahtı, kilo almıştı. Bir zamanlar kız kardeşim dediğim kız bana nefretle gibi bakıyordu, 'gidişin havalıydı böyle mi döndün?' der gibiydi. Göz süzüşüyle beni ezer gibiydi.
Ardından amcam çıkageldi, bana ettiği bir sürü küfrü şimdi sadece bakışlarıyla ediyordu. Orospu olduğumu düşünüyordu, onunla bununla eğlenip yine ona muhtaç kaldığıma inanıyordu.
Yengem ise 'Sen diş hekimi olamadın ama benim kızım avukat olacak,' der gibi bakıyordu. Gözlerdeki nefret içime işliyordu. Ve o an anladım: Bu evde bana ait olan tek şey, hâlâ üzerimde taşıdığım yara izleriydi. O yara izini kopartmak, çığlık atmak istedim ama atamadım. Koşmak istedim ama koşamadım. Bacaklarım sanki görünmez bir ağırlıkla yere çivilenmişti.
Kendimi o çividen kurtardım, ben o yara izini kopardım attım.
Üzerimdeki güllü fistanı sıyırdığımda beyaz önlüğüm karşıladı onları. Ardından abim ortaya atıldı. "Ben avukat oldum," dedi göğsünü gere gere, takım elbisesinin yakasını düzeltti, ''Belçim de Diş Hekimi oldu,'' diyerek bana döndüğünde tebessüm ettim, ardından bize şaşkınca bakan amcamlara el hareketi çekti, "Böyle kalırsınız işte! Siz ne oldunuz ahmaklar?!"
Abim yanıma gelip bana sıkıca sarıldı. Dudaklarımdan kaçan kahkahaya engel olamadım. İçime yayılan tarifsiz rahatlık hissi her hücreme işliyordu. Ama şimdi kollarımda hissettiğim el hiç olmadığı kadar gerçekti.
"Belçim, kâbus görüyorsun güzelim, uyan," diyen ses kocama aitti.
Gözlerimi araladığımda onun âşık olduğum yüzüyle karşılaştım. Rüyama gülmem sürüyordu, bana endişeyle bakan kocamın boynuna sıkıca sarıldım. Onun koynunda ağlamak; eşsiz bir güven demekti. Ilık gözyaşlarım yine boynuna aktı. Tüm gerçekliğimle konuştum, ''Başaracağım.''
Dinçer elini alnıma yaslayıp saçlarımı sevdi. "Kendine söz ver. O köyde yaşadıklarına, ezilmelerine, hor görülmelerine söz ver. Annesiz babasız sapasağlam büyümek zorunda kalan o kız çocuğuna söz ver. Sen en çok çocuğun gibi gördüğün abine söz ver. Ben senin yanındayım, sen önce içindekileri aydınlığa taşımayı iste, ben sana ışık olurum."
Beni gölgesine aldı, kof sandığım her şeyin içini varlığıyla doldurdu. O benim canımdan ötem oldu.
*
Sabah Dinçer'in beni sıcacık öpüşleriyle uyanmıştım. Sınava giyeceğim kıyafetten, edeceğim kahvaltıya kadar hazırlamıştı. Masada Dinçer'in desteğiyle kahvaltı ederken huzurlu hissediyordum.
"Sınavdan sonra benimsin. Tatile gidiyoruz," dedi neşeyle.
Gözlerim sevinçle parladı. "Ne tatili?"
"İzin aldım, bir hafta yokuz."
"Dinçer, nereye gideceğiz?"
"Sürpriz karıcığım, söylemem."
Suratımı astım, "Ben de sana dolgu yapmayacağım Dinç."
"Benim dişlerim sağlıklı zaten karıcığım, ihtiyacım yok yani."
"O nasıl söz? Benim hastam olmayacak mısın?"
"Yavrum, ben senin hastanım."
"Dinçer lafı değiştirme."
"Olurum yavrum, senin ilk hastan olmak için dişimi kırarım."
Gülümseyerek öptüm. "Delisin, delimsin."
Sınava gitmek için evden ayrıldık. Arabaya binip okula yol aldık. On beş dakika geçmişti ki korkuyla konuştum. "Dinçer kimliğimi unuttum!"
Dinçer parmaklarının arasındaki kimliği uzattı. "Sınava giriş belgen, kimliğin, suyun... Her şeyin tam."
Başımı omzuna yasladım. "Şu an tam."
Sınava gireceğim okula geldiğimizde heyecan hissetmeye başlamıştım. Kalabalık okulun bahçesinde gözlerimi gezdirdiğimde içim ürperdi.
"İstersen sınavı arabada bekleyelim."
"Yok, açık hava daha iyi."
Gülümsedi ve elimi tuttu, içeriye adımladık. Boş bir bank bulup oturduk.
Bankta oturmuş beklerken ellerim titriyordu. Gözlerim kalabalığın içinde gezinip duruyordu, sanki herkes emin, sadece ben kaygıyla boğuşuyordum. Dinçer ise yanımda dimdik oturuyordu, parmaklarını avucumun içine kenetlemişti.
"Belçim, ben bir arabaya bakıp geliyorum," diyerek uzaklaşan kocamın sırtını izledim.
Düşüncelerimle boğuşurken gözlerim iki el tarafından kapatıldı.
"Bil bakalım ben kimim?" diye soran ses tanıdıktı.
"Bilemedim, kimsin?"
"Ne demek bilemedim? Ailenin en yakışıklı erkeği işte!"
"Fırat amca sen misin?" diye sordum heyecanla.
Atlas ellerini gözümden çekip karşıma geçti. "Sen bence göz doktoru ol," diyerek bozgun bir ifadeyle banka oturdu.
Ben ise karşımda gördüğüm ailemle donup kaldım. Hepsi birleşmiş bana doğru geliyordu, benim için buradalardı. Annem, babam, Halide yengem, Ali amcam... Bahar yengem, Alphan amcam, karılarını kollarının altına almışlardı. Fırat amca tek eli cebinde yürüyordu, Demir yanındaydı. Onun da iki yanında evin küçükleri Kartal ve Tibet duruyordu. En gerilerinde ise bana gülümseyerek bakan kocam.
Ağlamayacaktım, düşünülme, sevilme hissinin tadını sürecektim. İlk önce bana şefkatle kollarını açan annemle sarıldık, ardından herkesle. Beni bir koruma çemberinin içine almışlardı sanki, etrafım kale gibi korunuyordu.
Gözlerime inanamadım. "Siz... nasıl geldiniz buraya?" dedim titrek bir sesle.
Halide yengem konuştu. "Seni yalnız bırakır mıyız? Kızımız sınava giriyor, biz evde oturacağız öyle mi?"
Bahar yengem yanımıza eğilip kulağıma fısıldadı. "Uğur getirsin diye kafemden simit yaptırdım. Bir tanesini yesen yeter, enerjin gelir." Diyerek ağzıma bir parça simit attı. Kalan simidi alan Atlas, babasıyla kendisine bölüştürdü.
Annem ellerimi tuttu. "Sen yürekli bir kızsın, yapacaksın biliyorum."
Ardından Halide yengem yanaklarımı öptü. "Bu aileye bir beyaz önlük daha kazandır yavrum, çok ihtiyacım var sana," dedi tatlı tatlı.
Bahar yengem saçlarımı okşadı. "Arkandayız canım benim, bekleyeceğiz burada."
Sıra erkeklere geldiğinde onların desteği farklı oldu. İlk konuşan babamdı. "Heyecan yapma, sakin ol."
Fırat amcam onu kınıyordu. "Dedi ilk üniversite sınavında bayılan adam."
"Lan oğlum ben heyecandan bayılmadım ki," diye konuştu.
Fırat amcam konuyu kapatır gibi araya girdi. "Belçim, sınavın içinden geç!" dedi bağırarak. "Ağzına sıç ya matematiğin falan!"
Alphan amcam akıl verdi bu kez. "O sınavın anasını ağlat!"
Atlas haykırdı bu kez. "Deş ya o sınavı. O kitapçık beni bırak diye yalvarsın!"
Fırat amcam coşkuluydu. "Yak gel kızım o sınavı, yak gel!"
Ali amcam bir bakışıyla onları susturup bana döndü. "Hakkında hayırlısı için dua ettim kızım, Allah yolunu şaşırtmasın."
Sınava girmeme az bir vakit kala tüm ailemle sarıldım. En sonra en sevdiğimi ayırdım. Dinçer'in kollarının arası, son nefesimi vermek istediğim yerdi.
"Seni seviyorum," diye fısıldadı.
"Ben aşığım sana," dedim son kez sarılarak.
Ardından okul binasına adımladım, beni izleyen aileme okula girerken el salladım. Ama binaya giremeden tekrar geriye döndüm, koşarak Dinçer'e sarıldım. O da ellerini sıkıca hapsetti bedenime, başını saçlarıma gömdü.
Geriye çekilip ellerimi yüzüne koyarak sordum, "Bana doğum günüm için hediye aldın mı?"
"Hayır," dedi düşünceli bir sesle, "daha var diye almadım."
"Beyaz önlük al o halde, çünkü ben o okulu kazanacağım."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 18.91k Okunma |
2.12k Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |